21 Eylül 2016 Çarşamba

Tutkunun Sırrı

Yürünülen yol uzun olunca, yol arkadaşların sürekli de- Şişir. Tutkunun Sırrı'nda yanımda olan, minik zaferlerimle keyiflenen, yaşadığım bozgunlarla hüzünlenip hemen deste­ ğe geçen sevgili arkadaşlarım; Demet, Müjde, Tuğba, Özge, Nevra, Bergiizar, Yağmur, Şule, Sedef, Jennifer, Canan, Ba­ şak, Ece, Burçin, Siİmeyye, Selda, Sena, İlknur, Ezgi, Fatma, Sibel, Zey2Cihan, İlknurerf Hilal, Wenomangel, Leo2921, Flaıvlessdie, Doğa ve Ceren... Sîze ne kadar teşekkür etsem (izdir... İntikamın Sırrı'nda olduğu gibi, tertemiz kalpleri ve varlıklarının huzuru ile bana her zaman destek olan minik ailem; Sır Ailesi'nin sesleri ve kalpleri... Sevgili Yağmurt Zeynep, Gül, Esra, Eylül, Helin, Rima, Ece, Şeyma, Melek, Tuğçe, Rana... Çok ama çok teşekkür ederim kuzularım. Her şeyden önce anlayışınız ve bana saklanacak, sığınacak bir liman sağ­ ladığınız için... Canım annem, her daim bana güvenen ve yanımda olan kadın; Fatma Tülây Odabaş'a tüm hayatım için teşekkür ederim. Minik oğlum; ki hayallerimi kaleme almama yardımcı olan, iki saatte bir uyanmaları ile aslında tüm bu yazım sürecinin mimarıdır kendisi... Devrim Oğuz, nam-ı diğer "Minnak Titanıma da çok teşekkür ediyorum. Kardeşlerim Ömür, Hayri, Oytun ve Neşe, ablam Özlem, ahilerim Murat ve Sertaç; aile büyüklerim Meral Yağmur, Naim ve Nuray KüskiVye beni ben yaptıkları için çok teşekkür ederim... Ayrıca Tutkunun Sırrı'nın yazımı sırasında yanımda olan Kerem Kanneci'ye teşekkürlerimi sunarım. Tutkunun Sırrı düzenlenme sürecinde yardımı ve moral desteği için sevgili Gözde'ye teşekkür ederim. 7 Ne kadar teşekkür etsem de unuttuğum, alladı^ varsa özür diliyorum. ^ Postiga kızları; Özgem (özge Erkin), Mervem güzârtm) ve Mihr-im iSeldam)... insanların girdikleriyim da takındıkları tavırlar her zaman kişiliklerinin yoîisfmasvfo Bu yolda yanımda olduğunuz için tekrar ve tekrar çok ^ kür ederim, I . B ö I i i m DİLARA Havalar artık soğumay.ı başlamıştı. Yavaşça, karar maya başlayan gökyüzüne bakmak için kafamı kaldırdım. Eve gitmek istemiyordum; hem de hiç... O ¿damın yanma gitmek, tarifi imkânsız sıkıntıları dolduruvordu içime. Yine sarhoş gelecekti eve, yine acımasızca dövecekti. Cebimdeki tüm parayı almaya kalkacaktı. Ve o kadın... O kadın, sesini çıkarmadan salonda bekleyecek, adamın işi bittikten sonra, sabaha kadar eziyetlerine o devam edecekti. Temiz evi yine temizletecek; yarının yemeklerini yaptıracak; gurursuzca, kocasının koynuna girmem için önüme seçeneklerle dolu bir gece koyacaktı. Ta ki istediğini vermeyip, benimle uğraşmaktan vazgeçeceği âna kadar devam edecekti olağan işkencem. Derin bir nefes aldım. Bir hafta sonra on dokuz yaşı­ na basacaktım. Bir hafta dedim içimden, bir hafta daha dayan Dilara. Bir hafta sonra, bu iki pislikten kurtuldu­ ğumda, on dokuz yıllık eziyetim son bulacaktı. Bu sene üniversiteyi kazanmıştım; ama göndermeyeceklerdi. Neden yollasınlardı ki ayrıca? Onlann para 9 Öykü Odabaş kaynağıydım, hizmetçileriydim, t anları sıkıJm, , ^ dövüp rahatlıyorlardı. 'ft| Maruz kaldığım şiddet öyle bir boyuttaydı sağırdım. Evet... Yanlış anlamadınız. Beş sene evvel yetij,, dayak yüzünden, hım duyma işlevim yitip -|lr sene öncesine kadar, duymasam da konuşnuıy* yordum. Son iki senedir onu da yapmayı kestin: Bu yüzden garsonluk gibi kolay bulunabilecek bir meslek yerine, beni zar zor bir atölyeye yerleştirmişi^, kuş kadar gelen haftalığımdan da zırnık vermiyorlardı.' Kulaklarımın durumunu, tekrar duyup duyamayaca­ ğımı bilmiyordum. Tek bildiğim, on dokuz yaşıma bastığım gün, beni bu pisliklere bağlayan belgelerin geçerliliğini yitireceği ve onların elinden kurtulabileceğindi Bir hafta kalmıştı. Sadece bir hafta... Buna dayanabilirdim. Evin kapısının önüne geldiğimde duraksadım. Kapı­ nın önünde son model bir araba vardı. Muğla'nın minik bir kasabasmdaydık. Buraya, bu kadar lüks araba gelmezdi.'Umarım,' diye geçirdim içimden. 'Umarım bunun ucu bana dokunmaz...' Bahçe kapısını açıp sessizce eve girmeye çalıştım. Yani sessiz olduğumu ümit ediyordum. Salonu teğet ge­ çerek odama yönelmiştim ki koluma yapışan pençeyle dengemi kaybettim. Lafta 'Baba' olması gereken üvey babam; o pislik, beni salonun ortasına savurmuştu. Kim ne diyor anlamıyordum. Henüz dudak okuma işini kıvıramamıştım. Dört tane iyi giyimli adam ayaklanmış, babam olacak pisliğe bir şeyler söylüyorlardı. Beni hizmetçi gibi kullanan üvey annem ise, memnun mutlu duvara yaslanmış adamları kesiyordu. Bir şeyler dönüyordu. Huysuzlanmaya başlamıştım. Bu arada üvey annemin, içeri geçip kapıya doğru 10 etinde valı/len m l** RMttftı ılık k .ı.ınM ¡.ı« \ .»t„ ¡ . , . don clınıiı-Yvii’ B u a d a m la rla m ı ¡-.•.•min 4l, (l ı-, ,, Am a n e r e y e ' Kalbım korkuyla çarpmaya ba^lamıMı k. .ı.t.ımî.e.i.'i bin cebinden bir defter çıkardı Bir çek defteri! Nefesimi tuttum. Aklımda bir suni soru doıımuuiu N e d e n ü v e y b a b a m a p a r a v e r iy o r d u ’ V a lı/ le rım n e reve g id iy o r d u ? Kafamda binlerce senaryo dönmeye banladı. Hu tkı pislik beni satıyordu! Hem de dört tane, eşek kud.ır adama ve onların benle işi neyse, o kadar kulav ve çabuk bitmeyecekti ki valizlerimle birlikte beru alıyorlardı Kim bilir nerede, kaç gün, ne yapmak için tutacak lardı? Geçen gün üvey babamı o gazinocu serseriyle konuşurken gördüğümde, hiç de böyle şeyler olabileceğini düşünmemiştim. Beni kesin o pisliğe satıyordu. Buradan kaçmalıydım. Özgürlüğüme bir hafta kala, kendimi bildim bileli çektiğim bu işkencenin daha beterini yaşayacağım bir tuzağa düşmeyecektim. Üvey babamın pençelerinden kendimi kurtarıp, hızla kapıya yöneldim ve bahçe kapısından çıkıp koşmaya başladım; fakat yakalanmam çok uzun sürmedi. İlk defa sesim çıkmadığı için lanet ediyordum. İlk defa gözyaş- larırrun sesim olmasını diledim. Komşularımızın beni duyabilmesi ve kurtarabilmesi için yalvarıyordum; fakat kimse beni duymadı, çırpınışlarım bir işe yaramadı. Demir gibi kollar beni sımsıkı sarıp havaya kaldırmıştı. Çırpınmam veya debelenmem hiçbir işe yaramıyordu. Hırs, sinir ve kabullenmezlikle dolu gözyaşlarını yanaklarımdan süzülüyordu. Beni tutan kola sertçe vuruyor, ısırmaya çalışıyordum ama nafileydi. Kollar santim oynamadan, kenetlendikleri halleriyle duruyorlardı. En sonunda arabaya ulaşan adam, beni ite kaka aralı baya bındirmişti. İki kişi ön koltukta otururken, b*? arkada iki kişinin arasındaydım. Bira/ debelendim ° ^ sonuç alamadım. Adamların elleri, çelik misali bife|^. * mi kavramış ve kıpırdamamı engelliyordu. Nasıl bir işin içine sokmuştu beni o Allah'ın beLÎSJ> Bundan sonra başıma neler gelecekti? Kimin, nasıl ¡4 lencesi olacaktım? Hiçbir sorunun cevabını bilmjVt£ dum; ama gözlerim yolları takip ediyordu. Nereye gittj ğimizi anlamaya çalışıyordum. Yavaş yavaş Muğla dışma çıkmaya başladığımızı gör. düğümde bir an içimi korku sardı. Yan gözle adamların dudaklarına baktım. Kendi aralarında konuşuyorlardı; ama neden bahsettiklerini anlamıyordum. Lanet olsun! Adamlar hâlâ bileklerimi bırakmamışlardı ve be» yavaşça yanağımdan süzülen gözyaşlarıma engel otamıyordum. Sağ tarafıma oturmuş olan bileğimi bıraktı ve arkasından diğeri de. Sanırım sakinleştiğimi düşünü­ yorlardı. Bu son şansımdı. Daha fazla pisliğe gömülmemek için son şansım... Ya yaşardım ve pisliğin en beter halini görürdüm ya da ölürdüm; ama en azından temiz kalırdım. Aklıma gelen şeyi, sonunu düşünmeden uygulamaya koymuştum bile... Birden direksiyondaki adamın boynuna atladım ve araba yalpalamaya başladı. Yanımdakiİer beni zapt etmeye çalışıyorlardı; ama çok da başarılı değillerdi. Yoldan çıkmak üzereydik... Hayatımın sona erebilecek olması umurumda de­ ğildi; kimsenin yatak eğlencesi olmayacaktım, kimseye sermaye olmayacaktım! Özgürlüğüme bir hafta kala, tekrar tutsak olmayacaktım! Ölebilirdim, ölecektim; ama özgür ölecektim. Ben, tüm hırsımla arabayı yoldan çıkarmaya çalışır- 12 Icen. kafamın arkasında hissettiğim acıyla tahmin K«*U: nıun boşaldığını hissettim. lü n ı gücüm bir anda tı kıl mişve gözlerim kararmaya başlamıştı ‘İnştıltoh olmuşumdur...' Aklımdan geçen tek düşünce buydu; çünkü beni satan pislik, beni en az kendi kadar pislikleri* satmış ol malıydı- Mantığım başka türlüsünü kabul etmiyor ve o durumda da başıma gelebilecekler kanımın çekilmesine sebep oluyordu. Me kadar baygın kaldım bilmiyorum. Aslında ölmüş olmayı umuyordum; ama gözlerimi açtığımda kendimi vine aynı arabanın içinde ve aynı durumda buldum. Ormanlık bir alandaydık sanırım. Gözüm, arabadaki saate ilişti. Havanın da karanlık olmasından anladığım kadarıyla neredeyse on iki saattir uyuduğumu fark ettim. Karşımızda, ormanın içinde bir ev belirdi. Bahçe duvarlarının önünde bir dünya koruma vardı. Anladığım kadarıyla eşit aralıklarla tüm bahçenin etrafına dağılmışlardı. Ev, araba yaklaştıkça tekrar kayboldu. Bahçe kapısından geçerken, evin etrafında başka bir duvar daha olduğunu gördüm. Tanrım, bu nasıl bir koruma çemberiydi! Cezaevinden farksızdı. Aklıma getirmek istemiyordum; ama bunlar ya fuhuş ya da uyuşturucu işinde olmalıydılar. Bu kadar korumayı aklım almıyordu. İkinci bahçe kapı­ sından da girdikten sonra evin önüne park ettiler. Kaçacak yerim kalmamıştı. Tekrar debelenmeye ve kaçmak için uğraştığım arabanın içinde kalmaya çalıştım. Bu arada evden birkaç kişi daha çıktığım gördüm. İki tane de kız gözüme çarptı. Melek kadar güzellerdi; ama bu pisliğin içinde ne arıyorlardı? Bir çeşit sermaye miydiler onlar da? Onlar gibi mi olacaktım? Daha fazla debelenmeye başladım; ama boşuna çaba harcıyordum. İri yarı bir tanesi beni kucakladığı gibi arabadan aldı. Tepinmelerim yüzünden kucağında taşı- 13 Öykü Odabaş yamıyordu. Bu yüzden beni sertçe yere indirdi yttI, omuzlarımdan tutup sarstı. ^*5.'' Kızlardan biri kaşlarını çatmış ve adam:-, . ' dokunup kenara çekilmesini sağlamıştı. Elimden h!î? : melekler kadar güzel kız, beni eve çekmeye : da, başta hafifçe direndim; ama bu kadar adamın ara«,. ' dan, şu anda kaçmam mümkün değildi. Sadece, bu j>ç, ’ bana kimsenin ilişmemesi için dua edip, yarın günd^ gözüyle kaçmaya çalışmam gerektiğine karar verdim En azından gittiğim yolu görürdüm. Eve girdiğimizde içerisinin ferahlığı dikkatimi çeiçj.. 1 de gerginlik tüm vücuduma yayıldığı için hareketlerin) ağırdı. Kız beni bir koltuğa iteledi. Oturdum ve mümkün olduğunca büzüldüm. Dizlerimi çenemin altına çe. 1 kip gelebilecek her darbeden kaçınma içgüdüsünü bas- : tirdim. Kız yanıma oturdu ve elini omzuma koydu. Bir şey- ' ler söyleyecekti; ama kafasını çevirip başımızda dikilen çocuğa baktı. Oldukça uzun boylu olan, atletik bir genç­ ti karşımdaki ve kıza bir şeyler söylüyordu. Kız kafasını | salladı. Sonra arkadan eşofmanları içinde başka bir dev geldi. Diğer kız da bana bir kupa uzattı. Kupayı elime almadım, içine ne koyduklarını bilmiyordum. Beni uyuşturmaya çalışıyor olabilirlerdi. Uyuşturucuya alıştırmak istiyor da olabilirlerdi. Ben elimi sürmeyince, kız kupayı yavaşça sehpaya bıraktı ve diğeri gibi yanıma oturdu. İçeriden gelen dev, karşımda dikilen diğer deve bir defter ve kalem uzattı. Adam bir şeyler karaladı ve bana çevirdi. "Korkma" Tek kelime... Birkaç saniye için gözlerimi yumdum. Korkma! Dizlerimin titremesini engelleyemedim okuduğum o tek kelimeyle. Etrafıma şöyle bir bakındığımda altı J otkumın Sim adam ve iki kız vardı. Üçü dışında î:.r,w benimU- ılg* îenmiyormuş gibi dursa da, burada bulunma amacımdan tut da buraya getirilme şeklime varana kadar het şey, korkmam için başlı başına bir olaydı zaten Bana bu kâğıdı uzatan adam, hangi sebeple bana korkmamamı söylüyordu ki? 'Hiçbir şey yapamazsın, bu yüzden korkma' mıydı? Ya da 'Bundan sonra olacakları engelleyemezsin, boşuna korkma' mı? İkisi de aynı kapıya çıkıyordu ya neyse... Derin bir nefes aldım. Gözlerimi adama diktim. "Neden?" dedim. Uzun zamandan beri ilk defa sesimi kullanmaya çalışmıştım; ama fısıltıyla konuştuğuma emindim.Yine de önemli değildi; çünkü onun elinden herhangi bir şevi alıp yazı yazmak istemiyordum. Teması mümkün oldu­ ğunca az tutmaya çalışıyordum; ama yanımdaki kızın, omzumdaki eli bunu çok da mümkün kılmıyordu. Çocuk tekrar bir şeyler karaladı. "Sen benim kuzenimsin... Öz kuzenim..." Bir an için kafam yazdığı şeyi almadı. Boş gözlerle ona baktım, o ara yine bir şeyler karalıyordu. "Sana her şeyi anlatacağım; ama önce dinlenmelisin. Bundan sonra hiçbir şeyden korkmana gerek yok." Hâlâ boş gözlerle bakıyordum adama; ama hiçbir tepki veremedim. Okuduklarımı hazmetmeye çalışıyordum. Etrafıma şöyle bir baktığımda hiçbirinin bizimle ilgilenmediğini gördüm. Sadece kızlar yanımdaydı. Yanımdaki kızın parmağındaki alyans dikkatimi çekmişti. Demek ki evliydi, üstelik bu adamlardan biriyle ya da öyleymiş gibi görünmesini istiyordu. Daha sonra birkaçının ortadan kaybolduğunu fark ettim. Biri Amerikan mutfakta tıkınıyordu ve karşımdaki adam, kuzenim olduğunu söyleyen; gözlerini üzerime dikmiş bir tepki vermemi bekliyordu. 15 Ö ykü O dabaş Elindeki kâğıt kaleme uzandım.lieklotmedcn bana verdi. ‘Jf< "Beni satın aldınız..." Yazıyı okudu ve k afalın olumlu anlamda n.i IIj j , Elimdeki kâğıt kaleme uzanmak isledi; ama diğt.t M nımdaki kız kalkıp ona yer verince yanıma oturdu Bir anda içimi saran korkuya engel olamadım madiğim bu adamla, sadece kuzenim olduğunu ui.iia ettiği için, bu kadar yakın oturmak istemiyordum. Hafifçe titreyip alyanslı olan kıza doğru kaydmı ve o anda kız destek olmak ister gibi omzumu hafifçe sıktı. Adam elimden kâğıdı ve kalemi alıp bir şeyler daha karaladı. "Seni oradan, zarar görmeden başka türlü çıkaramazdık. Durumunu bilmiyorduk..." Kaşlarım çatılmıştı. Durumum? Ah... Sağırlığımdan bahsediyordu. "Arabada neden bir şey anlatmadınız?" Güliimsedi.Sesli güldüğüne emindim. "Yanımızda kâğıt kalem yoktu. Habersiz olduğumuz için hazırlıksızdık ve fırsat bıraktığın da pek söylenemez." Mantıklı bir açıklamaydı; ama ikna olamıyordum. Bu durumda annem ve babam belliydi öyle mi? Peki beni neden terk etmişlerdi? "Annem ve babam?" Birkaç dakika düşündü. "Önce uyu. Dinlendikten sonra sana her şeyi anlatacağım. Duru sana odanı gösterecek." İtiraz edecektim ki defteri ve kalemi kaldırdı. O anda daha farklı bir sorun vardı aklımda: Duru kimdi? Yanımda oturan kızın eli, omzumdan elime kaydı ve beni ayağa kaldırıp, onu takip etmemi sağladı. Birlikte çatı katında, çok güzel döşenmiş bir odaya çıktık. Bir kızın odası olduğu belliydi.Kız ışığı açana kadar, I utkunun Strı» karanlık gölgeler arasında, odanın ortam da duran valizlerimi seçebilmiştim. Işık anıldığında, odaya sonradan getirildiği belli olan ufak bir yazı tahu^ma bir peyler yazıp okuyabilmem için bana çevirdi. "Bir şeye ihtiyacın olursa aşağıda, soldaki son oda benim va da benim tam karşımda Şule'nin odası var “ Kafamı olumlu anlamda salladım.Sonra yavaşça oda^ dan çıktı. Hemen peşinden koştum ve kapıyı denedim. Kilitlememişti... Yani burada esir ya da tutsak değildim.Yani kaçmayı her an deneyebilirdim; çünkü şu kuzen hikâyesine çok inanmamıştım. Daha fazla bilgiye ihtiyacım vardı; ama yine de biraz daha dinlendikten sonra kaçacaktım. Önce, ilk defa dayak yemeden uyuyabüeceğim bu anın tadını çıkarmak istiyordum. Valizlerimi açmamış ve yatağın üstüne olduğum gibi uzanmıştım. Gözlerimden hafifçe bir yaş süzüldü. Eğer adamın dedikleri doğ­ ruysa ilk defa gerçek anne ve babam hakkında bilgim olacaktı. Eğer dedikleri doğruysa... Yıllarca çektiğim acıların nedenini öğrenecektim ve belki de onlara hesap sorabilecektim. Eğer dedikleri doğruysa, anne ve babamı istemezsem, bir hafta sonra başlayacağım hayata daha çabuk başlayabilecektim. Beni alıkoyacak halleri yoktu değil mi? Kapımı bile kilitlemediklerine göre! Her ne olursa olsun, sonunda o pisliklerden tamamen kurtulmuştum ya, önemli olan da buydu şu anda.Gözlerimin kapanmasına ve bilincimin bulutlanmasına engel olamadım. Kafam hâlâ sızlıyordu; ama yine de kendimi uykunun kollarına bıraktım. 17 2 . B ö lü m ÖNCESİ RÜZGAR "Ben yarın yola çıkıyorum/' dedim, evde herkes ken- 1 di işiyle uğraşırken. Poyraz 'Hayırdır?' der gibi suratıma baktı. "Kuzenimin peşine taktığım adamdan haber geldi Bulmuş... Muğla'ya gidiyorum." "Ben hazırlık yapayım/7 dedi Demir, bir yandan da teJe/ona sarılmıştı. "Gelm enize gerek yok abi! Hallederim ben... Kızı alıp geleceğim ." "Oğlum kız öyle ya da böyle Zafer'in artıklarının yanında. Ne bok olacağı belli olmaz... Yalnız gidemezsin..." diyen Demir ile göz göze geldim o anda. H aklıydı aslında, söyleyecek bir şeyim yoktu. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlamış olan Zafer'in, kuzenim le ilgili de planlan olduğuna emindim. Karşım a ne çıkacağından habersizdim; ama sonuçta Z a fe r'in bir etkinliği de kalmamıştı. Yine de kendi başı­ m a hareket etmekten vazgeçtim. Ne olur ne oh- azdı... 18 ? »•»<♦»' ‘-tAslında Toprak da uUa len<* oJınasdt. «îhm *iu^ııı^^> ü s t ü n d e n o n b e ş g u n K t V m $ o l t n a s u m r ^ ı i ı c n (-># l ■, r a k ü e D u m ' ı u ı n y a ş a y ı p v a ş a n i d ı l i f ’ m d H i ı M * I m 1v ? . 1..w d eğild ik. Ncvle meşgul olduklarım düşündüğümde MrıtMum.1. engel olamadım; ama sonra aklındı \mi' Mo£t«ı »lu^tu ^ÇÜnde istemsizce sırıtışım soldu. K u acab a ne h a ld e y d i? Z a fer onu naşı) hu tuM m m içine atm ıştı? D u ru m u n u n ıv i o ld u ğ u n u dıt>unm ok ıstı- vord um . S o n u çta Z a fe r o n u ald ığ ın d a bir bebekti l's te İik ilerid e, k ızı k o z o la ra k k u llan ab ileceği bir şev > oktu ortada. B izim h er şe y d e n h ab ersiz o lacağım ızı *am \n r ı*sı w ın k»l.tn ttı «.»| , d a : "O vü/den ben gelirim . Nrıtı\ordu serleri İ v m Batı ıtıra/ edemedi ^ule'vı nerede\*** bir kt n- /,»**., yüzünden kaybediyordu IkımiMnı gn(v .ıl.un.ı/ıJı, "Oğlum evin yok mu senin? Duruda \**k \» \ m şindesin hâlâ?" İhraz seslen 1\»\ r.ı/d.m ^eh\.*ıdu "Şule de güzel vemek yapıyor,' dedi Vnııh ursı/ca sırıtırken. Dönen tüm bu muhabbeti biraz ruhsuzca izliyordum Gülümsemek ya da başka bir şey düşünmek içimden gelmiyordu. Gerilmiştim... "O zaman hazırlanalım ve çıkalım," dedim. Herkes odasına dağıldı ve yola çıkmak için hazırlık yaptık Uçakla gitmeyecektik, gerek yoktu. Altımızda arabayla daha iyi hissediyorduk her zaman. Adamdan aldığım adresi cebime atıp arabaya gittim Yanıma başka bir şey almamıştım; çünkü sadece kuzenimi alıp İstanbul'a dönecektim. Geceden yola çıkıp öğle saatlerine yakın Muğla'ya varmış ve vakit kaybetmeden verilen adrese gitmiştik. Evde bir adam ve bir kadın vardı. Eski püskü evin içerisi, alkol kokusundan nefes alınamayacak Kaideydi. Dördümüz de eve girmiştik. Kadın ve adam bize kızdan bahsediyorlardı. Ne kadar çalışkan olduğundan, ne kadar güzel olduğundan... Sonra adam garip bir şev sordu. "Ensar Bey, para konusunun sorun olmayacağını söylemişti. Kızı, elimizde ona ait belgelerle birlikte vereceğiz; ama hem kızın bize getirdiği, hem de İstanbul'dan 20 gelen paran kaybetmiş olacağı/ Hcrlı.ıMi' Km u k,ul a v a c a k b i r m ı k l a r t a l e p e d e b i l i n / d t - ¿ i l m ı ’ Şok olmuştum... Kızı satnı alnı.tvj geldiKimı/ı >,»111 yordu. Bir an için bir şev dıvemedım. S^nrd kvndıme küfür etmeye banladım. Keşke neler olduğunu dah.) im öğrenebilseydim. Fakat Demir çabıık sıyrılmıştı yıkkınlıktan... "Tabii ki ama vaktimiz pek yok. Siz kız için no kjdar istediğinizi arkadaşımıza söyleyin. O da bir çek hazırlasın. Karşılığının olacağım söylememe gerek vok herhalde..." diye konuşurken, Semih de belindeki silahın görülmesini sağlayacak şekilde oturuşunu düzeltti Adamın gözleri bir an Semih'in belindeki silaha kaydıktan sonra, memnuniyetle çeki kabul edeceğini bildirdi. Talep ettiği miktar bizim aylık çerez paramız değildi Sorun çıkarmadan kabul ettim. Bu arada kapının açıldı­ ğını duyduk. Kuzenim gelmişti... Adam bir hamlede kızın narin bedenini salonun ortasına savurdu. Dişlerimi sinirden o kadar sıkıyordum ki her an kırabilirdim. Demir ve Poyraz gayet sakin duruyorlardı. Semih ise o kadar sakin değildi... "Ensar Bey'in, kızı zarar görmeden isteyeceğine eminim," dedi dişlerinin arasından. "Merak etmeyin hâlâ bakire. Ensar Bey'i memnun edeceğine eminim," diye sırıtmıştı adam. Suratım ne haldeydi bilmiyorum; ama Demir'le göz göze geldik. "Ödemeyi yap da geç kalmadan çıkalım," dedi soğuk bir sesle. Kafamla onay verdim ve ayaklandık. Sonra çek defterine elimi uzattım. Bu arada kadir» da kızın eşyalarını dışan çıkarmıştı. Kız, gözlerini bir saniye bile bizden ayırmıyordu. Yağmur rengindeki gözleri, yeşil ve mavinin buğulu bir karışımı gibiydi. İncecik vücudu, içinde bulunduğu durumu anlamlandırmayı! çalışıyor. yatılan k,,.,; bunda kararsız olduğu anlatılıyordu kivi M,lt "Vj": yaprak gibi titreme ve bağlamıştı. "Sakin ol," dedi Poyraz kuru bir sesle •ju | bir çıksak, olan biteni ona anlatacaktık, ama ki/1,,,'?**** vermedi. Hatta Poyraz'a dönüp bakmadı bile Adarç bize şaşkınlıkla bakıyordu. ** "Ensar Bey size söylemedi mi? Kız sağır..." Bir an l, gözlerle birbirimize baktık. ■ "Ensar Bey, teslimatın detaylarından bize bahset^ ye gerek duymaz; ama öğrendiğimiz iyi oldu,” yüzüme yerleştirdiğim sahte bir gülücükle. Adam da aynı tebessümle karşılık vermişti. D#h* sonra elimdeki çeki, pisliğe uzattım. Havada kapıp w bine yerleştirdi. O anda kız, adamın elinden kurtulup koşmaya başladı. Kolaylıkla evden çıktı ve akabinde bahçe kapısıru di ardında bıraktı. Demir hemen kızın peşinden koşmavj başladı. Yakalayacağını biliyordum, o yüzden koşmavj yeltenmedim bile. Üçümüz ağır ağır arabaya ilerlediğimizde Demir de kızı kucaklamış geliyordu. Semih, kızın valizlerini bagaja koydu ve Demir ile öne oturdu. Ben ve Poyraz da aramıza kızı alarak arkaya geçtik. Adam ve karısı ise dışarı çıkıp ne yaptığımıza bir kere bakmamışlardı. Kız arka koltukta debeleniyor ve kim bilir başına ne geleceğini düşünüyordu. Nasıl iletişim kuracaktık ki? "Zapt edin şu kızı artık!" Demir'in sesi sinirli çıkıyordu. Kızın, şoför koltuğuna gelen tekmeleri, araba kullanmasını zorlaştırıyordu; ama kuzenime de sert davranmak istemiyordum. İp gibi akan gözyaşları ve sessiz hıçkırıkları canımı acıtıyordu. Nasıl zapt edeceğimizi kestiremediğim kuzenimin bir bileğini ben, diğerini Poyraz kavradı ve onu aramız- Öykü OdatM* 22 I ırtkıuhjl' Sıt da sabitlemeye çalıktık. Nefes netesc kalmı> jnt.ı vu*. de savaşmaktan vazgeçmemişti. Bir süre sonra debelenmeyi kesse d*e tıueme^i kesit memişti. Deli gibi korktuğunun iarkmdaydım; ama iu sil iletişim kuracağımızı kestiremedigim için sakinleşti remiy ordum. Titremeleri tekrar ağlama krizine döndüğünde, yana­ ğından süzülen gözyaşları yüzünden gömleği ıslanmaya başlamıştı. O anda telefon aklıma geldi. Not defteri kısmından olan biteni anlatıp onu sakinleştirebilirdim. Yavaşça elini bıraktım. "Hayırdır?" diye sordu Poyraz. "Neler olduğunu yazarak anlatmaya çalışacağım..." O da elini çekti. Nasılsa iki dakika sonra tüm korkuları bitmiş olacaktı. Ben daha telefona uzanamadan kız birden Demir'in boğazına sarıldı. Ne yapacağımızı şaşırdık... Demir arabanın kontrolünü kaybetmek üzereydi ve uçuruma doğru sürüklenmeye başlamıştık. Kuzenimi bir türlü geri çekemiyorduk. Narin vücudundan beklenmeyecek bir güce sahipti. En sonunda Poyraz belinden silahı çekti ve ensesine vurarak bayılmasına sebep oldu. Kucağıma yığılıp kalmıştı. Bu arada Demir, uzun süre duym ak istemeyeceğim küfür kombinasyonlarını sıralarken, arabanın kontrolü­ nü sağlamıştı. İşin açığı ölümün ucundan dönmüştük. "Aklım çıktı yemin ederim /' dedi Semih. Ter basmış­ tı... "Size bir tane normal hatun denk gelmez mi ya?" Gülüyordu; ama Demir sinirle başını sallıyordu. "İstanbul'a ulaşana kadar uyanmasın bu velet! Valla kuzen falan demiycem, alacam ayağım ın altına..." "Oğlum kızın bir şeyden haberi yok... Sadece onu şato aldığımızı gördü. Ne yapsın istiyordun?" 23 S e sin i ç ık a rm a m ıştı; an id h âlâ <,'ok k ı/^ ın d ı " K a d e r in e ra z ı geLsin ık ı d a k ık .ı ı ı ı o ı 'l . ı 1 A r,» ta y , v«yt. d a n ç ık a rm a k n e la n ? " K u d u r m u ş tu ivmiumi S a k in le ş m e s i için d a h a ta / la b ir >ey d e n u *d im ve h iş s in ir iy le o n u te k b a ş ın a b ıra k tım . "Kloroform falan bulun bir yerden! Nereden alabileceğimize bakın, eczanede var mı yok mu bilmiyorum ben. Çekemem bir daha eve kadar..." Sıkıntıyla ofladım ve en yakın merkezde bulduğumuz kloroformu kıza koklattım. Artık İstanbul'a gidene kadar kendine gelmezdi. Aradan saatler geçmesine rağmen uyuyordu; takat ev yoluna girdiğimizde yavaş yavaş gözleri açılmaya başladı. Evin önüne park edip arabadan inmesini bekledik; ama sürekli debeleniyor ve sakinleştirmesi imkânsız haide direniyordu. En sonunda Demir dayanamayıp onu kucakladı ve arabadan indirdi. Hâlâ savaşıyordu; fakat Duru ve Şule'yi kapıda görünce bir an duraksadı. "Böyle olmaz... Onu daha çok korkutuyorsunuz/' Duru kapıdan seslenmişti. Demir oflayarak onu yere bıraktığında, gözleri hâlâ Duru'daydı. Yanımıza yavaş­ ça yanaşan Duru, Demir'in omzuna dokundu ve sessiz bir emir vermiş gibi Demir, ellerini Dilara'nın üzerinden çekti. Kızın elini tutup, onu eve doğru çekmeye başladı­ ğında, başta direnecek gibi davranan Dilara, sonrasında adımlarını Duru'ya uydurmuştu. Şu bir gerçekti ki, hiç kimsenin kalkanı bu kedi yavrusuna işlemiyordu. Duru, onu yavaşça koltuk takımına doğru yönlendirdi ve oturmasını sağladı. O an ki hali... Tarifi mümkün değildi. İnanılmaz şekilde içim acıdı. Büzülüp kalmış, korkuyla ve öfkeyle etrafına bakıyordu. Tıpkı yeni avlanmış ve kafese kapatılmış vahşi bir hayvan gibiydi. Çocuklara, telefonda kızın durumunu anlatmıştık Öykü Odabaş 24 Tı»lktın« gelirken. Duymadığını biliyorlardı. Bu yu/den etrafta 5akinleştirici sözler uçuşmuyordu. Herkes kt-mlı ı>n»r dönmüştü bile... "Bu hale nasd getirdiniz bu kızı abi yar Duru nun sesi sitemkâr aynı zaman da üzgündü. "Kim olduğumu bilmiyor ki hâlâ,.. Arabada bir türlü rahat durmadı, açıklamaya fırsat kalmadı. Sonra da bayıltmak zorunda kaldık/' "E, şimdi anlat o zaman Rüzgâr! Yazık, kız vaprak gibi titriyor... Baksana şu haline, kim bilir neler kuruyor?“ Şule'ydi konuşan... Ah, bilseler olanları... Kızın neler kurduğunu ben tahmin ediyordum da ... "Bir kâğıt kalem lazım olacak/- dedim yorgun bir sesle. ''Ben getiririm," dedi Batı ve birkaç dakika sonra, kâ­ ğıt ve kalemle yanımdaydı. "Korkma!" "Neden?" diye sordu gayet gür bir sesle. Sonrası aktı gitti... Defteri her karaladığımda başka bir şok yaşıyordu farkındaydım. Ona kuzeni olduğumu yazdım, her şeyi anlatacağımı; ama önce dinlenmesi gerektiğini. O ise anne ve babasını merak ediyordu, kim bilir aklında kaç bin soruyla birlikte. Ama gerçekten şimdi dinlenmesi lazımdı. Duru, onu yukarı çıkarıp indikten sonra, hepimiz koltuklara dizilmiştik. "Sağır olduğunu ne zaman öğrendiniz?" diye sordu Toprak. "Abi dur başından anlatayım," dedim. "îş biraz karışık..." "Adamın evine gittiğimizde niyetimiz kim olduğumuzu anlatıp, Zafer'le ne kadar alakaları olduğunu çö­ züp, ondan sonra kızı onlardan almaktı. Kız eve gelene 25 kadar kızın sağır olduğundan habersizdik. Bu , adamdan satın aldık," dedim ve sustum. “ "Yuh!" dedi Batı istemsiz şekilde. "Nasıl?" Şule kaşlarını kaldırmış ve inanamayan., lerle bize bakıyordu. ' "Yemin ederim çığır açıyorsunuz, kendinizi aşıVut sunuz artık!" Duru'nun yüzünde de anlayışlı; ¿mia bir yandan da onaylamaz bir bakış vardı. "Öyle değil be kızlar... Hemen bizi sattınız iki dakika, da!" diye Semih'in sesi yankılandı salonda. "Adam, Ensar Bey ile , kız için ne kadar isteyebileceği hakkında konuşmadıklarını söyledi." Toprak bir an kafa karışıklığıyla baksa da, çözmüştü, "Kimmiş ki bu Ensar?" Kaşlarını kaldırmıştı. "Bilmiyorum da abi, kızın bakire olduğunu ve Ensat Bey'in memnun kalacağını söyleyince, biz de o Ensar denen itin adamlarıymış gibi davrandık. İstediği miktarı çeke yazdık ve kızı alıp hemen çıktık; fakat sıkıntı şu ki kız çeki gördü. Bir şekilde satıldığını anladı varsayı­ yorum. Ondan sonra zaptı mümkün olmadı." Konuşan Poyraz'dı. "Kızın başından neler geçtiğini bilmiyoruz. O evde ne halde olduğunu, nasıl muamele gördüğünü... Buraya gelirken, bayılttığımızda kollarındaki morluklar dikkatimi çekti. Sanırım pek kolay zamanlar geçirmemiş... Sağırlığı geçici mi, kalıcı mı, doğuştan mı, sonradan mı, i ondan da haberdar değiliz. Az evvel gayet güzel bir ; soru sordu sesli olarak/' dedim sıkıntıyla. 1 "Yavaş yavaş koçum... Bırakalım kız bizi tanısın, biz ; kızı tanıyalım. Sonrasında hepsini çözeriz..." Şule ve Duru kıkırdadılar. Ben de sırıtmıştım. "Alıştınız zaten hatunları çözüp çözüp eve kapatmaya," diye kahkaha attı Duru ve hemen Toprak'm hıŞ" mına uğradı. Toprak, dudaklarını Duru'nun kulağına Oykü Odabaş î utkunun Su n yan^ştım^ış "Am a sonuçlan tadından yenmiyor.'' diye fısıldıyordu. "Abi?" dedim gayet normal bir şey soracak j*ibi. "Sı/ evlenip halayına gittiğinizde, biraz huzur bulacaz sanı­ yordum sonrası için; ama bakıyorum durumda bir deği­ şiklik yok. Napcaz biz sîzle?" Ve kafama yastığı yedim. Poyraz destek olurcasına sırtımı sıvazladı; ama bu sohbetim, davranışlarım, yani hepsi tutuk ve sahte gibiydi. "Oğlum sakin ol. İçine dert etme hiçbir şeyi... Hele bir kendine gelsin, biraz bize güvenmeye başlasın, bir tanı­ şalım bakalım kuzenle; öğrenelim neler yaşadığını, kendimizi tanıtalım... Hepsi zamanla olur... Akar gider... " dedi Toprak. Beni rahatlatmaya çalışıyordu biliyorum; ama... "Kızlar siz yalnız bırakmaym o baş belasını..." Demir hâlâ sinirliydi. "Biz oturalım da hem Rüzgâr'ın nur topu gibi kuzenini kutlayalım, hem de ne yapacaz onu bir konuşalım." İkisi de kafa sallayıp yukarı süzüldüler. Kızı odasına uyuması için çıkartmıştık; ama yukarıdan gelen sesler, uyumadığının belirtisiydi... Hep birlikte havuz kenarına çıktık ve içecek bir şeyler aldık. Ailem yanımdaydı; ama bu yeni bilinmezlik beni korkutuyordu. Temkinliydim... Ona sarılmak istiyordum, her şeyin geçtiğinin söylemek, daha da önemlisi buna inanmasını sağlamak istiyordum. Biliyordum, her zerresinden biliyordum ki acı çekiyordu, acı çekmişti. Fakat bir gariplik vardı içimde. Belki onun davranışlarındaki sertlik, belki de onu, oradan kurtanş şeklimiz yüzünden... Onu koruma içgüdüm, Duru ya da Şule'yi koruma içgüdüm kadar yüksek de­ ğildi. 27 Dt'mir dizime vurdu. "N e düşünüyorsun?" Hepsi kulak kesilmiş bana baknoıdıı "Benim için Duru ya da Şule gibi d ^ ıl H»:nU/ bir önceliği yok. Bir şeyler eksik... Hu şe\It-rı .ni iii)!, duramıyor muyum? Ya da ne bileymı... Onu koiUrın^ arasından hiç çıkarmamam gerekmiyor m ııil n böyle hissetmem... Ama neden yok?" "Çünkü..." dedi Demir, "O kendini yeterince ¡yık,, ruyor. Savaşçı, bu yüzden sessizliği seni korkutıj-UT Gözlerini sürekli kaçırıyor... Ayrıca nasıl bir havat vj^. dığıru bilmiyoruz; ama belli ki sıırekli savunmada, kil kanları inmiyor ve sana sığınmadığı sürece böyle hı&*. demezsin. Şule ve beni düşün..." dediğinde, Batı kuU kabartmıştı bu sefer. "Batı, o bardaki kızın yüzünü dağıtırken kollarım; sığındığında, işte o zaman en az Duru kadar korunması gereken bir ayrıcalık olduğunu düşünmüştüm. Dilara sana güvenmeden, bize güvenmeden ve seni kendinden uzak tutarken, kendini ona karşı uzak hissetmen normal." Evet, bu mantıklıydı ve iyi hissetmeme sebep olmuş­ tu. Gün ağarmış ve saat sabah dokuza geliyordu. Duru ve Şule, kahvaltı hazırlamaya girişmişler ve Semih de tarafımızdan holdinge postalanmıştı. Tüm itirazlanyla birlikte... Ben de Dilara'ya bakmak için odasına çıktım. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde büyük bir şok dalgası beni vurdu. Yoktu! Gitmişti? Ama nereye? Hızla ebeveyn banyosuna gidip kapıyı tıklattım aptalca, sonra duyamayacağı aklıma geldi. Hemen, hafifçe kapısını araladım ve göz ucuyla baktım. Yoktu! Alt kata indim, tüm odaları gezdim. Yoktu; yok, yok! Ö ykü CMab.it. 28 I ulktımm *^*r< Salona nasıl girdim bilmiyorum: jnwı tuın ı*o'lr-i l>ana döndü. "K açm ış!" d ed im . Su ra tım d a şaşkın hır ıiadr uMui’ u emirdim. Herkes minik bir şok vahidi o «m hem m gibi-- "Kaçmış olamaz... Dış bahçede kaybolmuştur çı>k çok/' dedi Demir sakin bir sesle. "Afazi motorlarına/' dedi Toprak ve garajdan ara/i motorlarını alıp dış bahçeye fırladık. Evin arazisinden çıkmış olamazdı. Korumalar mutlaka (ark ederdi Hey Allah'ım! Nasıl bir deliyi sardın sen bizim başı­ mıza? DİLARA Sabah olmak üzereydi. Yanıma gelen kızlar aşağı inmişler ve gece boyunca korkmamam gerektiğini telkin edip durmuşlardı; fakat korkuyordum ve bu adamlara inanmıyordum. Kim kuzenini satın alırdı ki? Hafifçe kapımı açtığımda, hâlâ aşağıdan ışık süzü­ lüyordu. Demek ki uyanık birileri vardı. Yani kapıdan çıkmayacaktım. Pencereye yöneldim. Çatı katındaydım; ama umurumda değildi. Yavaşça pencereden kendimi dışarı çıkarıp yandaki su borularına tutundum ve dikkatli şekilde aşağı doğru inişe geçtim. Bu arada elimi de derince kesmiştim; ama sızıyı önemsemiyordum. O an, sesimi kullanmayı kestiğim için kendimi minnettar hissettim. Ağzımdan çığlık kaç­ madığına emindim. İlk bahçe duvarını rahatlıkla aşıp; arazide, ikinci bahçe duvarına ilerlemeye başladım. Artık gün ağarıyordu; fakat ikinci duvar tahminimden daha yüksekti. Başka bir çıkış olmadığını adım gibi biliyordum. Üstelik bu ikinci duvarın etrafında, ön tarafta 29 gördüğüm korumalar, tıim dış duvar boyunca olmalıydı. Peki, ne yapacaktım? Korumaların dalgınlıklarını kullanmam la/.ınltj, öncelikle şu duvarın üstüne çıkmam gerekiyordu ^ i Duvar boyunca, duvarın üstüne tırmaml'ümeıni^y layacak bir ağaç için yürümeye başladım. Ama duv yakın bir ağaç görüş şuurlarımda yoktu. Yav«^ Vj^* ■ yürürken, aradan epey vakit geçmişti- Şu anda vofcl«»? mu fark etmiş olmalıydılar. Hareketlerimi hızlandır^ ama açlıktan bayılmak üzereydim. j Hızlıca ilerlerken, yanımdaki hareketlilikle dond^t Hemen önümde bir motosiklet park etmişti ve beni b* raya getirirken arabayı kullanan manyak tam karçm^' duruyordu. ı Birkaç adım geriye çekildim ve arkamı dönüp koj. j maya çalıştım; ama anında beni kolumdan yakalaman kendine doğru çekmişti. Bu sefer o kadar kolay tegj|î> olmayacaktım. * Yüzüne, gözüne, göğsüne çıldırmış gibi yumruk atak, ken, ayaklarımla da ayaklarına, karnına, artık neresin? denk gelirse tekme indirmeye çalışıyordum ve lanet ot | sı gözyaşlarımı tutamıyordum. O kuzen hikâyesi falan yalandı. Bunlar hep o pislik , babamın oyunuydu. Beni de kim bilir nasıl bir batag« düşürmüştü ve burada benimle işleri neyse görene kadar uslu durayım diye böyle bir yalan uydurmuşlardı Kurtulmam lazımdı... Savaşmam... Ama karşımdaki adam çok güçlüydü. Beni göğsü* kilitledi ve kıpırdayamaz hale getirdi. Gözyaşlarını sel olmuş gidiyordu. Nasıl kurtulacağımı bilemiyordum Adamın vücuduyla oluşturduğu kafesten kaçmak im- 1 kansızdı. Sakinleşip tekme atmayı kestiğimde kolların biraz gevşetti. Öykü Odabaş 30 f tıf^u.uın :;n . Fiımdcki kı-siğı çevirdiğinde v ü / H w K » k tıu u < ^ . tın» Kasları çatılmış şt'kıldo keMğı ıiuvhioıdu sottı.t iki bileğimi tek eliyle k avrjvıp beni \ ine my.Minr h^» setti Eli telefonuna gitti, hirilorivle konuştu >»nr,t U'kfonu cebine yerleştirirken yu/ımdekı iMde W Buıtu anlatmam mümkün değildi. Sanının, camrnı opr\ \a kacaktı Hayatım boyunca bu kadar soğuk, bu/ gibi takan yeşil göz görmemiştim; içim titremiş ve gözlerimi kaçırmak zorunda kalmıştım. Korkudan deli gibi titremeye başladım \e o jnda k ı­ pabileceğim tek şeyi yaptım. Bir devekuşu gibi kafamı gömdüm. Hem de korkumun merkezine. . Onun göğsü - ne... Birkaç dakika sonra bir arazi aracı yanımızda belirdi. Adam beni kucaklayıp arabanın içine attı. Kuzenim olduğunu söyleyen adamın yanma... Adam, elimdeki kesiği dikkatlice inceledi, temizledi ve bandajladı. Sonra diğeri, motoru orada bırakarak arabanın ön yolcu koltuğuna geçti ve o eve geri dönmeye başladığımızda da benim kaçışım son buldu. Kimse hiçbir şey demiyordu. Kaçtığım için canımı yakmayacaklar mıydı? Bu mantıksız geliyordu, Minimum tartaklanmam gerekmiyor muydu? Arabadan indiklerinde beni sürüklemediler. Kuzenim olduğunu söyleyen adam cebinden bir kâğıt çıkardı ve yanıma bırakıp eve doğru yürüdü. Hepsi eve girmiş­ ti. Sessizce kâğıdı alıp okumaya başladım... ‘'Yirmi sene evvel, bir ihale olayı yüzünden, bu evde gördü­ ğün tüm adamların aileleri Öldürüldü. Senin ailen de dâhil... Hepsinin ortak bir şirketi vardı ve ihaleden çekilmedikleri için bir psikopatın kurbanı oldular. Biz beş erkek, o katliamdan sağ çıktık; fakat amcamın ailesi, iki aylık bebekleri ile kule dö­ nüştü. Yirmi sene sonra, bu acının intikamım alma vaktimiz 3! geldiğindi', kuzenim olan i' bebeğin i{n?tuUğuıı ın¡rendin, , peşine diiştiinı Hakkında çok fazla şey bilmeden o e; r yıllını. < > vtfiıy'î'iA« sağ çıkmanın tek selrbi. u katilin sıem kuıiarıııtt oinın-; ^ bilirdi. Seni sağlam bir yere emanet etmeueıeğine emi-:,)», Tahmin elliğim gibi de oldu. .. Kulaklarının durumum, hiın., yordum ve hayatına ait hiçbir detaydan haberini yoktu, t seııi satın aldım; çünkü bizi Ensar denen bir ılın adamı ^uui o üvey baban olacak pislik! Yani biz gelmeden emel sem bin lerine satmıştı. Biz de oyunu bozmadık ve sem o evden çıkarmak için güzel bir ödeme yaptık. Arabaya bindiğimizde bira: sakin dursan, telefona yazarak sana neler olduğunu açıklamaya çalışacaktık; ama... Seııi zapt etmek pek olası değildi tv biz de tek parça eve ulaşmak istiyorduk. Seni tanımayı gerçekten çok istiyorum Dilara. Sen benim hayatımda, yaşayan tek akrabamsm. Tamam, birlikte büyü­ medik, birbirimizden hiç haberimiz olmadı ve aklında binlerce soru ve bu durumla ilgili binlerce senaryo olduğum emmim. Ama senden vazgeçmemi bekleme liitfen... İnanıyorum ki pek çok acı atlattın, inan bizim de durumumuz farklı değildi. Özellikle benim... Çünkü ailemdeki tek sağ kalandım her zaman. Ama şimdi sem buldum... Aklındaki korkulan, senaryoları kısa bir süreliğine keııan at. Lütfen bana bir şans ver... Kuzen olmak ayrı bir durum; ama abin olmama izin ver. Seni korumama, seıunle ilgilenmeme... Birbirimizin yaralarını sarmamıza izin ver. Eğer gitmek istersen güneşlikte anahtarlar, torpido gözümde de para var. Gittiğinde yerleşeceğin yeri bildirirsen, maddi olarak seni sürekli destekleyeceğim. Neye ihtiyacın olursa... Fakat bir aile istiyorsan... En azından neler olduğunu öğ­ renmek, annenin babanın resimlerini görmek ve yalnız bir civciv olmadığını, seni seven insanların arasında dünyaya geldiğini ve yine seni sevecek insanların arasında huzurlu olacağını sana göstermemi istiyorsan, biz kahvaltıya başladık. Öykü Odabaş 32 1 utkunun ‘ Aç mısm? Karar senin!" Dona kalmıştım,.. Torpido gözünü kontrol ettiğimde neredeyse beş bin liraya yakın para olduğunu gördüm. Bir de telefon vardı ve arabanın anahtarları dediği gibi oradaydı. Buradan gitmem için tüm kapıları açmış ve imkânları sunmuştu. Bu beklediğimin aksine bir şeydi... Kafam karışmıştı... Sorgusuzca, böyle bir karar verebilir iniydi? Gözlerimi kapadım ve iç sesimi dinledim. Aç mısın? 'Evet!' 3 . Bölüm Rüzgâr "Ne yaptınız?" diye soran Toprak'a yanıt verem*, dim; fakat benim yerime Demir açıklamayı yapmıştı I "Kız çok panik abi. Kilitleyip, kapatarak başa çıkama- j yacaktık. Bu yüzden Rüzgâr ona seçenek sundu. Biz ds : bekliyoruz vereceği kararı." Hiçbir şey söylemeden masaya oturduğumda, Dum I kafama bir öpücük kondurdu ve çayımı doldurdu. J Gideceği fikrini düşündükçe içim sıkılıyordu. Ta- j mam. Duru ve Şule kadar benimsememiştim şu anda; ' ama en nihayetinde o bana ailemden kalan tek yadigârdı ve yanımda olmasını istiyordum. Hak ettiği hayatı, ; korkusuzca yaşamasını... ■ Dakikalar dakikaları kovalıyordu; ama hâlâ bir ses ' çıkmamıştı. Ne arabanın sesini duruyordum ne de ka- j p ın ın ... Gerçi araba kullanmasını bilip bilmediğinden de habersizdim ya... Derken bekleyişim kapının açılması ile son bulmuş­ tu. Gülümsememe engel olamıyorken, Poyraz'm tebrik yumruğu da omzuma inmekte gecikmemişti. DİLARA Evin kapısından içeri girdiğimde salondan birkaç ba- 34 şarnak yııkarıda, mutfağın hemen önünde duran om-k» va dizildiklerini gördüm Masada ayrıca bir bo^ tabak ve boş bir bardak \\udı. ■ Dün, yanımda d iaya çıkan ki/, Durıı, bejıı gorunıv gülümsedi ve fincanıma çay doldurdu. Hepsi kivi >urdı vüicüme bakmıştı; ama kimse gözlerini dikmemişti. Oturduğum yerin yanında, kuzenim olduğunu so\- 1 leyen çocuk vardı, ki daha adını bile bilmiyordum Torpido gözüne benim için bıraktığı telefonu ona i doğru uzattım. Çatalını bırakıp bana gülümsedi ve teI lefonu geri ittirdi. Ekranını açıp not defteri kısmına gir- ; dün. Daha evvel bu dokunmatik telefonlardan elime hiç ; almamış tun. Bilgisayar gibiym iş... Değişik ve eğlenceli ! gelmişti. de j "Adın ne?" diye yazıp telefonu ona uzattım. "Rüzgâr..." diye yazıp telefonu geri verdi, ıru , GüzeJ bir ismi vardı. Benden biraz daha kovu olan ] saç rengiyle hâlâ sarışın olarak addedilebilirdi rahatlıkra- ! la; ancak gözleri, benim ne olduğu belirsiz gözlerimin la; I aksine masmavi, gök gibiydi. âr- Onun yüzünü fütursuzca incelerken midemdeki haiti, ' reketlenmeyle kendime geldim. Sonra birden tabağımın yaruna bıraktığı telefonu eline aldı ve bir şeyler yazıp ;es | bana uzattı. £.a- ' "Açlıktan kamın gurulduyor. Birbirimizi tanımak en } için bol bol vaktimizi var. Önce bir şeyler yesen iyi olaj cak." jş. Bir şeyler yiyecektim; ama utanmıştım. Kafamı önü- ^ me eğdim. Kızlardan adının Şule olduğunu hatırladı- | ğun, daha ufak tefek olanı, yanımdaki çocuğun kolunu dürtünce, yanımdaki kocaman adam tabağımı doldurtmaya başlamıştı. Şaşkınlıkla ona bakarken, Rüzgâr tekrar omzuma dokundu ve telefonu uzattı. ■a- ' I I »Mirülüp ;ı;r; t ı 35 "Seni tanımadan açlıktan ıHmenı ıstemivorl«*; f i ­ yordu. Suratında bir giilüm v.n'e v jıd ı I U-pm ' du. Sadece o asabı, uzun boylu, korkunç O, hiç kimseyle ilgilenmiyordu. Ben de <*u«ch .V lenmiyordum zaten .. Rüzgâr'a hafifçe gülümsedim ve omletin kokie.;,^ numa iyice dolduğunda, cidden acıkmış uUiufrımu settim. Ve çay... Ahh! Sıcaklığı boğazımdan aşağı süzülürken uwınlm«tl \ hatlatmışt). Her şey aklımdan uçup gitmişti resmen,^ j anki tek sıkıntını, elimdeki sızıydı. j $ULE ^ i "Kızın tabağını doldursana..." Batı'yı dürtmüstüm'^ "N iye, kendi kendine yiyecek koyamıyor muymuş? ' dedi benim ruhsuz odunum. Valla bu çocuk iyi rom» i tik taklidi yapıyordu. Özünde yoktu yani... Beni tavla-1 diktan sonra da iyice koy vermişti. j "O f dağ ayısı! Az kadın ruhundan anla ya! Şu any»! utanıyordur ya korkuyordur. Baksana kafayı doğra düzgün kaldırmıyor bile. Doldur tabağını da midesi»ı iki lokma bir şey girsin. Ayrıca Demir tam karşısında otururken, kafasını kaldırıp bir şey koyacağını sanmıyorum tabağına," dedim sırıtarak. "N e yaptım ben ya? Altı üstü zapt ediyordum o kadar... Daha az tekme atsaydı canı da daha az yanardı“ Sesi buz gibiydi Demir'in... Dııru ile göz göze geldik. Onun bu hali eskiden bizi. ürkütüyordu. Gerçi son zamanlarda bu his iyice dipt^l re gömülmüştü; ama yine rle bu ailedeki korkulası ki? oydu. Kesinlikle istediği zaman, insanları sadece bakışI* Ö ykü CMabaş nyla dondurabılivordu \c ı^n kotu ı.ıı.ılı l>umrn uıUdavdı. "Buğun ne yapacaksınız kızlar ’ dı\ ı- sordu lopuık. : DuruV3 bakıyordu. "Astında okul için alış\ erişe gidıvektık Kolkı k..m piise uğrarız diye duşunduk; ama Dilara\ ı da e\ de \ .ıl m* bırakmak olmaz şimdi. Kız ancak kendme £elı\ot Hem onun okul işi ne olacak? O işi de halletmemi/ laZJjn. Kız sene kaybetmesin. Sınava talan., derken lop rak Duru nun lafını kesti. "Oyy kedi yavrusu! Yenıiıı ederim elli yaşındaki İtalyan kadınlarına döndün iki dakikada! Nasıİ bir annelik içgüdüsüdür ki bu, çeneye bu kadar seri vuruvor?" Herkes kahkaha atıyordu, ben dâhil ve Duru kıpkırmızı olmuştu. Dilara kahvaltısını ederken hâlâ kafası önünde olduğu için bu şamatadan habersiz gibi gözü­ küyordu. "Siz işlerinizi halledin kızlar. Ben araştırmasını yaptırmıştım. Dilara sınava girmiş puan almış; ama tercih formu yollamamış ya da yollatmamışlar bilmiyorum. Notu iyi; ama siz bir araştırın isterseniz, tercih formu doldurmadan ne yapılabilir? Hem, biraz benle takılması daha iyi olur. Neler yaşadığını, şu Ensar itinin kim oldu­ ğunu, Zafer'le karşılaşıp karşılaşmadığını falan bilmek istiyorum." "O zaman kahvaltıdan sonra çıkalım mı kuzu?" diye sordum Duru'ya. Bir gözü Toprak'a ilişti. 0 da ne şimdi? İzin mi alıyordu? Yani yaptığımız her şeyden, önce Toprak'ın haberi olduğunu biliyordum; ama hiç bu kadar aleni izin isterken denk gelmemiştim. Garibime gitmişti... Göz göze geldiler ve Duru sevinçle 'Tamam," dedi. Bir şey demedim; ama bu işi sonra irdeleyecektim. Enine boyuna hem de... 1 utkum.-.. ■ . 37 Ö ykü O dabaş Kahvaltıdan soma Batı, ben, |)c>mir ve o,,, alışverişi, kampus ge/isı ve somasında yemeği yiyecek ve dönt’cokhk; ama saat tm-»-»* - üçü geçerdi. ' Önce ufak bir alışveriş yaptık. Bir ıkı dı-ıto, kıyafet aldık ve sonra kampusc gittik. Bolumun -»% geldiğimizde bir çığlık duydum. "Şule!" Kafamı çevirmemle sıcacık kollar bana s sıkı sarıldı. Bir elim hâlâ Batı'nın avucunun ıçmcin^. "Vay! Sevgili yapmışsın seksi şey!" Sırıtıyordu.' "Güneş! Seııi eşek..." diye tekrar boynuna atiaraı,. çalıştım. Atlamaya çalıştım; çünkü dağ ayısı penç^r" çekmemişti. "Arkadaşınla beni tanıştırmayacak mısın hayatın^ Dişlerinin arasından söylemişti. Güneş, adı gibi bir ^ cuktu, sarışın, mavi gözlü ve biraz iriceydi. "Naber Güneş?" diye boynuna sarıldı Duru. Duıu ile Melis dışında samimi olduğumuz tek ortak arkad». şımızdı. "İyidir be güzellik! Aşk acısı çekiyorum. He ya... Bit şey sorucam: Senin evlendiğine dair bir şehir efsanesi dolaşıyor?" Duru kıkırdadı ve yüzüğünü gösterdiğinde Güneş çığlığı bastı; ama benim sevgilim hâlâ daha, Demir ile birlikte Güneş'i kesmekle meşguldü. "Bu şekerle mi evlendin?" diye sordu Güneş, Demir'i . soruyordu. 'Şeker? Hı? Çok çok sulu göz olur o... Yani tadına bakar- [ I sın ve ekşisinden gözlerinden yaş akar. Ay o da değil. ..Onu» i ' acı versiyonu vardt, ondan...' i Tabii ki iç sesimi dillendirmedim. Demir'in, şeker lafından sonra kalkan kaşlarının akabinde, yumrukla Gü- ; neş'e uçmasını bekliyordum; ama Allah'tan yapmamış i ti. Bu durumu zorlamanın anlamı yoktu. : "Hâlâ tanışamadık," dedi Batı buz gibi sesiyle. Karşı- j lığında Güneş'in neşeli sesi tınlamıştı: 38 1 ütM l’Hu I’ M erhaba, ben G ü n eş... Bu bolümde okm unun Sevgilim olacak ayı taralından terk edildim Ve sen »le bu seksinin erkeği olm alısın. Ve sen?" İA»mır V dundu "İkimiz de Duru nun kayınbiradenvi// dedi Demir Batı ile soğuk ve buz gibi konuşma Yarışmasına katılmışlardı sanki. 'H ad i kantine uğra ya Lı m. Bolum boş/' dedi Ciıneş. Tam Batı itiraz edecekti ki "H adi ama enişte. . Mı/mı/' laruna... M erak etme, arkadaşlarım ın sevgililerine asılmıyorum. Her ne kadar Best M odel'dan fırlamış gibi olsalar bile... ** Ve şok... Duru ile kahkaha atıyorduk. Deznır ile Batı dona kalmışlardı. Evet, Güneş eşcinseldi... ''Bir an kızlan benden kıskandığınızı düşündüm/' Güneş de kahkaha atıyordu. Sonra ikimizin koluna girdi ve bizi kantine sürüklem eye başladı. Bu arada hsütıvla, "Primitif adam takıntınız var sizin! Bir sizi adam edemedim. Duru şeninkini görm edim ; ama biraz kardeşine benziyorsa hakkınızı vermem lazım. Bu herifler bildiğiniz taş!" Gülüm süyordu... Kantindeki m uhabbet yaklaşık iki saat sürdü ve baş­ ta nedensizce gergin olan Demir ve Batı, sonra Güneş'le epey iyi anlaştı. En sonunda kalkmamız gerektiğinde birbirlerine telefon num aralarını vermişlerdi. Güneş işte... H erkesi kendine âşık edebiliyordu. İnanılmaz bir sohbeti vardı. Eve dönüş yolunda Demir ve Batı hâlâ Güneş'i konu­ şuyorlardı. Şim diye kadar ön yargıyla uzak durdukları insanların, aslında ne kadar elit bir sosyalliğe sahip olabileceklerine şaşırm ışlardı. Güneş eskiden beri motosikletlere meraklıydı ve şu bir gerçek ki eğer cinsel tercihi farklı olmasaydı, kesinlikle kampüsteki tüm kızların bir numaralı adayı olurdu. 39 öykü Odahaş Eve geldiğimizde Bntı b*?ni içeri .sokmadı. "Hadi bakalım kiiçük cadı," diyerek beni garaja «*, türdü. Motorunu hazırlarken göklerim kocaman o1mu^u Motosikletleri severdim; tabii insan gibi kullanıldığın^ "Sen kullanıyorken o alete binmeyeceğim!" "Benim kullandığım herhangi bir alete binmek \b. tiyorsun da, bu mu hariç; yoksa özel bir tercih mi sö* konusu?" dediği zaman elimdeki kaskı ona doğru fır. lattım. "Ya sen nasıl bir edepsiz oldun! Nasıl bir dağ ayısı, sın?" Kıpkırmızı olmuştum. "Kızım araba ve yattan bahsediyorum. Sen ne anladın ki?" Gözlerindeki ifade şaşkınlıkla bulanmış bir ger­ çeği yansıtıyordu. Ya Şule! Sen nasıl bir edepsizsin? İç sesimin sesini kesip bir şey demeden montu ve kajy kı giydim; ama Batı'nın dudakları kıvnlmıştı. Yine de bir şey demedi. Motosiklete atlayıp, ormanbk bir yola girdik. Epey bir süre gittikten sonra, Duru'nun düğününün yapıldı­ ğı göl kenarına yakın bir yere gelmiştik. Burada bir ev vardı. Düğün gecesi burayı gördüğümü hatırlıyordum. İçeri girdiğimizde evin oldukça rahat döşenmiş olduğunu gördüm. Beni salondaki koltuklara doğru çekti ve köşedeki şömineyi yaktı. Hava kararmamıştı henüz; ama karanlık ufak ufak çöküyordu. Sonra hafif bir mü­ zik başlattı ve yanıma ilişti. "Acıktın mı?" diye sordu. Ama kafamda bir dünya soru vardı. Öncelikle bunun, ilginç bir akşam olmak üzere olduğunun farkındaydımNeden buraya gelmiştik ve şömine de neyin nesiydi? Yani benim dağ ayısı bu kadar romantik bir adam de­ ğildi. Hayırdır? j "Biraz," dedim. Açlık falan kalmamıştı kı. KaMınd,» ■ bir sürü hinlik dolanıyordu; ama zaman ka/anmam lazımdı. Elimden tuttuğunda yavaşça ayağa kaiklık ve “ utta ga ilerledik. Amerikan mutfağa yakın bulunan masava i doğru beni itekledikten sonra; buzdolabını açıp bir şevl e r çıkardı. Sonra ufak bir akşam yemeği hazırladı bize. Evet, o hazırladı... Yanlış anlamadınız.. Dağ ayıları da bir şeyler pişirmeyi biliyorlarmış! | İç sesim espri peşinde olsa da kafam kaçma sinyalleri vermeye başlamıştı. Yine de sonunun nereye gideceğini merak ettim. Yemeğimizi ufak tefek, havadan sudan muhabbetle * yedikten sonra koltuklara geçmiştik. Yüzümü ona doğru dönmüş, koltukta yan otunıyori dum. Bağdaş kurmuş bacaklarımdan birinde eli duruyordu. "Yanıma yaklaş/' dedi bacağımı hafifçe sıktıktan sonra. Masmavi gözlerini, gözlerime dikmişti. Sesi öyle berraktı ki, ricadan ziyade emir gibiydi; ama gözlerinde şefkat ve sevgi, tınısında ise sıcaklık taşıyan bir emirdi. İtiraz edilebilecek bir nokta yoktu. Bacaklarımı aşağı sarkıtıp yanına yanaştım. Kolumu beline sarıp kafamı da göğsüne yerleştirdim. Yüzünü bana dönmüş, gözlerini gözlerime dikmişti. Yavaşça dudakları dudaklarımla buluştu. "Sen benim minik cadımsın... Tamam bazen primitifleşiyorum ve genellikle odunluk yapıyorum; ama kokun olmadan yitiyorum Şule." Ve burnunu boynuma sokup kokumu içine çekti. Bu... Biraz garipleşiyordu... "Sen iyi misin aşkım ?" Evet vıcık hale getirilebilen bir sıfat; ama ben genellikle dağ ayısını kullandığım için, aşkım lafı gerçekten farklı tınlıyordu. Övkü Odabdi? 'İyiyim kiı^uk cadı ./ Alnını alnımd dıi\\uk«'t, /amanda kıkurdamıştı. ‘'V|* Sonra bir jnda sertçe dudakUmmıi > .»pişti diye kadar hiç böyle tutkulu öpınomişh. Vava^, cükleri boynuma ve oradan omuzlanma dofcru kav*^ ya başladı. Üstümdeki penyeyi zorluyordu, boiu-d ^ kucaklayarak yere indirdi, üstüme uzanıp, kolunu ka^ mın altına yerleştirdiğinde fazla kıpırdayamaz hald^ d im. Batı, şimdiye kadar beni hiçbir zaman, istemey^, ğim bir şeye zorlamamıştı; ama hiçbir zaman böyiç ^ ön sevişme aşamasına da gelmemiştik. Bu farklı bir do. kunuştu. İçimi titretiyor; ama korkudan ölmeme sebep oluyordu. Onu tüm ağırlığıyla üstümde hissetmek, iki açıdan nefes almamı engelliyordu, ilki, dağ ayısı gerçekten ağırdı, Göğüs kafesim, kaslı kollarıyla beni kendim doğru bastırırken, arada esneyerek nefes alabileceg, alan bulamıyordu. İkincisi, hiçbir zaman onu bu kadar hissetmeme sebep olacak yakınlıkta olmamıştı. Yavaşça üstümdeki bluzu çıkarmaya başladığında ilk defa deli gibi utandım ve kollarından kaçmak istedun. Ama dudakları dudaklarımla buluştu. "Şişşt küçük cadı... Sadece bana güven..." BATİ Huysuzlanm aya başlamıştı. Kalbi korkudan mı, heyecandan mı, yoksa utancından mı böyle atıyordu bilmiyorum; ama ufak ufak kaç­ ma girişim leri, sadece beni daha fazla ona doğru çekiyordu. Kontrolüm ü kaybetmemeye çalışıyordum tabii ki; am a bu hali... Bu nasıl anlatılır bilem iyorum . Şu anda kalbinin atı­ şını, tenim de hissediyordum ve dudaklarının sıcaklığı n ayru ıi şimi Öpü* aymaa beni kafa- ıldeyy ecele bir r doebep ıdan kten I dine j ceği j dar ilk ! im. 1 vılkunun Sırrı I dııdaWarım*a buluştuğunda, her bir atış sanki betıim ı |ç|n yaşam enerjisi yayan gizli bir vericiye dönüşüyor- ı Yavaşça dudaklarımı penyesinin izin verdiği kadany]a teninde gezdirdim. Ama biraz daha fazlasını isti- | vorJunı. ' Aylardır yanında sadece uyuyordum. Hem de hiç I ama hiçbir şey yapmadan... Bu, benim için sınırlarımın I inanılmaz zorlandığı bir durumdu, j Bir yandan tüm vücudum onun için zihnime yalvarı- I yoıdu; ama diğer yandan kalbim, onu zihnimden koru- ; mak için tüm kalkanlarıyla savaş başlatmış oluyordu ve I ben, kesinlikle birçok ilişkide bir hiç sayılabilecek şeyleri I bile talep etmemiştim. Onu bikinili hali dışında, bir kere yalnızken iç çama­ şırlarıyla görmemiştim mesela. Hiçbir zaman istediğim gibi, arzuladığım gibi öpememiştim. Ama biraz yol kat etmemiz gerekiyordu artık... Benim, onun isteklerine gösterdiğim saygı yüzünden kendimi çekiyor olmam, ilişkimizde arkadaş sınırlarını çok geçememeyi sağlı­ yordu. Benim yanımda rahat ve güvende hissediyordu ve sadece onu öptüğümde titrediğini hissediyordum. Ama daha fazlasına ihtiyacım vardı. Sadece onu öptüğümde değil, her zaman beni düşündüğünde titremesini ve sadece benimle dolu olmasını istiyordum. Bencillik miydi bu? Sapma kadar... İyi bir adam olduğumu hiçbir zaman iddia etmemiş­ tim ki zaten; ama şu bir gerçekti, bu filmin Coşkun'u ben değildim. Tabii ki istemediği şeyi yapmayacaktım. Onu, tanıştığımızdan beri korumaya çalıştığı bekâretini, bana teslim edecek hale getirmem zor değildi. Ama dedim ya... Bunu yapmayacaktım. Sadece biraz sınırları esnetmek istiyordum. Mesela artık benimle uyurken, yaz ortasında uzun I 43 ( H k u O daba* kollu penyeler giym esine >;erek .iİumsiu ^¡îm 1, şırlarıyla da benim le u\ u \a b ılıı ı 'gi. lu t u UU<. x.r \ı)r. da gerek d ııvm adan \ anım da h u /uılıı m ;;uv» j»tk »%w ^edebileceğini bilm esi gerek n o rd u Bana deli gibi güvenmedim» ıh tıu u ım vardı ^unkı tenini tenim de hissetm ek isti\ordum Penye tişörtü üstünden çekip çıkardığım da. sutyeninin üstüne gitti v e kollarıvla kendini k u ru m saldı. Tekrar üstüne uzanıp, ellerini bo\num da bırlt^t^ d im ve onu öpm eye devam ettim. Öpücüklerim in arasında kesik kesik konuşm aya başlam ıştı. "Batı... N apıvorsun ?" G ülüm sedim ... D udaklarım ı ondan uzaklaştırdım. "M erak etm e elm a şekeri..." V e bir öpücük daha aldım . "Seni yem eyeceğim ..." D udaklarım göğüslerinin kenarında gezdi, sütyeni el verdiğince. Tam o andı hafifçe inledi. "Sadece artık am balajını açıyorum . Ama korkm a... Sadece biraz..." Fısütıyla kaybolm uştu sesim ve dudaklarım vavaşça göbeğine doğru inm eye başladığında elleriyle vüzümu tuttu. Beni engellem eye çalışıyordu, Bir elim le tuttuğum ellerini öperek yüzüm den uzaklaştırdım ve başının üstünde birleştirdim . Korkacak bir şeyi olm adığını gösterm eliydim . Benden korkm am alıydı... D uracağım yeri biliyordum. D iğer elim , dudaklarım ın biraz önüne geçm iş ve parv tolonunıın ilk birkaç düğm esini açmıştı ki, bu sefer ger­ çekten kaçm aya kalktı. H em en dudaklarım dudaklarını buldu. Onu biraz daha sakinleştirm eliydim . "B an a gü ven küçük cadı... Şim diye kadar seni hiç yanılttım m ı?" İkim iz d e solu k soluğa kalm ıştık. Bir şey diyemiyor* d u ; am a yine de titriyordu. 44 I utkunun Nro "Sakin ol... Lütfen... Lütfen..." Bir şey demedi; ama bana bahşettiği öpücük sessiz bir 12in gibiydi. Dudakla* r,m tekrar göbeğini bulduğunda hafifçe kasıldı. pantolonunu çıkardığımda ise nefes almayı kesmişti. Ve sonra dudaklarım, iç çamaşırının üstünden uylukla rınd« gezerken tekrar beli kasıldı. Bahse girerim şu anda hiç olmadığa kadar ha/ırdı. Ama bu kadardı. Benim işim bitmişti... Kafasının üstünde tuttuğum ellerini serbest bıraktım. Sonra da onu kucaklayıp ikinci kata, odama çıkardım. Yatağın içine girdiğimizde sıkıca bana sarıldı. Hâlâ titriyordu- Yatakta olduğumuz için devam edeceğimi sanı­ yordu muhtemelen. "Seni seviyorum... Seni çok seviyorum... Sensiz ben... Ben sensiz... Şule? Yüzüme bak../' Hiçbir şey demiyordu. Sadece titriyordu ve kafasını göğsüme gömmüştü. "Şule?'' Sesim sıcak ve şefkatliydi; ama yine de kafasın ı göğsümden kaldırmamıştı. "Ben... Seni hak etmiyorum biliyorsun değil mi?" Şaşırmıştım... Bu da ne demekti şimdi? "Anlamadım?" dedim. Anlamamıştım... "Ben... Aşağıda bir an kendini durduramayacağını, bana yalan söylediğini ve büyük bir dağ ayısı olduğunu düşünüyordum. Sonra beni buraya getirdiğinde tamam dedim. Bu sefer hiç frenlemeyecek kendini." Kısık sesli bir kahkaha attım. "Sana olan açlığımı bir bilsen... Kendine bir panik odası yaptırırdın." Şaşkın gözlerle bana bakıyordu. 'Tamam, haklısın büyük bir dağ ayışıyım; ama seni üzmeyecek kadar çok seviyorum. Sadece tenini hissetmeye ihtiyacım vardı ve sadece benimle daha rahat kı­ yafetlerle uyuyabileceğini göstermem gerekiyordu." 45 "K e şk e bunu tüm y a z y a p sa y d ın da, ben d e pişmiş s e y d im î" d iy e suratını asınca b ir kahkaha daha patlat, üm . "O d a senin g ü ven sizliğ in in cezası olarak bana kâr k a lsın /' dedim . Sonra d u d ak ların a bir öpücük daha kondurdum . "A rtık teninin yu m u şak lığın a hak kazandığıma göre... U y u küçük cadım ... Seni çok seviyo ru m ." "S e n i çok seviyo ru m b e n 'im /' dedi m ırıltılı sesiyle. "B e n 'im " d iy e tekrarladım fısıltıyla. Ç ok hoşuma git» m işti yeni sıfatım . U yu k lam aya başlayan küçük sevgilim e baknm biraz. Y aşad ığ ı bu heyecan, onu yorm uş m u yd u , yoksa utancından kaçm aya m ı çalışıyordu bilm iyorum ; am a hâlâ iç çam aşırlarıyla u yuyord u. Bir ara şu sutyenden de kurtulm ak lazım dı; am a bunun için orm andaki e v i bir daha kullanam azdım . Başka bir m ekân bulm ak gerekiyordu. Sonra, ona evlenm e teklif edeceğim yılbaşı gelene kad ar, ben de h uzur içinde uyuyabilirdim . Kafasına bir öp ü cü k k on d u ru p kokusunu içim e çektim. V e gözlerim i h uzura kapattım ... öykü Odabaş ; 'tim» ; 1 yle. 1 ıa git- : biraz, utan- : 'âlâ iç - kur- ' daha >rdu. tilene « b ir ! X , 4 . B ö l ü m RÜZGÂR Herkes evden ayrıldıktan sonra, Dilara ile baş başa kalmıştık. Ona oturm a odasındaki koltuklan gösterdi­ ğimde, sessizce gösterdiğim yere yöneldi. Sabah bandajladığım elinde biraz kan sızıntısı vardı. Elini tekrar bandajladığım da telefonuna uzandı. “ Doktor m usun?" d iye sordu. "Sayılır," d iye yazdım ; ama bu iş, bu şekilde çok zor olacaktı. Daha seri iletişim kurabilm enin bir yolunu bulmamız gerekiyordu ki aklım a laptoplar geldi. Poyraz'm laptopunu aldım. G'talk'dan bir hesap aç­ tım Dilara için, Dilara Çelebi adıyla. Gülümsemiştim. O ise bir kenarda temkinli şekilde oturmuş ne yaptığıma bakıyordu. Sonra da kendi laptopum a Dilara için açtığım hesabı girdim. Poyraz'ınkini de ben aldım ve Dilara'nın hesabını kendiminkine ekledikten sonra işlem tamamlandı. Laptopumu Dilara'ya uzattığımda, gözlerinde soru işaretleri vardı. G 'talk'u açıp ona gösterdim. Laptopu kucağına bıraktım ve kendi laptopumdan ona bir mesaj bıraktım. "Böyle daha kolay olacak..." Bir anda yüzü aydınlanmıştı. Gerçekten sevindiğini görebiliyordum. 47 "Ke»inlikU*- . l*uk teşekkür ederim.* \ ı»r%jU, T gülüm sem eyle karşılık verdi. G üldüğü zaman gerçekten çok güzel g iv u k u ) ^ Güzlerindeki korku ve yorgunluk bir nebze dt- olsa kav boluyordu. En cik cikli sorularla banlamam gerekn nrdu, k aij^ en çok meşgul eden sorularla, ki bu sorular unun can** epeyce sıkacak diye tahmin ediyordum. "Yanında kaldığın aileden şiddet görüyor muydun?" Bir an duraksadı. Eliyle saçının, yüzüne düşen but leşini kulağını arkasına itti, ki bu hareketi sırasında kolunun altına doğru uzanan m orluklar belirginleşmişti. Aslında cevap bile verm esine gerek yoktu. Tüm beden dilinden belliydi; ama yine de teyit etmem gerekiyordu. "Evet../' Basit bir cevap... En az fiziksel sessizliği kadar sessiz... Hatta tüm sessizliğinin kelimeye dökülmüş hali; ama bu basit evet ile içimde oluşmaya başlayan yumruk hissi, benim için yeniydi. Acaba Demir'in dediği mi oluyordu? Savunmasız olduğunu anladığım anda, gerçekten içime işlemeye mi başlayacaktı? Bu garip bir histi... Yani o yumruk hissi... Yine de devam etmeliydim. "N e sıklıkla?" "H er gün?" "Neden peki?" "Bir sebep olmasına gerek yoktu. İcat ediliyordu zaten genellikle..." Kafasını kaldırıp yüzüme baktı ve omuzlarım silkip gülümsedi. Gözlerimde ne gördüğü- i utkum »:' -m, - İu I , nü bilmiV^rum; ama mesai kutum yanana kadar #,/W ^ i rimiondtin a>ıramam,:?tım I "Artık bir önemi olamamalı. Kurtulmadım n.ı \ (>k * * ' *a?" :el> j ‘ "Tabii ki kurtuldun../' Devamım \a/.mava öğrenmiştim /dt^n vi'tl.ıh(ı Juıiv ^ll vitfden direkt gelecvgım- tHİ«A(dtım.ık ı* (i- .U mut)« ediyordu. İki saatin s o n u n a k ıp u m ı ac,ıld)£ını du\dun> 0»m«r ve Dııru gelmişti. Bu arada onun bı/ım İmMu mızda hiçbir şey sormaya fırsatı kalmadıktın Urk ettim "Duru ite konuşmak ister misin*" "Tabii ki. ' dedi. Hemen laptopu Duru \ d verdim giz de Demir'le birer bira alıp bahçeye ç*ktık. Kızlar içeride konuşurken. Semih bahçeden bize dogm geliyordu İçeriye evden girmemişti "Abi sıkıntımız var biraz... Az ön tarafa gelir mis«* ni/?" dedi. Sesi uzun zamandır duymadığım kadar ciddi çıkıyordu. Demir de ben de hareketlenmiştik. Ne sıkıntımız ola* bilirdi ki? Ön tarafa çıktığımızda Semih omzumun üstünden arkamda kalan evi kontrol etti. "Bu yarım saat evvel holdinge geldi. Kaptığım gibi buraya getirdim." Bir zarf uzatmıştı bize,.. Alıp içine baktım. İçinde Duru ve Şule'nin son yirmi dört saatte, evin içi de dâhil olmak üzere, çeşitli yerlerde çekilmiş fotoğrafları duruyordu. Havuzda, camın kenarındaki koltukta, alışverişte... Toprak'ın ya da Batı'nm kollarında... Bize sarılırlarken.. Ve bir de not çıkmıştı: "Cüretiniz kayda değer; fakat bam ait olanı yarın Muğla uçağına bindirmemiş olursanız, sizin olanlardan birini kendime alacağım! EN SAR" "Toprak nerede?" diye sordum Semih'e. Holdingde olmalıydı. "Avukatlardan biriyle görüşmesi vardı. Şu son aldı­ ğımız şirketin satışıyla ilgili bir mevzuydu. Aramak ak­ lım a gelm edi ya abı .. Kafam bir dünva oldu. Kuşakburaya geldim . K ızlar evd e m i? H a bu arada korun^ı^ epeyce bir arttırdım . A z bira/ abarttım sanırım ama "İyİ yapm ışsın koçum . Sen bilirsin işini..." dttü#, v B atı'yı aradım . A cil şekilde Şuîe Ue birlikte eve gelm iş ni ve h ızlı sürm esini söyledim . Bu arada Demir de Top. rak'ı arıyordu. DEMİR "A b i?" dedim telefonu açar açmaz. "H ayırd ır? Toplantıdaydım ." Sesi soğuk çıkıyordu. M uhtem elen işler istediği gibi gitm iyordu. "En sar d iye biri var dem iştik ya, M uğla'da kızı adına satın aldığım ız... İt bizim kızların peşinde. N e işlemeş- gülsen acil bırak ve e v e g e la b i. Hem en! Durum ciddi...* Telefonun kapanm a sesini duydum . Başka bir şey söylem em e gerek kalmamıştı. D ııru'nun tehlikede olması fikri bile neyle uğraşıyorsa o işi bırakm ası için yeterliydi. "Toprak geliyor/' dedim Rüzgâr'a. "Batı ve Şule zaten dış bahçedelerm iş," dedi o da. Konuşm ası bitmeden Batı'nın motoru iç bahçeye girm iş ve evin önüne park etmişti. Şule'yi hemen motordan indirdi ve Sem ih'e doğrıı ittirip ikisini de eve gönderdi. "V er şunu!" Elim deki zarfa uzanıyordu; am a bir an tereddüt ettim. Batı'nın gözü dönm üştü resm en... "Dem ir!" diye kükredi. Daha fazla sinirlendirm enin anlamı yoktu. Zarfı ona uzattığımda elimden kaptı ve içerisinden fotoğrafları çıkarttı. Fotoğrafları hızlı hızlı geçerken benim bile duym ak istemediğim küfürleri saydırıyordu. "Bu siktiğimin piçini bulduğum da..." derken sustu. Öykü Odabaş I utk«uuı:\ 'uru y V r k â W i d ö n d ü ğ ü m d e , ü ç k ı / ı n d ı i m e r c i i v r u K T u t Im ^ i h da olduğunu gördüm. "Anlattın değil mi seni A llahın iv m m ." Vm ılı «■ l>,ı- g,rıyordum Ellerini suçsuzmuş gibi ıkı v.ııuı açmalı Şule bir şeylerin ters gittiğini anlamış olm ,ılı\ılı Son ra da eve girer girmez bunu D uruya ani, hm i \ t-1 >u ru'nun da herhangi birinden istediği bir . iğrenmesi hiç de zor değildi. Sosyal Mühendisliğe olan doğal yeteneği su götürmezdi. Zavallı Semih, tüm olayı ne zaman ve nasıl anlattı­ ğının farkında bile olmamış olmalıydı. Zira yüzündeki mahcubiyet ve şaşkınlık, bunun göstergesiydi. Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Sakin!" dedi Duru Batı'ya. Sesi neşe dolu ve rahatlatıcı tınlıyordu. Şule ise Batı'nın gerçekten öfkeli hallerinden hâlâ korkuyordu. O ise... O kuz... Sanırım neler döndüğünü tam olarak anlamamıştı hâlâ. Bu kızı bir türlü sevememiştim. Hele de şimdi benim kızlarımın hayatları, bu kız yüzünden tehdit ediliyor olunca iyice sinirlenmiştim. Ayrıca bu çelimsiz civcivde ne vardı ki bu kadar isteyecek? Rüzgâr'ın kuzeni olmasa, iki dakika sürmezdi boynunu kırmam. Hele o gün, deli gibi arabada boynuma daldığında... O gün o kadar sinirlenmiştim ki anlatamam. Ben bunları düşünürken Duru, hırsla elindeki zarfı sıkan Batı'nın yanm a geldi ve ona sarıldı. "Bize yanaşamaz bile..." Gözlerinin içine bakıp söylemişti. Sonra parmak uçlarında yükseldi ve Batı'nın kulağına fısıldadı. Biz duyabiliyorduk; ama Şule ve Semih duyamayacakları kadar uzakta kalmışlardı. ''Şule'yi korkutuyorsun abi... Silkelen ve kendine gel. Gözlerini yumuşat ve ona sarıl. Kız dağılmak üzere." 53 öyküOdabaş Bu, Batı'yı kendine getirmişti. Elindeki zariı (Jım - bırakıp koşar adım Şule'nin yanına gitti. C>na sarıld, ! içeri çekti. Rüzgârda Dilara'y* içeri sokmuştu. 1 1 .. Duru'dan zarfı almaya çalıştım; ama o benden *vV|;. davranıp fotoğraflara bakmaya başladı. Hn son, ufak b¡r . alışveriş merkezinde çekilmiş bir fotoğrafta durdu. \\ Bu arada Toprak'ın arabası iç bahçeye giriş yaptı v* u ,ni Batı'mn motorunun arkasında park etti. Hızla arabadan indi ve koşar adım Duru'nun yanına geldi. Onu kollan. » t i nın araşma aldığında yüzüne renk gelmeye başlamıştı, fakat Duru onu durdurdu. 1 "Bu resmin nerede çekildiğini biliyorum. Oradaki na>*l güvenlik kameralarını görebilirseniz, fotoğrafları kimin ^ırJı çektiğini bulabilirsiniz/'' dedi. Gözlerinde dava çözmüş bir* bir dedektifteki ışık vardı. *indı Toprak ise hırsla Duru nun elinden fotoğrafları alıp 1 bana uzattı. nuş- "Bu işin şakası yok. Karşımızdaki adamı tarumıyo- "1 ruz. Bu yüzden yanımdan birazcık bile ayrılmayacak* H sın!" Sesi o kadar ciddiydi ki, bana söylese ben de ayrıl* tık? mazdım bir kenara. Duru, büyük bir kabullenişle ka/asıru salladı ve Top- G rak'a sıkı sıkı sarıldı. Sonra birden ondan uzaklaştı ve mek bomba gibi bir soru sordu. dost« "Poyraz nerede? Abimi gördün mü?" Toprak ile birbirimize baktık ve hemen eve girdik. üne ı Eve girerken ben Poyraz'm telefonunu aramaya başla- kapı rruştım bile. ! olsa Karşımdaki sesi duyduğumda dondum kaldım. D "Bizim misafirin telefonunu aradınız. Kendisi şu alınr anda konuşamıyor... Sonsuza kadar susmasını istiyor- 0r, düğünde gözleri endişeyle irileşmişti. Sonra hepimi,, gözlerinin hapsine aldı ve istemsizce, Şule'ye sarılma Duru'nun elinden tuttu. Bir cevap için yanıp tutuşuyordu. Rüzgâr kızın yanına gitti. Biraz temkinliydi; ama yine de minik omuzlarından kavrayıp alnına bir öpücük kondurdu. Kız buna itiraz etmemişti; sanının Rüzgâr1! kabullenmişti, ki bu iyiydi. Duru hepimize teker teker tekrar sarıldı. "Beni yalnız bırakmayın. Hepinize ihtiyacım var. Hepimiz bir arada olduğumuzda bir bütün oluyoruz Dikkatli olun ve beni yalnız bırakmayın. Lütfen!" Gö­ zünden bir damla yaş süzüldü. Toprak gözünden dü­ şen yaşı sildi. Onu öptü ve Poyraz'ı almak üzere yola çıktık. TOPRAK Ümraniye'deki deponun önüne geldiğimizde içeride hiçbir hareketlilik yok gibiydi. Arabaları park ettikten sonra hızla deponun kapısına yanaştık ve Demir ile Batı birer tekmeyle kapıyı aşağı indirdiler. Poyraz, ortada bir sandalyeye bağlanmıştı. Yanında iki adam, önlerinde bir masa, masanın üstünde birkaç silah ve oyun kâğıtları vardı. Poyraz'ı hırpalamışlardı. Öykü Odabaş 56 T utku n un S im ^damlardan biri silahına doğru yeltenince Demir höa- ! mın kafasına sıktı. Diğerleri şok içinde kalmışlardı, i l ­ lerini havaya kaldırıp geriye çekildiler. "Cık cık cık... Geç kaldınız ya la!" Ağzı burnu kan içinde kalmış Poyraz gülüm süyordu. Batı, kenarda dui ran üç adam dan ikisini daha indirdi. Sonra diğerine dö- ! nüp; "Patron'un nerede?" diye sorduğunda, o adam da, | bir kurşunla yere inmişti; ama biz ateş etmemiştik. I Arkamı döndüğüm de yabancı bir adamla karşılaş- I tim. j "Önce cevabı alıyoruz, sonra öldürüyoruz. Once cevabı a lıyoruz, sonra öld ürüyoruz..." diye dalga geçmeye başladı Batı. Sanki adam a bizden biri, daha ziyade bizimle takılan bir aptalmış gibi davranıyordu, Adam, Batı'nın alaylarına karşılık olarak sadece gü­ lümsedi. Elindeki silahı kenara atıp, Rüzgâr'm karşısına dikildi. "Kız nerde?" Sesi buz gibi çıkıyordu. Yaklaşık otuz yaş civarındaydı. "Senden çok uzakta!" dedi Rüzgâr. Sesi adamın sesinden bin kat daha soğuk ve karanlıktı. "Ve bir daha varlığına dair en ufak bir şey yakalarsam, onu o kadar uzağa yollarım ki, bırak bir daha kızın olduğu şehre gelmeyi, bulunduğu ülkeye bile giremezsin." Sakin sakin, tane tane konuşuyordu. Anlaşılmaması mümkün değildi; fakat adam sinirle tekrarladı. "Kız nerede?" "Mal mısın?" diye sordu Demir ve adamın kafasına silahını dayadı. Adam ise sırıtıp kafasını olumsuz anlamda salladı. "Onu siz pisliklerin eline bırakacağımı mı sanıyorsunuz? Zafer iti size ne demiş olursa olsun... Onun kılına zarar verdiğinizi öğrenirsem, hepinizi ayrı ayrı inletirim altımda!" 57 Öykü Odabaş V alla o anda çocukların durum unu bilmiyorum; ânii b en d o n u p kalm ıştım , Hiçbir şey diyem iyordum . D em ir, silahını adam ın kafasından çekti ve birbirine ze baktık. ''S en in adın Ensar m ıydı?" diye sordum adama, "E v e t..." d ed i yine buz gibi sesiyle. B u ad am la konuşm am ız lazım dı ama çok yanlış şek ild e tanışm ıştık. A cilen durum u toparlam ak fakat vır* d e sü n g ü yü düşürm em ek gerekiyordu. Bunun ya n ı sıra bir an evvel buradan gitmeliydik. Tab ii tem kinli d e olm ak lazım dı. Bu sadece Zafer'in basit bir oyu n u da olabilirdi. Demir ve Batı adamın koluna g ird ile r v e benim arabanın arka koltuğuna adamla birlikte oturdular. R ü z g â r, P o yraz'ı alm ış diğer arabaya geçmişti. Doğal h abitatım ıza, orm andaki eve gidiyorduk. Oturup kon u şm am ız lazım dı. A dam ı öylece kendi evim ize sokam azd ık. SEMİH Kızlarla vakit geçirmek harikaydı, tabii ortam bo\le „ergin olmadığında... Her zamanki gibi Şule nin gözlerinde hazırda bekleyen iki damla yaş, akmak için fırsat Yolluyordu ve Duru... Kesinlikle sakin duruyor gibi gö­ zükse de biliyordum ki içinde şu an fırtınalar kopuyordu ve öleceğini biliyor olsa, yine de orada olmak isterdi. Bu büyük aileyi seviyordum. Her ne kadar, başlarını sürekli derde sokuyor olsalar da kesinlikle benim için patronlar ve eşleri kavramından çok daha farklılardı. Kızlar gelmeden evvel beşi de çok sertti. Kaya gibi gezerlerdi her zaman ortada. Ağırlıklı koyu renkler giyerler, hiçbir hatuna pas vermezler ve asla gülümsemezlerdi. Benimle diyalogları ise biraz farklıydı. Hiçbir zaman yanlarında çalışan biri gibi davranmamışlardı bana. Zaten aslında pek de çalıştığım söylenemezdi. Genel itibariyle aileden zengindim ben de, onlar kadar olmasa da. Para için güvenlik müdürlüğü veya benzeri bir iş yapmama gerek yoktu; ama bu adamlarla takılmak oldukça eğlenceliydi kızlardan önce. Kızlardan sonra ise daha da eğlenceli hale gelmeye başladı. Aslında bizim tanışmamız Batı sayesinde olmuştu. Karanlık bir gecede, yarı sarhoş bir adamın küfürlerini duymuştum. Yanımda bir hatun vardı. 59 Ö ykü CV -1- ı-ş Adını bile Kı-n larmvorum O sokafrı yakın t»|an t lerden birine atacaktım giıya Adamın kuntrU'iu*. gürültüleri duyunca i*t«?msızce o tarata v<»naklim | btı arada kızı da postalamak /orunda kalııu^tınv k, benim daha da canımı sıkmıştı. Sokağa döndüğüm zaman man/.ır.ı inanılmazdı, ya da altı kişi, ellerinde demir çubuklarla yerdeki bir 4*' veye vuruyorlardı. Deve ise ayağa kalktığında o neler yapacağını anlatıyordu. Yanlarına yaklaşıp onları izlemeye başladığımda dikkatlerini çekebilmiştim ve sıra da bana geçmek üzerek sanırım; ama deve yerden bir hışım kalkıp birinin elirt deki sopayı kavradığı gibi herifi yere indirdi. Bu ara.-N biri bıçak çekti; fakat deve bunu görmedi. Hayatım boyunca yapmayacağım bir şey yaphrrı Aslanda umursamazdım... Hiç tanımadığım bir adam.., Ama adamın mücadele ediş şekli/ korkusuzluğu, altı­ ya bir ayakta kalışı ve kesinlikle demir sopalarla yediği dayaktan sonra teke tek de hepsini indirmeye başlamış 1 olması, gerçekten takdire şayandı. Ve şimdi bu serseri, az evvel zaten racona uymayacak şekilde dövmeye çalıştıkları adamı, bir de surtından bıçaklamaya çalışacaktı. Vakit kalmamıştı... Adamı sesli şekilde uyarsam bile kendini kurtaramazdı. Düşüncesizce ve kesinlikle sorgulamadan kendimi bıçağın önünde bulmuştum. Amacım aslında bıçağın bana girmesini sağlamak değil, o puştun elinden bıçağı alabilmekti ve yarı sarhoşlukla karışık salaklığım sayesinde yerde yatıyordum. Gözlerim kapanmaya başlar- , ken sokağa giren birkaç kişiyi daha gördüğümde yanımdaki deveye fısıldadım: "Sen kaç! Kalabalıklaşıyorlar..." Güldüğünü duyuyordum. "Merak etme onlar destek kuvvet," dedi. r-1'" .r 1|1 -1Lİ'V dul« .tl.ıhı "S harın rahftı faikı o Olsu: P dev? falan "T verec Ri rahat "]s "A surat bizlil İşi lar sc meyi Be vizye 60 rulfcumırt Sin grisini hatırlamıyorum; uyandığımda bir hastam* mi1 tıkılmış ve günlerce hastanede tutulmuşum. ° t bıı beş deliyle böyle tanıştım. Sonra epey a* bir sun Ifcte takıldık ve koskoca holdingdeki güvenlik a^ık uıni saya saya bi üremeyince, bana bu güvenlik işi mudöriügünü sundular. Her ne kadar istemesem de en so- ¡uida adresim belli olsun, bana ulaşmak isteyen beni kolay bulsun diye kabul ettim. Şimdi ise, kızların endişelerine içten içe eşlik ediyordum- Çocukların zarar görmemesini ve Poyraz'ı rahat alabilmelerini umuyordum. Derken telefonum çaldı. "Semih!" Batı'nın sesiydi. "Abi?" dedim. Sesimdeki soru tonu binlerce soruyu barındırıyordu. Poyraz nerede? İyi mi? Siz tyi misiniz? Yarahfalan var mı? Neredesiniz? Ben bir daha bu kız sürüsüne bakıcılık etmem gibi... Tamam, sonuncusu soru değildi. Olsun... Onu da içeriyordu sonuçta. "Poyraz iyi... Bir sıkıntımız yok. Kızlarla kalmaya devam et. Gece tekrar ararım. Az işimiz var... Yemeğe falan beklemeyin bizi. " "Tamam abi... Sizin meraklılar etrafımı sardı. Tekmil verecem ben, hadi size kolay gelsin/' Sırıtıyordum... Rahatlamıştım... Suratımdaki ifadeyi gören Duru da rahatladı. "Ne olmuş?" diye sordu Şule meraklı gözlerle. "Acıktım ya la ben!" dedim pis pis sırıtarak. Şule'nin suratını da büyük bir rahatlama kapladı. "Yalnız sofrayı bizlik kurun. Az işi varmış sizinkilerin... " İşin ne olduğunu tahmin etmek zor değildi ve kızlar sormadılar zaten. Yüzlerinde kocaman bir gülümsemeyle hemen yemek işine giriştiler. Ben de az sonra çekeceğim ziyafete hazırlık için, televizyonun kumandasını kapıp koltuklara yerleşmiştim. 61 Öykü Odabaş BATI "Poyraz iyi... Bir sıkıntımı/ w*k. kı/i.nl.ı k,ıjm^ devam et. Gece tekrar ¿ırarım A/ ışiım/ ' ir .nı falan beklemeyin bizi,” dedikten «.oma adamla . (l geldik. Sorgular gibi hana bakıyordu Zaten şu ,ın,ı.t r yaptığımızı da anlamış gibi gözükmüyordu. Fakat b«.(, adamuı bu rahatlığını sebebini sorgular vaziyetteydi Niye bu kadar kolay teslim olmuştu ki? İçimi sıkan bir şey vardı; fakat ben anlamlandıran^, dan ormandaki eve gelmiştik bile. Adama arabadan inmesini işaret ettik ve hep birlik, te eve girdik. Adamı televizyonun karşısındaki koltuğa oturttuk. Toprak yanındaki tekli koltuğa, ben ve Demi; karşısına oturduk. Rüzgâr ve Poyraz ise arkasında ayak, ta duruyorlardı. "Zafer'le ne alıp veremediğin var?" diye sordu Top. rak. Adam bir şey söylememişti. "Bu kız... Senin sevgilin falan mı?" dedi Demir. Ona da yanıt yoktu. "Hangi aşamada kafasına sıkmaktan vazgeçmiştik? Ben sıkılmaya başladım," dedim. Gerçekten sıkılıyordum. İçim sıkılıyordu. "Dilara'ya ne yaptınız?" diye sordu adam. "Hiçbir şey..." dedi Rüzgâr. Sesi bıkkın çıkıyordu. "Bakmayın abi! Sıkıldım oyundan! Madem Zafer'den hazzetmiyor tanışalım bir an evveL. Zaten kızlar iyice huzursuz olmuştur." Toprak onaylamayan gözlerle bakıyordu Rüzgâr'a. Önce adamın hikâyesini öğrenmemiz lazımdı, yani kendi hikâyemizi anlatarak kalkanımızı indirmemeliydik. Ama Rüzgâr her zaman olaylara farklı yaklaşmasını iyi bilirdi zaten. Ve çoğu zaman da güzel kıvınrdı işi. lıılkıınuH Sim "Ben, Dilara'nın öz kuzeniyim," dedi R ü z v .Ad<,ro (¡aşlarını havaya kaldırmıştı ve ilk defa mimikti/ *ura. ¡¡uda bir duygu yansıması beliriyordu. "Hımm-" Bu kadar... Başka bir şey söylememişti ve ben inanılmaz şekilde ginirlenmiştim. Tam ayaklanacağım sırada büyük bir gürültü koptu. Camlar yere inmiş ve ön kapıdan yaklaşık on tane, ellerinde HK21 olan adam içeri girmişti. Ellerimiz silahlarımıza gidemedi bile... "Bu kadar oyun yeter! Eğlendiğinizi var sayıyorum. Şimdi- Ben sizi gebertmeden Dilara'nın buraya gelmesini sağlayın. Yoksa bu adamlardan, evinizin önünde bekleyen grubu evinize sokucam ve fahişeleriniz de dâhil herkesi geberttirip, Dilara'yı yine de alıcam!" Buz gibi sesi, deliliğimin dilime ulaşmasına sebep olmuştu. Şimdi bu it, beninı küçük cadımın üstüne bu pezevenklerden gönderip, makinalı tüfeklerle taratacaktı öyle mi? Elim telefonuma gittiğinde biri silahım üstüme çevirdi. "Ne?" dedim gülümseyerek, "Telepati mi kuralım?" Ensar, adamına izin vermişti. Telefonu aldım ve sesi duyabilmesi için hoparlörü açıp yerime oturdum. Şu anda yapacağım şey için Rüzgâr beni asla affetmeyecekti; ama aksi takdirde buradan sağ çıkmamız mümkün değildi. Semih çok bekletmeden telefonu açtı; ama konuşmamı beklemeden lafa girmişti. "Abi... Bak bu kızlar bir iş çeviriyor demedi deme bana..." "Semih koçum kızlar nerede?" "Havuz başındalar. Dilara'nm okul işi için kendi üniversitelerindeki hocalardan ayarlama yapmaya çakıyorlar da..." Lafını kesmiştim. Adamın gözlerindeki şaşkınlığın sürmesini istemiyordum. "Semih... " dedim buz gibi sesimle. "Herhangi hır kilde tek bir silah sesi duyarsan gidip Dilara'nın kaiaSj. na sık!" Adam bir anda dondu kaldı. Ne diyeceğini ne yapa, cağını şaşırmıştı. "Tamam abi..." dedi Semih aynı buz gibi sesle. Az evvel üniversiteyle ilgili planlar yapmasından zevkle bahsettiği kızla ilgili böyle bir emri koşulsuz kabul etmesi, adamın gözlerinin daha da büyümesine sebep olmuştu. "Koçum biz şimdi yola çıkıp geliyoruz. İki araba geleceğiz. Bizim arabaları biliyorsun... Dış bahçeye girerken yanımızdan taksi dâhil başka bir araba geçecek olursa kızın kafasına sık! Adamlardan herhangi birinden iki dakikadan fazla sürede rapor alamazsan kızın kafası­ na sık! Evin yanında bekleyen bir saldırı ekibi varmış. Öyle ya da böyle evin etrafında dolanan bir sarhoş bile görseniz, kızın kafasına hemen sık! En ufak silah sesinde kızın kafasına sık. Yan arazide havai fişek patlatmaya kalkan olursa kızın kafasına sık! Yol boyunca telefonum açık duracak. Eğer sert fren yaptığımı duyarsan kızın 1 kafasına siki Anladın mı?" "Anladım abi... Rüzgâr kızı bulacağım diye tüm yaz seferberlik ilan ettiydi. İnşallah dediğiniz olmaz. Yoksa ■ kızlar beni aç bırakırlar." Gülüyordu... Ben de güldüm. 1 "Ben sana bir ömür yemek ısmarlarım koçum, merak 1 etme." Bir anda adam tekrar irkildi. Arka fonda Şule ve Duru'nun sesi geliyordu. "Semih! Ne yapıyorsun ya, delirdin mi iki dakikada? Rahat bırak kızı!" Bu Duru'ydu. ı "Semih dur! Kızı korkutuyorsun! Ne yapıyorsun ya* ne oluyor?" Bu da benim cadı... Ö ykü Odabaş Mi/Vl lunı» k.m ı C T op ı- '■C Ki adarr iannı O yakıy dar ti am«3 i sa ols mımiı Rü alma iki ha rinin 1 An mizde bizi d: "Se ben v< gâr ili meşin Eni "Di Birtes rici ol "Se "Dı az yor umun 64 (utkımıti' -ti. 'ifşe. , "Abi ben hazır nazır gelmenizi bekliyorum. Kı/ı I,., âfası- vfUZUn yanma getirdim de... Hanı hızlı olmaisanı/ nv? ı ıurndüğün mevsimi en kötü havai fişek patlar yzPa- ' yo lm asın ." Kahkaha attım. "Geliyoruz koçum," dedim. Telefonu açık şekilde T op rak'a verdim ve Ensar' m yanına gittim, ndan "Gidiyoruz değil mi?" izka- ı Kafasını olumlu anlamda sallamıştı. Vananızdaki ıe Se. ; adamlarına işaret vermesiyle hepsi geri çekildi ve silahI larrnı indirdi, gele- O anda Rüzgâr'm gözlerindeki ateş beni yeterince irken i yakıyordu. Semih'in beni ne kadar dinleyeceğini, ne ka* lursa dar tiyatro kuracağını tahmin etmek mümkün değildi; n iki ‘ 31113 işm içinde bir şekilde Zafer Ekin vardı ve ne olur- ıfası- ! 53 olsun, beni dinleyip kızın kafasına her an sıkması da -roç mümkündü. jjUe ; Rüzgâr'm siniri bu yüzdendi, Semih'in beni ciddiye l ¿İma ihtimali yüzünden. Bir de üstüne, gidince evdeki , iki hatunla uğraşmak zorunda kalacaktım; ama diğerle- ıum ' ^enJ kurtaracağını biliyordum. 1 Arabalara dağıldıktan sonra yola çıktığımızda peşi- ! m izde kimse yoktu. Semih hâlâ telefonda ve pür dikkat ! bizi dinliyordu. ' '"Senin derdin ne Ensar Ağa?" dedi Poyraz. Poyraz, '■ ben ve Ensar aynı arabadaydık. Toprak, Demir ve Rüz- ^ ' gâr ile diğer arabaya binmişti. Rüzgâr'm beni öidürme- \ meşini sağlamaları gerekiyordu. ^ , Ensar sıkıntıyla nefes verdi. "Dilara'yı öldürmeyeceksiniz!" Bu bir rica değildi. ^ | Bir tespitti... Sırıttım ama bir şey demedim. Üstünde ve- ; nci olabilirdi. f 1 "Semih?" "Duydum abi... Valla emniyet açık duruyordum da az yorulmaya başladım ama... Şimdi elim kayarsa o piç umurumda değil de, Rüzgâr çok üzülür," 65 Öykü Odabaş Adamın gözlerinin içine baktım. 1 "O gerçekten Dilara'nın kuzeni mi?" Kafamla onayladım. Adam oyunu hâlâ bir şekiu kendi tarafında tutuyordu ve ben sıkılmıştım. Yine "Şimdi benim sorularımı yanıtlamaya başlayacaksın Senden sıkıldım... Eğer tek bir sorumu geçiştirmeye kal karsan, kızın hemen ölmesini sağlayacağım/' Kaşlarını kaldırıp bana baktı. "Eve gittiğimizde anlatayım ve herkes duysun." Tamam, bu kabul edilebilirdi. Topraklara tekrar anlatmasına gerek yoktu. "Fakat düşündüğünüz gibi kız sevgilim falan değil,' dedi. "Bu aklıma gelmemişti zaten," dedim. "Senin Zaferdin adamı olduğunu düşünüyorduk." Birden dona kaldı. İlk defa aynı safta olduğumuzu mu anlamıştı? Rüzgâr, kızın kuzeni olduğunu söylediğinde, yalan söylediğini düşünmüş olmalıydı. Yaklaşık yarım saat süren sessizlikten sonra en so nunda eve ulaşmıştık. Adamları, en azından bizim gördüğümüz kadarıyla takipte değillerdi. Dış bahçeden yine sessizce ilerledik ve evin kapışma geldik. İçeri girdimizde, kızların hepsi salonda film izliyordu. Ben dâhil herkes bu duruma şaşırmıştı ve Semih yine her zamanki gibi buzdolabının içindeydi; ama silahı elindeydi. E, buna da şükür diye geçirdim içimden. Adam Dilara ile göz göze geldiğinde, kız koşarak yanına geldi ve ona sarıldı. Kafasını göğsüne gömdü ve gözyaşlarına engel olamadı. Adam rahatlamayla karışık sıkıntılı bir nefes verdi ve kızın gözlerine baktı. Ona koltuklan işaret etti tekrar. Hâlâ salonun girişinde ayakta duruyorduk. Kız hiçbir şey söylemeden koltuklara geri dönüp Du­ 66 I utkunun srm ru'nun yanma oturdu. Kızlar bizimle ügılenmıvoriardı Yanlarından geçip havuz kenarına çıktık ve bahçe kapı gını kapattık. Havuz kenarındaki masaya adamı oturttuk ve bu de masaya dağıldık. Arhk herkes elindekim ortaya kovacaktı; fakat önce içeride ne döndüğünü merak ediyordum. "Semih... Kızlar?" dediğimde gülerek beni yanıtladı "Sahiden, ota boka çıkan ses ya da gezen sarhoşlar yüzünden kızın kafasına sıkmayacaktım, değü mi?" "İyi de kızlar bir şey için seni durdurmaya çalışıyorlardı" "Konuşmayı hoparlöre almıştım. Sizinkilerden ivi ti* yatrocu olur/' derken gülüyordu. Ben de gülümseyerek kafamı salladım. Valla varyete gibiydik. Daha sonra adama döndüm. Artık tanışmamız gerekiyordu; ama yine bir sorun vardı. Rüzgâr dile getirdi bunu da. "Dilara, Ensar diye birini tanımadığını söylemişti," dedi. Sanırım biraz kırgındı bu konuda. Kızın ona yalan söylediğini düşünüyordu hepimiz gibi. "Tanımıyor zaten/' dedi adam sıkıntıyla. "Ben, Baturalp Hun... Zafer Ekin'in oğluyum/' dedi­ ğinde hepimiz gerildik. Buz gibi olmuştu ortalık... "Ve Dilara, birkaç yıl önce, beni hiçbir zaman kabul etmemiş babamın pislikleri içinde yakaladığım tek masumiyet. Kurtarmaya çalıştığım; ama on dokuzuncu yaş gününe kadar ellerimin kollarımın bağlandığı tek masumiyet/' Kafamız karışmıştı. Yani biz bir tek kendimizi kardan çorman olmuş sanıyorduk; ama bu tüm beklentilerimizin dışındaydı. 67 ö vk ti Ou«ıtv<7 D E M İ R ~ iv»M 1 ıf«' *>*' "Zafer Ekin in oğlu olduğunu bılnm oıdum1 ıU v ' Bilmeliydim oysa; çünkü Zafer, fcAvri meşru Ivm.„ ‘ ‘ çocuğunun doğmasmaizin vermemişti /**' ° "Annem beni saklamak için epey uğraşmış ve do£u. uhhk duktan sonra da oldukça uzaklara kaçmış. Ben de b,r Mt,n babam olduğunu yaklaşık beş sene evvel öğrendim h . v:k sli lendiğim sıralarda..." Ne yani hem evliydi hem de kendinden nerede\ «*» 0f> kl^ ır yaş küçük bir kıza mı sulanıyordu? Sinirlenmiştinv. ic ^*'1 "Sen o zaman babasının oğlu olanlardansın. Kerr mun evli hem de metres peşinde gezen..." rPıav‘ Sinirlenmişti ama tüm sinirini yuttu. 17 "Her şeyi yanlış anlamışsınız. Dilara, benim için hiç- bir zaman çocuklarımdan farklı olmadı." ~ Çocuklarımdan? 'Vay!'diye söylendi iç sesim. ' "Bir babam olduğunu annem vefat ederken öğrendim ve sonrasında onu epey araştırdım. Ben, onun bu kadar büyük bir pislik olduğunu bilmiyordum. Yirmi , sene evvel işlediği cinayetleri öğrendiğimde, her bir d- ^ nayet detayından ondan daha fazla nefret ettim. Sonra ^ Dilara'ya rastladım. Ailesinden yaşayan kimse olmadı­ ğını biliyordum. Sizin izinizi çok fazla takip edemedim ^ ve gördüğüm kadarıyla kendinizi kurtarmıştınız. Ama onun durumu iyi değildi." ^ Elleriyle yüzünü sıvazlayıp, Toprak'ın verdiği viski- ^ den bir yudum aldı. "Onu, o evden kurtarabilmek için yapmadığım şey kalmadı. Oldukça iyi para teklif ettim; ama bir işe yara* SUJ madı. Zafer kızın, on dokuz yaşına geldiğinde tamamen o aileye ait olacağını ve o z. man da ne isterlerse yapabi- ^ leceklerini söylemiş. Düara ile ilgili ihtiyacı olacak tüm . 68 I u i k ıı m ın S ır r ı belgeler adama verilmiş ve on dokuzuncu yaş guııundı1 ¿e jcıza verilecek. Adama kıza ne isterse yapabileceğim dair yetki vermiş. On dokuzuncu yaş günün o/el ligim l,en de bilmiyorum. Kâğıtlarda ne yazdığını da; ama kı- an on dokuzuncu yaş günü yaklaştıkça babasının üstündeki baskıyı arttırmaya karar verdim. Kızı ondan satın alabilmek için bir anlaşma yaptım. Ta ki sız ortaya çıkana kadar... Tabi Dilara'yı öğrendikten sonra, bu zamana kadar ona sürekli ahilik yaptım. Onu o evden çıkarmayı başa ra m iv o rd u m, yani aile hayatım sebebiyle kaçırma gibi bir durumum söz konusu değildi. Fakat mümkün olduğunca minimum hasarla bu yıllan atlatmaya çalışmasını sağlıyordum. Ben Dilara'yı tanıdığımda maalesef sağırlığı vardı ve bunun için onu doktora gitmeye ikna edemedim." Sustu... Bir solukta anlattığı bu hikâyede çok açık vardı. "Saçma. Makinalı tüfekleri olan adamların var. Zafer, özellikle yaz başından beri etkin değildi. Kızı o evden istediğin zaman alabilirdin. Hadi öncesinde kız reşit de­ ğildi falan... Kaçırma işine girerdi; polis, jandarma sıkıntı yaratırdı falan ama yaz başında alabilirdin," Kafasını olumsuzca salladı. "Zafer yaz başından beri size etkin değilmiş. Bana etkindi. Tüm yaz peşimdeydi... Kim olduğumu öğrenmeye çalışıyordu. Eşimi ve çocuklarımın hayatını riske edemezdim. Hepsini alıp yurt dışına çıktım. Dilara'nın benim için önemi... " Toprak ilk defa konuşmuştu: "Çıkar artık ağzındaki baklayı... İki saattir bizi yiyorsun burada! Adam gibi söyle! Bu kız senin neyin?" Adam derin bir nefes aldı. Nefesini tuttu ve gözlerini Kapattı. Dilara benim kuzenim..." 69 Öykü Odabaş Gözlerimizi kırpıştırıp birbirimize haktik r, durmuş bizi dinleyen Semih'in £ür som Iu 1k,i\1>vv landı. "Yok artık!" "Dilara, bundan yirmi sene evvel olen tc\: ' kızı." Bir dakika... Bu adamın annesi, Riizgâr'ın amcjşn,,,, f ' [ baldızıydı. Yani Zafer karısını, Rüzgâr'ın amcasının bat. dızıyla aldatmıştı. *' * Yuh yani! Bir daha Dallas dizisine atıfta bulunulur^ bizim aile örgümüzü sunacaktım ortaya. ^ Rüzgâr bir şey diyemiyordu. Dilara,, sadece kendisinin değil, aynı zamanda eşit derecede karşısındaki ad* mm da kuzeniydi. Hepimiz bu durumu sindirdiğimizde ^ s biraz sakinleştik. j,l7 "Sen ne işle meşgulsün Ens... Baturalp?" Son anda yî/i] ismi düzeltmişti Toprak. ^uî "Aslında ben armatörüm. Zaten Düara'yı oradan ka- 1 ■ çırtmamamın ve direkt alamamamın sebebi de biraz bu oldu. Sağlam bir armatörün, on beş, on altı yaşında bir m« kız kaçırdığı duyulursa, bırak kendi çocuklarım için ku- , da racağım geleceği, ona da bir gelecek hazırlayamazdım. bir On dokuzuncu yaşım beklemem gerekecekti. "Semih..." dedim. "Dilara'yı aldığımızda adamın kıı verdiği evraklar vardı. Onları getirebilir misin?" Kafasıyla onay veren Semih iki dakika sonra zarfla sö içeri girmişti. Kızın babası olacak it, ondan gerçekten re çok korkuyor olmalıydı ki, zarf gerçekten de hiç açılmamıştı. İnşallah içindeki kâğıtlar asla bozulmazdı. Zarfı parçaladıktan sonra içindekileri yavaşça masa* ta ya dökmüştük. d Kararmış iki alyans, bir düğün resmi ve bir de yeni v doğmuş bebekleriyle poz vermiş bir aile resmi vardı. ti Bir de mektup buldum. n 70 ^ "M erhaba D ila ra ... Seti beni tanımıyorsun; ama ben seni ve aileni yakından 1 tanıyorum. Zarfın içindeki eşyalar senin gerçek ailene ait. O tik , dokuzuncu yaş gününde reşit sayılmam istedim; çünkü üniI versiteye giderken kendi hayatını da kurabilmen gerekiyordu ‘ /fyrıcfl, genetik olarak bir rahatsızlığın olabilme ihtimali var- >â] di- V> e^er hâlâ olmamışsan diye bunu dillendirmeyeceğim ama hastalık ortaya çıktıysa eğer, 13-17 yaş arası ¿unurrJa . uğraştmşstndtr. Yanında kaldığın ailenin iyi olmadığım bih- 9 ı/orum ve eğer hasta olursan seni o halde sokağa atsınlar İstemedim. Umarım canın çok fazla sıktlmamtştır bu bir senelik J?1' 1 ekstra için. Senin için maalesef elimden gelen bu kadardı... a' 1 Umarım kendine güzel bir aile kurarsın. Resimlerin arkasında gerçek ailenin isimleri yazılı ve onları tanımak istersen, her şeyi araştırmak senin elinde kızım. Umarım hayatın boyunca, şimdiye kadar olduğundan daha mutlu, huzurlu ve güvende olursun." j "Bu Zafer'in işi değil," dedim. "Neyse ne! Sonuçta hasta değil. Resimleri verelim... Mektuptan bahsetmeyelim/' dedi Rüzgâr. Bir yandan da canı sıkılmıştı. Dilara'nın bu adamla gitmesinde hiç­ bir engel yoktu. "Dilara, senin kuzeni olduğunu biliyor mu?" diye sı- m . kıntıyla sordu Poyraz. "Hayır/" dedi. "Başta bunu söylememiştim. Sonra da söylemeye gerek kalmadı. O zaten beni abisi olarak sü- ■n | rekli sevdi, saydı." *• ; "Peki, şimdi ne olacak?" diye sordu Rüzgâr. "Hayatına sizin yanınızda devam edecek. Ben de İstanbul'a geldiğim zamanlarda onu göreceğim. Onu kendi hayatıma çekemem. Zafer'den daha büyük pislikler i 1 var maalesef dünyada ve benim onlarla uğraşırken ihtiyacım olan en son şey Dilara'nın hedef haline dönüş­ mesi." 'Peki, kendi eşin ve çocukların?" : 7 utkunun Su r i bu bir i ;u- ıI m. : la ; i övkü Oriabdş "Onlar güvende olabilecekleri kadar güvendeleı ■ Hiçbir şey demedik... Sorulabilecek her şeyi sormu ve tüm gizemi çözmüş gibiydik. Yine de mantıksız. şeyler vardı hikâyesinde; ama sorgulamak istemiyür. dum artık. Adamın adı, tipi, her şeyi elimizdeydi. Telefon açıp arabasının gelmesini sağladık. Dilara ile birkaç saat daha vakit geçirdiler. Kız onun yanında inanılmaz rahattı. Gözlerinin iç gülmüştü. Sonunda vedalaştılar ve Baturalp geldiği yere, kendi savaşma dönmüş oldu. İhtiyacı olduğunda destek verebileceğimizi söyledik. En kötü ihtimalle koaımalardan bir grup yollardık ailesi ' için. , Herkes odasına çekildikten iki saat sonra karanbkta ! tek başıma düşünüyordum. Yaz başmdan beri içinde bulunduğumuz aksiyon kayda değerdi ve bu aslında en kolay atlattığımız olaydı. Gözlerim karanlığa iyice alışmış bahçedeki gece yaratıklarım ararken, bir anda buzdolabının ışığıyla mutfak 1 tarafına döndüm. Orada durmuş, buz gibi su içiyordu. Yanına yanaştım ı ve arkasında durdum. Suyunu içip, dolaba geri koydu* ! ğu şişenin ağzını kapattı. Dolap kapağmı da iteledikten ' sonra, bir anda dönünce suratı göğsüme çarptı. Çığlık atabilir miydi bilmiyorum; ama sanki atabile- i çekmiş gibi elleriyle ağzını tuttu ve birkaç adım geriledi, j Sanki kaçabilecek yeri varmış gibi... Bu gerileyiş sırasında omuzlarındaki şal, sırtından i süzülerek yere düşmüştü ve bir anda ip askılı body ile : karşımda kalakaldı. Şala uzanmak istiyor; ama yakınlığımız yüzünden ; edilemiyordu. En sonunda ellerini karnında birleştirdi. Bu haliyle o kadar savunmasız duruyordu ki, bir an 72 \ Tutkunun Sırn yelkenlerimi suya indirdim. Geldiğinden beri ilk defa onu rahatsız etmek yerine, eğilip şalım aldım ve omuzlama geri örttüm. Sonra da yana çekilip gitmesine izin verdim. Başımıza bir bela daha almıştık işte... Ama bir çözülse ve rahatlaşa, bu da sevimli bir bela olacaktı belli ki. Durduğum yerde sırıttığımı hissettim ve kendimi hemen toparladım. Artık bir an evvel zıbarıp saçmalamayı kesmem gerekiyordu. Kendi kendimi onaylayıp odama doğru yola çıktım. DEMİR Hareketli geçen geceden sonra, sabah kahvaltısında herkes normale dönmüş gibiydi. Sadece Poyraz ın sı­ ratındaki kızarıklık ve morluklar kanıt olarak karşımadaydı. "Seni nasıl aldılar hâlâ anlamadım," dedim katattu sallayarak. Küçük kardeşimi çok yalnız bırakmamam gerektiğini de not ediyordum bir yandan. "Abi ben de arılamadım. Öğlen yemeği için dışan çıkacaktım, Gökhan'la ufak bir toplantımız vardı. Dö­ nüşte yolumu kestiler. Biraz kalabalıklardı. Apar topar kaldırdılar valla..." Sesi sıkıntılıydı. "Neyse bunlar bize hep ders oğlum boş ver," dedi Toprak. "Sağ salim aldık ya seni gerisi önemli değil..." Bu sırada gözlerim Duru'ya ilişti. Hâlâ dün yaşananların etkisindeydi diye tahmin ediyordum. Bir yandan Toprak'ın elini sıkı sıkı tutarken bir yandan da gözlerini Poyraz'dan ayıramıyordu. Bu haline içim çok sıkıldı. Onun hayatıyla oynamaya başladığımız zamanlarda, kendi yaşamı için gözlerine yansıyan ürkeklik, şimdi sü­ rekli bizim için vardı. Bu bir yandan beni mutlu etse de, artık bir şeyler için korkmayı kesmesini istiyordum. "Duru" dedim. Dayanamamıştım... "Bize kolay kolay bir şey olmayacak, biliyorsun değil mi?" "Ben..." Gözleri tekrar Poyraz'ı buldu ve bir damla yaş süzülmesine engel olamadı. Sı/ı kd\lviıiH-k:ft-t korkuyorum." " H iç b ir im iz i k a y b e t m e y e c e k s in y a v r u kodun drıb T o p ra k k e n d in d e n e m in b ir ş e k ild e . Derin bir nefes alan Duru, sanki tüm sıkıntılarını tm anda yok etmek istercesine gülümsedi "Hiçbiriniz beni bırakamazsınız zaten,' dedi Nm Iij\ ■ [a. "İzinveremem..." Bu son cümlesi o kadar çok duyguyu barındırıyordu ki aslında, anlamamak mümkün değildi. Önce kâbusuyduk, sonra ailesi... Önce korkuları, sonra güvenli limanı. İzin veremezdi... Hem ona ya­ şattıklarımızın bedelini daha ödememiştik ki kendi içimizde. Biliyordum ki, Toprak dâhil her birimiz, Duru'ya baktığımızda o karanlık günleri görüyordu. Ortalık iyice sessizleşince Batı'nın konu değiştirmesiyle biraz rahatladık. Bu arada Toprak da Duru'nun eline bir öpü­ cük kondurmayı ihmal etmemişti. Zaten fırsat bulduğu her dakika dudakları bir şekilde kızın üstündeydi ve ben bunu bir türlü anlayarruyordum. "Gökhan'la ne işin vardı? Va iyidir, hoştur, sağlam adamdır; ama biliyorsun işleri çok da yasal değil. Holdinge zararı olmasın?" Batı'nın düşüncelerinde doğruluk payı vardı; ama Gökhan bizi, biz Gökhan'ı severdik. Gökhan, İstanbul'un karanlığına eli kolu uzanmış, bizim yaşlarımızda değişik bir adamdı. Tek başına arka sokaklarda büyümüş, oradayken eski bir kabadayının elinden tutmasıyla boy göstermeye başlamış, daha sonrasında ise açtığı bara sataşanlar çok olunca, oradaki kaliteyi koruyup, müşterilerini rahat ettirmek için kendine minik bir ordu kurmuştu. Gel zaman git zaman, adamlarıyla sadece barını kokmamış, sokağında ve sonrasında da kendine ihtiyaç olunan her yerde olmuştu. Aslında işlerinde illegal pek Ii'ikım ıi! *•» Öykü Odabaş bir şey bulunmasa da, gece hayatında yok edi|ını,n adına elinden silahını bırakamamış; böylece kendi pında sözü geçen, hatırı sayılır ve acımasız bir matv/ dönüşmüştü. Onun mekânlarına eğlenmeye çok gitmişliğimi/ Vj( dı. Bir süre sonra aramızdaki diyalog, müşteri - işletme ‘ ci durumundan biraz daha sıkılaşmıştı; ancak yaptığı iş yüzünden de çok fazla içli dışlı olamamıştık. Bizden çok, o kendini çekiyordu herkesten. Aşılmaz, ulaşılıp ' bir duvar örmüştü etrafına. Yine de mekânlarında, müşterilerinin rahatı için gösterdiği özen, olay çıkarmayacak adamları içeri alması ve özellikle biz gibi magazin habercilerinden kaçanlar için ' kesinlikle mekânın sokağına bile gazeteci sokturmuyor olması, takdirimize şayan olmuştu. Duru aramıza katıldığından beri hiç Gökhan'ın mekânına gitmemiştik. "Yok abi... İş dediğim öyle holdingle ilgili iş değil aslmda. Kedi yavrusu bu sene Sosyal Antropoloji dersi alacakmış. Ders programında gördüm," dediğinde Top- ; rak kendini tutamamıştı. "Yuh yahu! Karımın ders programını mı kontrol ettin?" Şaşkınlığı gözleri ve sesine yansıyordu. Küçük bir kahkaha kaçtı ağzımdan. "Kardeşimin ders programına baktım evet!" dedi Poyraz en asi tavrı ve kardeşim sözcüğüne yaptığı vur- , guyla. "İnsan davranışlarının incelenebilmesi için karşı­ laştırma yapılacakmış. Ben de şöyle bir hocasıyla konuş­ tum," dediğinde bu sefer lafmı Duru kesmişti: "Sen ne yaptın?" Sesinde yarı şaşkınlık, yarı öfke var- i dı; ancak barındırdığı sükûnet kesinlikle sadeliğinin ak- | sine ölümcüldü. Sanki az evvel, abisinin başına gelebilecekler içintüm sabah boyunca hüzünlü gezen o değilmiş gibi, ruh hali bir anda değişmişti. 76 I u tkııınuı S im "Y a tm a d a n önce sütümü d e iç ir m e k iste r misin a b ı ' " gu abi lafın a h â lâ g ü l ü y o r d u m ; a m a a rtık k a h k a h a atan sadece ben değildim. "Öff amma uzattınız! Dönem ödevin için şimdiden a n l a ş t ı k dersin hocasıyla... Sizden Kadıköy'de Rex Sineması'™11 yanındaki Zincir Bar'a konuşlanmanızı isteyec e k ti. Takım elbise ve döpiyeslerle... Bir grupta oradakiler gibi giyinecekmiş bıdır bıdır.,. Kurtların içine kuzu salacak manyak! Ben de senin orada olmayacağını, seni Kırmızı'ya götüreceğimizi ve orada aynı şekilde araştırmanı yapabileceğini söyledim. Hocan da eğer bu kadar sana yardımcı olmaya hevesliysem okullar açılır açılmaz, ilk hafta o araştırma sonuçlarını istediğini söyledi. 0 yüzden akşam Kırmızı'ya gidiyoruz. Unutma dö­ piyes falan gibi bir şeyler giymen gerekiyor. Kızlar da sana eşlik etsin ne bileyim biraz takılın. Biz de bir yarım saat sonra geliriz. Yarım saatte araştırma için soru toparlarsın değil mi?" Hepimiz masada dona kalmıştık. Büyük çoğunluğumuz Poyraz'ı kimin öldüreceğini düşünüyordu muhtemelen. Duru mu Toprak mı? Ama ben de gönüllü olabilirdim. Benden sonra kesinlikle Batı'mn bu konuda istidadı, isteği ve planları vardı; gözlerinden anladığım kadarıyla. Zavallı Duru, avuç içlerini şakaklarına bastırıp, dirseklerini masaya dayadı. "Abim... Canım... Kanım... Daha dersin ne olduğunu bilmiyorum. Söyler misin nasıl hazırlayacağım ben o karşılaştırmayı? Niye yakıyorsun sen beni? Okulu bitirmeyeyim falan mı istiyorsun?" Gözleri dolmuştu resmen. Oha Duru! Ağlasaydın!" dedi Poyraz sitemkâr şekilde, Ağlarım! Not ortalamam dört üzerinden 3.98 beAkademik ortalamam 3.97... Ağlamakla kalmam! 77 Öykü Odabaş Ölürüm! Şablon bile yok elimde... Neye güre h*,, cağım ben o raporu? Ne yaptır» abi sen ya!" Cıdd' <1' i' titremeye başlamıştı. 'Vay' diye geçirdim içimden. j "Bizim kedi yavrusu inek çıktı...'' Kahkaha it, dum. V",‘ Kahkahalarımı Rüzgârın anırması böldü. "Seninki farklıydı çünkü... Akademik ortalaman kac tı 3.99 mu?" Hepsi bana gülüyordu artık. Duru hariç Onun içini sıkıntı sarmıştı şimdiden, gözlerinden an)* şılıyordu. I "Poyraz seni n'apayım? Evlendireyim kurtulayım diyeceğim; benim şansıma, senin karşına senin gibi bin : çıkar, birken iki olursunuz başıma!" Toprak'ın sesi si- j nirliydi. : Poyraz söylenenlere alınmamıştı, zira doğru şeyi yaptığı konusunda sabit bir fikre sahipti. Sandalyesinin j yanındaki bir çantadan çıkardığı mavi bir dosyayı Du- , ru'ya doğru uzattı. Kahvaltı masasının üstünde elden ı ele ilerleyen dosyayı alan Duru, kaşlarını çatarak içinde- ! kilere göz gezdirdi. i "Eski ödevlerden kesitler ve hocanın ders notları... En I azından senin sınıfın için olanları buldum kantinde. Sa- J mrım hâlâ cazibeme kimse dayanamıyor!" Sırıtıyordu... j Duru ise bir anda define bulmuş gibi olmuştu. Sevincinden z ı p l a y a c a k t ı . ''Sana teşekkür etmeyeceğim ve öpücük de yok. w derdi başım a durduk yere sen açtın. Zincir o kadar da vab»**1 bir Yer değildi ayrıca..." poyraz duymamazlığa geldi. i "Gökhan'la da bu işi konuştum. Kızları bekliyor ola- ! cak biraz daha dikkatli olacak korumalar. Kızların k1/3' , fetleri yüzünden az biraz takılan olabilir diye uyardın1 j onları. Bir de işiniz bittiğinde istersen güvenlik kafl^ , (u tk u n u n Sırıt tası görüntülerini de verecek. Hanı ödevi desteklemek amaçlı... Ben yarım saat yeter diye düşündüm; ama kaç saatin gider?" "Bütün gece..." dedi. D uru'nun omuzları çökmüştü "Sizin gelmenize gerek yok, " dedi Şule'ye dönüp. "Canınız sıkılır... Zaten am pul gibi parlıyor olacağım." "Saçmalama kuzum . Tek başına daha çok dikkat çekersin. Dilara'yı alm ayalım bence..." "Yok, onu da alın değişiklik olsun; ama döpiyes falan giydirtmem. Bin tane sarhoş olacak..." dedi Rüzgâr. "Sağol be! İçimi rahatlattın R üzgâr..." Kırgın ses Toprakındı. "Aynen benim d e!" d iye destekledi Batı... Kızlar söz konusu olunca zaten yeterince Haniballeş- tiğimiz yetm iyorm uş gibi, bir de üstüne bu işi çıkaran Poyraz'a bir güzellik yap ılm ası boynum uzun borcuydu. "Benim anlam adığım neden biz gitm iyoruz koçum?" diye sordum Poyraz'a. "Çünkü döpiyesle gezecekler. Am aç tepki ölçmek ve davranışların nasıl farklılaştığını gözlemlemek. O yüzden de güvenlik kam erası görüntülerine ihtiyaçları olacağını düşünm üştüm . O nlar gelm eden önce, onlar geldikten sonra gibi falan. N e bileyim işte... Hah! Asıl konu... Biz gidersek, görecekleri tepki yüzünden Gökhan'ın mekânında o lay çıkarm a ihtim alim iz yüksek. Yani onun bir bakışıyla çözebileceği bir durum , bizim yüzümüzden m ekânın üç gü n kapanm asına sebep olabilir. O yüzden gitm iyoruz... A yrıca G ökhan'a bu konuda güvenebileceğimizi b iliyo rsu n u z," dedi. "Saçmalık... Ben içeride olacağım. Siz de yakınlarda dolanın. Gökhan'ın işleri belli olmaz. Acil giderse kızlar yalnız kalır. Murat zaten çat orda çat burada..." Sesim 511 götürmez şekilde kararlıydı ve tabii ki Poyraz itiraz stnıedi. Kızların zaten itiraz edesi yoktu. Oykü Odabaş Murat, Gökhan'ın sağ koluydu. Onun insaıı \t.r., i nu demek daha doğru olur. Gökhan onu, arka sokaklarda dövüşürken bu|miK ' yanma ilk aldığı kişi olmuş. Fakat zamanla bu ikiim^ arasında patron işverenden öteye bir arkadaşlık golK miş ve aile gibi olmuşlar. "Poyraz... Allah aşkına bir daha böyle bir iş çevirme ' den bize haber ver. Zincir daha kolay olur bizim içj„ I Hem smıf olarak gideceklermiş... " diye sızlandı Top. | rak. ; "Evet... Sınıf olarak gittiklerinde bu kedi yavrusu da yanında kocası ve kayınbiraderini isterdi abi! Emin olabilirsin!" dedi Poyraz. I Duru kafasını önüne eğmiş ve Toprak'a bakmıyordu. ! Poyraz doğru tespitte bulunmuştu. Eğer kedi yavrusu smıf arkadaşlarıyla Kadıköy'e gidecek olsaydı, kesinlikle bizi yanında istemeyecekti. Sonuçta öyle ya da böyle, I akşam bara gidecektik. j Sofrada dönen muhabbetten bihaber Dilara'ya du- I rum anlatıldı. Akşam kızlarla takılmak isteyip iste- • mediği ise sorulmadı. Gelmek istemeyeceğini herkes , tahmin ediyordu; ama bizimle bir şeyler yapması ge- j rekiyordu. Şahsen ben gelmesinden yana değildim. Böyle bir ortam için küçük sayılırdı. Ona içki içirmeyeceğimiz kesindi. Bu yüzden iyice garip kaçmasın diye rahat bir şeyler giyebileceğini söyledi Rüzgâr. "Kızlar..." dedim. Sesim yine biraz sertti farkmdaydım ama... Neyse... Ben buydum n'apalım! "Bu civdve alkollü bir şeyler almayacaksınız!" Kesin emrimin yerine ulaşması için gözlerimdeki tüm ruhu çekmiştikSoğuk konuşmuştum; ama gözlerini deviren Duru'dan ve kaşlarını kaldırıp nefesini veren Şule'den anladığı11' kadarıyla artık eskisi kadar onları korkutamıyordum. "O civciv bizim le akran ! A yrıca içm ek istiyorsa içe- ^ " dedi Şule ban a diklen erek. Şule bana d iklen m işti! Şu le? «Abi etkini y itiriy o rsu n ," d iy e fısıldadı Batı kulağınu. Rüzgâr kıkırdıyordu. "Tepilmesi gereken ilk ad am ı gözlerinin önünde tepersem etkim geri gele b ilir b elk i!" dedim sinirle. "Demir... B öyle d a h a sevim li o lm uyorlar mı baksana? i Hâlâ ne tepki vereceğin d en em in değiller; am a korkarak I ¿a olsa bir şekilde itiraz etm eye b aşladılar. Şu ikisine baj (an... Cidden y a ra m a z ço cuk g ib iler," d iye kahkaha at- | maya başlayan R iiz g â r'a kaşların ı çatıp bakan Şule'nin i gözü, bir yan dan b izd ey d i. D iğer yan d an da D uru'yu dürtüp bir şeyler fısıld ıyo rd u . "Sana diyorum işte b izi çekiştiriyo rlar," dedi sesini biraz daha yüksek tutup. So n ra da herkes tarafından duyulduğunu an lad ığın d a kafasın ı ön ün e eğdi. "Evet, sizi çekiştiriyoruz. Ben ikin izin de bu aralar çok itiraz etmeye b aşlad ığ ın d an şik ây e t ed iyordu m . D uru'yla kocası ilgilensin d ed ik ; am a san a kendim i hatırlatmak için, Batı'nın beni en gellem esi m ü m kü n değil. O nu açıklı­ yordu Rüzgâr..." B uz gibi kon uşm uştum . Biran için h afifçe y u tk u n an k ü ç ü k cadının Batı'ya göz ucuyla baktığını g ö rd ü ğ ü m d e , m em n u n bir gülüm sem e yerleşti yüzüm e. D em ek k i o k a d ar d a etkim i yitirm emiş- tim. "Kızlarla u ğra şm a y ı b ırak ın ," d iy e n T op rak hiçbirim izin yüzüne bakm adan so frad a n kalk tığın d a, kon uyu ka- ! patmış oldu. Şu le ise, se v g ilisin d e n h ayır gelm eyeceğini anknıış olacak ki, iy ice D ııru 'y a d o ğ ru sinm işti. Ben Murat'ı bir arayayım," diye kalktım sofradan. Gökhan'la konuşmak tabii ki daha iyiydi; ama deli deyi görünce sopayı pek saklamıyordu biz bir araya geldijj^zde, O tarumlama, durum hali açıklaması, özlü söz, ne halt ise kesin likle b izim için geçerli d eğild i. 1 utkunun Surı 8! Ö ykü O dabaş Deli deliyi görünce ortalık geriliyordu. Gökhan anlaşıyor gibi gözüksek de, birbirimizin damarınd^' uzak duruyorduk. ’ Murat... Daha cana yakın, daha konuşkan ve ortal^ idare edebilen bir adamdı. "Ooo... Demir Bey... Sesinizi duyan cennetlik, yü*g. I nüzü de görmek nasip olacak inşallah." Her zamanki i gibi neşeli şekilde açmıştı telefonu. Gülümsedim... Sesi yorgun çıkıyordu. "Kaçta yattın lan? Bu saatte uyku mu olur?" "Oğlum biz sizin gibi gündüz çocuğu değiliz. Daha j yatmadım birazdan uyuyacağım. Kısa kesersen tabii." : Kahkahayı patlatmıştı... ; "Tamam tamam... Gökhan'la konuştun mu? Dün j Poyraz'la buluşmuşlar. Bizim küçük biraderle..." j "Ha. .. Bir şeyler geveledi. Bir kız mı gelecekmiş araş- , tırma için falan. Tam güvenlik rica etmiş." Kahkaha attım. Gökhan her zamanki gibi kısaca anlatmıştı konuyu. "'Kıza dikkat edin, başına bir şey gelmesin' diye kestirdi attı değil mi?" "Kesinlikle adamını tanıyorsun. Aynen ama anladı­ ğım kadarıyla fazlası var." "Kız, Toprak'ın karısı... Poyraz'ın kardeşi— Ayrıca , Batı'nm hatun da olacak, bir de Rüzgâr'ın kuzeni... Ve j ben o küçük dağlan yaratan patronuna bu konuda ke- j sinlikle güvensem de ne olur olmaz içeri de olacağın1' ! Haberin olsun da." j Bir an sessizlik oldu telefonda ve kısık sesli bir küfür ; işittim. ; "Tamam, bunu öğrendiğim iyi oldu," dedi ciddi bir sesle. "Merak etme Demir... Ayarlarım ben ciddi bir güvenlik orada. Gökhan muhtemelen kendisi de orad . olacajr1 için rahat davrandı ama olsun. Ben de akşam orada ol«' ı rUm- K ız la rın işi n e z a m a n biter?" Murat'ın böyle işim ciddiye alm a sın ı s e v iy o rd u m . | Gökhan k im s e y e b ir ş e y sö y le m e se d e tek babına \ ı*- | terdi. A d ım g ib i b iliy o r d u m v e ta b ii k i M urat da biliyor du; ama yin e d e b u c id d iy e tle ri b izi h er zam an onlara karşı daha g ü v e n d u y g u s u b e sle m e y e itiyordu. "Valla koçum hiçbir fikrim yok. Ben anlamam sosyal 1 bilimlerden. Ha bir de güvenlik kamerası kayıtlarına baI kacaklarmış sonrasında," dedim. Bu da birkaç saat alırdı muhtemelen... "Kayıtlarla orada uğraşmalarına gerek yok. Ben öğlene doğru holdinge bıraktırırım cd'sini," dedi neşeli bir sesle. "Yenge dersini iyi yapsın yeter." Kahkaha atıyordu serseri... "Eyvallah kardeşim... O zaman akşam görüşürüz. Biz muhtemelen saat 22:30 gibi damlarız kızlarla. Ha bu arada benim develerin sağı solu belli olmaz diye onları getirmeyeceğiz. Üç kız ve ben sadece..." "Siktirin Demir Bey! Onların sağları solları belli değil ama sizinki belli öyle mi?" Sıkıntıyla nefes verdi. "Lan yine mekânı kapatacaz bu işin sonunda iki üç gün ya, hayırlısı bakalım!" derken kıkırdıyordu. "Neyse, tamam abi... Ben mekânda olurum siz geldi­ ğinizde/' dedi Murat. "O zaman akşam görüşürüz. Ben zıbardım..." "Oğlum hangi mekâna gelecez biliyor musun?" “Kırmızı abi... Diğerlerine Gökhan sizi zaten göndermez. En sağlam güvenlik orada var." Gülüyordu. "Tamam o zaman... Hadi sana iyi uykular..." dedim sırıtarak. Arkadan gelen hatunun sesini duymuştum. Kesinlikle uyumaya gitmiyordu. Kahkaha atarken telefonu kapattı. Sen konuşmamı bitirdiğimde çoktan masa toplan- “iışb. Duru çalışma odasına çekilmiş, Atatürk'ün büyük ^ğlı boya tablosunun altma yerleştirilmiş masada, ya- 1 utkunun v.n n mnda kahvesiyle Poyraz'ın getirdiği k.ılın dnsy«»Vı livordu. Masanın bir köşesinde açık olan dı/ usu, \ , sayardan da bir şeyler bakıp notlar alıyordu. Sahiden inekti değil mi? Şule'yi gözüm aradı. Batı'nın yanında olduğunu rünce gülümsedim. Duru'nun siyah kuşağa goçrru-Sn'jıt ; küçük cadı da gaza gelmiş ve Batı da onu capocira » ,»ıK « turnaya başlamıştı. , Bunu izlemek çok eğlenceli oluyordu. Gerçi ben |jllru j gibi teakvvando yapmasını tercih ederdim. Toprak'^ ■ onu yerden yere fırlatışlarım hâlâ unutamıyordum v* ne zaman aklıma gelse kesinlikle gülümsememe seben oluyordu. Tabii capoeira yapan bir cadı da eğlenceli olabilirdi. î Akşama kadar yapacak fazla bir şey yoktu. Kızlan kontrol ettikten sonra film koymayı düşünmüştüm ama Dilara'nın ortada olmadığını fark ettim. O anda iki şeye şaşırdım. İlki onun olmadığını fark etmiş olmamdı. İkincisi ise nerede olduğu... Rüzgâr'tn yanında değildi. Poyraz zaten havuzdaydı. Toprak bilardo masasına yönelmişti. Peki, bu kız neredeydi? BATI "Hadi sevgilim ya niye inat ediyorsun?" Akşam için kıyafet almaya gitmemiz gerekiyordu ama nazlanıyordu işte. Hâlâ daha alışamamıştı bir turlu onun için harcama yapmama. Neden anlamıyordu ti, benim hayatimdi o. Tamam, evlenme falan teklif etmemiştim henüz ama bu ilişkinin gerçekten gideceği başka bir nokta mı vardı ki? Benim olan onundu, bu sadece manen değil fftaddı olarak da böyleydi. "Gerek yok diyorum Batı'm, Duru'dan idare ede^* Öykü Odaba^ siz. Hem giymeyeceğim bir şe\ !,•> , bir kere bu..." Sıkıntıyla n efe s v e rd im . Bu ,nı vecektim ama y a k ın d a bunun i, ,:ı gerekiyordu k esin lik le. DEMİR "D ilara n e re d e ? " d iy e so rd u m R ü /g âr'.ı "Bilmem abi... Canının sıkıldığım sovlt-dı r>Kh>i> . de dolaşıp dolaşamayacağını sordu. Ben de dedi. "Aferin oğlum!" dedim. Sinirlenmıştim. Neden o>- zünün önünden ayırmıştı ki kızı? "Abi ne olacak? Gündüz gözü... Biraz valmz k.ılm.ı ya ihtiyacı varsa kalsın." "Oğlum ne rahat adamsın sen ya! Hiç ders de almı­ yorsun." "Abi gerilme... Bizim aramız iyi. Merak etme gelir birazdan." Bir şey demedim ama ne diyecektim ki v.ıni, adam rahattı işte! Hemen odama çıktım ve genellikle ava çıktığımızda yanıma aldığım; ama kesinlikle kullanmaya fırsat bulamadığım dürbünü aldım. Dış bahçeyi taramaya başladım. Bir aç dakika boyunca bahçeyi taradım ama kızı bulamadım. Sinirlenmeye başlıyordum. Başına her an bir şey gelebilirdi; ama yardım istemek için bile çığlık atacak durumda değildi. Bizimle birlikteyken başına bir Şey gelme ihtimali daha da artıyordu tabii ki. Sinirle aşağı inip Rüzgâr'a saydıracakken Rüzgâr'ın ortalarda olmadığını gördüm, tabii ki iş başa düşmüştü. Motora atlayıp kızı ben arayacaktım. Yine! Tam ön kapıdan dışarı çıkmıştım ki kızı ön verandaca otururken buldum. Diz üstü bilgisayarını eline almış 85 i bir iki tane yavru golden resmine bakıyor ve giılunh. ' yordu. Gözlerine ulaşmıştı gülümsemesi, hırsla yanına m söylenecekken o gülümsemeyle olduğum verde j U[ dum. Ne kadar güzel göründüğünün acaba farkın^ mıydı? İpek gibi teninde oynaşan güneş ışıklannı ^ kandım bir an için. Yumuşak bir yüzeyde dans eden peri kızları gibi, ar kasından süzülmeye çalıştıkları yaprakların gölgelerini kovalıyorlardı sanki yüzünde. Ve gözleri, o gölge ve ışık kovalamacasmda bir aydınlanıp bir karanlığa yenilirken, irisleri içindeki yeşiller ve mavilerin ahengi insanı büyülüyordu. Sanki sihirli bir dünyaya bakmak gibiydi onu izlemek. Zevkle kıvrılan kırmızı dudaklarında kaybolmak... Ha siktir! Ne saçmalıyordum ben? Gözlerimi yumup az evvelki görüntüleri aklımdan silmeye çalıştım; ama dayanamayıp tekrar gözlerimi açarak ona baktım. Sonra tekrar baktığı şeye odaklandım. K u c a ğ ın d a k i b ilgisayard a g ö rd ü ğü y a v ru köpekle™ b a k ışı b ir an için içim i acıtm ıştı. Sanki d o k u n u p sevmek is tiy o rd u on ları; am a hiçbir zam an yan ların a yaklaşam a yacak tı. S o n ra yan ım d a R ü zgâr'ı hissettim . " B ir çeşit k u zu değil m i?" diye sordum . Sesim de sin ir, ö fk e y a d a soğu klu k yoktu. Y aratm aya da çalışm am ıştım . "Ö y le şeyler yaşam ış k i..." d iy e derin bir n efes aldı v e b u rn u n d an verdi. "N e le r? " N ed en m erak ettiğim i b ilm iyorum . Sadece sin irli v e atarlı b ir veletti o kadar. A m a dinlem em gerektiğin i hissetm iştim . "M esela , gerekli gereksiz sürekli ve sert şek ild e day a k yed iğ in i biliyorum ; am a detayları anlatm adı hiçbir V’ Öykü Odabaş I utlumun Sim zaman. Asla detay vermiyor. Sanki o zamanlan hiç \,ı- şamamış gibi düşünmeyi seviyor. Yine de bu bakışlarındaki kırgınlığı, ürkekliği yok etmiyor işte...'' "0 herifi..." Devamını getirmemiştim. Neden? Ona özellikle bu kıza kötü davranılması söylenmiş olsa bile bu kadar abartmaya, kızı hayattan bezdirmeye gerek var mıydı sahiden? Sıkıntıyla nefes verince Rüzgâr sorunuma çare bulmuş gibiydi. "Uçakla Muğla buradan bir saat etmez...'' "Sanki devamını da dinlemem gerekiyormuş gibi hissediyorum." Evet... Muğla'ya dönesim gelmişti. Sinirlenmiş ve daha da tehlikelisi hırslanmıştım. Rüzgâr, kızın geçmiş­ teki hayatıyla ilgili detayları anlatırken, en azından dedektifin bulduklarını, ben de kızın yüzüne odaklanmış­ tım. Birkaç golden yavrusu resmi daha açmıştı. Gözlerinin içi gerçekten gülüyordu; ama yüzünde, bakışlarındaki olgunluk... On dokuz yaşında değildi. Hayatın tüm yükünü sırtında taşıyan Atlas'dan bile daha çökmüş, sanki elli yaşında hayatındaki her güzelliği yitirmiş bir kadın gibiydi. Bizimle tanıştığı zamanki korkusu azımsanacak gibi değildi; ama daha evvelinde de hiç ama hiç kolay bir hayatı olmamıştı. Bu da kesin bilgi olarak içime işledi... Duru'nun daha evvel Şule için dediği gibi... Kurtarılması gereken bir ruhtu o da. Ama asla boyun eğmiyordu. Gözlerinde, en çok korktuğu anda bile bir meydan okuma vardı ve bu beni her ne kadar beni deli etse de, Şimdi duyduklarımdan sonra onu tamma isteğine karşı boyamıyordum. Kafamdaki düşünceleri bir kenara bıraktım. Bu daha ^vel üstünde durduğum bir konu değildi. Bunlara kafa 87 Ö y k ü O d ab aş l.m din iıtayaokuleceiktıi. m. m ve rkaç park üfür eka- ımiz dik- î bir Sa- /ariçin vap ;ste vtV deeve ve evi salladı- Duymuyor olmasına rağmen. Dılar.ı >m< .t., >,• resimleri hissettiğine emindim. "Sakin olsun kızlar! Bu küçük canavar M/m ı lara'mn," dediğimde hepsinin bakışları değişti Ah! Bunu böyle saçma bir sebebe yoracaklarına «-mm dim; ama biliyordum ki şu anki bakışlarım sebol'nl, hiçbiri bir şey ima etmeyecekti. Etmemeleri gerekiyordu. Sağlıkları açısından, en azından... "Havuz kenarında," dedi Toprak gülümseyerek Niye gülümsüyordu ki? Kızlar dâhil hiç kimse peşime takılmamıştı. Sadece Rüzgâr'ın bizi kestiğini biliyordum o kadar. Bunun için geriye dönüp bakmama gerek yoktu. Havuzun kenarında oturmuş ve ayaklarını suya sokmuştu. Yanma gitmeden evvel ufaklığı elime aldım ve kucağına bıraktığımda bir anda sıçradı. Önce bana baktı, sonra da gözleri kucağına kaydı ve suya düşmemek için çırpınan yavruyu gördü. Gözlerini kocaman açmış ve yavruyu ellerinin arası­ na aldığı gibi burnunu kafasına gömmüştü. Gözünden bir damla yaş süzüldüğüne emindim; ama her nasılsa bunu hemen yok etmişti. Sonra gözlerim yavaşça bana çevirdi. İlk defa gözlerinin içinde korkuyla karışık nefret değil de minnettarlık vardı bana bakarken. "Çok... Teşekkür... Ederim," diye fısıldadı. Hafifçe gülümsedim ve göz kırptım. "Adını ne koyacaksın?" diye sordum neşesine bir an kin ortak olmak adına. Sorumu y a n ıtla m a k için b ira z d üşünm üştü. “H ashash ..." J^ u rd a m a m a e n g e l o la m a d ım . Güzel isim," dedim ve sonra da onu, yavruyla baş *5® bırakıp içeri girdim. Kendimi koltuklara attım ve U .lkım ,,., 89 geceyi beklemeye başladım. Bu arada yanıma oiurar Rüzgâr dostane şekilde elini bacağıma vurdu. "Beni hafife alma abı... Poyraz'ı aratmam," dediğe, de herkes kahkaha atmaya başlamıştı. Kızı ve beni \a. taştırıyorlardı; ama ben sinirlenmiştim... "Saçmalıyorsunuz!" diye hepsini tersledim ve bir bira almak için dolaba yöneldim. Saçmalıyorlardı... Çünkü kızla benim aramda bir şey olması olası değildi. Öncelikle yaşı küçüktü... Beş, altı yaş azımsanacak bir aralık değildi. Özellikle o on dokuz iken... İkincisi ise... Böyle bir durum gelişecek bile olsa ben Toprak değildim. Rüzgâr'ı bir sandığa tı­ kar, üstüne kilidi vurur ve huzur içinde yaşamaya devam ederdim. Bizim ailede sabırlı olan Toprak'tı, kesinlikle ben değil. Akşam saat on gibi evden ayrıldık. Çocuklar yine dayanamayıp Kırmızı'ya yakın bir mekânda taküacaklardı. Bu arada Semih serserisinin sesi soluğu hiç çıkmamıştı dünden beri. Keşke onu da arasaydım diye düşündüm. Evden çıkarken Dilara'yı köpekten ayırmak uzun sürmüştü. En sonunda yalnız kalmaması için onu iç korumalara bırakmak zorunda kalmıştık. İsteğimiz üzerine 'rahat' giyinmişti. Acaba 'rahatsız' giyinmeyi kast ettiğimizi daha iyi mi anlatsaydik. Kızlar da, tam Duru'nun ödevine uygun olacak şekilde öğretmen gibiydiler. Ama Dilara'nın üstündeki kıyafet... Lacivert bir kot üstüne sırtı olmayan bir parça kumaş geçirmişti. Evet, sırtı tamamen yoktu. Kaşlarım* kaldırıp baktığımda Rüzgâr beni dürttü. Kızın rahat ot* masını İstiyordu. Hiçbir şeyi dert etmemesini istiyordu anlıyordum da, benim neden kavga çıkarmamı istiyordu onu anlamamıştım. Yine de bir şey demedim. Civcivi ürkütmenin bir anlamı yoktu. öykü Odabaş Tutkunun Stm ^ Barm önüne park ettiğimde bir vale hemen arabayı 1 ¿lıp uçurdu; ama barm önündeki insanların Dunı ve Şu- ;in~ | ıe'ye bakışları... ya- Ahh! İçeri girmeye bile gerek yoktu! Gerekli araştırma malzemesini burada toplamaya bir başlayabilirlerdi. G özlem yapmak için kapmın önündeld tepkiler kesinlikle yeterli olacaktı. Yine de pek sesimi bir ; çıkarmamaya çalıştım. Bu kapıda bekleyen adam belayı ¡eş/ 1 gözünden tanıyan cinstendi. on Her ne kadar devamlı müşteri olduğumu bilse de bu :ek 1 akşam bela kelimesi benimle birlikte anılacak gibi duru* tj. yordu. O yüzden, muhtemelen yarısından fazlası içeri 3e. giremeyecek serserilerin önünden geçtik ve kapıyı açan ke. devenin yanından aşağı süzüldük. ! Bu adam bazen benim bile tüylerimi diken diken edi- ı yordu ne yalan söyleyeyim. Gökhan'ın kurtardığı eski j bir boksördü. Tefecilerin elinden almıştı onu da ailesini jj,. de. O da, o günden beri bir çalışan gibi değil de bir kö­ ye | ruma gibi Gökhan'ın yanından ayrılmaz, bir dediğini iki j etmezdi. Mekân yine doluydu. Bu hem iyi hem kötü bir durumdu tabii ki... Duru için çok malzeme vardı ama kesinlikle benim için de bol malzeme çıkacak gibiydi. "Hoş geldiniz," dedi buz gibi ses arkamdan. Ahan da Gökhan! ''Hoş bulduk... İnşallah, Poyraz'ın bizden habersiz jd yaptığı bu rica canını çok sıkmayacak," dedim. Sesim -a j Somatik olarak buz gibi çıkıyordu bu adamı görünce, m ! Gökhan tek kaşını kaldırıp Duru ve Şule'yi süzdü. ,1, Sonra gözleri Dilara'ya takıldı. Iü . saat ikiye kadar sıkmayacağına eminim ama r ağzıyla içmeyi beceremeyen bir grup ille çı- ' dedi yine duygusuz bir şekilde. vet, sorun çıkacak gibiydi bu kesindi. Gökhan'a Şey demeden kızları önüme katıp bara sürük- 91 Öykü Odabaş ledim. Bu arada gece yansına gerek kalmamıştı, n, yaklaşırken değişik sesler yükseliyordu ark<ımı/,ırtn "Süt hazırla Mert!" "Hocam öğrencileriniz buraya takılmazlar y a ." "Kaç kaç maliye baskına gelmiş!" Gözlerimi devirdim. Bu gecenin hesabını Puyra/j acı ödetecektim. Gökhan'ın da dediği gibi birkaç saat olaysız geçmiş, ti. Murat tüm bu zaman boyunca yanımdan ayrılmamış . ve Gökhan'ı da bir daha görmemiştim. Sabah saat üçe ! geliyorken biz de artık yavaş yavaş çıkmaya hazırlanı­ yorduk. Fakat o anda Dilara, serserinin birinin ilgisin çekmişti. "Benimle dans eder misin," diye Dilara'nın sırtına dokunduğunda dişlerimi haddinden fazla sıktığımı hissettim. Şule biraz çakırdı ama Duru ödev peşinde olduğu için meyve suyundan başka bir şey içmemişti. Dilara'ya da bir kadeh şarap almışlardı. Benim tüm itirazlarım 1 Duru'nun bana bakışıyla son bulmuş ve 'İçecekse önce bizim yanımızda içsin bu ne ya, çocuk değil bu kız!' sitemiyle noktayı koymuştu. Çocuk değil miydi? Tabii ki çocuktu; ama işte bir şey ! , diyememiştim. Hem her gece bar gezecek halimiz yoktu. "Gel arkadaşım sen benimle. Dans edecek başka bir kız bulalım sana," diyerek Murat adamı bizden uzaklaş- ; , firmaya çalışıyordu; ama adam o kadar sarhoş değili : ı ve kesinlikle ne istediğini biliyordu. ı Murat'ın ona sarılan kolunu kenara savurduğun«^ bir an Murat'ın gözünde şeytanı gördüm. Murat i>'0'' di, hoştu ama kavgada Gökhan'dan farkı yoktu. Ayn^ onun gibi gözü dönüyordu. j 1 Burnundan derin bir nefes aldı ve adamı tekrar k®" ; lundan kavradı. Bu sefer biraz daha sert... 1 92 ÎvUkumnı Sim mi ,ra ı »Beyefendi... Tatsızlık çıkarmayın lütfen!" Adam bu sefer Murat'ın suratına okkalı bir yumruk attığında Dilara, Duru'nun arkasında sinmişti. Korku dolu gözleri bir yerdeki Murat'a, bir Duru'yu aşmaya çalışa11 adama, bir bana kayıyordu. Adam, Duru'nun 2 9 karşısına dikildiğinde bir anda etrafımızın kalabalıklaş­ tığın* hissettim. Ben de ayaklanıp Duru'nun yanma geç- meyt çalışıyordum ki önüme iki tane ızbandut dikildi. nı? gu lanet Gökhan neredeydi? Barının iç dekorasyonunu yenilemek istemiyorsa ortaya çıksa iyi olurdu. Yavaşça ayaklanmaya kalkan Murat'a yanında duran adamlardan biri tekmeyi savurduğunda Murat tekrar küfür savurarak yere indi. Önümde duran iki izbandutu aşmak isterken o tekmelerden birkaç tane de ben nasiplenmiş ve Murat'ın yanında yerimi almıştım. S11 "Ha siktir ya! Tam giderayak" Söyleniyordum... ya Kızlar beş-altı tane adamm arasında sıkışıp kalmıştı. un Bu arada Mert'in telefonuna uzandığını gördüm; ama ıce adamlardan biri Mert'e silah çekince işin şekli değişmete_ ye başladı. "Öğretmen hanımlar... Bir zahmet kenara çekilin de şu güzellikle bir dans edeyim." Duru gözlerini devirmişti. "Senin kızlar pek bir sakin..." "Psikopatlarla takıla takıla ayarları şaştı onların da," *5' dedim Murat'a, ağzımdan kan sızıyordu ama gülüyordum. Tepemizde dikilen yarma rahatlığımızdan rahatsa olmuş olacak ki bir tekme daha savurdu yüzüme. Kulaklarım bir an uğuldamıştı. ^ Kesin lan sesinizi!" Dans etmeyi sevmiyor ama," dedi Duru dümdüz sesle. •et etmeyi ben severim," dedi Şule gülümseye- 93 Öykü Odabaş "Ama benim öğretmen beceresim yok bu solut, l güzelim! Hele arkada öyle bir çıtır varken.. ." ^ Şule'nin sinirle kaşları kalktı. "Çıtır mı? Sadece bir yaş küçük benden. Sen bl1riıj ; kart mı diyorsun yani?" Aha! Sinirlenmişti küçük ve Duru gülmemek için dudaklarını birbirine o kaçta, : bastırıyordu ki bir an gözünden yaş gelecek sandım. Gökhan hâlâ ortada yoktu ve çocukları çağırmam lazımdı. Elim telefonuma gidecekken bir tekme daha vedim. "Sıkılmaya başladım ben," dedim Murat'a. "Az bekle abi..." dedi. Gökhan uzakta olamazdı Bu arada Adam Dilara'ya doğru hamle yaptı ve onu Duru'nun arkasından çekip kollarına aldığında civciv deli gibi çırpınmaya başlamıştı. "Sakin ol... Sakin ol diyorum sana," diye kıza bağınyordu salak. Ama doğal olarak onu duyamayan Dilara debelenmeyi kesmiyordu. Duru ve Şule bu arada atağa kalkmışlar ve hemen bertaraf edilmişlerdi. Bu kızlara göz yaşartıcı sprey falan almak gerekecekti. Savunma sanatları bilgileri işe yaramıyordu kesinlikle. Adam Dilara'yı kucakladığında bir anda Murat ile ■ birlikte ayaklandık. Ben yanımdaki devenin kasıklara« bir tekme indirdim ve Murat de diğer develerden binm iki yumrukla yere serdi. Tam adamlar ellerine birer boş şişe kapmışlardı ki Gökhan'ın sesi duyuldu en sonunda. "Bir saatliğine dışarı çıktım... Sadece bir saat!" Sin'r^ kükremişti resmen. Tüm bar inledi ve kısık olan mü»* : o anda tamamen kapandı. Duru ve Şule'nin kollarından tutmuş olan iki adaj1 , kızlan bıraktığında biraz olsun rahatladım. Şimdi bir d* ■ Dilara'yı alırsam daha da rahatlayacaktım ama od«1 j herif, çektiği bıçağını Dilara'nın boynuna y a k la ş tık 3at\a cadı ı. "la - > ye. onu vciv ğınlenalkgöz nat- : ile ■03 riıu ; itle ıff de eli c» Tutkunun bu n ,rtık İŞ* elime almanın zamanı geldiğini anladım. ' . .. öne doğru bir adım atacakken Gökhan beni durdurdu. Öfkeyle ona döndüğümde, kahverengi gözlerinin kovulaştığmı gördum- ' Ah tabii ya! Burası onun çöplüğüydü ve kesinlikle bu tah am m ü l edebileceği bir durum değildi. "Dekorasyon y a c a p a z y in e ," d iy e n M u ra t h er şeyi olduğu gibi b ırak ıp b ara g eç ti v e M ert o n a bir kadeh viski doldurdu. "Bana da b ırak b a ri d e h ırsım ı a la y ım ," d ed iğim d e Gökhan yarım b ir g ü lü m s e m e b ah şetti bana. "Hangisinin h an g i p a rç a sın ı is te rs in ? " "Şu elinde bıçak tutan itten, o bıçak tuttuğu elini..." dedim gözlerimi ayırmadan. Ben de kendimi korkunç sanırdı/n. Gökhan kollarmı sıvadığında adam bir iki adım geri çekildi. Ben niye bu etkiyi yaratamamıştım ki acaba başta? Yok yok, formdan düşüyordum belki de yaşlanıyordum. "Kesinlikle beni gölgede bırakmana izin vermeyece­ ğim diyeyim de," dedim tadını dilimde hissettiğim deliliğimin verdiği eğlenceyle... "Ah... Buna hiç şüphem yok Kalfacızâde," dedi Gökhan, aynı delilik ona da bulaşmıştı sanırım. Sonra ise eğlenceye başlamıştık, tik iş önümüzdeki iti izbandutun suratını tanınmaz hale getirmek oldu. Gökhan ilk darbede kendi adamının burnunu kırarken, k®1 de benimkinin bacağını kırmıştım. Çıkan kemik P»çasmı gören Murat kafasını olumsuz anlamda sallama elinde bıçağı tutan adamın rengi atmıştı bir kere. Daha sonra Duru'nun yanındaki adama yönelecektik ■ ,^damuı yerde, kırık bir burun, patlamış bir kaş ve kolla yattığını görünce kahkahama engel ola- &ek yiizündendi! Tutukluk yapmadım yani; ama 95 Öykü Odahaş sanırım yeni bir takım almam gerekecek,' diye dudak lannı büzdüğünde ona gülümsedim. Tekme atabilme için çok dar olan eteğini yırtmacından ayırmıştı. "Sana bir mağaza alacam ben," dedim. Kahkahalar ma hâlâ engel otamıyordum. "Aslında seni bu kızın eline bırakmam lazım ama,” dedi Gökhan adama dönüp. "Yine de eğlencemi yarıda kesemem... Zaten paylaşmak zorunda kaldığım için pek beni kesmedi bu kadarı," diye söylendi. Benim kenarda oturmamı tercih ettiğini biliyordum. "Yat kalk dua et senin mekânmdaydık. Orada iki saat yatıp gelmeni beklemeyebilirdim de!" dedim sinirli bir şekilde. Gökhan'ın sonrasında huzursuzluk yapıp, herkesi canından bezdirmeyeceğine emin olsam bu işi bu kadar uzatıp o kadar tekme yemezdim; ama huysuz olduğunda kesinlikle çekilmez oluyordu. Murat bunu defalarca anlatmıştı. Dudaklarının kenarı kıvrıldı. "Sen o eli de bana bırak ve kızı alıp götür bence, inan ; bana yokluğunu aratmayacağım," dedi. Yine ölüm gi- ■ biydi sesi. Sıkıntıyla nefes verdim ama haklıydı. Dilara bayılacak gibi duruyordu ve yaprak gibi titriyordu. Adam bı- i çağı iyice kızın boynuna dayamıştı ve biz ona ilerledikçe j o da geri çekiliyordu. Bir yandan da yüzünü Dilara'nın i saçlarının arkasına saklamış ve kızı ufak ufak da taciz ! ediyordu gördüğüm kadarıyla. ! "Gökhan..." dedim. Sesimdeki öfke dikkatini çekmiş | olacak ki geldiğinden beri ilk defa yüzüme baktı. | "Sen kızı al... Kız duymuyor yalnız... Konuşmak onu sakinleştirmeyecektir. Kızların hepsini ofisine çıkar. Bu iti ben sikecem! Olur da sağ kalırsa tımar eder tekrar oynarsın." Gözlerim ne haldeydi bilmiyorum; ama Gökhan bir şey demedi. s<- ¿ııınu nı.< Ber mm e dü Di bıçak gö/üt mıvoı Ya d.ı mivo! şirmı Gc hami Duru rat di Al kena işimi "l zin r M A dag yere B Dila dun ada yar: pırı iste ! iag Tutkun u n Sırrı „gen v e ben gibi adamlar Kalfacızâde.. Bı/ ¿şık olduBlllZda başımıza her zaman iş geiir. Bunu sakın ıınut- ^ il ^¿en âşık falan değildim. İtiraz edecektim ama ndaeli kızm göğüslerine doğru kaymaya başladığın- î pilara deli gibi debelenmeye başladı. Boynundaki h ak umurumda değildi... Adamın hangi akla hizmet zûmüzün önünde kızı taciz etmeye çalıştığını anla- ^yordum. Ölümünü mü garantilemeye çalışıyordu? Yada Dilara'yı daha sıkı mı tutmaya çalışıyordu? Biliyordum ve ilgilenmiyordum; çünkü bu bardağı ta- ^Gökhan'la aynı anda sözleşmiş gibi adamın üstüne hamle yaptık. Gökhan Dilara'yı adamın elinden aldı ve Duru ve Şule ile birlikte hemen gözden kayboldu. Murat da viskisini bitirip yanıma yaklaşmaya başlamıştı. Attığım yumrukla yere inen adamın elindeki bıçak kenara savruldu. Çok büyük bir şey değildi ama benim işimi görürdü. "Hayır'ın anlamını öğreneceğimiz bugünkü dersimizin mankeni bu hıyar!" Murat kahkaha atıyordu. Adamın gözlerindeki korku, o hafif sarhoşluğunun da geçtiğinin göstergesiydi. Bu arada bar boşaltılmış ve yerdeki sinekler temizlenmişti. Bıçağı elime alıp adamın göğsüne dizimi dayadım. Dilara'nın boynuna bıçağı dayayan sağ elini elime aldım ve yere iyice bastırdığımda Murat da yardıma gelip idamın tüm vücudunu sabitlemişti. Sonra, o dışarıdaki )«ma da yardıma geldi. Çırpınıp duran adam artık kı- Pffdayamaz haldeydi. Şimdi... Bu parmakların bir süre bıçak kullanmasını iniyorum ben," dedim sakin bir sesle ve küçük bı- ucunu her bir parmağındaki tırnak arasına sokup 97 Öykü Odabaş adamın tırnaklarını söktüğümde çığlıkl.ır.t da^s yan Mert "Molaya gidiyorum!" diye çığlık ,ıttı 1(. dan kayboldu. Deliliğimin tadı hâlâ damağımdaydı ve sebebin, b yordum. Diğer elini yere sabi dediğimde de; "Bu j d daha dokunmaman gereken hiçbir yere dokunmanı, için," dedim ve tek tek parmaklarını kestim Mur.ıt | de çığlık çığlığa bağıran adamı bırakıp viskiyi getirdi v, adamın ellerine döktü. "Mikrop kapsın istemiyoruz," dedi bana açıklaş ( olarak. "Bir süredir düzenli olarak barlarımızda olavç. karan bir grup var. Bu it başka bir barımızda daha olav çıkarmıştı; ama o zaman yakalayamamıştık. Şimdi en- ı feksiyondan falan ölürse Gökhan'ın eğlencesi yanm kalır. Ondan sonra çekilmez oluyor," diye açıklama yaptı. Kapıdaki adam, yerdeki iti sürükleye sürükleye arkaya götürdüğünde, itin gününün henüz bitmediğini öğrenmiş olmanın mutluluğu vardı. Bu arada balkondan bizi izleyen Gökhan, kızlarla aşağı geldiğinde kızları da çıkışa doğru göndermiştim. "Kusura bakma kardeşim başınızı ağrıttık," dedin Murat'a. Gökhan'a da mahcup bir bakış bahşettim. "Kalfacızâde... Bizim gibi adamlar için söylediğimi unutma..." dedi. "Tecrübe konuşuyor Gökhan anladım. İçeri gelir gel mez ortadan yok ettiğin barmaid gözümden kaçmadı. Yarım bir gülümseme yakaladım suratında. Çok memnun olmasa da ikimiz de hemen hemen aynıydık. Biliyordu... Benim bunu yakalamış olmam onu şaşırtman"? ve bu durumundan, bana karşı rahatsız olmamıştı. Aynen benim olduğum gibi... Kabul etmeliydim ki bir anda Dilara ile ilgili gelişi ilgim ve tavrım Gökhan'ın gözünden kaçmayacak şekü" de ortaya döküldiiyse yakında ben ve bizim çocuklar da , bunu keşfederdik. i 98 J & . . UjU.ui.İ, r . g^./en G ö kh an d a n bu y iiz d e n hoşlanm iYouiui'n Ih.1 tile a n la m la n d m p isim len direm ed igim . Kı-ndımU ¡]giü konularda h em en ö n g ö rü su n u y o rd u ve £ıwllıkl< haklı çıkıyordu. paha fazla v e d a y ı u z a tm a d a n tokalaştık ve k ı/ljn n yanına çıktım . S a a t b e şe g e liy o rd u . E v e do ğru sürerken Enseden tek k e lim e ç ık m ıy o rd u . B ir d e ev e gidince, ev dekılere h esap v e rm e k z o ru n d a kalacaktım . Yolda n o rm al b ir h ız la ilerlerk en d ik iz aynasından c i v c i v e baktım . E lle rin i v ü c u d u n a sarm ış, bem beyaz vuziiyle dışarıyı s e y re d iy o r d u . Kendini g ü v e n d e h iss e tm iy o rd u . Bu iy i değil dive düşündüm. Bir daha, uzunca bir süre bu civcivi, böyle bir atraksiyona girilecek herhangi bir yere götürmememiz lazımdı. Golden'ı almak için güzel bir gün seçmiştim. Eve gitti­ ğimizde yavru onun ilgisini çekerdi kesinlikle. Umanm bu biraz rahatlaması için yeterli olurdu. Normalde böyle bir bar akşamından sonra kızlan kokoreççiye götürürdüm; ama bir gecede birkaç parmak koparmak yeterliydi. Sabah kahvaltıdan önce daha fazla kan görmek istemiyordum. O yüzden direkt eve yönelmiştim. İstediğim tek şey biraz yalnız kalıp bir civciv ve bir kurdun, nasıl bir arya gelebileceğini düşünmekti. Oluşacak resmi çok iyi incelemem gerekiyordu. 99 DİLARA Güneş, sanki bir prenses için özenilerek düzenlenmiş, her türlü ihtiyacı için konforundan asla ödün verihne* iniş, bu yabancı odada beni uyandırm ak için harekete geçmişti bile. Bana ait değildi bu oda, bu yaşam , bu insanlar; ama ■ bir şekilde içlerindeydim işte. Ayrıiarruyordum , uzak kalanuyordum. Sundukları her şey benim için o kadar yasaklıydı ki kısa bir süre öncesine kadar, bir rüyada olduğumdan ve her an nem ve küf kokusu içinde uyanıp, altı delinmiş bot çakması ayakkabılarım la, soğukta titreyerek ve ıslanarak o hazır giyim atölyesine gitmekten korkuyordum. Ya da daha kötüsü, bu kadarm ış demelerinden... j Araştırdık, baktık, sen bizim değilmişsin. Ö yle bir dununda : ise en çok ruhumu acıtan ve korkutan şey tekrar para- j sızlıktan kaynaklanan sefalete dönm ek değil de, bir aile tarafından sarmalanmanın nasıl olduğunu unutacak kadar, yalnız kalmak oluyordu. Kalkanlarımı çok fazla indirm iştim onlara karşı. Şu anda yüzümü yalayıp beni yataktan aşağı atm aya çalı­ şan, minik köpek bile; benim en b ü yü k rüyalarım a, üvey anne ve üvey babamın el tieğdirem eyeceği k a d ar gizü köşelerime ait bir hayalken; hiçbir şey söylem em e gerek kalmadan benim olmuştu. 100 ‘«nni, w iV îrekeif ır; ama , Uiaİ kadar ıdaolvanıp, :ta tillekle» ienjındi par* raık kk* Çilt |V ı.) bi ,n e •Ne olduğu dim "l\n vorum Rüz "Dil "Du O k nicik t Neden "Saı ması ş. Ah! yüzde "Ta kere o rim," bakış ’ etti:", sonra dalavı hesap olabil "B amal kardı baka "S Ş>yac B< Tutkunun Sırn Toprak ve Batı buradaydı. Yanlarında Rüzgar ile .. Ha siktir! Evdeki olayı öğrenmişlerdi. O bir şey değil de geldiklerini bile görmemiştim. Batı eve girip üç bardak daha getirdi. "Ne oluyor?" Toprak düz sesle sordu. Konu ikimiz olduğunda uzatmazdı ve uzatmamam gerektiğini bilirdim. "Pedofil m iyim değil miyim onun tartışmasını yapı­ yorum." Sıkıntıyla bir yudum daha aldım içkimden. Rüzgâr kafasını sallıyordu. •'Dilara, neredeyse Duru'yla yaşıt!" "Duru'yla mı? Abi bu kız on dokuz değil mi?" O kadar şaşırmıştım k i... Bir anda sesimde mini minicik bir rahatlama olmuştu ve bunu hepsi anlamıştı. Neden böyle bir şeyi düşünmüştüm ki? "Sanırım seni üniversite sınavına bu sene girmiş olması şaşırttı," dedi Batı. Ah! Tabi ki! Bu sene girmişti üniversite sınavına. O yüzden onun on dokuz yaşında olduğunu sanıyordum. "Tabii ben de aynı şaşırma hali sebebiyle sana bir iki kere on dokuz yaşında olduğunu deklare etmiş olabilirim," diye sinsice sırıtan Rüzgâr'ın gözlerinde öyle bir bakış vardı k i... Bir şey dememe fırsat kalmadan devam etti: "Abi, yirmi sene önce iki aylık olan kız yirmi sene sonra nasıl on dokuz olacak? O puşt üvey babasının dalavereleri yüzünden başta ben de öyle sandım; ama hesap ortada! Tabii, bunu sana özellikle açıklamamış olabilirim..." "Belanı sikecem Rüzgâr!" diyerek üstüne atladım; ama kıvrak hareketlerle benden kaçıyordu. Benim puşt kardeşim bana oyun oynamıştı. Hem de gözümün içine baka baka! "Rüzgâr, valla şu an itibariyle Poyraz'ı el üstünde taS'Vacam!" Toprak kahkaha atıyordu. Ben ise sıkıntıyla yerime geri oturdum. 109 "Bir şey derişmez. Pcdofıl damgasından kurtulm^ olwm da bâlâ neden böyle olduğumu bilnmorum mantıksın anlıyor musunuz? Yani o çelimsiz, asabı \ v Ve beni deli ediyor!" Son cümlemde sesim o kadar y üksek çıkmıştı ki, etraftaki ağaçlardan birkaç ku$ havalandı "Bugün orada olmasam, o hippi kılıklı serserinin onu öpmesine izin verecekti!" Dirseklerimi dizlerime dayadım ve kafamı ellerimin içine aldım. Bu aptal krizin sebebi neydi? "Şu anda neden bu halde olduğumu bile anlamıyorum. Çeneme vurmasını geç bir kere, hâlâ ara gazı alamadım. Gidip o puştu bulasım var/' dedim; ama sesim bu sefer daha sakinleşmişti sanki. En azından beni bir deliyi izler gibi izleyen üçlüyü gördüğümde, biraz daha kontrolümü sağlamaya başlamıştım. Toprak sıkıntıyla nefes verdi. "Demir..." Sustu ve aynı sıkıntıyla geri yaslandı. Bu tribi biliyordum. Bir şey söyleyecekti ve ben delirecektim. "O çelimsiz kız aptalın teki fakındasm, değil mi?" dedi. "Kesinlikle..." dedim sinirle. "Üstelik güzel de değil. Yani senin eski kırıklarınla karşılaştınldığında..." " Evet/' Bu sefer sesim sinirliden ziyade temkinliydi. Bana ne anlatmaya çalışıyordu? "Ayrıca kulakları da duymuyor. Yani kulağına aşk sözcükleri fısıldayamazsm. Gerçi bir serserinin onu öpmesine izin verecek kadar rahat bir hatunun kulağına da aşk sözcüğü fısıldayacak değilsin eminim." Kaşlarımı çattım ve Toprak'a baktım. "Kulaklarının bununla ne alakası var. Sonuçta bu onun hatası değil ki. Ayrıca o itin de üstüne atlamadı sonuçta." öykü Odabaş I ııtkunxır>. s-.» - Ama kabul et. B iraz y o llu b ir şey şıb ı ■ dedı-m ,!, •imde'1 bir ateş y ü k se lm e y e b aşladı "Toprak! E vlilik san a yara m a m ış. Seıı vollu luiunl,. hu nasıl o lduğun u u n u tm u şsu n . B ildiğin c im n işte.< Ue yollusu? M u h tem elen b u g ü n ilk öpücüğün ü bile engellemiş olab ilirim ." "Ama yollu o lm asa k e n d isi en g e lliy o r o lm a/ mıvdt? Belli ki var bir ş e y le r ..." "Abi sabrım ı m ı sın ıy o rsu n , a p tala m ı yatıyorsun? Yollu olsa ad am ın ü stü n e atlar. K ız kıpırdam adan kalakalmıştı h av u z u n b aşın d a. B elk i d e it onu zorluyordu. Daha evvel hiç d e rsle rin e d ik k a t etm edik ki! O ff! Kim bilir kaç kere taciz etti k ız ı? L a n e t o lsu n !" "Kaçınmıştır. K u y ru k s a lla d ığ ın a e m in im ," dedi Batı. Nasıl yan i? B u n lar beni çile d en falan m ı çıkarm aya çalışıyorlardı? "Batı! A ğ zın d a n çık an g ö tü n e d e ğ il, kulağın a gitsin kardeşim..." Sesim b u z g ib iy d i. Rüzgâr a ya ğ a k a lk ıp k e n d in e b ir v is k i doldurdu. Ona da ayrıca hâlâ sin irliy d im . G ö z le rim ü çün ün arasında dolanıyordu. B iri d a h a saç m a larsa düşün m eden d alacaktım. Toprak g eriy e y a s la n d ı v e b ir kah kah a attı. G özlerini üzerimden a y ırm ıy o rd u . "Olmuşbu..." dedi çocuklara. Ne olmuş lan? "Abi! Nasıl bir tiyatro çeviriyorsunuz bilmiyorum; ama kulaklarımdan ateş çıkmak üzere." "Oğlum tiyatro senin içinde! Sen önce şu kıza bir Şeyler hissettiğini bir kabul et. Yani öyle ya da böyle, kayıtsız değilsin ki, hafta arası, olmadık saatte buraya demlenmeye ve pedofil değilim ben diye kendini telkin ^eye geldin." Bir şey diyemedim. Suskunluğum sırasında az evveldi tiyatronun da sebebini anlamıştım. Bu kadar basit bir nı©ıarayı göremeyecek haldeydim. O da güzel! 111 V Adamlar resmen beni gaza getirmek için ovun l)Vnı mışlardı. Ellerimi saçlarımın arasında gezdirdim. I "Ne hissettiğimi bilmiyorum. Sevgi ya da koruma * - m' güdüsü diye tanımlandırmam mümkün değil. Bu b ^ bir sahiplenme... Tanımadığım birinin ona dokunup olduğunu görmek, kontrol kaybına uğramama sebep vum oluyor. Eğer bunu isimlendirebiliyorsanız, ben her tüt- d.ıkl lü durum açıklamasını kabule hazırım," dedim, ellerimi ^ iki yana açıp koltukta geriye yaslanırken. Teslimiyetimi 1 ilan etmiştim. kuM "Bünyen sadece âşık olabileceğin fikrini kaldırana- nüş1 yor; ama bu arada kıza yazık edeceksin. Ne yanaşacaksın, ne yanaştıracaksın kimseyi. Üstüne üstlük bir süre ram sonra ona da kızmaya başlayacaksın ve eninde sonunda dal raporlu deliye, özüne döneceksin. Biz de seni bir hasta- î; neye tıkıp rahata erecez!" dedi Batı. mı* Burnumdan derin bir nefes alıp kafamı öne eğdim. dü; Şu anda Batı'yla uğraşamayacak kadar kafam karışıktı 1 "Demir?" dedi Toprak. Sesi yumuşak çıkıyordu/'Bu do: kızın karşısına öyle ya da böyle bir adam çıkacak. Doğa- m« nın kanunu bu..." " O k a d a r u z a k la ş m a n a g ere k y o k a b i. H e rk e s Şu le mi ; >’e a y ı s e v e r o lsu n . B u kız illa ü n iv e rsite y e g id e c e k . Etrafınd a h iç m i ilg isin i çe k en a d a m o lm a y a c a k ? " d e d i Rü2gâr. öl< D o ğ r u s ö y lü y o r d u . tı\ İlla b in le ri g ire c e k ti h ay a tın a. P ek i, b en b u n u kabul e d e b ile c e k m iy d im ? di " A b i. B u k ız ın h ay a tın a b irilerin in g ire b ile c e k olm ası bi fik ri b e n im sa b ır sın ırla rım ın kilo m etre lerce d ış ın d a kalıy o r ." fe " O h a ld e k o çu m , sen d e kız ı sın ırla rın ın iç in d e tut- Y İ y ic e tan ı. S o n ra d a n eler h issettiğin e, için d e k i b u karm a ş a n ın n e re y e g ittiğ in e b ak . ğ " E lin e , k o lu n a , b elin e, d ilin e h âk im o l d a abi. K esm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder