Book and Novel Editor (fictional and non-fiction) Prisoner, Pyromania, Antiquity, Ancient Mesopotamia, Published Author of International Books.
27 Eylül 2016 Salı
İlber Ortaylı Osmanlı Sarayında Hayat
Osmanlı padişahlarının ikametgahı ve aynı zamanda devletin yüksek
ofislerinin bulunduğu Topkapı Sarayı'nı gezerken ön hazırlık yapmamız,
gerek Osmanlı tarihini gerekse saray hayatını öğrenmek bakı
mından fevkalade ehemmiyet kesbetmektedir.
"M ekanlar ve Olaylarıyla Topkapı Sara yı" isimli kitabımızın ilk baskısı
tükendi. O eserdeki metinleri; her baskıda olabilen bazı kaçınılmaz
yanlışları düzelmek, okunmasını kolaylaştırmak ve pahalı olmayan bir
şekilde baskıya giderek daha geniş bir kitleye ulaştırmak için ikinci defa
okuyucuya sunuyoruz. Bu baskıda bazı ilaveler yaptık ve metni sarayın
eski ve bilinmeyen fotoğraflarıyla zenginleştitıneye çalıştık.
Bu çalışmada aziz meslektaştın benden evvelki saray müdürü Dr. Filiz
Çağman'ın, Türk dili ve edebiyatının en önemli uzmanlarından Prof.
Dr. Günay Kut'un ve müzemiz küratörlerinden Dr. Deniz Esemenli'nin
metni gözden geçirmek ve bazı hatalara işaret etmekteki çalışmalarını,
yayın editörü Salih Gülen'in tarihi fotoğraf desteğini unutamam, bu
katkılara müteşekkirim.
Ümit ederim ki Topkapı Sarayı'ndaki hayatı, sarayı tarih gözünde
canlandırmayı ve okuyucuya öyle vermeyi amaçlayan bu baskı hedefine
ulaşır. Kaynak Yayın Grubu'na ve Yitik Hazine Yayınları'na bu baskı
için ayrıca teşekkür ederim.
ll
İlber Ortaylı
Topkapı Sarayı Müzesi
Nisan 2008
Osmanlı r5arayında Jfayal
Yeniçeri Çman'mn 1898'de çekilmiş bir fotoğrafi.
12
PADiŞAHIN EVi OLARAK SARAY
Topkapı Sarayı, Osmanlı sultanlarının ikametgahıdır. İstanbul fatihi
II. Mehmed tarafından ı 460'ta yaptırılmış ve bazı ilavelerle ı 9. yüzyıl
ortalarına kadar Osmanlı padişahları ve saray halkı burada ikamet
etmiştir. ı9. yüzyılın devlet protokolü ve merasimleri dolayısıyla saray
yetersiz kalmış ve ı830'lardan itibaren Sultan II. Mahmud oğlu Sultan
Abdülmecid Han burada pek ikamet etmemiş ve ıSSO'lerin başında
Türk sultanları Boğaz'daki Dalınabahçe Sarayı'na taşınmışlardır. Saray
terk edildikten sonra da saltanat hazinesi, Mukaddes Emanetler ve imparatorluk
arşivleri burada muhafaza edilmiştir. Bir baba ocağı olması
ve Mukaddes Emanetler'i barındırınasından dolayı saray, protokolünü
muhafaza etmiştir. Osmanlı monarşisi ı922'de kaldırıldıhan sonra da
ı924'ten itibaren müze olarak ziyarete açıktır. Sarayımızın bilhassa on
iki bin adet Çin porseleni ve dokuz yüz adet Japon porseleni önemli
koleksiyonlarındandır. Bundan başka eşsiz ı6. ve ı 7. yüzyıl Türk kumaş
koleksiyonları, halılar, silah koleksiyonları, Avrupa porselenleri de mü-
zemizin zengin bölümleridir.
Topkapı Sarayı'nın yazma eserler kütüphanesi, on sekiz binden fazla
el yazması kitaba sahiptir. Bunlar sadece Arapça, Farsça ve Türkçe de-
ğil, aynı zamanda Slav dillerinde, Yunanca, Ermenice, Latince ve hatta
"Corviniana" örneğinde olduğu gibi Macarca nüshalardır.
Sarayın kurucusu Sultan Il. Mehmed'in yaşadığı bölüm, hazine dairesine
çevrilmiştir. Hazinede; Osmanlı tahtının yanı başında İran'dan
gelen hediye bir taht, Babürlüler devri Hindistan'ından gelen muhtelif
hediyeler, Bizans'tan kalma bir mukaddes emanet (sacre relique), sayısız
mücevher ve ünlü Kaşıkçı Elması gibi naclide parçalar da yer almaktadır.
Osmanlı Sarayı'nın en ilginç bölümlerinden bir tanesi mutfaklardır.
Mutfaklara restorasyonlayeni bir düzen getirilmiştir. Yine sarayın Araba
Dairesi'nden çıkarılan bazı saltanat arabalarını da burada görmek mümkündür.
Sarayın en yüksek noktası ise, Adalet Kulesi dediğimiz Osmanlı
Divan-ı Hümayun'u yani Imperial Cansul'un toplandığı yerdir. Bu bi-
13
Osmanlı darayında Jfayaf
naların çevrelediği orta avluda yeniçeriler üç ayda bir büyük bir törenle
maaşlarını alır, yabancı devlet sefirleri de bunları seyrederdi.
Sarayın iç kısmı yani padişahın ikametgahı sayılan Harem ve Enderun,
tarihi yönlendiren bölümlerdir. Enderun, devşirme (recruit) çocukların
devlet idaresi ve ordu kamutası için yetiştirildiği bölümdür.
Burada hem teorik dersler alırlar, hem de saray hizmetlerinde bulunurlardı.
Hizmet eden, hizmet ettirmeyi bilir. 15-16 yaşında saraya giren,
ihtimal üzere 25-30 yaşlarında general rütbesiyle çıkardı. Enderun dediğimiz
bu avluda ve koğuşlarda sert bir disiplin vardı. Bugünkü ziyaretçileri
hayran bırakan Kumaş Seksiyonu, imparatorluk Hazinesi ve
Kutsal Emanetler bu avludadır. Kutsal Emanetler Bölümü her zaman
Müslüman dünyanın ama başka din mensuplarının da ziyaret ettiği,
Hazreti Peygamber'e ve diğer büyük peygamberlere ait eşyaların saklandığı
bölümdür.
Harem, özellikle savaşlarda esir edilen, satın alınan genç kızların
eğitildiği bir bc;ılümdü. Okuma yazma, iyi giyim, musiki öğrenen bu
genç kızların kuşkusuz ki hepsi padişaha iş ve tecviz edilmiş değildir.
İmparatorluğun diğer yönetici kumandan sınıfları da buradan evlenirlerdi.
Mesela İstanbul ve Bursa gibi şehirlerin hemen her mahallesinde
saraydan çıkıp o yörenin belli başlı bir efendisiyle evlenen bir hanım
bulunurdu. Sarayın etiketi böyle yayılırdı. Harem bölümü çinileri ve
nefis Osmanlı kaHgrafisinin en seçkin örnekleriyle ünlüdür.
Osmanlı Sarayı'nda en önemli bölümlerden biri de sarayın arşividir.
Osmanlı Devleti'yle ve bu büyük devletin ilişkide bulunduğu hemen
bütün Avrupa ve Asya'nın hükümran (sovereign) devletleriyle ilgili
vesikalar buradadır. Bu arşiv incelenmeden dünya tarihi yazılamaz.
Tap kapı Sarayı mütevazıdır; askeri bir imparatorluğun büyük harcamaları
daha çok muhteşem camiler, kışlalar, köprüler, kervansaraylar ve
konaklama tesisleri için yapılmıştır. 16. yüzyılın ünlü mimarı Mimar Sinan
bile bu sarayda sadece bir bölümü inşa etmiştir. Lakin bu mütevazı
sarayın kendine özgü pandantif biçimli güzel binaları, nefis çinileri ve
tabiada iç içe geçmiş yapısı ile bulunduğu Sarayburnu; İstanbul'un neresinden
bakılsa ona ihtişam verir. Bu doğal bir güzellik ve ihtişamdır. Tapkapı
Sarayı'nda hayat, içindeki yüzlerce hizmetli ve birkaç bin muhafız
süvari (Sipahi-Altı bölük) israftan uzak, mütevazı şartlarda yaşanmıştır.
Saray mutfağında ünlü Türk mutfağının en güzel örnekleri hazırlanmıştır.
Kumaşlar 16. ve 17. yüzyılın en iyi dokumalarıdır. İnsanlar yerneklerini
Çin porseleninde yemelerine rağmen dar mekanda yaşarlar;
14
?acli§akn Övi Olarak cSaray
mütevazı, disiplinli ve programlı bir hayat sürerlerdi. Padişahın ihti-
şamlı kıyafeti bile sarayın içinden çok dışını erkilernek içindi ve aslında
halk çok sade giyimli bir padişahı beğenmezdi.
Osmanlı Sarayı hayatının merasimleri ayrı bir ihtişam konusuydu.
Bunlar halkı olduğu kadar gelip geçen yabancıları da etkilemiştir. Her
cuma padişah İstanbul camilerinden birinde ibadet etmek için muhte-
şem bir alayla ( selamlık töreni) halkın arasına çıkardı. Kendisine sunulan
dilekçeler imparatorluk halklarının muhtelif dillerindeydi. Onları
okumak tarihçiler için bir zevktir.
Şehzadelerin sünnet düğünlerinde saray, halka cömertçe ikramlarda
bulunur; çeşitli merasim ve gösteriler düzenlenirdi. Burada esnaf alaylarının
geçit törenleri de mühimdi. Yine ordular seferden zaferle dönünce
zırhlar, silahlar ve üniformalardan oluşan göz alıcı mağrur bir alay, şehrin
ortasından geçerdi.
Osmanlı Sarayı şiir ve musikiydi. Musikişinas ve şairler hep ödüllendirilirdi.
Her padişahın bir zanaatı vardı. III. Selim büyük kompozitördü,
III. Ahmed büyük bir kaligraftı. IL Mahmud hem kaligraf hem
musikişinastı. Muhte$em Süleyman kuyumcuydu. Il. Abdülhamid dahi
bir marangozdu. IV. Murad sporcuydu ve gayet ince bir kaligraftı. Il.
Mehmed (Fatih) Rönesans tipi bir hümanistti. Yunanca okur, Farsça
şiir yazardı. Doğu ve Batı'nın efendisiydi.
Saray, yüksek değil, zarif yapılardan oluşurdu. Adalet kulesi ve denizden
dahi görünen harem kubbeleri hariç bütün yapılar onun avlusundaki
ve etrafındaki ulu çmarlardan daha alçaktır. Sarayın büyük bir
arazisi vardı. Bu arazi zamanında müthiş bostanlar ve gül bahçelerini
barındırırdı. Bugün saray bahçeleri yeniden ıslah edilmeye çalışılmaktadır.
Saray üzerinde tetkik ve araştırmalar artmaktadır. Ancak merhum
Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın "Saray Teşkilatı" ve
Prof. Dr. Sedat Hakkı Eldem'in İlmi Röleve çalışmaları tipinde abidevi
çalışmalara ihtiyaç vardır.
15
Osmanlz cSarayında Jfayal
Sultan lll. Murad devrinde Suriçi (Hünername)
16
İSTANBUL BİR DÜNYA BAŞKENTi
İstanbul'un Fethi, dünya tarihinde bir dönüm noktasıdır. Fetih, bü-
tün dünyada bilim, sanat ve kültürel sahalarda derin yankılar meydana
getirmiştir. Fethin üstün fen bilgisine dayanan silah gücünün bir mahsulü
olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Yüzyıllar boyunca bütün
muhasaralara karşı koyan surlar, Osmanlı'nın gencecik sultanının ger-
çekleştirdiği silah teknolojisi karşısında delik deşik olmuştur.
1453'ten sonra İstanbul, yeniden bir "Dünya Başkenti" durumuna
gelmiş; yeniden Balkanlar ve Küçük Asya'daki geniş bir art ülkeyle
(hinterlantla) bütünleşmiştir. Haddizatında 2010 yılı için İstanbul'un
"Avrupa Kültür Başk-enti" seçilmesi, bu eski dünya başkenti için gecikmiş
ancak yerinde bir karardır. 1985'ten günümüze kadar "Avrupa
Kültür Başkenti" seçilen pek çok kentin geçmişleri İstanbul kadar köklü
değildir. Bu konuda İstanbul'la benzerlik gösteren tek şehir bence
İskenderiye' dir.
İstanbul, Avrupa'nın ilk üniversite şehridir. Thedosyus, hukuk ve
ilahiyat fakülteleriyle üniversite denen kurumun dünyadaki ilk temelini
atmıştır. Fethin ardından İstanbul'da ilk üniversite kurulurken Fatih
Camii seçilmiş ve bu üniversiteye Sahn-ı Sernan (sekiz auditorium)
adı verilmiştir. Kapalıçarşı başta olmak üzere Perşembe Pazarı'ndaki
han, diğer çarşılar bunun örneğidir. Medrese, imarethane, cami, han
ve hamam gibi kurumlar paşalara tevdi edilmiş; bunlar, şehrin belirli
bir bölgesinde bu gibi tesisler kurunca paşanın adıyla anılmıştır. Bu
nedenledir ki İstanbul, semtlerinin ad; itibariyle bir paşalar şehridir.
Medreseler, camiler, imarethaneler, çarşılar, bedestenler, kervansaraylar,
hanlar, hamamlar ... Osmanlıların eline geçtiğinde oldukça peri-
şan ve harabe bir vaziyette olan Doğu Roma payitahtı, yapılan mimari
faaliyetler neticesinde bir Osmanlı Türk şehri oluvermiştir. Fatih'in
1453'te şehre girdiği vakit Bizans kayserlerinin sarayında gördüğü
manzara karşısında kime ait olduğu belli olmayan bir beyit söylediği
rivayet edilir:
17
Osmanlı Oarayıncla Jfayal
"Bum nevbet mizened der tarem-i Afrasyab
Perdedar-i mikoned der kasr-ı kayzer ankebud"
Afrasyab'ın balkonunda baykuş nevbet çalıyor, yani bando görevini
yerine getiriyor. (Bizans hükümdarlarının kapısında bizim mehter takımı
gibi nevbet vuran bir takım vardır.) Kayserin kasrında örümcek
perdedarlık (protokol şefliği) yapıyor.
Bir dünya başkenti için bu, hazin bir durumdur. Fatih, bu haldeki
Bizans Sarayı'nda oturmak istememiştir, bulduğu mirasla örtüşen yeni
bir Osmanlı şehri ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde göçlerle ve sürgün
denilen mecburi iskanla nüfus artışını sağlama ve çöken, boşalan bir
kentin restorasyonu amaçlanmaktadır. Topkapı Sarayı ise hiçbir zaman
Bizans Sarayı'nın durumuna düşmemiştir.
İstanbul' daki iş merkezi, konut alanındaki yerleşme düzenleri Bizans
devrindeki dokuyu sürdürmüştür. İstanbul'da bu dönemde göçlerle ve
mecburi iskanla nüfus artışı gerçekleştirilmeye çalışılmıştır ki bunun
temelinde ekonomik yönden çöken ve boşalan. bu kentin restorasyonu
amaçlanmaktadır.
istanbul'un iskan Düzeni
ı 400'lü yılların Konstantinopolis'inin hususen konut bölgeleri
büyük miktarda boşalmıştır. ı403'te Timur'a elçi olarak giderken
Konstantinopolis'ten geçen Kastilyalı Clavijo, şehrin mühim kısmı
nın bomboş arsalarla, tarım yapılan bahçe ve bostanlada dolu olduğunu
söylemektedir. İstanbul'un bilinen en eski haritasını çizen
Floransalı Cristoforo Buondelmonte, 14 ı 9' da yaptığı ziyarette şehrin
harap ve bölük pörçük halinden bahsetmektedir. Bertrandon de la
Brocquere, ı433'te, kentin yer yer ekili alanlarla bölündüğünden söz
etmektedir. Esasen merkezdeki bürokratik kurumların, saray ve iş çevresinin
bulunduğu mekan dışında, Konstantinopolis, gerek Bizans gerekse
Osmanlı devirlerinde ahşap binalar ve yangın artığı boş arsa ve
bahçelerle ünlüdür. İstanbul'un tarihi şehir planına bakıldığında, geleneksel
kent dokusuna has nitelikleri göze çarpar. Yönetim-kontrol
bölgesi, iş-liman bölgesi ile konut alanı da bu geleneksel yapıya göre
sıralanmıştır.
Matbah-ı amire kısmında özellikle Topkapı saray arşivinin önündeki
büyük sütun başlıkları Bizans döneminden kalmadır. Yine Babü's
selam'ı geçince saray arabalarının teşhir edildiği vitrinierin önündeki
sütun başlıkları da bu döneme aittir. Bazı sütun başlıkları ve sütunlar
18
!hlanbu/J3i.r Vünya J3aglenli
sarayın içine, o bölgeye aittir; yani düpedüz Bizantian denilen mıntı
kadan kalmadır. Bir kısmını ise Fatih Sultan Mehmed İstanbul'da bulundukları
muhtelif bölgelerden buraya taşıtmıştır. Her halükarda sarayımızın
küratörlerinden Doç. Dr. Hülya Tezcan'ın eseri, Topkapı'nın
altında bilinen Bizans mimarisini anlatan en önemli kitaptır. Bunun
dışındaTopkapı Sarayı dahilinde önemli veya sistematik bir kazı yapılmamıştır.
Yapılması da mümkün görünmemektedir. Mamafih sondaj
metoduyla bazı eski eserler çıkarılabilir. imparatorluk dönemine ait
Gotlar Sütunu ve iki şapelin dışında da bugün bazı sarnıçlar göze çarpmaktadır
ve herhangi bir kazı ve inşaat faaliyetinde sur içindeki alanda
her an bir Bizans dönemi eserine rastlanması mümkündür.
Sirkeci'den Ktz Kulesi'nin görünüşü (Yaklaştk 1892)
19
Osmanh Qarayında Jfaya!
20. yüzyil başlarmda Jll. Ahmed Çeşmesi
20
OSMANLlLARDA SARAY KA VRAMI
Osmanlı merkezi hükümetinin ve devletinin başında padişah ve
saray yer alır. Devlet reisinin ikametgahı ve görev yeri olarak saray,
Osmanlı İmparatorluğu'nun da idare merkezidir.
Bir bakıma devlet reisinin ikamet yeri ve ofisi olan sarayın ı9. yüzyılı,
ı 6. ve ı 7. yüzyıllardakinden daha az bilinir. Hele Osmanlı Sarayı
üzerindeki tetkikleri, muasırı Rusya Sarayı ile karşılaştırmak ~ümkün
olmadığı gibi; geçmiş asırlardaki Bizans Sarayı'na dair monografi ve bilgilerle
karşılaştırmak da mümkün değildir.
Topkapı Sarayı, İstanbul'da Osmanlı yönetim bölgesinin merkezinde
yer alır. Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul'un Fethi ile Doğu
Roma İmparatorluğu'na son verir. Burada Bizans kavramı üzerinde
de durmak gerekir, çünkü Bizans denilen imparatorluk, gerçekte
Doğu Roma İmparatorluğu'dur. Bizans ismini o imparatorluğun insanları
hiçbir zaman kullanmamışlardır. Bizans, ı6. yüzyılda Alman
alimlerden Hieronimus Wolff'ün kullandığı bir isimdir. İmparatorluğa
Bizans, bu şehre Bizans ve bu ülkenin insaniarına Bizanslılar demek
ı6. yüzyılın Batı Avrupa'sının yakıştırmasıdır. Arkasında Mukaddes
Roma-Germen İmparatorluğu'nu meşrulaştırmak gibi siyasi bir misyon
yatmaktadır.
Fatih Sultan Mehmed Han, fetihten sonra, bugünkü Beyazıt'ta İstanbul
Üniversitesi'nin bulunduğu yerde bir saray yaptırır. Bu sarayın
hududunun bir hayli geniş olduğu ve Süleymaniye Camii'nin yerinin
de bu sahada bulunduğu malumdur. Bu ilk yapılan saray "Eski Saray",
Topkapı da "Yeni Saray (Saray-ı Cedid)" olarak anılmıştır.
Fatih, önce Çinili Köşk'ü, ardından da Topkapı Sarayı'nı inşa ettirir
ve Topkapı Sarayı'na geçilir. Yeni Saray'a Fatih'in verdiği isim Saray-ı
Cedid'dir. Bunun dışında saray, Saray-ı Amire, Südde-i Saadet, Der-i
Devlet gibi isimler de almıştır. Saraya Topkapı isminin verilmesi çok
sonra olmuştur. Ne gariptir ki; ı9. yüzyıldan itibaren saraya, günümüzde
bulunmayan bir sahil sarayının ismi verilmiştir. Sultan I. Mahmud
21
Osmanh Oarayında Jfayal
tarafından Bizans surlarının yakınına büyük bir ahşap sahil sarayı yaptırılmış
ve bu sahil sarayına önündeki selam toplarına nispeten "Topkapusu
Sahil Sarayı" denilmiştir. Bir yangında tamamen kül olan sahil
sarayının ismi saraya verilmiştir.
T opkapı, mütevazı fakat görkemli yapısıyla, hoş bahçeleri ve özgün
konumuyla, içindeki hazinelerin ve arşivlerin zenginliğiyle eski imparatorluğumuzun
evi ve en büyük sarayıdır.
Topkapı, Osmanlılar için hem bir yönetim yerleşkesi hem de padi-
şah evidir. Bu yönüyle bir padişah içinTopkapı hem bir ikametgah hem
de bir görev yeridir.
Saray' da Bizans izleri
Sarayın bulunduğu bölge eski Bizans'ın da yönetim merkezi olup
Topkapı, eski Bizans Sarayı'nın üzerine yapılmıştır. Bizans Sarayı'ndan
kalan taşların ve sütunların sarayın yapımında kullanıldığı bilinir. Bugün
Topkapı'da Babü's saade'ye giden yol üzerinde Bizans Sarayı'ndan
kalan su samıcı hala mevcuttur ve koruma altındadır.
Sarayın mutfak bölümünde dev sütun başlıkları daha evvel
Ayasofya'nın önünde bulunan Yustinianus anıtını taşıyan dikilitaşın
sütun başlıklarıdır.
Lale Bahçesi'nde bulunan Vaftiz Havuzu da sarayın Bizans'tan kalan
eserlerindendir. Bütün bunlar Osmanlılarda herhangi bir tarihi miras
takıntısı olmadığının güzel misalleridir ki bu durum günümüz toplumunda
görülen bazı aşırılıklam karşı mühim mesajlar içermektedir.
Kendinden evvelki mirasa karşı duyulan bu saygı, büyük bir medeniyet
ve insanlık mirasını sahiplenmenin de delilidir.
Bu ilginç saray, yeryüzünün en özgün hükümdar evidir. Kanaatimce
gerek konumu gerek barındırdığı eserler bakımından dünyanın en gü-
zel sarayıdır. Bu haliyle Topkapı'nın, diğer saraylarla mukayesesi kabul
edilemez.
Topkapı Sara yı, aynı zamanda imparatorluk bürokrasisini temsil
eden anıtlardandır. Mütevazı ama çarpıcı ve her şeyden önce çok gü-
zeldir. Dünyanın en güzel şehrinin en güzel köşesine inşa edilmiştir.
Denizden bakıldığında ise muhteşemdir. Zaten amaç da, hem ihtişamı
hem de tevazuu bir araya getirmektir.
22
Osmanlılarda c'5aray Xavramı
Topkapı ve Ayasofya
Yüzyıllarca benzeri yapılamayan Ayasofya, kentin en önemli camiidir,
fethin sembolüdür. O vakte kadar yeryüzünün en büyük, en parlak,
en şöhretli mabedidir. Fatih, istese adını "Fethiye Camii" yapabilirdi;
ancak insanlık mirasına duyulan Osmanlı saygısı gereği ne camiin adı
ne de ana yapısı değiştirilmiştir.
Ayasofya günümüze kadar muhafaza edilmişse bunu Osmanlı tarafından
bütün imparatorluğun hatta bütün islam aleminin protokolde
birinci camii olmasına borçludur.
Hükümdarların çoğu, cuma namazlarını ve teravihleri bu camide kı
larlardı. O dönemde inşa edilen bir sarayın buraya yakın olması gayet
tabiidir. Ancak Osmanlıların Ayasofya'nın karşısına Sultanahmet Camii
gibi bir zarafet abidesini diktiklerini de unutmamak gerekir.
Saray, dünyanın en güzel noktasında, bizim "Saraybumu" dediğimiz
uçta yer alır. Şehrin her tarafından görülür ve -bir zamanlar- şehrin
her tarafına hakim bir noktadadır. Günümüzde tarihi ve kültürel mirasımızdan
bihaber şekilde ve bu mirası baltalarcasına inşa edilen çok
katlı çirkin yapılar, şehrin pek çok yerinden sarayın görülmesine mani
olduğu gibi Topkapı Sarayı'ndan görülen manzarayı da gölgelemektedir.
Mimar Sinan'ın Süleymaniye'yi inşa ettiği yer bir cami inşaatı için
elverişsiz iken Mimar Sinan, Haliç'ten bakılınca muhteşem bir silüet
meydana getirmek maksadıyla temelleri uzun bir süre bekletmiş ve
Süleymaniye'yi şimdiki yerine yapmıştır. Günümüzde bu hassasiyet yok
denecek seviyededir.
Sarayın inşası
Saray, bir seferde yapılıp bitiriimiş değildir, zaman zaman yapılan
ilavelerle oluşmuştur. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman devrinde devletin
genişlemesiyle birlikte saray hizmetiilerinin sayısının artması, yeni
binaların yapılmasını zorunlu kılmıştır.
Sultan III. Murad ve Sultan IV. Mehmed dönemlerinde de Fatih'in
yaptığı birralara yeni ilaveler yapılmıştır. Buna rağmen sarayda yapılan
ilaveler adeta birbirini tamamlayan bir görünüm arz eder. Genel olarak
bakıldığı zaman Sultanahmet ve Ayasofya ile birlikte bir bütünlük teş
kil eden sarayın, buradaki görünüme büyük bir zenginlik kattığı açıktır.
Bunu bugün denizden çekilen resimlerde de görmek mümkündür.
23
Osmanlı <5arayıncla Jfayal
Saraya yapılan son ilave Sultan Abdülmecid'in devrinde yapılan
Meddiye Köşkü'dür. Topkapı'ya yapılan bütün binalar günümüze ula-
şamamıştır. Bir kısmı zamanla yıkıldığı gibi bazıları da yanmıştır.
Sarayın Konumu
Sarayın bulunduğu mekan, aynı .zamanda Hipodrom'a ve At
Meydanı'na da yakındır. Türk tarihinin bu en büyük sarayının
İstanbul'da, şehrin en gözde mekanında kurulmuş olması büyük sultan
Fatih'in basiretinin de ispatıdır.
Genellikle yöneticilerin konakları da burada yer alır. Mesela unu~
tulmaz vezir-i azamlardan Sokullu'nun konağı, şimdiki Sultanahmet
Camii'nin bulunduğu mevkidedir. Karşısında Sadrazam Maktul (veya
Makbul) İbrahim Paşa'nın sarayı yer alır ki günümüzde Türk-İslam
Eserleri Müzesi' dir.
1890'/t yillarda Galata Kulesi'nden Sarayburnu'nun görünüşü
Önemle belirtilmesi gereken bir özellik, bütün geleneksel kentlerdeki
gibi İstanbul' da da 19. yüzyıla kadar yönetim merkezinde kurumlaşan
devlet ofislerinin yer aldığı sabit binaların olmamasıdır. Bu bölgede,
saray ve sadrazamlık (Bab-ı Ali) ve Bab-ı Meşihat (Süleymaniye) dı
şında 19. yüzyıla kadar göze çarpan bir devlet ofisi yoktur. Bizzat şehrin
belediye başkanı ve en yüksek yargı görevlerini yerine getiren İstanbul
kadısı bile özel konutu nerede ise orayı makam odası ve mahkeme
olarak kullanırdı. Kasımpaşa'daki Kaptanpaşa ofisi, Süleymaniye'deki
Ağakapısı ve Bab-ı Meşihat (şeyhülislamlık) olan bina bunun istisnasıdır.
Kaptanpaşa, donanmanın semtinde, yeniçeri ağası ise güvenlik
görevi dolayısıyla şehir merkezinde bulunur.
24
Osmanlılarcia cSaray .Xwrarm
ihtişam ve Tevazu
Biz Osmanlı için "imparatorluk" diyebiliriz, ama "devlet" demeyi
tercih ederiz. Çünkü devlet sözünde bir mistisizm vardır. Buna bağlı
olarak da böyle bir devletin yönetim merkezi anlayışında din faktörü-
nün inkar edilemez bir etkisi olduğundan bahsedile bilir. Topkapı Sarayı,
bu yönüyle Osmanlıda ihtişamla tevazuu, din anlayışı ile dünya
anlayışını bir arada gösteren önemli bir misaldir.
Müslüman bir hükümdar ve halife olarak padişah, bütün dünya
Müslümanlarının lideridir ve bunun gösterilmesi gerekir. Bu bakımdan
saray, aynı zamanda Müslümanların halifesinin makamıdır.
Saray, sadece Müslümanlar için değil Hıristiyanlar için de mühim
eseriere ev sahipliği yapar. Bazı peygamberlere ait kutsal emanetler
gibi. Nitekim Bizans'tan devralınan Vaftizci Yahya'nın kemikleri de bu
cümledendir.
Topkapı Sarayı, her gün ortalama on binden fazla ziyaretçiyi ağırlamaha
ve her geçen gün ziyaretçi sayısı artmaktadır. Tarihe olan ilgi
zaviyesinden bu durum sevindirici olmakla birlikte, sarayın yıpranmaması
ve gelecek nesillere ulaştırtlması için ilerleyen zamanda bir sınırlama
getirilmesi gerekmektedir.
Saraym arazisi içinde bulunan karakolhane
25
Osmanlı c'5arayıncla Jfayal
Sarayın has bahçesi Gülhane
26
SARAYlN PLANI
Yüzyıllarca gelişen ve büyüyen Topkapı Sarayı'nın planının belirlenmesinde
Osmanlı Devleti felsefesi ile tebaa ilişkilerinin büyük rolü
olmuştur. Fatih'in babası Sultan Il. Murad'ın Tunca Nehri kenarında
yaptırdığı ve günümüzde sadece az bir kalıntısı kalan Edirne Sarayı'nın
ihtişamlı olduğu ve Topkapı'nın ilk inşa edildiği dönemde bu sarayın
planından etkilenildiği bilinir. Sarayın planı; çeşitli avlular ve bahçeler
arasında devlet işlerine ayrılmış daireler, hükümdarın ikametgahı olacak
bina ve köşkler ile sarayda yaşayan görevlilere mahsus binalardan
müteşekkildir. Yapılar, geniş bir alana serpiştirilmiş şekildedir.
Fatih devrinden, terk edilmeye başlandığı 18. yüzyıl sonuna kadar,
inşa edilen bölümleri /içinde sarayın genel planına aykırı bölümler olduğu
gibi, Matbah-ı amire (Mutfaklar) gibi zarif mütevazı kısımlar, bir
evrensel imparatorluğun yükseldiği Kubbealtı; IV. Murad'ın trajik, dağ
dağalı ama zarif iç dünyasını aksettiren Revan ve Bağdat Köşkleri, çinileriyle
ebedileşen Veliaht Dairesi, tarihimizin en ilginç olaylarının geç-
tiği Harem'deki Altınyol gibi enfes bölümleri de vardır. Saray, kendine
özgü planı ile bugün Doğu ve Batı'daki saraylardan farklılık arz eder.
Topkapı Sarayı'nın etrafı karadan "Sur-ı Sultani" dediğimiz duvarlada,
deniz tarafından ise Bizans surlarıyla çevrelenmiştir. Bu geniş saha,
yaklaşık 700 bin metre karedir. Topkapı'nın birinci avlusuna "Bab-ı
Hümayı1n / Emperyal Kapı" denen kapıdan girilir. Lale Devri'nin sembol
eserlerinden III. Ahmed Çeşmesi'nin yanı başında bulunan bu kapı,
diğer kapılara nazaran biraz daha sadedir.
Babü's selam (gişelerin bulunduğu kapı), devletin yönetildiği bölü-
me açılır. Buradan içeriyeatlasadece padişah geçebilir. Üçüncü kapı
olan; Babü's saade'den de saray kısmına geçilir. Harem burada bulunur.
Topkapı'nın Harem'i padişahın evidir. Harem sadece harem değildir, o
da bu dünyanın bir parçasıdır; her şeyden evvel bir okuldur.
Topkapı'nın 19. asra ait ilk evi Sultan Abdülmecid tarafından yaptı
rılan Meddiye Kasrı'dır. Deryayı seyretmeye dayamayan padişahın zarif
bir eseridir. Böyle bir seyir mekan da Sultan Selim Camii yanındaki
meşrutadır ve padişah türbesini de burada vasiyet etmiştir.
27
Osmanlı r5arayında Jfayal
Sarayın Kapladığı Alan
Sarayın kapladığı alan yaklaşık 700.000 metrekaredir. Bu alanın
yine yaklaşık 80.000 metrekaresini binalar kaplamaktadır. Geri kalan
mühim kısım ise hasbahçelere ayrılmıştır. Osmanlı zevkinin ve inceliğinin
birer timsali olan, çiçeklerle ve özellikle de lalelerle donatılan
bu bahçeler üç kıtada yayılan bir dünya_ imparatorluğunu türlü gaileler
içinde yöneten Osmanlı padişahlarının zihnen dinlenmelerini ve
kendilerini yenilemelerini sağlamıştır. Bugün de sarayın bahçesi sünbüllerden
zanbaklara; güllerden menekşelere aynı güzellikleri taşımaya
devam etmektedir.
Üzerinde durulacak bir konu da Topkapı Sarayı'nın zenginliğinden
ve ihtişamından çok kendine has karakteri, çizgileri ve ananeleridir.
Zaten Topkapı Sara yı, Osmanlı tarihini bir anane, bir baba ocağı gibi
kaplamıştır. Padişahlar burada oturmasalar da ölüm halinde naaş burada
tekfin edilir ve şehzadelerin sünnetleri burada yapılırdı. Topkapı
Sarayı somutlaşmış bir anane bütünüdür ve buradaki hayat bilmemiz
gereken bir tarih çizgisidir. Ayrıca Osmanlı devlet anlayışı bu sarayın
her bölümünde ve her köşesinde göze çarpmaktadır.
Topkapı Sarayı her şeye rağmen Osmanlı medeniyetini bütün görkem
ve ihtişamıyla bize anlatır.
Saint irene Kilisesi'nin müze olarak kul/amldiği dönemde sergilenen Osman/i ateşli silahlan
28
SARAYlN EV SAHiBi OLARAK PADiŞAH
Osmanlı padişahı "Sultan" unvanıyla bilinir. Bu, Selçukilerin Bağdat'ı
fethinden ve hilafetin Abbasioğullarında bırakılıp kendilerinin adeta
dünyevi bir imparator olmaları karşılığında kullandıkları bir terimdir. Osmanlı
sultanı, tıpkı Rus çarı ve Alman-Avusturya kayseri gibi bu hususi
unvanla anılır. "Sultan" dendiği zaman Türk imparatorluğunun başındaki
insan anlaşılır. 19. yüzyılın ortasına kadar Türk sultanları, yani im paratarluğun
başındaki hanedan burada kalmıştır. Osmanlı saltanatında unvanlar,
silsile halinde babadan oğula geçer; yani padişah oğulları "şehzade",
kızları "sultan"dır. Buna "princesse imperiale" diyebiliriz.
Şehzadelerin çocukiarı yine şehzade, kızları yine sultandır. Fakat sultanların,
prensesierin çocukları hanedan üyesi sayılmazlar. Hanedanla ahabalığı
olan kimselerdir; ama silsile itibariyle hanedandan düşerler. Osmanlı
hanedan üyeleri ticaret yapamaz, başka meslekler icm edemez, sadece askerlik
yapabilirler. Bu, monarşinin sonuna kadar böyle kalmıştır.
Başlangıçtaki ilk iki asırda Osmanlı şehzadeleri İstanbul'a yakın sancaklam
vali olarak gönderilirler. Onlardan birisi padişah öldüğü an, devlet
erkanı hangisinde ittifak etmiş ise taht için çağrılır. Bu sancak şehzadelerinden
devlet merkezindeki vezirlerle en iyi ilişkileri olan, seferlerde
yararlığı görülen, kendini ispat eden ve yönetirnde göz dolduranları galiba
merkezdeki devlet adamları, padişahın ölümünde hemen çağırmaktadırlar.
Bazı halde arada çatışma da olmuştur. Il. Bayezid ve Cem Sultan vakası
gibi. .. Fakat genelde bu, tatlıya bağlanır. Hiç şüphesiz ki veraset sistemi
iyi oturmadığı için lll. Murad ve III. Mehmed dönemlerinde olduğu
gibi şehzade katilleri görülmektedir, ama bu bir kural değildir ve Osmanlı
tarihinin tamamına teşmil edilemez. Kardeş katli hadises i, Osmanlı tarihinin
bir dönemini kapsar. I. Ahmed'den itibaren şehzadeler bu yüzden
sancaklam gönderilmiyar ve sarayda büyüyorlar. 19. yüzyılda ancak toplumla
temasa geçiyorlar. Ancak Il. Meşrutiyet zamanında iyi okullarda
- Galatasaray gibi - askeri okullarda ve hatta Berlin ve Viyana' da askeri
mekteplerde subay olarak yetişenleri var ve hepsi iyi askerdirler.
29
Osmanlı Oarayında Jfayal
Cihanı Titreten Padişahlar
Osmanlı padişahları mareşaldir. Hatta saricak şehzadeliklerinde bulunmayan
ve sarayda çok küçük yaştan padişah olarak yetiştiği halde
önemli bir mareşal olan Sultan IV. Murad'ı zikretmeliyiz. Yirmi sekiz
yaşında vefat ettiği halde önemli fetihler yapmıştır. Aynı zamanda da
sanatkar bir kişiliği vardır. Sporcudur. Hekimbaşı Odası'nın alt tarafındabulunan
mermer tahtının kirabesinde bu sporcu padişahın mahareti.
anlatılmaktadır.
Osmanlı padişahlarının ve şehzadelerinin her birinin bir görevi vardır,
bir zanaatı vardır. Sultan Süleyman kuyumcudur, III. Ahmed çok
önemli bir hattattır. Sarayımızın pek çok köşesini onun hat levhaları
süslemektedir. II. Abdülhamid önemli bir marangozdur. Şehzadeler
içinde müzisyenler vardır. III. Selim önemli bir müzisyendir. Bu sanatlara
dikkat ederler, hatta saltanat kaldırıldıhan sonra bile dışarıda bu
öğrendikleri zanaatlarla yaşayıp geçinenler vardır.
Padişahların bazıları isyanla tahttan indirilmiştir. Fakat hiçbir zaman
Osmanlı hanedanının hakimiyeti değişmemiştir. Osmanlı sultanı
na tabi, mümtaz, özerk hükümdarlar vardır. Macaristan, Erdel; bugünkü
Romanya'yı oluşturan Eflak ve Bağdan; Kırım Hanlığı gibi yerlerdir
bunlar. Buraları yerli hanedanlar yönetir ama Osmanlı tahtına bağlıdırlar.
Belirli vergileri ve.rirler. Asker yardımı yaparlar. Dış politikada Osmanlı
devletinin Babı3.li'nin yolunu takip etmek durumundadırlar. Osmanlı
padişahlarının, bütün İslam hükümdarları gibi hakim biri olarak
"halife" unvanı vardır. Bı.i hep vardı, fakat Yavuz Sultan Selim Mısır'ı,
Hicaz'ı aldıktan sonra bunun üzerinde çok durulmuştur. Esas olan Hicaz
topraklarının yönetiminde Hadim-ül Haremeyn (yani Custodia)
olmaktır. Bu unvan ve bu sıfata Osmanlı hükümeti son derece dikkat
etmiş ve I. Cihan Harbi'nin sonuna kadar bütün dünya Müslümanlarının
hac farizasını yerine getirmesi çok önemli bulunmuştur. Şam
Beylerbeyliği'nin yani burayı yöneten valinin unvanı Emir-ül Hac'dır.
Büyük hadiseler, kırgınlıklar, katliam, kavgalar olmadan hac görevini
Osmanlı saltanatı son güne kadar gayet iyi idare etmiştir.
Hilafet unvanı 1922'de Büyük Millet Meclisi kararıyla harredanın veliahdı
olan Abdülmecid Efendi'ye bırakılmış, 1924'te de kaldırılmıştır.
Osmanlı Sarayı'nda en önemli görev Divan-ı Hümayfin toplantılarından
sonra Arz Odası'nda padişahla başvezir ve vezirler arasındaki mütalaa
ve karar süreciydi. Sarayı yöneten amirler ise denebilir ki Hasodabaşı,
Silahdar ağa, Darü's saade ağası, Babü's saade ağası gibi memurlardı.
30
r5arayın Gu r5a/ııf,; Olarak 'Yaclı§dz
Saraydaki bütün sanatçıların başı -ki bunların sayısı birkaç bini bulmaktadır-
hazinedar ağadır. Yine bu sarayın dışında devşinnelerin yetiştirilmesi
ile ilgili olarak Enderun'u yöneten kişi de Hasodabaşı'dır.
Topkap1 Sarap'nm ilk banisi Fatih Sultan MehmedHan
31
Osmanlı <'iarayında Jfayaf
Osmanlı saltanatı 19. yüzyılda bugünkü Do lmabahçe ve Yıldız
Sarayları'nda devam eder. En son hükümdar da mütareke sırasında
Dalınabahçe'den tekrar Yıldız'a dönmüştür. Ondan sonra bu altı asırlık
sülale bitmiştir. 1924 Mart'ında bütün Osmanlı hanedan üyeleri Türkiye
topraklarını terk ettiler ve 1952'de kadın üyelere af çıktı, 1974'te de
bütün erkek üyelere bir af çıkartıldı.
Hiç şüphesiz ki; cihan tarihini etkileyen şahsiyetler Osmanlı padi-
şahları içinde bilhassa Fatih Sultan Mehmed Han ve Kanuni Sultan
Süleyman Han'dır. Bunlardan biri "Fatih" unvanını taşır, öbürüne de
biz "Kanuni" kanun yapan deriz ama bütün Avrupalılar "Muhteşem"
unvanını verirler ki gerçekten muhteşemdir. Aşağı yukarı ta Osman
Gazi'den beri dokuz tane büyük mareşal çıkmıştır bu hanecianın içinden
ama dünya tarihi en çok bu ikisini tanır ve ikisi üzerinde durur.
Üstlerine yazılan kitap ve araştırmalar henüz bitmemiştir.
Osmanlı padişahları tahttan inditilider ve Harem'de "şimşirlik" denilen
bir bölümde ölenekadar barınırlardı. 19. yüzyılda Sultan V. Murad
tahttan inditilmiş ve Çırağan'da ölümüne kadar kalmıştır. Sultan
IL Abdülhamid de önce Selanik' e sürgün edilmiş, Balkan Savaşı'ndan
sonra Beylerbeyi Sarayı'na nakledilmiştir. Sultan Abdülaziz'in ise intihar
ettiği söylenir. Ancak katiedildiği anlaşılmıştır. Sultan IL Osman
maalesef bir yeniçeri isyanıyla tahttan indirildihen sonra feci şekilde
katledilmiştir. Bu olay hanedan üyelerinin zihninde çok derin yaralar
açmıştır. Sultan İbrahim tahttan inditilmiş ve katledilmiştir. Sultan
IV. Mehmed ve Sultan IL Mustafa tahttan indirilmiştir. Bundan sonra
tahttan indirme hadisesi Sultan III. Selim için geçerlidir. Şimşirlikte
hapsedilmişti. Kendisini kurtarmak için gelen Alemdar Mustafa Paşa
saraya girince mevcut padişah, -yeğeni IV. Mustafa- Sultan III. Selim'i
katiettirdi ardından ona da aynı siyaset tatbik edildi. Hal edilen di-
ğerleri muhafaza altında tutulmuşlardır. Bundan da anlaşıldığına göre
Topkapı Sarayı padişahların ikametgahları olmasına rağmen maalesef
bazı acı hadiselere de sahne olmuştur.
Tevazu
Osmanlı İmparatorluğu'nun sarayları ve şaşaası üzerine çok söz söylenir.
Geçmişi karalamak isteyenlerin saray müsrifliği ve harem masallarını
dillendirmeleri abartılmış yaklaşımlardır. Okul kitaplarında
"Maliyenin iflası ve saraylar" gibi anlatımlar ne kadar geçerlidir. Yurttaşlarımız,
son on yılda Avrupa'nın ve Rusya'nın başkentlerini gezmeye
32
başladıktan ve buradaki saray ve kasırları gördükten sonra mukayeseyi
daha iyi yapmaktadır; 19. yüzyılın Osmanlı devlet tüketimi diğer büyük
devletlerle mukayese edilemeyecek ölçüde mütevazıdır. Topkapı Sarayı,
Fransızların, Rusların devasa saraylarına nazaran çok çok küçük kalır.
Ancak sarayımız hoş bahçeleri, enfes mimarisi ve etkileyici konumu
ile güzeldir ve sarayımııda kimilerinin sandığı gibi abartılı lüks bir hayat
ve israf söz konusu değildir.
Osmanlı cemiyetinde ne vezirlerin ne de diğer yöneticilerin hususi
konakları pek parlaktır. Hatta Müslüman olsun Hıristiyan olsun, ruhani
reisler için de aynı durum söz konusudur. Hiçbir zaman Rum ve Ermeni
patriklerinin Vatikan'daki papa gibi muhteşem yazlık veya kışlık saraylannın
bulunması mümkün değildir. Vezirlerin aynı şekilde zengin bir konağa,
saraya sahip olmadığı görülür. Hatta padişah için de bu böyledir.
Bütün asırlan, bütün mekanlan büyüleyen Süleymaniye gibi bir eseri
yaptıran Kanuru Sultan Süleyman, Topkapı Sarayı'ndan çıkmayı dü-
şünmemiştir. Yani ünlü Mimar Sinan'a büyük, süslü bir saray yaptırmak
söz konusu olmamıştır.
O koca imparatorluğun müreffeh başvezirleri Damat Rüstem Paşa
ve onun halefterinden uzun süre vezir-i azamlık yapan Damat (veya
Şehit) Sokullu Mehmed Paşa veya onun halefterinden Damat Siyavuş
Paşa'nın da ünlü bir sarayı veya konağı yoktur. Zaten olamaz; çünkü
damatlar adet üzere padişahın kızı veya kız kardeşinin, eşlerinin, sultanların
sarayına, konağına yerleşirlerdi. N e var ki; onlardan da pek bir
kalıntı yoktur. Ünlü Esma Sultan'ın Boğaz'daki sarayının sadece ismi
kalmıştır.
Başkentteki, bilhassa 19. yüzyıldaki sefaret saraylan adeta bizim
ve devleti yönetenlerin mütevazı konaklarıyla alay eder konumdadır:
Tepebaşı'ndaki ünlü Britanya sefareti, Fransa Sarayı dediğimiz Fransa
Büyükelçiliği... 16. yüzyıldan beri yerinde bulunan ünlü Venedik Sarayı,
yani Venedik elçiliğinin bulunduğu yer ki sonradan AvusturyaMacaristan
Büyükelçiliği oldu ve İtalya ile münasebetimizin henüz
kurulduğu zamanlarda İtalya'nın büyük bir devlet olarak 20. yüzyıl
başında yaptırdığı fakat kullanmadığı Maçka'daki ünlü İtalyan Bü-
yükelçilik binası yani Maçka Kı; Sanat Okulu ... Bu birralara baktı
ğımız zaman, bunlarla boy ölçüşecek ne bir vezir konağımız ne bir
sadrazam ikametgahımız vardır. Müthiş bir tevazu göze çarpmaktadır.
Bu tevazuun bir ahlaki anlayış yanı olduğu gibi malı imkansızlığı da
tartışılabilir.
33
Osmanlı c'5arayında Jfayal
Bfib-1 Hümfiyun ve nöbet tutan askerler. (Yaklaşik 1895) Günümüzde kapmm üst tarafmda
korkuluk bulunmamaktadlf.
34
SARA YlN BÖLÜMLERİ
BAB-I HÜMAYÜN VE BİRİNCİ AVLU
Topkapı Sarayı temelde Birun, Enderun ve Harem olmak üzere üç
teşkilattan müteşekkildir. Sarayın oturum planı, saray merasimleri, saray
mekanları bu teşkilata göre düzenlenmiştir. Topkapı Sarayı; Bab-ı
Hümayun, Babü's selam ve Babü's saade adlı üç ana kapı, dört avlu,
Harem, Hasbahçe (Gülhane) ve bahçelerden oluşur. Üç tarafı denizle
çevrili olan sarayı 1400 metre uzunluğunda "Sur-ı Sultani" denilen yüksek
ihata duvarları çevreler.
Bab-ı HümayOn
Fatih devrinde yapılan bu kapının üzerinde Ali b. Müridi's Sufi tarafından
yazılan kitabede "Bu mübarek kale, Allah'ın desteği ve rızası
üzerine, güvenliği sağlamak maksadıyla, Sultan Mehmed Han'ın oğlu
Sultan Murad'ın oğlu, karaların padişahı ve denizierin hakanı, insanların
ve cinlerin üzerinde Allah'ın gölgesi, Doğu'da ve Batı'da Allah'ın
yardımcısı, su ve toprağın kahramanı, Konstantiniyye'nin fatihi ve fethin
babası olan Sultan Mehmed Han'ın -Allah Teala onun hükümdarlığını
ebedi kılsın ve mekanını kutup yıldızlarından yüksek eylesin- emriyle,
(Hicri) 883 yılının mübarek ramazan ayında (Kasım 1478) imar
ve inşa edildi." ifadesi yer alır.
Bab-ı Hümayun üzerinde müsenna (karşılıklı) yazı ile Hicr Suresi'nin
45-48. ayetleri yazılıdır. Hat sanatı ve saltanat kavramı bakımından
son derece anlamlıdır. Kapının diğer yüzünde Abdülaziz'in tuğrasının
üzerinde Saff Suresi'nin 13. ayeti "Nasrun minallahi ve fethün karib ve
beşşiril mü'minin [Ya Muhammed]" (Allah'tan bir yardım ve yakında
gerçekleşecek bir zafer! Mü'minlere bunları müjdele. [Ya Muhammed])
ifadesi yazılıdır. Bu ifade, aynı zamanda mehter takımının hücumdan
evvel okuduğu ayettir.
Osmanlı döneminde hemen hemen her yapının üzerinde bu şekilde
bir kitabe bulunurken günümüzde bu gelenek neredeyse terk edilmiştir.
35
Osmanlı Oarayında Jfayal
Sarayın müze olarak kullanıldığı dönemlerde bu kapıdan turist
otobüslerinin dahi geçtiği ve kapıyı ne kadar yıprattıkları malumdur.
Bu uygulamaya 2006'da son verilmiştir. Saraya girecek olan diğer Osmanlı
tebaası bugün Gülhane Parkı'ndan saraya girilen Soğukçeşme
Kapısı'ndan (Bab-ı Sultani) girebilirdi. Bab-ı Hümayun saraya at ile
girilebilen tek kapıdır. Babü's selam'dan ise sadece padişah atla girebilirdi.
Bab-ı Hümayun, padişahların Ayasofya'da namaz kıldıkları bölüm
olan Hünkar Mahfili'nin girişinin tam karşısındadır. Padişahlar cuma,
teravih ve bayram namazlarını Ayasofya'da kılacakları vakit bu kapıyı
kullanırlardı, diğer vakit namazlarını ise saraydaki camilerde kılarlardı.
Çeşitli dönemlerde tadilat gören kapının üzerinde eski gravürlerde
bir köşk bulunduğu görülmektedir. Bu köşk bir yangında kül olmuş ve
günümüze ulaşamamıştır.
Birinci Avlu'da bir zamanlar silah müzesi olarak kullamlan Saint ireneKilisesi
Birinci Avlu (Alay Meydanı)
Birinci Avlu'ya Bab-ı Hümayun adı verilen ve daimi surette nöbet
tutulan abidevi kapıdan girilir. Bu kapıdan itibaren saray alanı başlar.
Bununla beraber bu kapıdan girmek o kadar zor değildir. Sarayda işleri
olanlar, ziyaret edeceği yakınları bulunanlar, buraya bir iki soruşturma
ve ısmarlamayla gayet rahat girerler, içeride çalışan yakınlarıyla görü-
şüder veya sarayın ilgili bürolarıyla olan işlerini görmek için toplaşırlardı.
Ayrıca ilk avluda bulunan ve bugün artık kaybolan Deavi Köşkü
36
-ki halkın arzuhallerinin verildiği yerdi- bu gibi ziyaret ve müracaatların
kolaylaştırılması için bir sebepti.
Deavi Köşkü'nde ilgili personel, Kubbealtı vüzerasından birinin gözetimi
altında çalışırdı. Buradan alınan dilekçeler tarihçiler için çok önemli
bir kaynaktır. Maalesef bunların çoğu elimizde mevcut değildir. Bab-ı
Hümay(in'un girişinde, bu ilk avluda bugün Saint İrene Kilisesi, Darphane
denilen eski ;aray atölyeleri yer alıyor. Eski saray atölyeleri, Roma imparatorluklarından
beri devam edegelen bir ananeyi yansıtır. Buralarda sarayın
marangozluk, kitap ciltleme, kitapların tezhibi, deri işleri gibi ince işçilikleri
yanında; dış devletlere gönderilecek hediyeler de hazırlanırdı. Bu avludaki
hünerveran atölyesi 19. yüzyılda saray terk edilince devletin sikkelerinin basıldığı
darbhaneye çevrilmiştir ve şu anda da bu ismi taşıyan, sarayın kontrolü
dışında olan bir bölgedir. Burada bazı devlet ofisleri yer almaktadır.
Birinci Avlu'nun (Alay Meydanı) bir as1r ewelki görünüşü
Saint İrene Kilisesi ise önce sarayın silah deposuyken Fethi Ahmed
Paşa zamanında bir arkeoloji müzesine, o müzenin 1894'te bugünkü binasına
taşınmasının ardından da bir askeri müzeye çevrilmiştir. Bugün
yıllık müzik festivallerinin yer aldığı önemli bir bina konumundadır.
Birinci avlunun en ilginç köşelerinden biri de Cellat Çeşmesi'dir.
Babü's selam'dan girmeden evvel sağ tarafta bu yapıyı görüyoruz. Edirne
Sarayı'nda genellikle istida için ve idam edilenlerin teşhiri için bir yer
bulunduğu halde burada o görülmez. Sarayın odunlukları da yine bu
bölgede yer alırdı.
37
Osmanlı darayında Jfayal
Babü's selam (Yaklaşrk 1900)
38
BABÜ'S SELAM VE İKİNCİ AVLU
Babü's selam adeta devlete gösterilen saygının kapısıdır. "Ortakapı"
·da denilen bu iki kuleli kapı, Topkapı'nın sembolü olmuştur. İmparatorluğun
ihtişamını gösteren bu kapı, ilk defa Fatih zamanında inşa
edilmekle birlikte ı 6. ve ı 7. yüzyıllarda çeşitli tamiratlar görmüştür.
Üzerindeki tamir kitabesi ı 758'de kapıda tamirat yapıldığını göstermektedir.
Kapının üst tarafında enfes bir hatla Kelime-i Tevhid (La
ilahe iliallah Muhammedün Resulullah) yazılıdır. Bu kapı birinci avlu
(Alay Meydanı) ile ikinci aviuyu (Divan Meydanı) ayırır. Bugün mü-
zelerin gişelerinin bulunduğu bu kapıdan girerken Sadrazam Paşa dahil,
kimse at üzerinde kalamaz. Bu kapıdan sadece padişah atıyla girebilirdi,
saray· kadınları ise saltanat arabaları ile geçerlerdi.
Kapının içe bakan kısmında "Cennati Adnin müfetteheten
lehümü'l-ebvab / O güzel yer: Kapıları yalnız kendilerine açılmış olan
Adn cennetleridir. (Sad Sı1resi, 50)" ifadesi yazılıdır.
Kapının üzerindeki iki kule Kanuni devrine aittir. Bu kule müştemilatının
içinde, yabancı elçiler saraya girmelerine müsaade edilinceye
kadar misafir edildikleri kapıcıbaşı ağasının odası da bulunmaktadır.
Bu yönüyle kulelerin alt tarafları bir çeşit bekleme salonu vazifesi
görmüştür.
Babü's selam'dan içeri girenler bir tarih ile karşı karşıyadırlar. Burada
herkes attan inerdi. ı 739 senesinde Belgrat Barışı'ndan zaferle
dönen İvaz Mehmed Paşa'nın I. Mahmud'un istisnai atıfeti dolayısıyla
ada girmesi dışında kimsenin bu kapıdan ada girdiği görülmez. İstisnası
sadece padişahın kendisiydi. Bu kapı ileTap kapı Sarayı'nın devlet ofisleri
başlar. Bütün divan toplantıları sabah namazından hemen sonra
olduğu için Ayasofya'da namaz kılan devletliler bu kapıdan içeri girerler.
Yerleştikleri zaman Divan-ı ljümayı1n'da mevsimine göre şerbet
veya sıcak bir içecekle kendileri buyur edilir. Divan-ı Hümayı1n'un yani
Kasr-ı Adalet denen yerin yanında da ilgili ofisler bulunur. Bu ön planda
nişancının ve saclaretten padişaha takdim edilecek arz tezkirelerinin
39
Osmanlı c:Saraymcla Jfayal
yazıldığı yerdir ve bir yerde de bir Hazine-i evrak'tır. Bu evrak kısmen
Başbakanlık ofisinde kısmen de sarayda Matbah-ı amire'nin yanındaki
imparatorluk arşivlerinde bulunuyor.
ikinci Avlu (Divan Meydanı)
Osmanlı İmparatorluğu'nun kamusal hayatının zirvesiyle karşılaşı
rız. Kamusal görkeminin bütünüyle gözümüze, yüzüroÜze çarptığı bir
yerdir. Bu avlunun sağ tarafında imparatorluk mutfakları diyeceğimiz
Matbah-ı amire bulunurdu. Matbah-ı amire'de günde elli ila altmış çe-
şit yemek çıkardı. Bu elli ila altmış çeşit yemeğin her birinin padişah
tarafından yenildiğini düşünmemeliyiz. Saray halkının, bilhassa Harem
ve Enderunluların da bu muhteşem mutfağı tattığı ve öğrendikleri
açıktır.
Bugün burada on iki bini geçen çini porseleni kısmen teşhir edilebilmektedir.
Henüz restore edilen Helvahane ise saraydaki tatlıların
değil aynı zamanda da birtakım ilaçların, şifalı macunların hazırlandığı
yerdir. Burada bilhassa bakır sini, kazan, cezve gibi eşyaların zengin bir
koleksiyonu bulunmaktadır.
Matbah-ı amire'nin bir köşesindeki Aşçılar Mescidi ise ahşap güzel
bir yapıdır ve onun devamında da arızi olarak _1 920'lerden itibaren sarayın
arşivleri yer almaktadır. Hiç şüphesiz ki Topkapı'nın saray arşivleri
çok zengin sayıda gönderilen name kopyalan ve yabancı devletlerden
gelen muhtelif dillerde mektuplar, bunların dışında saray ile ilgili olan
akla hayale gelmeyecek koleksiyonların bulunduğu bir arşivdir. Mesela
burada çok sayıda kadı hücceti, sicillerden hükümler de bulunabilir.
Sarayın bu bölümünde çok büyük hacimde sayısız diyebileceğimiz
sütun ve sütun başlıkları bulunur. Bunları bilhassa Fatih Sultan Mehmed
Han'ın İstanbul'un muhtelif noktalarından toplatarak buraya getirttiği
ve burada muhafaza ettirdiği anlaşılıyor. Muhtemelen ilerideki
tamirat ve yapımişlerinde kullanılacaklardır.
Girişte sol tarafımızda, İlban Öz tarafından yapılan Topkapı
Sarayı'nın teferruatlı ahşap bir minyatürü bulunur. Kıymetli bir eserdir
ve sarayı anlamak bakımından gereklidir. Yine aslında Topkapı
Sarayı'nda bulunmaması gereken 19. yüzyıla ait birtakım saltanat arabaları
da burada sergilenmektedir.
Babü's selam'dan girdiğimiz avluda, bizim sarayın altına tekabül
eden -çünkü Topkapı Sarayı'nın Sur-u Hümayı1n'un altı eski klasik
Bizantiyon'du ve Bizans İmparatorluğu dediğimiz dönemde bu bölgeden
40
!JJ&bü s c5elam ve gbinci :Jlvfu
bilgi bile yoktu- bazı kalınnlar da göze çarpar. Mesela samıçlar. İstanbul,
her zaman için su sıkıntısı çekilen bir şehirdi. Ab-u havasının güzelliği
evet, ama biraz abartma da olmalıdır.
Adalet Kulesi
Hiç şüphesiz ki Divan-ı Hümayı1n muhteşem kulesiyle ortadadır.
Bu kule önceleri ahşaptır. Bir yangından sonra tekrar restore edilir
ve 19. yüzyılda da mimar aile Balyanlar bugünkü görünümünü verir.
Kasr-ı Adl yahut Adalet Kulesi'nin alt katında Divan-ı Hümayı1n
toplanır. Sadrazam, kubbe altı vezirleri, -şayet vezir ise- yeniçeri"ağası,
kaptan paşa ve nişancı ... Nişancı, imparatorluğun kadastrosunu,
tırnar ve dirlik tevcihatını yapan biriydi. Çok önemli bir memuriyetti.
41
Osmanlı c5araymcfa Jfayal
Burada sadece ilmiyenin ve adliye işlerinin reisi olarak Anadolu ve
Rumeli kazaskerleri bulunurdu. Müfti dediğimiz şeyhülislam sonraları
anılan ilmiye reisi hiçbir zaman divanın üyesi olmamıştır, Divan-ı
Hümayfin'a da katılmamıştır.
Divan-ı Hümayfin toplantılarını dışarıdan dinlemek mümkündü.
Akustik yapısı buna müsaitti. Burada bilhassa cuma günleri yapılan
toplantı bir temyiz divanı haviısındaydı. İmparatorluğun dört yanında
adaleti tüketen ve şikayeti olanlar buraya müracaat ederlerdi. Ayrıca
İslam dinine girenler burada belirli miktar akçeyle taltif edilirlerdi.
Babü's selam'dan girdiğimizde gözümüze ilk çarpan bir namazgahtır.
Bu namazgah bugün bir çiçek tarhı halindedir.
IL Abdülhamid Han, İmparatorluğun tarihini romantik bir biçimde
yeniden yorumlamak ve benimsetmek isterdi. Onun zamanında
Bursa'da Osman ve Orhan Gazi'lerin türbeleri yaptırıldı. Söğüt'te Ertuğrul
Gazi türbesi yeniden yaptınldı ve muayyen yerlerdeki kirabelerin
başkente nakledildiği görüldü. Burada da yine Sohum Kalesi'ndeki I.
Abdülhamid Han devrine ait bir kitabenin, yani oranın fütuhatını gösteren
kitabenin Kafkas savaşlarından sonra buraya nakledildiği ve orta
avluya dikildiği görülmektedir.
Babü's selam'dan Harem' e de gidilmektedir . .Divan-ı Hümayfin ve
Harem girişi arasında eski Divan-ı Hümayfin'un ofisleri, kltabet merkezi
yer almaktadır. Dış Hazine de buradadır ve bugün burada silahlar
teşhir edilmektedir.
Topkapı Sarayı'nın batı cephesinde Beşir Ağa Camii yer almaktadır.
Bugün bu bölüm Arkeoloji Müzesi'ne geçiş kapısını da ihtiva etmekte ve
sarayın sergileri zaman zaman buradaki Has Ahur'da tertiplenmektedir.
Mehterhanenin kalıntıları buradadır. II. Mahmud mehter takımını
lağvettikten ve bu müziğin yerine Avrupa marşlarını koyduktan sonra
zamanla ananenin ihtiyacı hissedilmiş ve II. Meşrutiyet'te mehter takımı
yeniden ihya edilmiş, eski marşlar tekrarlanmış, bazıları zamana
göre yeniden bestelenmiştir. Demek ki anane pek kolay terk edilecek
bir kurum değildir.
42
DiVAN MEYDANI'NDA YAPILAN MERASİMLER
UIOfe Dağıtımı
Divan Meydanı'nda yapılan merasimlerin en meşhuru ulı1fe dağitımıdır.
Her üç ayda bir yeniçeriler bu meydanı doldurur ve maaşları
olan ulı1felerini alırlardı. O zaman buradaki çekilen gülbank, yeri göğü
inietirdi ve o günlerde başkentteki yabancı elçilerin sarayda bulunma~
larına dikkat edilir, davetlilere Osmanlının askeri gücü teşhir edilirdi.
Askere çorba ikram edilir, çorba içilirse maaşlar yani ulı1fe dağıtılınaya
başlanır. İçilmezse isyan alametidir. Birinci ortanın bir numaralı neferi
padişahın kendisidir. Çok ilginç bir ananedir, bütün ortaların ulı1feleri
üç ayda bir bu şekilde dağıtılırdı. Kanuni Sultan Süleyman Han döneminde
sefer zamanlarında askerlerin şevkini artırmak için pilav, yahni
ve zerde ikram edilmesi geleneğinden ilhamla ulı1fe dağıtımı sırasında
çorba, pilav ve zerde ikram edilmeye başlanmıştır.
Merasimle Dış Hazine' den getirilen ulı1fe keseleri askerlere paylaş
tınlmadan evvel güzel bir Osmanlı geleneği ile fakir halka dağıtılacak
sadakalar ayrılır ve ondan sonra ulufe dağıtımı başlardı.
Avluya bazen ayak direyen, padişahla görüşmek için gelen yeniçeriler
de doluşurdu. Osmanlı tarihinin nahoş sayfalarıdır.
Elçi Kabulleri
Ulı1fe dağıtımı dışında elçi kabulleri de bu meydancia yapılırdı.
Av lun un sağ tarafına yeniçeriler, sol tarafına sipahiler mu tantan bir
düzenle dizilirler ve gösterişli duruşları ile gelen elçilik heyetini kendilerine
hayran bırakırlardı. Revaklara halılar ve diğer değerli kumaşlar
asılır, saraydaki aslanlar ve kaplanlar dolaştırılırdı. Yapılan uygulamalar
bir güç gösterisiydi. Dosta güven veren, düşmanı ürküten bir devletin
varlığı gösterilmeye çalışılırdı. Elçilerin getirdikleri hediyeler de Babü's
saade'nin sol yanında teşhir edilirdi. Gelen heyeti Kubbealtı önünde
sadrazam başkanlığındaki vezirler heyeti karşılardı. Padişahlar hiçbir
43
Osmanlı darayında JEayal
zaman elçi karşılamak için dışarı çıkmazlardı. Padişahların her gelen
elçiyi huzurlarına kabul etmek gibi bir zorunluluğu da yoktu. Padişah
gelen elçiyi kabul edecekse elçi Arz Odası'na alınırdı. Görüşme Arz
Odası'nda yapılırdı.
--~
Kubbealtt'nda sadrazamm elçi ile yediği öğle yemeği
jean Baptist Hilaire (Tableu Generale)
44
Bakiava Al ayı
Baklava Alayı, Topkapı'da ramazan hayatının güzel bir misalidir.
Padişahın askerlerine ramazan ikramidır.
Baklavalar, Matbah-ı amire'de hazırlanırdı. Yeniçeri, sipahi, topçu
ve cebeci gibi kapıkulu askerinin her on neferine bir tepsi hesabıyla hazırlanan
b aklava sinileri futalarına ( örtülere) sarılmış olarak Matbah-ı
amire önüne dizilirdi. Bu siniterin ilkini, Silahdar ağa ve maiyyeti, bir
numaralı yeniçeri olan padişah adına teslim aldıktan sonra, diğer ortalardan
gelen ikişer nefer birer siniyi herhangi bir kargaşayamahat bırakmadan
yüklenirciL Her bölüğün usta, saka, mütevelli, odabaşı gibi amirleri
önde, baklava sinileriyle yürüyenler arkada, açılan kapıdan dışarı
çıkarlar, baklava alayı gulgule ve nümayiş ile Divanyolu'nda kendilerini
seyretmek için karşılıklı sıralanmış halkın arasından alkış ile kışlalara
yürürdü. Sini ve futalar ise ertesi gün Matbah-ı amire'ye iade edilirdi.
Son dönemle~inde bozulup kuru gürültü haline gelen Baktava Alayı
törenlerinde, sini ve futalar iade edilmez olmuş, buna gerekçe olarak da
"Baklava o kadar lezzetliydi ki sini ve futaları da yedik-:" gibi laubalilikler
olmuştur. Baklav~ Alayı, nasıl son bulursa bulsun, hep o Osmanlı
İstanbul'una has törenlerden biri olarak hatırlanacaktır.
Matbah-1 amire'de bir çini tabak
45
Osmanlı Öarayında Jfayal
Divan toplantıları, Ayasofya'da üyelerin sabah namazını kılmalarından sonra başlar.
Gravürde Bab-ı Hümayun üzerinde bulunup da günümüze ulaşamayan köşk de görülmektedir.
46
KUBBEALTI (DİVANHANE)
İkinci Avlu'nun kenarındaki Kubbealtı adeta imparatorluğun cihanşümul
karakterini temsil eder. Bir dönem dünyanın yönetildiği bu
mütevazı mekan ı6. yüzyılda Kanuni tarafından yaptınlmıştır. Üç kubbeden
ibaret olan yapı, ı665 SarayYangınıneticesinde çok ciddi hasar
görmüş; Sultan IV. Mehmed tarafından neredeyse yeniden yaptırılmış
tır. Yapı daha sonraki dönemde de çeşitli tamirler görmüştür ve bu tamirlere
dair kitabeler Kubbealtı'nın dış cephesinde bulunmaktadır.
Osmanlı Sarayı'nın ı 7. yüzyıldaki yangını çok önemlidir. Bu sebeple
birçok ahşap yapılı yer mermere dönüştürülmüştür. Mesela birinci avluda
hatta Enderun avlusundaki revaklarda bazı ahşap sütunlar vardı.
Bunların yerinimermer almıştır. Haremin içinde de ahşapken bu yangın
dolayısıyla taşa ve mermere dönüşen bölümler vardır. Topkapı Sarayı'nın
geçirdiği en büyük mimari değişirnde bu yangına dayanmaktadır.
Kubbealtı, geniş saçakları, zarif parmaklıkları ile Lale Devri'nden
mimari izler taşır. Derin kubbesi ve geniş pencereleri ile sağlanan aydınlık
ortamla divan üyelerine ferah bir çalışma ortamı sunar. Kubbe
·ve kemer süslemelerinde Kanuni devri klasik süsleme esaslan görülür.
Ku b be göbeği ise ı 7. yüzyılın klasik süslemelerini havidir.
Divit Odası, Kubbealtı'nın sadrazarnlara mahsus kısımlanndandır.
Divan'da görevli katibierin başında reisülküttab bulunur, ileride yetki
ve görevleri aşırı derecede yükselecek olan reisülküttaba ait ikinci
kubbe ile üçüncü kubbe arasında oluşturulmuş bölme vardır. Buraya
"reisülküttab tahtası" adı verilir ki reisülküttaba bağlı divan katibieri
burada oturmaktadır.
Üçüncü kubbenin altı ise Maliye Defterhanesi olup divanda tutulan
defterdarlıkla ilgili kayıtların saklandığı bölümdü. Bu bölüm toplantı
sonunda sadrazamda bulunan padişah mührüyle mühürlenirdi.
Kubbealtı'nın avluya bakan dış taraflarını geniş bir revak kuşatır.
Yeşil porfir ve beyaz mermer on bir sütun üzerindeki kemeriere dayanan
bu revak ahşap tavaniıdır ve enfes kalem işleri ile tezyin edilmiştir.
47·
Osmanlı r:Sarayıncla Jfayal
Divan Toplantıları
Divan-ı Hümayı1n, Osmanlılarda Orhan Bey zamanında teşekkül
etmişti ve bütün devlet işlerinden de birinci derecede mesul kurumdu.
Hükümdar nerede bulunursa divan orada kurulurdu.
Divan toplantılarına katılacak üyelerin Kubbealtı'nda oturacakları
ve duracakları yerler teşrifat kaideleri gereği belirlidir. Sadrazam ve vezirler
kapının karşısındaki sedire otururlardı. Kubbealtı vüzerası, devleti
yöneten iç kabine mesabesindeki yüksek görevlilere denir. Cuma günleri
burada temyiz görevleri yerine getirilirdi. Fatih'ten itibaren ise padişahlar
divana riyaset görevini veziriazamlara bırakmışlardı. Sadrazam
ve Kubbealtı vüzerasının oturduğu sedirin hemen üstünde padişahların
divan toplantılarını takip ettikleri kafesli pencere Kasr-ı Adl bulunur.
Kasr-ı Adl'e Adalet Kasrı'ndan girilir ve Harem'den ulaşılır.
Divan-ı HümayOn'un Özellikleri
Divan toplantıla.rı Kasr-ı Adi'ın (Adalet Kasrı) altında Kubbealtı'nda
yapılır. Divan-ı Hümayı1n tamamı ile Farsça bir tabirdir. Divan çok açık
ki Sami asıllı bir deyim olup bir defteri ve dildeki dönüşümle bir büroyu
ifade eder. Tercümesi imparatorluk kurulu diye de yapılabilir. Belirli
işlere bakan bir meclis ve bakanlık demektir. Divan-ı Hümayı1n gerçek
anlamda imparatorluğun yönetildiği bir kuruldur, bir bakanlar kurulu
değildir. "Hümayı1n" İran'da emperyal anlamındadır. Hiçbir zaman
Osmanlı kanunu onun yapısını ve görevini ayrıntılarıyla ve bükülmez
bir şekilde tespit etmiş değildir; ama Osmanlı'da söze ve padişah fiiline
dayanananane o zamanki deyimle "ecdad ve eba-i izam" (yüce dedelerimiz
ve babalarımız) zamanından beri uygulanagelmiştir. 16. yüzyılda
haftada dört gün toplanan, 18. yüzyılda ise bir gün zor toplanan bir kurul
haline dönüşür. Güya tatil günü denen cumaları divanın en yoğun
çalışma günüdür.
Divan-ı Hümayı1n'da savaşa ve barışa karar verilir. Tabii bu kararları
tasdik edecek kişi padişahtır. Müftü de kararı berkitecek fetvayı verir.
Divanda dünyanın dört bir köşesini ve her şeyi ilgilendiren kararlar
alınır. Divan-ı Hümayı1n 15. ve 16. Osmanlı asırları boyunca dünyanın
yönetildiği bir yerdir.
Padişahlar Neden Divan'aBaşkanlık Etmezler
Divan-ı Hümayı1n, devletin başlangıcından beri Osmanlı hükümdarlarının
başkanlığında toplanan bir kuruldur. Rivayete gÖre, IL Mehmed'in
48
Xı66eal!ı ('ZJivanlıdne)
Bursa veya Edirne zamanında, derviş in biri divanın ortasına sızıp "Padişah
kangınız?" diye sormuş. Artık imparatorluk çağında böyle ölçüsü kaçmış
aşiret demokrasisine tahammül edilemezdi; idare ve devlet, yönetilenle
çok fazla yüz göz olmaya başlamıştır. Bu yüzden Fatih Sultan Mehmed
devrinden itibaren padişahlar Divan-ı Hüma.yGn'a yani dünyayı yöneten
bu kurula başkanlıktan çekilmişler, toplantı salonu üzerinde kafesle ayrı
lan bir hücrede oturarak müzakereleri takip etmeye başlamışlardır.
Pek nadiren sesle, daha çok kafese asayla vurarak toplantıyı dağıttıkları
vakidir. Devlet yönetim toplantılarının bir hücreden takip edilmesi
sadece Osmanlı'ya has bir uygulama değildir. İspanya kralları, üniversal
şurayı; Moskova çarları, Kremlin'deki Bayarlar Meclisi'ni izleyebilmektedir.
Divan'da alınan kararlar Mühimme Defterlerine yazılır. Başbakanlık
arşivimiz bu kayıtları yani "Mühimme Defteri" denen eserleri
neşretmektedir. 16. yüzyılın bir dünya imparatorluğunun tarihini buradan
izlemek mümkündür.
Divan Öncesi
Divan-ı HümayGnJtoplantıları bütün İslam dünyası için bir numaralı
camii olan Ayasofya'da üyelerin sabah namazını kılmalarından sonra baş
lar. Zaten Osmanlılarda mesai başlangıcı her zaman sabah namazı sonrası
dır. Bedestenler, çarşılar da bu düzene göre açılır. Üyeler Vezir Yolu'ndan
çavuşbaşı ve kapucular kethüdası refakatinde Divanhane'ye (Kubbealtı)
doğru yürürlerdi. Babü's saade yakınlarına geldiklerinde ikinci vezir biraz
daha ileri yürüyere~ buradaki selam taşı önünde Babü's saade'yi selamlar
ve dönüp kendisini bekleyen vezirlerin arasına katılırdı.
Önceden Kubbealtı'na girmiş olan kazaskerler, defterdarlar,
reisülküttab ve Divan-ı Hümayı1n katibleri, ikinci kubbe ile üçüncü
ku b be arasındaki Reisülküttab Tah tası önünde ayakta karşılıklı saflar
halinde sıralanarak vezirleri beklerlerdi. V ezirler gelince selam vererek
hep birden Divanhane'ye girerler, herkes Osmanlı teşrifat kaideleri
lüzumunca makamının bulunduğu yere geçerek sadrazaının gelmesini
beklerdi. Sadrazama divanın toplandığı haberi gelince sadrazam kethü-
dası ve maiyetiyle birlikte saraya gelirdi. Vezirler Divanhane'de sadrazamın
oturduğu sedirin sağ tarafına, kazaskerler ise sol tarafa sıralanır,
kapının girişine doğru da defterdarlar otururdu. N işancı, defterdarların
karşısında yer alırdı. Görüşmelerin tutanaklarını tutan ve yazılacak belgeleri
hazırlayan katibler kendilerine tahsis edilen Kubbealtı'nın bölmelerinde,
alçak bir masanın etrafında yere otururlardı.
49
Osmanlı Oarayında Jfayal
Divan Çavuşu
Müzakerelere başlanmadan evvel Ayasofya Camii'nden gelen imam
veya müezzinler tarafından yüksek sesle Fetih Suresi okunurdu. Çavuş
başı ve tezkirecHer Hazine ve Defterhane'nin mühürlerini sökerek kullanılacak
defterleri Divanhane'ye getirirlerdi. Bu arada kendilerine yaz
mevsiminde soğuk şerbet, kışın ise macun ikram edilirdi. Divanın başı
vezir-i azamdır; kendisini dört adet Kubbealtı veziri yani imparatorluk
mareşalleri takip eder. Kubbealtı vezirlerinin sayısı ilerleyen dönemde
farklılıklar göstermiştir. Yeniçeri ağası eğer vezir rütbesinde değilse divanda
oturmazdı. Kaptanpaşa mutlaka bulunurdu. Asıl başköşede otuso
Xb6eallı ('l)ivanlı&ıe)
ranlar Anadolu ve Rumeli kazaskerleriydi. Osmanlı yargı teşkilatı ve
taşranın idaresi bu iki memura tabi idi. Divanın bir üyesi defterdardı.
Hiç şüphesiz bir diğer önemli üye nişancıydı. Askeri imparatorluğun tı
mar ve zeamet sistemi on binlerce tımarlı ve zaimin kayıt ve kaderi onun
adaletli ve düzgün işlevlerine bakardı. Başyardımcısı reisülküttab ve ona
bağlı divan tercümanları sefir süferanın görüşmeleri ve harici meseleler
sorulduğunda arzda bulunmaları için divanda ayakta beklerlerdi.
Şeyhülislam da divanın üyesi değildir. Yani başkent müftüsü, hiç-
bir zaman Divan-ı Hümayı1n'da bulunmamıştır. Müftünün kabineye
dahil olması Tanzimat'tan çok sonra gerçekleşmiş ve protokoldevezir-i
azamdan sonra şeyhülislam gelmiştir. Ancak, klasik Osmanlı devirlerinde
Divan-ı Hümayı1n'da şeyhülislam bulunmamıştır.
Fenerli beyler imparatorluğun Hıristiyan memurlarıydı ve çok kimsenin
zannettiği gibi mutlaka Helen asıllı değillerdi. İçlerinde mebzul
Romen asıllılar, Bulgar, Hıristiyan Arnavut, İtalyan hatta 13. yüzyıldaki
Haçlı istilasından kalan Latin kökenli aileler de vardı. Yunan
ayaklanmasından sonra bu zümre tasfiye' edildi. Yerlerini Ahmed Vefik
Paşa'nın ailesi olan Bulgarzade Yahya gibi mühtedi Müslümanlar ve Sahak
Ebro gibi Ermeniler aldı.
16. yüzyıl Osmanlı nişancıları, edip ve alim kişilikleri ile dikkati
çekmişlerdir. En büyüklerinden biri Koca Nişancı da denen Celalzade
Mustafa idi. Celalzade Mustafa, edebi bir üslı1ba sahip tarih eseri
"Tabakat-ül Memalik ve Deracat-ül Mesalik" ile tanınır. Onun kaleme
aldığı name ve bazı fermanları okumak tarih öğrencilerine 16. yüzyıl
dilinde ve edebiyatında ustalık kazandırır .
. Divan-ı Hümayfın Kararları
Muhteşem kubbenin gölgesinde sarayın orta avlusu, devletin ve milletin
yaşadığı tarihin ihtişamını hala aksettirmeye devam etmektedir.
Üç ayda bir yeniçerilerin ulı1feleri dağıtıldığında Divan-ı Hümayun
toplanır, orta avluda yeniçeri kalabalığının çektiği gülbank, yeri göğü
inletirdi. Bu ortamda başkentteki sefirler de hazır bulunurdu. Bu üç aylık
töreniere Galabe Divanı denir. Hiç şüphesiz ki, ne divanın ne padişahın
otoritesinin kale alındığı isyankar, zoraki toplantılar da olurdu. Y eniçeriler
orta aviuyu doldurur, padişahı Ayak Divanı'na çağırırdı. Bunların
çoğunun ne olduğunu, nasıl bittiğini biliyoruz; Hafız Paşa, Hezarpare
(bin parça) Ahmed Paşa gibi bazı devlet adamlarının başı pahasına kalabalık
dağıtılırdı.
51
Osmanlı <5arayında Jfayal
Divandan çıkan kararların hukuken çok geçerli olduğu söylenemez;
ama bu kararlar fiiliyatta geçerlidir. Çünkü vezir-i azam mutlak
bir vekildir. Onun başkanlığında toplanan bu kurulun toplanması da,
müzakere usulleri de, dağılması da, toplantı günleri de uzun yüzyıllar
içinde oluşmuş bir ananeyi aksettirir.
Kubbealtt'nda Fas elçisinin Divan-t HümayOn'a kabulü
52
Aubbeai!J (l)iuanlıane)
Divan-ı Hüma.yun'un ikinci mercii, Babü's saade'nin hemen girişinden
sonra yer alan Arz Odası' dır. Arz günlerinde Kubbealtı'ndaki toplantı
bitince vezirler burada belirli zamanlarda padişaha layiha sunarlar
ve sadrazam da telhis sunar. Padişah onaylarsa kararlar kesinleşir ve
uygulamaya geçilir. Arzı müteakip sadrazam Kubbealtı'na gelir, burada
kendisini beklemekte olanlar eteğini öperler, bunu müteakip defterler
mühürlenerek geldikleri dairelere geri yollanır ve herkes dağılır.
Sarayın Suyunu Dağıtan Dolap Ocağı
Babü's selam'dan girince sağ tarafta şimdi saray atölyelerinin bulunduğu
avluya açılan bir kapı vardır. Burada Dolap Ocağı bulunur. Bu
mekanda saraya su sağlayan iki kuyu, merdivenli samıç ile büyük bir -
Dolap Ocağı vardır. Halkalı'dan gelen sular biri Fatih Sultan Mehmed
Han diğeri Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından yaptırılan bu kuyularda
toplanır ve atların döndürdüğü dolaplar vasıtasıyla çekilen su,
duvarlar üzerindeki haznelere çıkartılır; oradan da saraydaki çeşmelere,
hamamlara, havuzlara dağıtılırdı. ilerleyen dönemde bu dolapların yerini
makineler almıştır.
Namazgah
Namazgahlar sefer sırasında askerlerin namazlarını kılmaları için
düşünülmüş umumiyede açık mekanlardır. Bunlardan günümüze çok
az bir kısmı ulaşmıştır. Sarayda da saltanat arabalarının sergilendiği
mekanın karşısında 80 cm. kadar yükseklikte kıble taşı bulunan bö-
lüm Namazgah'tır. Kible taşının üzerinde "Küllema dehale aleyha
Zekeriyya'l-Mihrab" ayet-i kerimesi yazılıdır. Kapı personeli kışlar dı
şında namazlarını burada cemaat ile kılarlardı.
Saray mutfaklarının önünde bulunan uzun revakın altında sergilenen
kitabelerin, alınlık taşlarının pek çoğu günümüzde bulunmayan
İstanbul Surları'na, Sur-ı Sultani'ye, saray arazisi içinde önceden bulunan
ancak günümüze ulaşamamış köşklere ve diğer çeşitli yapılara ait
kitabelerdir.
53
Osman.6 c:Sarayında Jfayal
Topkapt Sarayt'mn su isa/e hatlarmt gösteren kroki
54
SARAYlN MUTFAGI-MATBAH-1 AMİRE
Matbah-ı amire saray mutfaklarının bulunduğu kısımdır. Osmanlı
Sarayı'nın mutfağı her yüzyılda Osmanlı zarafetinin ve. zenginliğinin
ifadesi olmuştur.
Topkapı Sarayı gibi içinde neredeyse bir ilçe nüfusu kadar insanın
yaşadığı müessesenin gıda ihtiyaçları buradan karşılanırdı. Topkapı
Sarayı'nda günde ortalama beş bin kişilik yemek yapılırdı. Ulufe da-
ğıtımında ve cülı1s merasimlerinde bu sayı on beş bin kişiyi bulurdu.
Pişirilen yemekler sadece saray halkına verilmez; dışarıdan Divan-ı
Hümayı1n'a dilekçe vermeye gelenlere, davacılara veya şahitlere de
din, dil farkına bakılmaksızın yemek ikraın edilirdi. Ayrıca Matbah-ı
amire, sarayın civarına da yemek dağıtılan, yemek çıkarılan bir yerdir.
Gelen yemeğin önce aşçılar, sonra çaşnigir tarafından nasıl tadılacağı
belirlenmiştir ve suikasta karşı bir tedbir olarak düşünülmüştür. Tabii,
padişahın önüne gelen altmış çeşit yemeğin her birinin yendiğini sanmamak
gerekir. Padişahın bazen baktığı, bazen sadece tattığı bu nefis
yemekierin herhalde kendisinden sonra protokol icabı başkaları tarafından
yendiği açıktır ki bu eski bir Şark ve Türk ananesidir. Kalabalık
bir topluluğa yemek hazırlamak için çok büyük mutfaklara ihtiyaç
duyulmuştur ki bizdeki Matbah-ı amire büyüklüğündeki bir mutfağın
dünya saraylarında bir benzeri yoktur.
Matbah-ı amire önünde yer alan uzun revaküzerinde üç kapı vardır.
Bu üç kapıdan ilki Kilar-ı amire'ye, ikincisi Has Mutfak'a ve üçüncüsü
Helvahane'ye açılır ve her kapı açıldığı mekanın ismini almıştır.
Matbah-ı amire kesme taşlarla döşeli yolu ile küçük bir Osmanlı
sakağını andırmaktadır. Kilar-ı amire Kapısı'ndan girildiğinde Kilerler
ve Yağhane'ye ulaşılırdı. Burada gıda depoları bulunurdu. Bugün
bu binalarda sarayın arşiv ve tekstil deposu bulunmaktadır. Saray
kumaşlarının saklandığı bölümün gün ışığı almamasına, oda sıcaklı
ğının ve neminin müsait sıcaklıkta tutulmasına ve tozlanmaya karşı
tedbirler alınmıştır. Bu depolarda padişahların, şehzadelerin, saray
55
Osmanlı Oarayında Jfayaf
kadınlarının ve diğer görevlilerin kullandıkları giysiler, Kabe örtüleri
ve Haremeyn'den gelen perdeler gibi paha biçilmez değerde eserler
muhafaza edilmektedir. Depolar ziyarete kapalıdır.
Kilar-ı amire'nin karşısında saray mutfağının iaşe işlerine bakan
Vekilharç Dairesi vardı. Bu daire günümüzde tamir atölyeleri olarak
kullanılmaktadır.
Yağhane'nin yanında saray aşçılarının namazlarını eda edebilmeleri
için ahşaptan yapılmış Aşçılar Mescidi vardı. Mescidin karşısında ise
aşçılara ait koğuşlar bulunuyordu. Bu yapılar, günümüzde Topkapı Sarayı
Müzesi'nin hizmet binaları olarak kullanılmaktadır.
Matbah-ı amire'nin ilk yapıları Fatih döneminde inşa edilmiştir.
Bugün görülen mutfak yapılarının son kısmındaki iki kubbeli odası Fatih
dönemine aittir. Sonraki dönemde büyütülen mutfaklarda, 1574'te
büyük bir yangın çıkmış; ciddi bir bölümü yanan binaları Mimar Sinan
yeniden yapmıştır.
Matbah-ı amire'de genel olarak saray halkına yemek verilirdi. Harem
halkının yemekleri ise diğer yemeklerden farklıydı ve ayrı mutfakları
vardı. Padişahın yemeği Matbah-ı amire'nin Has Mutfak bölümünde
pişirilirdi.
Saray Tatlıları
Matbah-ı amire'nin son kısmı ise Helvahane'dir. Burada Matbah
Emini'ne bağlı bulunan Helvacılar bir bölük halinde görev yapaıJardı.
Vazifeleri sadece helva, hamur tatlıları ve şuruplar hazırlamaktı. Altı
usta ile yüz kadar çıraktan meydana gelirlerdi. Kışları gül, misk, gelincik
çiçeği, havlican ve dar-ı fülfül gibi baharattan şeker kestirerek yaptıkları
macunu Hünkar, Divan-ı Hümayun üyeleri ve Enderun'un ileri gelenlerine
sunarlardı. Hazırladıkları tatlılar arasında özellikle Saray lokması
pek nefis ve meşhurdu. Osmanlılarda irmikten tahine, undan pekmeze
kadar onlarca çeşit malzeme bu helvahanelerde kullanılırdı. Sarayda
yapılan aşureler de çok meşhurdu. Muharrem ayında ballı aşure, şekerli
aşure ve süzme miskli aşure pişirilirdi ki bunlardan süzme miskli aşure
hünkar ve Harem halkı için hususi yapılırdı.
Dört bölümden müteşekkil Helvahane'nin giriş kapısı· üzerinde
Kelime-i Tevhid yazılıdır. Bu bölümde günümüzde Osmanlı döneminde
yemek yapımında kullanılan mutfak eşyaları sergilenmektedir. Eşyaların
büyüklüğü; nasıl her gün sarayda binlerce kişiye iki öğün yemek
hazırlandığını göstermektedir.
56
Oaraym ']j(uljaijı-:Jl(af6alı-ı :7/mire
Saraym m üze olarak kullantldtğt ilk yt!larda sergilenen çini ve porselenler
Günümüzde İstanbul ve Yıl d ız porselenleri ile cam eserlerin sergilendiği
mekan Reçelhane'nin ön tarafı olup eskiden burada Şerbetçiler
Mescidi bulunmaktaydı.
Helvahane Kapısı'ndan sonra mutfak yapılarının karşısında aşçı
koğuşları yer almaktaydı. Bu kısımlar sonraki dönemde yıktırılmış ve
yerlerine şimdiki sergi binaları yaptırılmıştır.
Osmanlı mutfağında Il. Bayezid'den sonra hususen porselen kullanılmaktadır.
Aslında bu, Topkapı'daki zengin porselen-çini koleksiyonunun
varlığını da izah eder. Mutfak, bugün eşine rastlanmadık bir çini-porselen
zenginliğini barındırmaktadır. Kuşkusuz dünyanın sayılı porselen koleksiyonlarından
biri Topkapı mutfaklarında sergilenmektedir.
Matbah-ı amire'deki aşçı ve yarnakların Osmanlı tarihinde ilginç roller
üstlendikleri de bilinir. Haçova Savaşı'nda düşman birliklerine saldı
ran aşçılar olduğu_gibi Naima Tarihi'nde anlatılan bir haclisede de Divan
Meydanı'nda "Biz noksan mevacib (maaş) almayız." diyen yeniçerilerin
57
Osmanlı Oaraymda Jfayai
ulufe almayı redderınesi ve Divan-ı Hümayı1n erkanını taşlamaya başlamaları
üzerine Matbah-ı amire aşçılarının ellerinde kepçe, satır ve odunlada
yeniçerileri Divan Meydanı'ndan çıkarttıkları anlatılır. Bu hadise
esnasında Enderun ağaları ve baltacılar da aşçılara yardım etmişlerdir.
Topkapı'da Ramazan iftarları
Ramazanlarda Topkapı'da verilen iftarlar da çok meşhurdu.
Osmanlı'da hükümdarın, vezirlerin ve diğer devlet adamlarının iftar
ziyafeti vermeleri adettendi ve hakimiyet sembolüydü. Her ramazan,
vüzera ve ümeraya, bu arada yabancı sefirlere ve gayrimüslim tebaanın
ruhani ve cismani reisierine padişahın iftar ziyafeti verdiği malumdur.
Bu iftarlar tepeden tabana tekrarlanan bir adettir. Osmanlı iftarları
zengin ve leziz mutfağın teşhir edildiği; fakirlerle sofranın paylaşıldığı
mahfiyetkar, mistik bir sofradır. İftara davet edilen Avrupalılar yedikleri,
içtikleri, hele hele gördükleri ve hissettikleri bu mistik havayı anlata
anlata bitiremezler. Pek çok seyahatnarnede Osmanlı ramazanlarını bü-
tün teferruatıyla bulmak mümkündür. Zaten çeşitli dinler değil, farklı
içtimai sınıflar da aynı konakta oruçlarını açmaktadır.
Beşir Ağa Camii
Has Ahur Kapısı'ndan girilen yol üzerinde bulunan Beşir Ağa
Camii, Sultan III Ahmed ve Sultan I. Mahmud zamanlarında 29 yıl
(ı 717-ı 7 46) Darü' s saade ağalığı görevinde bulunan Hacı Beşir Ağa
tarafından yaptırılmıştır. Beşir Ağa, camiin bitişiğine bir çeşme ile hamam
da inşa ettirmişti. Hamam, Baltacılar Hamarnı olarak da bilinirdi;
ı 920'lere kadar hizmet veren yapı maalesef günümüze ulaşamamıştır.
Camii ve hamam daha çok sarayın dış ocaklarına hizmet vermiştir ki
Has Ahur ve Baltacı Koğuşları'nın personeli bumlardan en fazla faydalanan
kimselerdir.
Cami, sarayın kullanılmadığı dönemlerde çok ihmal edilmiş, çatı
sı çökmüş bir vaziyette iken 1939'da yapılan yenileme çalışmaları ile
kültürüroüze yeniden kazandırılmıştır. Tarihçi Abdurrahman Şeref
Bey, Beşir Ağa Camii'nde bulunan Hz. Peygamber'in ve dört halifenin
isimlerinin yazılı olduğu levhaların bizzat Sultan Abdülmecid hattı ile
yazıldığını bildirir. Caminin minaresi Türk İslam sanatında görülen minare
yapılarından çok farklı olup cumba şeklinde tuğla gövdenin üstüne
yerleştirilmiştir. Caminin banisi Beşir Ağa Mekke-Medine kadılığı gö-
revinden sonra İstanbul'da vefat etmiş ve Eyüp Sultan türbesinin yanı
na defnedilmiştir. Türbesi halen orada bulunmaktadır.
58
HAS AHUR (IS TABL-l AMİRE) VE PADİŞAH ATLARI
Beşir Ağa Camii'nin yanından başlayan Has Ahur, Zülüflü Baltacılar
Koğuşu'na kadar devam eder. Sarayın diğer bölümlerinden farklı
olarak düz ve sanatsız bir şekilde inşa edilmiştir. Has Ahur'da adından
da anlaşılacağı üzere padişah ve yakınlarının atları bulunur. Bina dört
bölmelidir. Bu bölümlerin ilkinde Raht Hazinesi (Ahur Hazinesi) bulunur.
Raht Hazinesi'nde padişahların kullandıkları koşum takımları vardır.
Pahalı mücevherlerle süslü, altın ve gümüşten mamul olan büyük
kıymette eyerler, kırbaçlar, üzengiler, gemler, at başlıkları gibi eserler
Raht Hazinesi defterlerine kaydedilir, Mühr-i Hümayun ile mühürlenir
ve burada saklanırdı. Maliyenin bozulma ya başladığı 17. yüzyıldan
itibaren Raht Hazinesi'nden altın ve gümüş birtakım eserler para basıl
ırrası için darphaneye gönderilmiştir. Raht Hazinesi, daha sonraki dö-
nemlerde Baltacılar Mescidi olarak kullanılmıştır.
Has Ahur orta kapısının bulunduğu kısımda hükümdar, şehzadeler
ve diğer hanedan mensupları için iki yüze yakın at bulunmaktaydı. Bu
adar görünüş, kuvvet bakımından olduğu kadar şecere olarak da imparatorluğun
ihtişamına ve padişahın hakimiyetine yakışır hayvanlardı.
Atlar hızlı koşmaları ve önlerine çıkan engellerin üzerinden atlamaları
için serahurlar tarafından hususi bir eğitime tabi tutulurlardı.
Padişahların Topkapı Sarayı'nı kullanmamaya başlamalarından itibaren
Has Ahur, Dolmabahçe'ye, günümüzde İnönü Stadyumu'nun bulunduğu
mevkie taşınmıştır.
Sarayda bulunan tek ahır Has Ahur değildi. Bunlar dışında da ahırlar
vardı ki en meşhurları bugün Ahırkapı olarak anılan bölgede ve sarayın
biraz dışında bulunurdu. Saray halkına ait at sayısı ise binden fazlaydı. Atlardan
başka sarayda katır ve deve gibi binek hayvanları da bulunurdu.
Has Ahur'un idaresi mirahur (imrahur, emir-i ahur) denilen vazifeIiiere
aitti. Mirahurluk mühim bir makam olup Osmanlı devlet bürokrasisi
içinde yükselmeye açıktı. Nitekim mirahurluktan sadrazamlığa
kadar yükselen devlet adamları olmuştur.
59
Osmanlı r5arayında Jfayal
Has Ahur halkından olan saraçlar, günümüzde unutulmaya yüz tutmuş
bir mesleği, eyer ve koşum takımlarını yaparlardı. Eyer yapımındaki
ustalıkları dillere destan olan saraçlar, sefer zamanında da ordu
ile birlikte sefere katılırlardı. Bunlar dışında Has Ahur halkı içinde veterinerlik
yapan, at nallayan ve iğdiş yapan nalbant grupları, katırlara
bakan harbendeler ile develere bakan deveciler gibi pek çok vazifeli
kimse vardı.
Saraym m üze olarak ku/lamldtğt ilk ytllarda Has Ahur'da sergilenen saltanat arabalart
Sarayda Sultan IV. Murad gibi atlara çok düşkün padişahların dö-
nemlerinde Has Ahur büyük rağbet görmüştür. 17. yüzyılın meşhur
söz ustalarından Şair Nef'i'nin meşhur Kaside-i Rahşiyye'sinde anlattığı
Sultan IV. Murad'ın atları; Ağaalacası, Dağlar Delisi, Celaliyağ
zı ve Tayyar bu ahırlarda yetiştirilmiştir. Sultanın bu atlardan en çok
Ağaalacası'nı sevdiği bilinir. Sultan IV. Murad'ın vefatı üzerine eski bir
Türk geleneği olarak Has Ahur'dan sultanın atları cenazenin önünde
eyederi ters bağlanmış olarak yürütülmüştür.
60
MEHTERHANE-İ HÜMAYÜN
Divan Meydanı'nın sol tarafında ve Has Ahur'un ününde bulunan
ve maalesef günümüze ulaşamayan binadır. Mehter dünya tarihinin
en eski askeri orkestrasıdır ki temelleri Orta Asya hanlıklarına
kadar dayanır. Osmanlı ordusundaki mehter, sefere çıkılınadan önce,
sefer sırasında ve savaş esnasında marşlar çalatak askerlere cesaret
ve heyecan, karşılarındaki düşmana ise korku verirdi. Savaş zamanları
dışında da padişah cüluslarında, kılıç alaylarında, serhatlardan
zafer haberleri geldiği vakitlerde, arife divanlarında ve düğünlerde de
mehter çalınırdı.
Barış zamanında sarayda padişahın bulunduğu mekanın önünde,
seferde ise hükümdar çadırının önünde veya saraydaki Mehterhane'de
ikindi vakti mehter çalarlardı. Marşlar bitince devlet ve padişah için
dua okunur ve merasim bitirilirdi.
Evliya Çelebi ise Topkapı Sarayı girişlerinden Demirkapı'daki kuleden
sabaha karşı da divan erkanını ve saray civarında yaşayan halkı
sabah narnazına ve işe uyandırmak için üç fasıl nevbet vurulduğunu
kaydeder.
Mehter Harp Duası (Harp Gülbankı) şu şekildedir:
"Euzubillah, Euzubillah ... Huda'ya şükr-i b1had,
Lailahe illallah! EI-melikü'l-Hakku'l-müb1n!
Muhammedü'r-Resulullah, Sadıkü'l-va'dü'l Emın!
İnna Fetehna leke fethan mübina
V e yensurekallahu nasran az1za!
Ey padişah-ı halifetullah, Es-Selamu aleyke avnullah!
Sensin haris-i din-i müb1n, haris-i Şeriatullah!
Uğrunaçık olsun ey Padişahım, Emr-i ikbalin mecid!
Hüda kılıcını keskin eylesin, nur-ı şan satvetine gün gibi med1d!
Ruh-ı pak-ı Fahri alemi hoşnud etsin;
61
Osmanlı c5arayında Jfayaf
Hak, gaza-yı ekberin etsin mübarek ve said ... " denildikten sonra
mehterandan güzel sesli biri "Nasrunminallahi ve fethün karib. Ve
beşşiri'l-mü'minin" şeklinde SaffSuresi'nin 13. ayetini okurdu. IL Mahmud
devrinde Yak'a-yı Hayriye neticesinde Yeniçeri Ocağı kaldırılmış,
yeniçerileri hatırlattığı için Mehterhane kapatılmış ve yerine Mızıka
Bandosu kurulmuştur. N e var ki anan e nin vereceği moral gücü hesaba
katan Genelkurmay, IL Meşrutiyet yıllarında mehter takımını yeniden
kurdurmuştur.
Mehter taktmt
62
.. -.. -··
ZULUFLU BALTAClLAR (TEBERDARAN-1 HASSA)
Zülüflü Baltacılar Enderun teşkilatının önemlice bir kısmıdır. Baltacılar,
saray hizmetlerinde ve Harem'in odun ihtiyacının temininde
kullanılan saray hizmetiileri ve kapıkulu mensuplarıdır. Sefer sırasında
ordunun önünden ilerleyerek askerlerin yürüyüşüne mani olacak
ağaçları kestikleri için bu isimle anıldıkları rivayet edilir. Koğuşları
Mehterhane'nin sağ tarafında Harem ile Has Ahur arasında bulunur.
Harem'in Araba Kapısı'nın sağ tarafındaki kapıdan girilen Zülüflü BaltacılarKoğuşu
sarayın en eski binalarındandır. Fatih devrinde yaptırı
lan koğuşların ön yüzünde bulunan,
"Zıll-ı Yezdan (Hakk'ın gölgesi) Han Murad-ı cihan
Şah-ı sahibkıran u kutb-ı zaman (Hükümdarların şahı, zamanın kutbu)
Fatih-i mülket-i taht-ı Tebriz (Memleketler fatihi, Tebriz tahtının·
sahibi)
Malik-i mülk-i Şirvan u Revan (Şirvan ve Revan'ın sahibi)"
şeklinde başlayan otuz mısralık kitabede, 1587'de Sultan III. Murad
Han tarafından Zülüflü Baltacılar Koğuşu'nun tamir ettirildiğinden
bahsedilmektedir.
Zülüflü Baltacılar Kapısı'ndan girildikten sonra eğimden dolayı
merdivenlerle Zülüflü Baltacılar Avlusu'na inilir. Burası küçük bir sokağı
andırır. Avlunun bir tarafı koğuşlara diğer tarafı ise hamam, çeşme,
ı:ı::ıescit gibi hizmet yapılarına aittir. İkinci kat sayılabilecek merdivenle
çıkılan yerde ise -ihtimal- zülüflü baltacılar ağası ile rütbelilerin kaldığı
odacıklar vardır ki bu odalar bütün koğuşa hakimdir. Bu odalardan birinin
duvarında bulunan kuş kafesi resmi koruyuculuğu temsil etmektedir
ki bu da zülüflü baltacıların vazife alanlarıyla mütenasiptir. Sarayın en
güzel yerlerinden biri Zülüflü Baltacılar Koğuşu'dur. Çini kaplı duvarlar
ve ince kalem işi ile tezyin edilmiş ahşap kısımlar görülmeye değerdir.
Çubuk odası zülüflü baltacıların dinlendiği bir mekandı. Yatakhane
olarak kullanılan asıl büyük koğuş iki kattan oluşmaktadır ve alt katta
acemiler, üst katta ise tecrübeli zülüflü baltacılar kalırdı. 15. yüzyıldan
63
Osmanlı cSarayıncla Jfayal
beri mevcut olan bu mekan, Sultan lll. Murad Han zamanında 1587'de
Mimar Davud Ağa tarafından hemen hemen şimdiki şekline getirilmiş
tir, genişletilmiştir. Sokak içinde bulunan caminin mihrabı renkli İznik
çinileriyle kaplıdır. 1587'den sonra koğuşta yapılan ilk esaslı değişiklik
IL Osman'ın emriyle olmuştur.
Padişahın her daim koruyucusu olan zülüflü baltacılar, önceleri
devşirmeler arasından, son zamanlarda ise Kastamonu dağ köylerinden
getirilen çocuklar arasından seçilirdi. Seçilenlerin devşirmelerde
uygulanan kriterlere uygun olmasına ayrı bir özen gösterilirdi. Zülüflü
Baltacılar Koğuşu'nda kalanların sayısı 120-200 nefer civarındaydı;
başlangıçta kapı ağasına, 18. yüzyıldan sonra ise Silahdar ağaya bağ
lanmışlardı. En büyük amir baltacılar kethüdasıydı; ardından ikinci baş
baltacı, divanhaneci ve kilercihaşı baltacısı gelir. Zülüflü baltacıların
dalama denilen lacivert elbiselerinin yakaları iki tarafını göremeyecek
kadar yüksekti. Bu, Harem'de iş gördükleri esnada etrafı görmelerine
mani olurdu. Başlıklarının iki tarafından iki perçem sarkardı; bu yüzden
kendilerine zülüflü denmektedir.
Zülüflü baltacılar Harem'e odun taşınması, tahtın gerektiği zaman
Babü's saade önüne getirilip götürülmesi, Divanhane'nin muhafazası
ve bakımı gibi birçok görevde bulunurlardı. Zülüflü baltacılar, sefer esnasında
muzaffer olunması için sancak altıuda sürekli Kur'an-ı Kerim
okurlardı. Prut Savaşı'nın en önemli ismi Baltacı Mehmed Paşa ve Girit
kuşatması sırasında komutanlık yapan Deli Hüseyin Paşa bu ocağın
tarihe geçmiş simalarındandırlar.
Zülüflü ba/tact
64
ADALET KULESi (KASR-1 ADL)
Kasr-ı Adl, Neo-rönesans üslubuna uygun yapılmış olup İstanbul'un
her tarafından görünen, imparatorluğun yüksekliğini ve haşmetini temsil
eden bir kuledir. İhtişamının ilginç bir noktası, Ayasofya ve Sultanahmet
gibi anıtvari yapıların minareleri ile boy ölçüşecek kadar yüksek olmasıdır.
Adalet Kulesi, İstanbul'un en iyi gözlendiği noktalardan biridir. Bilhassa
gurub zamanı Haliç'in hala bir altın boynuz gibi parladığını buradan görmek
mümkündür.
Divan-ı Hümayı1n'a profilini veren bu kule, yüksekliğinden çok zarafetiyle
sarayı temsil eder. Kulenin zemini Fatih zamanında yapılmış
tır. Saray yangınından sonra 17. yüzyılda kagir olarak inşa edilmiştir.
Osmanlı döneminin bütün saraylarında; Bahçesaray'daki Hansaray'da,
Edirne Sarayı'nda hatta 18. yüzyılda ünlü ayan konaklarında bunun
benzeri kuleler vardı. Ama hiçbiri böyle değildir ve Osmanlı merkez
teşkilatının en önemli organına Kubbealtı, bu organın üyelerine "Kubbenişin
ricali" dendiğini hatırlarsak, devleti isimlendirmiştir.
45 metre yüksekliğindeki kule, Osmanlı döneminde Harem ağalarının
geeeli gündüzlü nöbet tuttukları bir mekandır. İlk katında Kubbealtı'na
bakan pencere vardır ki burası Adl Köşkü olarak anılır. İkinci
ve üçüncü katlarında salıanlıklar bulunur. Dördüncü katın etrafı camlı
olup konik külahlıdır.
Padişah, Adalet Kulesi'ne Harem'den girer, padişahın Adalet
Kasrı'ndan Divan-ı Hümayı1n toplantılarını takip ettiğini bilen divan
üyeleri çok ciddi dururlar ve koyu bir disiplin içinde toplantılarını
yaparlar. Divan toplantılarını Kubbealtı'na bakan kafesli pencereden
padişahların takip etmesi için kullanılan Adalet Kulesi, adını divana
yaptığı bu nezaretten alır. Çok geniş bir manzara imkanı sunan abidevi
kule Osmanlı döneminde ayaklanmaları takip, saray çevresini
kontrol etmek için de kullanılırdı. Adalet Kulesi Kasr-ı Sultani ve
Kasr-ı Adl adları ile de anılmaktadır.
Adalet Kulesi'ne Harem içerisinde kara ağalar nöbet yerinden ulaşı
lır.
6
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder