27 Eylül 2016 Salı

İlber Ortaylı Osmanlı Sarayında Hayat

Osmanlı padişahlarının ikametgahı ve aynı zamanda devletin yüksek ofislerinin bulunduğu Topkapı Sarayı'nı gezerken ön hazırlık yapmamız, gerek Osmanlı tarihini gerekse saray hayatını öğrenmek bakı­ mından fevkalade ehemmiyet kesbetmektedir. "M ekanlar ve Olaylarıyla Topkapı Sara yı" isimli kitabımızın ilk baskısı tükendi. O eserdeki metinleri; her baskıda olabilen bazı kaçınılmaz yanlışları düzelmek, okunmasını kolaylaştırmak ve pahalı olmayan bir şekilde baskıya giderek daha geniş bir kitleye ulaştırmak için ikinci defa okuyucuya sunuyoruz. Bu baskıda bazı ilaveler yaptık ve metni sarayın eski ve bilinmeyen fotoğraflarıyla zenginleştitıneye çalıştık. Bu çalışmada aziz meslektaştın benden evvelki saray müdürü Dr. Filiz Çağman'ın, Türk dili ve edebiyatının en önemli uzmanlarından Prof. Dr. Günay Kut'un ve müzemiz küratörlerinden Dr. Deniz Esemenli'nin metni gözden geçirmek ve bazı hatalara işaret etmekteki çalışmalarını, yayın editörü Salih Gülen'in tarihi fotoğraf desteğini unutamam, bu katkılara müteşekkirim. Ümit ederim ki Topkapı Sarayı'ndaki hayatı, sarayı tarih gözünde canlandırmayı ve okuyucuya öyle vermeyi amaçlayan bu baskı hedefine ulaşır. Kaynak Yayın Grubu'na ve Yitik Hazine Yayınları'na bu baskı için ayrıca teşekkür ederim. ll İlber Ortaylı Topkapı Sarayı Müzesi Nisan 2008 Osmanlı r5arayında Jfayal Yeniçeri Çman'mn 1898'de çekilmiş bir fotoğrafi. 12 PADiŞAHIN EVi OLARAK SARAY Topkapı Sarayı, Osmanlı sultanlarının ikametgahıdır. İstanbul fatihi II. Mehmed tarafından ı 460'ta yaptırılmış ve bazı ilavelerle ı 9. yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı padişahları ve saray halkı burada ikamet etmiştir. ı9. yüzyılın devlet protokolü ve merasimleri dolayısıyla saray yetersiz kalmış ve ı830'lardan itibaren Sultan II. Mahmud oğlu Sultan Abdülmecid Han burada pek ikamet etmemiş ve ıSSO'lerin başında Türk sultanları Boğaz'daki Dalınabahçe Sarayı'na taşınmışlardır. Saray terk edildikten sonra da saltanat hazinesi, Mukaddes Emanetler ve imparatorluk arşivleri burada muhafaza edilmiştir. Bir baba ocağı olması ve Mukaddes Emanetler'i barındırınasından dolayı saray, protokolünü muhafaza etmiştir. Osmanlı monarşisi ı922'de kaldırıldıhan sonra da ı924'ten itibaren müze olarak ziyarete açıktır. Sarayımızın bilhassa on iki bin adet Çin porseleni ve dokuz yüz adet Japon porseleni önemli koleksiyonlarındandır. Bundan başka eşsiz ı6. ve ı 7. yüzyıl Türk kumaş koleksiyonları, halılar, silah koleksiyonları, Avrupa porselenleri de mü- zemizin zengin bölümleridir. Topkapı Sarayı'nın yazma eserler kütüphanesi, on sekiz binden fazla el yazması kitaba sahiptir. Bunlar sadece Arapça, Farsça ve Türkçe de- ğil, aynı zamanda Slav dillerinde, Yunanca, Ermenice, Latince ve hatta "Corviniana" örneğinde olduğu gibi Macarca nüshalardır. Sarayın kurucusu Sultan Il. Mehmed'in yaşadığı bölüm, hazine dairesine çevrilmiştir. Hazinede; Osmanlı tahtının yanı başında İran'dan gelen hediye bir taht, Babürlüler devri Hindistan'ından gelen muhtelif hediyeler, Bizans'tan kalma bir mukaddes emanet (sacre relique), sayısız mücevher ve ünlü Kaşıkçı Elması gibi naclide parçalar da yer almaktadır. Osmanlı Sarayı'nın en ilginç bölümlerinden bir tanesi mutfaklardır. Mutfaklara restorasyonlayeni bir düzen getirilmiştir. Yine sarayın Araba Dairesi'nden çıkarılan bazı saltanat arabalarını da burada görmek mümkündür. Sarayın en yüksek noktası ise, Adalet Kulesi dediğimiz Osmanlı Divan-ı Hümayun'u yani Imperial Cansul'un toplandığı yerdir. Bu bi- 13 Osmanlı darayında Jfayaf naların çevrelediği orta avluda yeniçeriler üç ayda bir büyük bir törenle maaşlarını alır, yabancı devlet sefirleri de bunları seyrederdi. Sarayın iç kısmı yani padişahın ikametgahı sayılan Harem ve Enderun, tarihi yönlendiren bölümlerdir. Enderun, devşirme (recruit) çocukların devlet idaresi ve ordu kamutası için yetiştirildiği bölümdür. Burada hem teorik dersler alırlar, hem de saray hizmetlerinde bulunurlardı. Hizmet eden, hizmet ettirmeyi bilir. 15-16 yaşında saraya giren, ihtimal üzere 25-30 yaşlarında general rütbesiyle çıkardı. Enderun dediğimiz bu avluda ve koğuşlarda sert bir disiplin vardı. Bugünkü ziyaretçileri hayran bırakan Kumaş Seksiyonu, imparatorluk Hazinesi ve Kutsal Emanetler bu avludadır. Kutsal Emanetler Bölümü her zaman Müslüman dünyanın ama başka din mensuplarının da ziyaret ettiği, Hazreti Peygamber'e ve diğer büyük peygamberlere ait eşyaların saklandığı bölümdür. Harem, özellikle savaşlarda esir edilen, satın alınan genç kızların eğitildiği bir bc;ılümdü. Okuma yazma, iyi giyim, musiki öğrenen bu genç kızların kuşkusuz ki hepsi padişaha iş ve tecviz edilmiş değildir. İmparatorluğun diğer yönetici kumandan sınıfları da buradan evlenirlerdi. Mesela İstanbul ve Bursa gibi şehirlerin hemen her mahallesinde saraydan çıkıp o yörenin belli başlı bir efendisiyle evlenen bir hanım bulunurdu. Sarayın etiketi böyle yayılırdı. Harem bölümü çinileri ve nefis Osmanlı kaHgrafisinin en seçkin örnekleriyle ünlüdür. Osmanlı Sarayı'nda en önemli bölümlerden biri de sarayın arşividir. Osmanlı Devleti'yle ve bu büyük devletin ilişkide bulunduğu hemen bütün Avrupa ve Asya'nın hükümran (sovereign) devletleriyle ilgili vesikalar buradadır. Bu arşiv incelenmeden dünya tarihi yazılamaz. Tap kapı Sarayı mütevazıdır; askeri bir imparatorluğun büyük harcamaları daha çok muhteşem camiler, kışlalar, köprüler, kervansaraylar ve konaklama tesisleri için yapılmıştır. 16. yüzyılın ünlü mimarı Mimar Sinan bile bu sarayda sadece bir bölümü inşa etmiştir. Lakin bu mütevazı sarayın kendine özgü pandantif biçimli güzel binaları, nefis çinileri ve tabiada iç içe geçmiş yapısı ile bulunduğu Sarayburnu; İstanbul'un neresinden bakılsa ona ihtişam verir. Bu doğal bir güzellik ve ihtişamdır. Tapkapı Sarayı'nda hayat, içindeki yüzlerce hizmetli ve birkaç bin muhafız süvari (Sipahi-Altı bölük) israftan uzak, mütevazı şartlarda yaşanmıştır. Saray mutfağında ünlü Türk mutfağının en güzel örnekleri hazırlanmıştır. Kumaşlar 16. ve 17. yüzyılın en iyi dokumalarıdır. İnsanlar yerneklerini Çin porseleninde yemelerine rağmen dar mekanda yaşarlar; 14 ?acli§akn Övi Olarak cSaray mütevazı, disiplinli ve programlı bir hayat sürerlerdi. Padişahın ihti- şamlı kıyafeti bile sarayın içinden çok dışını erkilernek içindi ve aslında halk çok sade giyimli bir padişahı beğenmezdi. Osmanlı Sarayı hayatının merasimleri ayrı bir ihtişam konusuydu. Bunlar halkı olduğu kadar gelip geçen yabancıları da etkilemiştir. Her cuma padişah İstanbul camilerinden birinde ibadet etmek için muhte- şem bir alayla ( selamlık töreni) halkın arasına çıkardı. Kendisine sunulan dilekçeler imparatorluk halklarının muhtelif dillerindeydi. Onları okumak tarihçiler için bir zevktir. Şehzadelerin sünnet düğünlerinde saray, halka cömertçe ikramlarda bulunur; çeşitli merasim ve gösteriler düzenlenirdi. Burada esnaf alaylarının geçit törenleri de mühimdi. Yine ordular seferden zaferle dönünce zırhlar, silahlar ve üniformalardan oluşan göz alıcı mağrur bir alay, şehrin ortasından geçerdi. Osmanlı Sarayı şiir ve musikiydi. Musikişinas ve şairler hep ödüllendirilirdi. Her padişahın bir zanaatı vardı. III. Selim büyük kompozitördü, III. Ahmed büyük bir kaligraftı. IL Mahmud hem kaligraf hem musikişinastı. Muhte$em Süleyman kuyumcuydu. Il. Abdülhamid dahi bir marangozdu. IV. Murad sporcuydu ve gayet ince bir kaligraftı. Il. Mehmed (Fatih) Rönesans tipi bir hümanistti. Yunanca okur, Farsça şiir yazardı. Doğu ve Batı'nın efendisiydi. Saray, yüksek değil, zarif yapılardan oluşurdu. Adalet kulesi ve denizden dahi görünen harem kubbeleri hariç bütün yapılar onun avlusundaki ve etrafındaki ulu çmarlardan daha alçaktır. Sarayın büyük bir arazisi vardı. Bu arazi zamanında müthiş bostanlar ve gül bahçelerini barındırırdı. Bugün saray bahçeleri yeniden ıslah edilmeye çalışılmaktadır. Saray üzerinde tetkik ve araştırmalar artmaktadır. Ancak merhum Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın "Saray Teşkilatı" ve Prof. Dr. Sedat Hakkı Eldem'in İlmi Röleve çalışmaları tipinde abidevi çalışmalara ihtiyaç vardır. 15 Osmanlz cSarayında Jfayal Sultan lll. Murad devrinde Suriçi (Hünername) 16 İSTANBUL BİR DÜNYA BAŞKENTi İstanbul'un Fethi, dünya tarihinde bir dönüm noktasıdır. Fetih, bü- tün dünyada bilim, sanat ve kültürel sahalarda derin yankılar meydana getirmiştir. Fethin üstün fen bilgisine dayanan silah gücünün bir mahsulü olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Yüzyıllar boyunca bütün muhasaralara karşı koyan surlar, Osmanlı'nın gencecik sultanının ger- çekleştirdiği silah teknolojisi karşısında delik deşik olmuştur. 1453'ten sonra İstanbul, yeniden bir "Dünya Başkenti" durumuna gelmiş; yeniden Balkanlar ve Küçük Asya'daki geniş bir art ülkeyle (hinterlantla) bütünleşmiştir. Haddizatında 2010 yılı için İstanbul'un "Avrupa Kültür Başk-enti" seçilmesi, bu eski dünya başkenti için gecikmiş ancak yerinde bir karardır. 1985'ten günümüze kadar "Avrupa Kültür Başkenti" seçilen pek çok kentin geçmişleri İstanbul kadar köklü değildir. Bu konuda İstanbul'la benzerlik gösteren tek şehir bence İskenderiye' dir. İstanbul, Avrupa'nın ilk üniversite şehridir. Thedosyus, hukuk ve ilahiyat fakülteleriyle üniversite denen kurumun dünyadaki ilk temelini atmıştır. Fethin ardından İstanbul'da ilk üniversite kurulurken Fatih Camii seçilmiş ve bu üniversiteye Sahn-ı Sernan (sekiz auditorium) adı verilmiştir. Kapalıçarşı başta olmak üzere Perşembe Pazarı'ndaki han, diğer çarşılar bunun örneğidir. Medrese, imarethane, cami, han ve hamam gibi kurumlar paşalara tevdi edilmiş; bunlar, şehrin belirli bir bölgesinde bu gibi tesisler kurunca paşanın adıyla anılmıştır. Bu nedenledir ki İstanbul, semtlerinin ad; itibariyle bir paşalar şehridir. Medreseler, camiler, imarethaneler, çarşılar, bedestenler, kervansaraylar, hanlar, hamamlar ... Osmanlıların eline geçtiğinde oldukça peri- şan ve harabe bir vaziyette olan Doğu Roma payitahtı, yapılan mimari faaliyetler neticesinde bir Osmanlı Türk şehri oluvermiştir. Fatih'in 1453'te şehre girdiği vakit Bizans kayserlerinin sarayında gördüğü manzara karşısında kime ait olduğu belli olmayan bir beyit söylediği rivayet edilir: 17 Osmanlı Oarayıncla Jfayal "Bum nevbet mizened der tarem-i Afrasyab Perdedar-i mikoned der kasr-ı kayzer ankebud" Afrasyab'ın balkonunda baykuş nevbet çalıyor, yani bando görevini yerine getiriyor. (Bizans hükümdarlarının kapısında bizim mehter takımı gibi nevbet vuran bir takım vardır.) Kayserin kasrında örümcek perdedarlık (protokol şefliği) yapıyor. Bir dünya başkenti için bu, hazin bir durumdur. Fatih, bu haldeki Bizans Sarayı'nda oturmak istememiştir, bulduğu mirasla örtüşen yeni bir Osmanlı şehri ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde göçlerle ve sürgün denilen mecburi iskanla nüfus artışını sağlama ve çöken, boşalan bir kentin restorasyonu amaçlanmaktadır. Topkapı Sarayı ise hiçbir zaman Bizans Sarayı'nın durumuna düşmemiştir. İstanbul' daki iş merkezi, konut alanındaki yerleşme düzenleri Bizans devrindeki dokuyu sürdürmüştür. İstanbul'da bu dönemde göçlerle ve mecburi iskanla nüfus artışı gerçekleştirilmeye çalışılmıştır ki bunun temelinde ekonomik yönden çöken ve boşalan. bu kentin restorasyonu amaçlanmaktadır. istanbul'un iskan Düzeni ı 400'lü yılların Konstantinopolis'inin hususen konut bölgeleri büyük miktarda boşalmıştır. ı403'te Timur'a elçi olarak giderken Konstantinopolis'ten geçen Kastilyalı Clavijo, şehrin mühim kısmı­ nın bomboş arsalarla, tarım yapılan bahçe ve bostanlada dolu olduğunu söylemektedir. İstanbul'un bilinen en eski haritasını çizen Floransalı Cristoforo Buondelmonte, 14 ı 9' da yaptığı ziyarette şehrin harap ve bölük pörçük halinden bahsetmektedir. Bertrandon de la Brocquere, ı433'te, kentin yer yer ekili alanlarla bölündüğünden söz etmektedir. Esasen merkezdeki bürokratik kurumların, saray ve iş çevresinin bulunduğu mekan dışında, Konstantinopolis, gerek Bizans gerekse Osmanlı devirlerinde ahşap binalar ve yangın artığı boş arsa ve bahçelerle ünlüdür. İstanbul'un tarihi şehir planına bakıldığında, geleneksel kent dokusuna has nitelikleri göze çarpar. Yönetim-kontrol bölgesi, iş-liman bölgesi ile konut alanı da bu geleneksel yapıya göre sıralanmıştır. Matbah-ı amire kısmında özellikle Topkapı saray arşivinin önündeki büyük sütun başlıkları Bizans döneminden kalmadır. Yine Babü's selam'ı geçince saray arabalarının teşhir edildiği vitrinierin önündeki sütun başlıkları da bu döneme aittir. Bazı sütun başlıkları ve sütunlar 18 !hlanbu/J3i.r Vünya J3aglenli sarayın içine, o bölgeye aittir; yani düpedüz Bizantian denilen mıntı­ kadan kalmadır. Bir kısmını ise Fatih Sultan Mehmed İstanbul'da bulundukları muhtelif bölgelerden buraya taşıtmıştır. Her halükarda sarayımızın küratörlerinden Doç. Dr. Hülya Tezcan'ın eseri, Topkapı'nın altında bilinen Bizans mimarisini anlatan en önemli kitaptır. Bunun dışındaTopkapı Sarayı dahilinde önemli veya sistematik bir kazı yapılmamıştır. Yapılması da mümkün görünmemektedir. Mamafih sondaj metoduyla bazı eski eserler çıkarılabilir. imparatorluk dönemine ait Gotlar Sütunu ve iki şapelin dışında da bugün bazı sarnıçlar göze çarpmaktadır ve herhangi bir kazı ve inşaat faaliyetinde sur içindeki alanda her an bir Bizans dönemi eserine rastlanması mümkündür. Sirkeci'den Ktz Kulesi'nin görünüşü (Yaklaştk 1892) 19 Osmanh Qarayında Jfaya! 20. yüzyil başlarmda Jll. Ahmed Çeşmesi 20 OSMANLlLARDA SARAY KA VRAMI Osmanlı merkezi hükümetinin ve devletinin başında padişah ve saray yer alır. Devlet reisinin ikametgahı ve görev yeri olarak saray, Osmanlı İmparatorluğu'nun da idare merkezidir. Bir bakıma devlet reisinin ikamet yeri ve ofisi olan sarayın ı9. yüzyılı, ı 6. ve ı 7. yüzyıllardakinden daha az bilinir. Hele Osmanlı Sarayı üzerindeki tetkikleri, muasırı Rusya Sarayı ile karşılaştırmak ~ümkün olmadığı gibi; geçmiş asırlardaki Bizans Sarayı'na dair monografi ve bilgilerle karşılaştırmak da mümkün değildir. Topkapı Sarayı, İstanbul'da Osmanlı yönetim bölgesinin merkezinde yer alır. Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul'un Fethi ile Doğu Roma İmparatorluğu'na son verir. Burada Bizans kavramı üzerinde de durmak gerekir, çünkü Bizans denilen imparatorluk, gerçekte Doğu Roma İmparatorluğu'dur. Bizans ismini o imparatorluğun insanları hiçbir zaman kullanmamışlardır. Bizans, ı6. yüzyılda Alman alimlerden Hieronimus Wolff'ün kullandığı bir isimdir. İmparatorluğa Bizans, bu şehre Bizans ve bu ülkenin insaniarına Bizanslılar demek ı6. yüzyılın Batı Avrupa'sının yakıştırmasıdır. Arkasında Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu'nu meşrulaştırmak gibi siyasi bir misyon yatmaktadır. Fatih Sultan Mehmed Han, fetihten sonra, bugünkü Beyazıt'ta İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu yerde bir saray yaptırır. Bu sarayın hududunun bir hayli geniş olduğu ve Süleymaniye Camii'nin yerinin de bu sahada bulunduğu malumdur. Bu ilk yapılan saray "Eski Saray", Topkapı da "Yeni Saray (Saray-ı Cedid)" olarak anılmıştır. Fatih, önce Çinili Köşk'ü, ardından da Topkapı Sarayı'nı inşa ettirir ve Topkapı Sarayı'na geçilir. Yeni Saray'a Fatih'in verdiği isim Saray-ı Cedid'dir. Bunun dışında saray, Saray-ı Amire, Südde-i Saadet, Der-i Devlet gibi isimler de almıştır. Saraya Topkapı isminin verilmesi çok sonra olmuştur. Ne gariptir ki; ı9. yüzyıldan itibaren saraya, günümüzde bulunmayan bir sahil sarayının ismi verilmiştir. Sultan I. Mahmud 21 Osmanh Oarayında Jfayal tarafından Bizans surlarının yakınına büyük bir ahşap sahil sarayı yaptırılmış ve bu sahil sarayına önündeki selam toplarına nispeten "Topkapusu Sahil Sarayı" denilmiştir. Bir yangında tamamen kül olan sahil sarayının ismi saraya verilmiştir. T opkapı, mütevazı fakat görkemli yapısıyla, hoş bahçeleri ve özgün konumuyla, içindeki hazinelerin ve arşivlerin zenginliğiyle eski imparatorluğumuzun evi ve en büyük sarayıdır. Topkapı, Osmanlılar için hem bir yönetim yerleşkesi hem de padi- şah evidir. Bu yönüyle bir padişah içinTopkapı hem bir ikametgah hem de bir görev yeridir. Saray' da Bizans izleri Sarayın bulunduğu bölge eski Bizans'ın da yönetim merkezi olup Topkapı, eski Bizans Sarayı'nın üzerine yapılmıştır. Bizans Sarayı'ndan kalan taşların ve sütunların sarayın yapımında kullanıldığı bilinir. Bugün Topkapı'da Babü's saade'ye giden yol üzerinde Bizans Sarayı'ndan kalan su samıcı hala mevcuttur ve koruma altındadır. Sarayın mutfak bölümünde dev sütun başlıkları daha evvel Ayasofya'nın önünde bulunan Yustinianus anıtını taşıyan dikilitaşın sütun başlıklarıdır. Lale Bahçesi'nde bulunan Vaftiz Havuzu da sarayın Bizans'tan kalan eserlerindendir. Bütün bunlar Osmanlılarda herhangi bir tarihi miras takıntısı olmadığının güzel misalleridir ki bu durum günümüz toplumunda görülen bazı aşırılıklam karşı mühim mesajlar içermektedir. Kendinden evvelki mirasa karşı duyulan bu saygı, büyük bir medeniyet ve insanlık mirasını sahiplenmenin de delilidir. Bu ilginç saray, yeryüzünün en özgün hükümdar evidir. Kanaatimce gerek konumu gerek barındırdığı eserler bakımından dünyanın en gü- zel sarayıdır. Bu haliyle Topkapı'nın, diğer saraylarla mukayesesi kabul edilemez. Topkapı Sara yı, aynı zamanda imparatorluk bürokrasisini temsil eden anıtlardandır. Mütevazı ama çarpıcı ve her şeyden önce çok gü- zeldir. Dünyanın en güzel şehrinin en güzel köşesine inşa edilmiştir. Denizden bakıldığında ise muhteşemdir. Zaten amaç da, hem ihtişamı hem de tevazuu bir araya getirmektir. 22 Osmanlılarda c'5aray Xavramı Topkapı ve Ayasofya Yüzyıllarca benzeri yapılamayan Ayasofya, kentin en önemli camiidir, fethin sembolüdür. O vakte kadar yeryüzünün en büyük, en parlak, en şöhretli mabedidir. Fatih, istese adını "Fethiye Camii" yapabilirdi; ancak insanlık mirasına duyulan Osmanlı saygısı gereği ne camiin adı ne de ana yapısı değiştirilmiştir. Ayasofya günümüze kadar muhafaza edilmişse bunu Osmanlı tarafından bütün imparatorluğun hatta bütün islam aleminin protokolde birinci camii olmasına borçludur. Hükümdarların çoğu, cuma namazlarını ve teravihleri bu camide kı­ larlardı. O dönemde inşa edilen bir sarayın buraya yakın olması gayet tabiidir. Ancak Osmanlıların Ayasofya'nın karşısına Sultanahmet Camii gibi bir zarafet abidesini diktiklerini de unutmamak gerekir. Saray, dünyanın en güzel noktasında, bizim "Saraybumu" dediğimiz uçta yer alır. Şehrin her tarafından görülür ve -bir zamanlar- şehrin her tarafına hakim bir noktadadır. Günümüzde tarihi ve kültürel mirasımızdan bihaber şekilde ve bu mirası baltalarcasına inşa edilen çok katlı çirkin yapılar, şehrin pek çok yerinden sarayın görülmesine mani olduğu gibi Topkapı Sarayı'ndan görülen manzarayı da gölgelemektedir. Mimar Sinan'ın Süleymaniye'yi inşa ettiği yer bir cami inşaatı için elverişsiz iken Mimar Sinan, Haliç'ten bakılınca muhteşem bir silüet meydana getirmek maksadıyla temelleri uzun bir süre bekletmiş ve Süleymaniye'yi şimdiki yerine yapmıştır. Günümüzde bu hassasiyet yok denecek seviyededir. Sarayın inşası Saray, bir seferde yapılıp bitiriimiş değildir, zaman zaman yapılan ilavelerle oluşmuştur. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman devrinde devletin genişlemesiyle birlikte saray hizmetiilerinin sayısının artması, yeni binaların yapılmasını zorunlu kılmıştır. Sultan III. Murad ve Sultan IV. Mehmed dönemlerinde de Fatih'in yaptığı birralara yeni ilaveler yapılmıştır. Buna rağmen sarayda yapılan ilaveler adeta birbirini tamamlayan bir görünüm arz eder. Genel olarak bakıldığı zaman Sultanahmet ve Ayasofya ile birlikte bir bütünlük teş­ kil eden sarayın, buradaki görünüme büyük bir zenginlik kattığı açıktır. Bunu bugün denizden çekilen resimlerde de görmek mümkündür. 23 Osmanlı <5arayıncla Jfayal Saraya yapılan son ilave Sultan Abdülmecid'in devrinde yapılan Meddiye Köşkü'dür. Topkapı'ya yapılan bütün binalar günümüze ula- şamamıştır. Bir kısmı zamanla yıkıldığı gibi bazıları da yanmıştır. Sarayın Konumu Sarayın bulunduğu mekan, aynı .zamanda Hipodrom'a ve At Meydanı'na da yakındır. Türk tarihinin bu en büyük sarayının İstanbul'da, şehrin en gözde mekanında kurulmuş olması büyük sultan Fatih'in basiretinin de ispatıdır. Genellikle yöneticilerin konakları da burada yer alır. Mesela unu~ tulmaz vezir-i azamlardan Sokullu'nun konağı, şimdiki Sultanahmet Camii'nin bulunduğu mevkidedir. Karşısında Sadrazam Maktul (veya Makbul) İbrahim Paşa'nın sarayı yer alır ki günümüzde Türk-İslam Eserleri Müzesi' dir. 1890'/t yillarda Galata Kulesi'nden Sarayburnu'nun görünüşü Önemle belirtilmesi gereken bir özellik, bütün geleneksel kentlerdeki gibi İstanbul' da da 19. yüzyıla kadar yönetim merkezinde kurumlaşan devlet ofislerinin yer aldığı sabit binaların olmamasıdır. Bu bölgede, saray ve sadrazamlık (Bab-ı Ali) ve Bab-ı Meşihat (Süleymaniye) dı­ şında 19. yüzyıla kadar göze çarpan bir devlet ofisi yoktur. Bizzat şehrin belediye başkanı ve en yüksek yargı görevlerini yerine getiren İstanbul kadısı bile özel konutu nerede ise orayı makam odası ve mahkeme olarak kullanırdı. Kasımpaşa'daki Kaptanpaşa ofisi, Süleymaniye'deki Ağakapısı ve Bab-ı Meşihat (şeyhülislamlık) olan bina bunun istisnasıdır. Kaptanpaşa, donanmanın semtinde, yeniçeri ağası ise güvenlik görevi dolayısıyla şehir merkezinde bulunur. 24 Osmanlılarcia cSaray .Xwrarm ihtişam ve Tevazu Biz Osmanlı için "imparatorluk" diyebiliriz, ama "devlet" demeyi tercih ederiz. Çünkü devlet sözünde bir mistisizm vardır. Buna bağlı olarak da böyle bir devletin yönetim merkezi anlayışında din faktörü- nün inkar edilemez bir etkisi olduğundan bahsedile bilir. Topkapı Sarayı, bu yönüyle Osmanlıda ihtişamla tevazuu, din anlayışı ile dünya anlayışını bir arada gösteren önemli bir misaldir. Müslüman bir hükümdar ve halife olarak padişah, bütün dünya Müslümanlarının lideridir ve bunun gösterilmesi gerekir. Bu bakımdan saray, aynı zamanda Müslümanların halifesinin makamıdır. Saray, sadece Müslümanlar için değil Hıristiyanlar için de mühim eseriere ev sahipliği yapar. Bazı peygamberlere ait kutsal emanetler gibi. Nitekim Bizans'tan devralınan Vaftizci Yahya'nın kemikleri de bu cümledendir. Topkapı Sarayı, her gün ortalama on binden fazla ziyaretçiyi ağırlamaha ve her geçen gün ziyaretçi sayısı artmaktadır. Tarihe olan ilgi zaviyesinden bu durum sevindirici olmakla birlikte, sarayın yıpranmaması ve gelecek nesillere ulaştırtlması için ilerleyen zamanda bir sınırlama getirilmesi gerekmektedir. Saraym arazisi içinde bulunan karakolhane 25 Osmanlı c'5arayıncla Jfayal Sarayın has bahçesi Gülhane 26 SARAYlN PLANI Yüzyıllarca gelişen ve büyüyen Topkapı Sarayı'nın planının belirlenmesinde Osmanlı Devleti felsefesi ile tebaa ilişkilerinin büyük rolü olmuştur. Fatih'in babası Sultan Il. Murad'ın Tunca Nehri kenarında yaptırdığı ve günümüzde sadece az bir kalıntısı kalan Edirne Sarayı'nın ihtişamlı olduğu ve Topkapı'nın ilk inşa edildiği dönemde bu sarayın planından etkilenildiği bilinir. Sarayın planı; çeşitli avlular ve bahçeler arasında devlet işlerine ayrılmış daireler, hükümdarın ikametgahı olacak bina ve köşkler ile sarayda yaşayan görevlilere mahsus binalardan müteşekkildir. Yapılar, geniş bir alana serpiştirilmiş şekildedir. Fatih devrinden, terk edilmeye başlandığı 18. yüzyıl sonuna kadar, inşa edilen bölümleri /içinde sarayın genel planına aykırı bölümler olduğu gibi, Matbah-ı amire (Mutfaklar) gibi zarif mütevazı kısımlar, bir evrensel imparatorluğun yükseldiği Kubbealtı; IV. Murad'ın trajik, dağ­ dağalı ama zarif iç dünyasını aksettiren Revan ve Bağdat Köşkleri, çinileriyle ebedileşen Veliaht Dairesi, tarihimizin en ilginç olaylarının geç- tiği Harem'deki Altınyol gibi enfes bölümleri de vardır. Saray, kendine özgü planı ile bugün Doğu ve Batı'daki saraylardan farklılık arz eder. Topkapı Sarayı'nın etrafı karadan "Sur-ı Sultani" dediğimiz duvarlada, deniz tarafından ise Bizans surlarıyla çevrelenmiştir. Bu geniş saha, yaklaşık 700 bin metre karedir. Topkapı'nın birinci avlusuna "Bab-ı Hümayı1n / Emperyal Kapı" denen kapıdan girilir. Lale Devri'nin sembol eserlerinden III. Ahmed Çeşmesi'nin yanı başında bulunan bu kapı, diğer kapılara nazaran biraz daha sadedir. Babü's selam (gişelerin bulunduğu kapı), devletin yönetildiği bölü- me açılır. Buradan içeriyeatlasadece padişah geçebilir. Üçüncü kapı olan; Babü's saade'den de saray kısmına geçilir. Harem burada bulunur. Topkapı'nın Harem'i padişahın evidir. Harem sadece harem değildir, o da bu dünyanın bir parçasıdır; her şeyden evvel bir okuldur. Topkapı'nın 19. asra ait ilk evi Sultan Abdülmecid tarafından yaptı­ rılan Meddiye Kasrı'dır. Deryayı seyretmeye dayamayan padişahın zarif bir eseridir. Böyle bir seyir mekan da Sultan Selim Camii yanındaki meşrutadır ve padişah türbesini de burada vasiyet etmiştir. 27 Osmanlı r5arayında Jfayal Sarayın Kapladığı Alan Sarayın kapladığı alan yaklaşık 700.000 metrekaredir. Bu alanın yine yaklaşık 80.000 metrekaresini binalar kaplamaktadır. Geri kalan mühim kısım ise hasbahçelere ayrılmıştır. Osmanlı zevkinin ve inceliğinin birer timsali olan, çiçeklerle ve özellikle de lalelerle donatılan bu bahçeler üç kıtada yayılan bir dünya_ imparatorluğunu türlü gaileler içinde yöneten Osmanlı padişahlarının zihnen dinlenmelerini ve kendilerini yenilemelerini sağlamıştır. Bugün de sarayın bahçesi sünbüllerden zanbaklara; güllerden menekşelere aynı güzellikleri taşımaya devam etmektedir. Üzerinde durulacak bir konu da Topkapı Sarayı'nın zenginliğinden ve ihtişamından çok kendine has karakteri, çizgileri ve ananeleridir. Zaten Topkapı Sara yı, Osmanlı tarihini bir anane, bir baba ocağı gibi kaplamıştır. Padişahlar burada oturmasalar da ölüm halinde naaş burada tekfin edilir ve şehzadelerin sünnetleri burada yapılırdı. Topkapı Sarayı somutlaşmış bir anane bütünüdür ve buradaki hayat bilmemiz gereken bir tarih çizgisidir. Ayrıca Osmanlı devlet anlayışı bu sarayın her bölümünde ve her köşesinde göze çarpmaktadır. Topkapı Sarayı her şeye rağmen Osmanlı medeniyetini bütün görkem ve ihtişamıyla bize anlatır. Saint irene Kilisesi'nin müze olarak kul/amldiği dönemde sergilenen Osman/i ateşli silahlan 28 SARAYlN EV SAHiBi OLARAK PADiŞAH Osmanlı padişahı "Sultan" unvanıyla bilinir. Bu, Selçukilerin Bağdat'ı fethinden ve hilafetin Abbasioğullarında bırakılıp kendilerinin adeta dünyevi bir imparator olmaları karşılığında kullandıkları bir terimdir. Osmanlı sultanı, tıpkı Rus çarı ve Alman-Avusturya kayseri gibi bu hususi unvanla anılır. "Sultan" dendiği zaman Türk imparatorluğunun başındaki insan anlaşılır. 19. yüzyılın ortasına kadar Türk sultanları, yani im paratarluğun başındaki hanedan burada kalmıştır. Osmanlı saltanatında unvanlar, silsile halinde babadan oğula geçer; yani padişah oğulları "şehzade", kızları "sultan"dır. Buna "princesse imperiale" diyebiliriz. Şehzadelerin çocukiarı yine şehzade, kızları yine sultandır. Fakat sultanların, prensesierin çocukları hanedan üyesi sayılmazlar. Hanedanla ahabalığı olan kimselerdir; ama silsile itibariyle hanedandan düşerler. Osmanlı hanedan üyeleri ticaret yapamaz, başka meslekler icm edemez, sadece askerlik yapabilirler. Bu, monarşinin sonuna kadar böyle kalmıştır. Başlangıçtaki ilk iki asırda Osmanlı şehzadeleri İstanbul'a yakın sancaklam vali olarak gönderilirler. Onlardan birisi padişah öldüğü an, devlet erkanı hangisinde ittifak etmiş ise taht için çağrılır. Bu sancak şehzadelerinden devlet merkezindeki vezirlerle en iyi ilişkileri olan, seferlerde yararlığı görülen, kendini ispat eden ve yönetirnde göz dolduranları galiba merkezdeki devlet adamları, padişahın ölümünde hemen çağırmaktadırlar. Bazı halde arada çatışma da olmuştur. Il. Bayezid ve Cem Sultan vakası gibi. .. Fakat genelde bu, tatlıya bağlanır. Hiç şüphesiz ki veraset sistemi iyi oturmadığı için lll. Murad ve III. Mehmed dönemlerinde olduğu gibi şehzade katilleri görülmektedir, ama bu bir kural değildir ve Osmanlı tarihinin tamamına teşmil edilemez. Kardeş katli hadises i, Osmanlı tarihinin bir dönemini kapsar. I. Ahmed'den itibaren şehzadeler bu yüzden sancaklam gönderilmiyar ve sarayda büyüyorlar. 19. yüzyılda ancak toplumla temasa geçiyorlar. Ancak Il. Meşrutiyet zamanında iyi okullarda - Galatasaray gibi - askeri okullarda ve hatta Berlin ve Viyana' da askeri mekteplerde subay olarak yetişenleri var ve hepsi iyi askerdirler. 29 Osmanlı Oarayında Jfayal Cihanı Titreten Padişahlar Osmanlı padişahları mareşaldir. Hatta saricak şehzadeliklerinde bulunmayan ve sarayda çok küçük yaştan padişah olarak yetiştiği halde önemli bir mareşal olan Sultan IV. Murad'ı zikretmeliyiz. Yirmi sekiz yaşında vefat ettiği halde önemli fetihler yapmıştır. Aynı zamanda da sanatkar bir kişiliği vardır. Sporcudur. Hekimbaşı Odası'nın alt tarafındabulunan mermer tahtının kirabesinde bu sporcu padişahın mahareti. anlatılmaktadır. Osmanlı padişahlarının ve şehzadelerinin her birinin bir görevi vardır, bir zanaatı vardır. Sultan Süleyman kuyumcudur, III. Ahmed çok önemli bir hattattır. Sarayımızın pek çok köşesini onun hat levhaları süslemektedir. II. Abdülhamid önemli bir marangozdur. Şehzadeler içinde müzisyenler vardır. III. Selim önemli bir müzisyendir. Bu sanatlara dikkat ederler, hatta saltanat kaldırıldıhan sonra bile dışarıda bu öğrendikleri zanaatlarla yaşayıp geçinenler vardır. Padişahların bazıları isyanla tahttan indirilmiştir. Fakat hiçbir zaman Osmanlı hanedanının hakimiyeti değişmemiştir. Osmanlı sultanı­ na tabi, mümtaz, özerk hükümdarlar vardır. Macaristan, Erdel; bugünkü Romanya'yı oluşturan Eflak ve Bağdan; Kırım Hanlığı gibi yerlerdir bunlar. Buraları yerli hanedanlar yönetir ama Osmanlı tahtına bağlıdırlar. Belirli vergileri ve.rirler. Asker yardımı yaparlar. Dış politikada Osmanlı devletinin Babı3.li'nin yolunu takip etmek durumundadırlar. Osmanlı padişahlarının, bütün İslam hükümdarları gibi hakim biri olarak "halife" unvanı vardır. Bı.i hep vardı, fakat Yavuz Sultan Selim Mısır'ı, Hicaz'ı aldıktan sonra bunun üzerinde çok durulmuştur. Esas olan Hicaz topraklarının yönetiminde Hadim-ül Haremeyn (yani Custodia) olmaktır. Bu unvan ve bu sıfata Osmanlı hükümeti son derece dikkat etmiş ve I. Cihan Harbi'nin sonuna kadar bütün dünya Müslümanlarının hac farizasını yerine getirmesi çok önemli bulunmuştur. Şam Beylerbeyliği'nin yani burayı yöneten valinin unvanı Emir-ül Hac'dır. Büyük hadiseler, kırgınlıklar, katliam, kavgalar olmadan hac görevini Osmanlı saltanatı son güne kadar gayet iyi idare etmiştir. Hilafet unvanı 1922'de Büyük Millet Meclisi kararıyla harredanın veliahdı olan Abdülmecid Efendi'ye bırakılmış, 1924'te de kaldırılmıştır. Osmanlı Sarayı'nda en önemli görev Divan-ı Hümayfin toplantılarından sonra Arz Odası'nda padişahla başvezir ve vezirler arasındaki mütalaa ve karar süreciydi. Sarayı yöneten amirler ise denebilir ki Hasodabaşı, Silahdar ağa, Darü's saade ağası, Babü's saade ağası gibi memurlardı. 30 r5arayın Gu r5a/ııf,; Olarak 'Yaclı§dz Saraydaki bütün sanatçıların başı -ki bunların sayısı birkaç bini bulmaktadır- hazinedar ağadır. Yine bu sarayın dışında devşinnelerin yetiştirilmesi ile ilgili olarak Enderun'u yöneten kişi de Hasodabaşı'dır. Topkap1 Sarap'nm ilk banisi Fatih Sultan MehmedHan 31 Osmanlı <'iarayında Jfayaf Osmanlı saltanatı 19. yüzyılda bugünkü Do lmabahçe ve Yıldız Sarayları'nda devam eder. En son hükümdar da mütareke sırasında Dalınabahçe'den tekrar Yıldız'a dönmüştür. Ondan sonra bu altı asırlık sülale bitmiştir. 1924 Mart'ında bütün Osmanlı hanedan üyeleri Türkiye topraklarını terk ettiler ve 1952'de kadın üyelere af çıktı, 1974'te de bütün erkek üyelere bir af çıkartıldı. Hiç şüphesiz ki; cihan tarihini etkileyen şahsiyetler Osmanlı padi- şahları içinde bilhassa Fatih Sultan Mehmed Han ve Kanuni Sultan Süleyman Han'dır. Bunlardan biri "Fatih" unvanını taşır, öbürüne de biz "Kanuni" kanun yapan deriz ama bütün Avrupalılar "Muhteşem" unvanını verirler ki gerçekten muhteşemdir. Aşağı yukarı ta Osman Gazi'den beri dokuz tane büyük mareşal çıkmıştır bu hanecianın içinden ama dünya tarihi en çok bu ikisini tanır ve ikisi üzerinde durur. Üstlerine yazılan kitap ve araştırmalar henüz bitmemiştir. Osmanlı padişahları tahttan inditilider ve Harem'de "şimşirlik" denilen bir bölümde ölenekadar barınırlardı. 19. yüzyılda Sultan V. Murad tahttan inditilmiş ve Çırağan'da ölümüne kadar kalmıştır. Sultan IL Abdülhamid de önce Selanik' e sürgün edilmiş, Balkan Savaşı'ndan sonra Beylerbeyi Sarayı'na nakledilmiştir. Sultan Abdülaziz'in ise intihar ettiği söylenir. Ancak katiedildiği anlaşılmıştır. Sultan IL Osman maalesef bir yeniçeri isyanıyla tahttan indirildihen sonra feci şekilde katledilmiştir. Bu olay hanedan üyelerinin zihninde çok derin yaralar açmıştır. Sultan İbrahim tahttan inditilmiş ve katledilmiştir. Sultan IV. Mehmed ve Sultan IL Mustafa tahttan indirilmiştir. Bundan sonra tahttan indirme hadisesi Sultan III. Selim için geçerlidir. Şimşirlikte hapsedilmişti. Kendisini kurtarmak için gelen Alemdar Mustafa Paşa saraya girince mevcut padişah, -yeğeni IV. Mustafa- Sultan III. Selim'i katiettirdi ardından ona da aynı siyaset tatbik edildi. Hal edilen di- ğerleri muhafaza altında tutulmuşlardır. Bundan da anlaşıldığına göre Topkapı Sarayı padişahların ikametgahları olmasına rağmen maalesef bazı acı hadiselere de sahne olmuştur. Tevazu Osmanlı İmparatorluğu'nun sarayları ve şaşaası üzerine çok söz söylenir. Geçmişi karalamak isteyenlerin saray müsrifliği ve harem masallarını dillendirmeleri abartılmış yaklaşımlardır. Okul kitaplarında "Maliyenin iflası ve saraylar" gibi anlatımlar ne kadar geçerlidir. Yurttaşlarımız, son on yılda Avrupa'nın ve Rusya'nın başkentlerini gezmeye 32 başladıktan ve buradaki saray ve kasırları gördükten sonra mukayeseyi daha iyi yapmaktadır; 19. yüzyılın Osmanlı devlet tüketimi diğer büyük devletlerle mukayese edilemeyecek ölçüde mütevazıdır. Topkapı Sarayı, Fransızların, Rusların devasa saraylarına nazaran çok çok küçük kalır. Ancak sarayımız hoş bahçeleri, enfes mimarisi ve etkileyici konumu ile güzeldir ve sarayımııda kimilerinin sandığı gibi abartılı lüks bir hayat ve israf söz konusu değildir. Osmanlı cemiyetinde ne vezirlerin ne de diğer yöneticilerin hususi konakları pek parlaktır. Hatta Müslüman olsun Hıristiyan olsun, ruhani reisler için de aynı durum söz konusudur. Hiçbir zaman Rum ve Ermeni patriklerinin Vatikan'daki papa gibi muhteşem yazlık veya kışlık saraylannın bulunması mümkün değildir. Vezirlerin aynı şekilde zengin bir konağa, saraya sahip olmadığı görülür. Hatta padişah için de bu böyledir. Bütün asırlan, bütün mekanlan büyüleyen Süleymaniye gibi bir eseri yaptıran Kanuru Sultan Süleyman, Topkapı Sarayı'ndan çıkmayı dü- şünmemiştir. Yani ünlü Mimar Sinan'a büyük, süslü bir saray yaptırmak söz konusu olmamıştır. O koca imparatorluğun müreffeh başvezirleri Damat Rüstem Paşa ve onun halefterinden uzun süre vezir-i azamlık yapan Damat (veya Şehit) Sokullu Mehmed Paşa veya onun halefterinden Damat Siyavuş Paşa'nın da ünlü bir sarayı veya konağı yoktur. Zaten olamaz; çünkü damatlar adet üzere padişahın kızı veya kız kardeşinin, eşlerinin, sultanların sarayına, konağına yerleşirlerdi. N e var ki; onlardan da pek bir kalıntı yoktur. Ünlü Esma Sultan'ın Boğaz'daki sarayının sadece ismi kalmıştır. Başkentteki, bilhassa 19. yüzyıldaki sefaret saraylan adeta bizim ve devleti yönetenlerin mütevazı konaklarıyla alay eder konumdadır: Tepebaşı'ndaki ünlü Britanya sefareti, Fransa Sarayı dediğimiz Fransa Büyükelçiliği... 16. yüzyıldan beri yerinde bulunan ünlü Venedik Sarayı, yani Venedik elçiliğinin bulunduğu yer ki sonradan AvusturyaMacaristan Büyükelçiliği oldu ve İtalya ile münasebetimizin henüz kurulduğu zamanlarda İtalya'nın büyük bir devlet olarak 20. yüzyıl başında yaptırdığı fakat kullanmadığı Maçka'daki ünlü İtalyan Bü- yükelçilik binası yani Maçka Kı; Sanat Okulu ... Bu birralara baktı­ ğımız zaman, bunlarla boy ölçüşecek ne bir vezir konağımız ne bir sadrazam ikametgahımız vardır. Müthiş bir tevazu göze çarpmaktadır. Bu tevazuun bir ahlaki anlayış yanı olduğu gibi malı imkansızlığı da tartışılabilir. 33 Osmanlı c'5arayında Jfayal Bfib-1 Hümfiyun ve nöbet tutan askerler. (Yaklaşik 1895) Günümüzde kapmm üst tarafmda korkuluk bulunmamaktadlf. 34 SARA YlN BÖLÜMLERİ BAB-I HÜMAYÜN VE BİRİNCİ AVLU Topkapı Sarayı temelde Birun, Enderun ve Harem olmak üzere üç teşkilattan müteşekkildir. Sarayın oturum planı, saray merasimleri, saray mekanları bu teşkilata göre düzenlenmiştir. Topkapı Sarayı; Bab-ı Hümayun, Babü's selam ve Babü's saade adlı üç ana kapı, dört avlu, Harem, Hasbahçe (Gülhane) ve bahçelerden oluşur. Üç tarafı denizle çevrili olan sarayı 1400 metre uzunluğunda "Sur-ı Sultani" denilen yüksek ihata duvarları çevreler. Bab-ı HümayOn Fatih devrinde yapılan bu kapının üzerinde Ali b. Müridi's Sufi tarafından yazılan kitabede "Bu mübarek kale, Allah'ın desteği ve rızası üzerine, güvenliği sağlamak maksadıyla, Sultan Mehmed Han'ın oğlu Sultan Murad'ın oğlu, karaların padişahı ve denizierin hakanı, insanların ve cinlerin üzerinde Allah'ın gölgesi, Doğu'da ve Batı'da Allah'ın yardımcısı, su ve toprağın kahramanı, Konstantiniyye'nin fatihi ve fethin babası olan Sultan Mehmed Han'ın -Allah Teala onun hükümdarlığını ebedi kılsın ve mekanını kutup yıldızlarından yüksek eylesin- emriyle, (Hicri) 883 yılının mübarek ramazan ayında (Kasım 1478) imar ve inşa edildi." ifadesi yer alır. Bab-ı Hümayun üzerinde müsenna (karşılıklı) yazı ile Hicr Suresi'nin 45-48. ayetleri yazılıdır. Hat sanatı ve saltanat kavramı bakımından son derece anlamlıdır. Kapının diğer yüzünde Abdülaziz'in tuğrasının üzerinde Saff Suresi'nin 13. ayeti "Nasrun minallahi ve fethün karib ve beşşiril mü'minin [Ya Muhammed]" (Allah'tan bir yardım ve yakında gerçekleşecek bir zafer! Mü'minlere bunları müjdele. [Ya Muhammed]) ifadesi yazılıdır. Bu ifade, aynı zamanda mehter takımının hücumdan evvel okuduğu ayettir. Osmanlı döneminde hemen hemen her yapının üzerinde bu şekilde bir kitabe bulunurken günümüzde bu gelenek neredeyse terk edilmiştir. 35 Osmanlı Oarayında Jfayal Sarayın müze olarak kullanıldığı dönemlerde bu kapıdan turist otobüslerinin dahi geçtiği ve kapıyı ne kadar yıprattıkları malumdur. Bu uygulamaya 2006'da son verilmiştir. Saraya girecek olan diğer Osmanlı tebaası bugün Gülhane Parkı'ndan saraya girilen Soğukçeşme Kapısı'ndan (Bab-ı Sultani) girebilirdi. Bab-ı Hümayun saraya at ile girilebilen tek kapıdır. Babü's selam'dan ise sadece padişah atla girebilirdi. Bab-ı Hümayun, padişahların Ayasofya'da namaz kıldıkları bölüm olan Hünkar Mahfili'nin girişinin tam karşısındadır. Padişahlar cuma, teravih ve bayram namazlarını Ayasofya'da kılacakları vakit bu kapıyı kullanırlardı, diğer vakit namazlarını ise saraydaki camilerde kılarlardı. Çeşitli dönemlerde tadilat gören kapının üzerinde eski gravürlerde bir köşk bulunduğu görülmektedir. Bu köşk bir yangında kül olmuş ve günümüze ulaşamamıştır. Birinci Avlu'da bir zamanlar silah müzesi olarak kullamlan Saint ireneKilisesi Birinci Avlu (Alay Meydanı) Birinci Avlu'ya Bab-ı Hümayun adı verilen ve daimi surette nöbet tutulan abidevi kapıdan girilir. Bu kapıdan itibaren saray alanı başlar. Bununla beraber bu kapıdan girmek o kadar zor değildir. Sarayda işleri olanlar, ziyaret edeceği yakınları bulunanlar, buraya bir iki soruşturma ve ısmarlamayla gayet rahat girerler, içeride çalışan yakınlarıyla görü- şüder veya sarayın ilgili bürolarıyla olan işlerini görmek için toplaşırlardı. Ayrıca ilk avluda bulunan ve bugün artık kaybolan Deavi Köşkü 36 -ki halkın arzuhallerinin verildiği yerdi- bu gibi ziyaret ve müracaatların kolaylaştırılması için bir sebepti. Deavi Köşkü'nde ilgili personel, Kubbealtı vüzerasından birinin gözetimi altında çalışırdı. Buradan alınan dilekçeler tarihçiler için çok önemli bir kaynaktır. Maalesef bunların çoğu elimizde mevcut değildir. Bab-ı Hümay(in'un girişinde, bu ilk avluda bugün Saint İrene Kilisesi, Darphane denilen eski ;aray atölyeleri yer alıyor. Eski saray atölyeleri, Roma imparatorluklarından beri devam edegelen bir ananeyi yansıtır. Buralarda sarayın marangozluk, kitap ciltleme, kitapların tezhibi, deri işleri gibi ince işçilikleri yanında; dış devletlere gönderilecek hediyeler de hazırlanırdı. Bu avludaki hünerveran atölyesi 19. yüzyılda saray terk edilince devletin sikkelerinin basıldığı darbhaneye çevrilmiştir ve şu anda da bu ismi taşıyan, sarayın kontrolü dışında olan bir bölgedir. Burada bazı devlet ofisleri yer almaktadır. Birinci Avlu'nun (Alay Meydanı) bir as1r ewelki görünüşü Saint İrene Kilisesi ise önce sarayın silah deposuyken Fethi Ahmed Paşa zamanında bir arkeoloji müzesine, o müzenin 1894'te bugünkü binasına taşınmasının ardından da bir askeri müzeye çevrilmiştir. Bugün yıllık müzik festivallerinin yer aldığı önemli bir bina konumundadır. Birinci avlunun en ilginç köşelerinden biri de Cellat Çeşmesi'dir. Babü's selam'dan girmeden evvel sağ tarafta bu yapıyı görüyoruz. Edirne Sarayı'nda genellikle istida için ve idam edilenlerin teşhiri için bir yer bulunduğu halde burada o görülmez. Sarayın odunlukları da yine bu bölgede yer alırdı. 37 Osmanlı darayında Jfayal Babü's selam (Yaklaşrk 1900) 38 BABÜ'S SELAM VE İKİNCİ AVLU Babü's selam adeta devlete gösterilen saygının kapısıdır. "Ortakapı" ·da denilen bu iki kuleli kapı, Topkapı'nın sembolü olmuştur. İmparatorluğun ihtişamını gösteren bu kapı, ilk defa Fatih zamanında inşa edilmekle birlikte ı 6. ve ı 7. yüzyıllarda çeşitli tamiratlar görmüştür. Üzerindeki tamir kitabesi ı 758'de kapıda tamirat yapıldığını göstermektedir. Kapının üst tarafında enfes bir hatla Kelime-i Tevhid (La ilahe iliallah Muhammedün Resulullah) yazılıdır. Bu kapı birinci avlu (Alay Meydanı) ile ikinci aviuyu (Divan Meydanı) ayırır. Bugün mü- zelerin gişelerinin bulunduğu bu kapıdan girerken Sadrazam Paşa dahil, kimse at üzerinde kalamaz. Bu kapıdan sadece padişah atıyla girebilirdi, saray· kadınları ise saltanat arabaları ile geçerlerdi. Kapının içe bakan kısmında "Cennati Adnin müfetteheten lehümü'l-ebvab / O güzel yer: Kapıları yalnız kendilerine açılmış olan Adn cennetleridir. (Sad Sı1resi, 50)" ifadesi yazılıdır. Kapının üzerindeki iki kule Kanuni devrine aittir. Bu kule müştemilatının içinde, yabancı elçiler saraya girmelerine müsaade edilinceye kadar misafir edildikleri kapıcıbaşı ağasının odası da bulunmaktadır. Bu yönüyle kulelerin alt tarafları bir çeşit bekleme salonu vazifesi görmüştür. Babü's selam'dan içeri girenler bir tarih ile karşı karşıyadırlar. Burada herkes attan inerdi. ı 739 senesinde Belgrat Barışı'ndan zaferle dönen İvaz Mehmed Paşa'nın I. Mahmud'un istisnai atıfeti dolayısıyla ada girmesi dışında kimsenin bu kapıdan ada girdiği görülmez. İstisnası sadece padişahın kendisiydi. Bu kapı ileTap kapı Sarayı'nın devlet ofisleri başlar. Bütün divan toplantıları sabah namazından hemen sonra olduğu için Ayasofya'da namaz kılan devletliler bu kapıdan içeri girerler. Yerleştikleri zaman Divan-ı ljümayı1n'da mevsimine göre şerbet veya sıcak bir içecekle kendileri buyur edilir. Divan-ı Hümayı1n'un yani Kasr-ı Adalet denen yerin yanında da ilgili ofisler bulunur. Bu ön planda nişancının ve saclaretten padişaha takdim edilecek arz tezkirelerinin 39 Osmanlı c:Saraymcla Jfayal yazıldığı yerdir ve bir yerde de bir Hazine-i evrak'tır. Bu evrak kısmen Başbakanlık ofisinde kısmen de sarayda Matbah-ı amire'nin yanındaki imparatorluk arşivlerinde bulunuyor. ikinci Avlu (Divan Meydanı) Osmanlı İmparatorluğu'nun kamusal hayatının zirvesiyle karşılaşı­ rız. Kamusal görkeminin bütünüyle gözümüze, yüzüroÜze çarptığı bir yerdir. Bu avlunun sağ tarafında imparatorluk mutfakları diyeceğimiz Matbah-ı amire bulunurdu. Matbah-ı amire'de günde elli ila altmış çe- şit yemek çıkardı. Bu elli ila altmış çeşit yemeğin her birinin padişah tarafından yenildiğini düşünmemeliyiz. Saray halkının, bilhassa Harem ve Enderunluların da bu muhteşem mutfağı tattığı ve öğrendikleri açıktır. Bugün burada on iki bini geçen çini porseleni kısmen teşhir edilebilmektedir. Henüz restore edilen Helvahane ise saraydaki tatlıların değil aynı zamanda da birtakım ilaçların, şifalı macunların hazırlandığı yerdir. Burada bilhassa bakır sini, kazan, cezve gibi eşyaların zengin bir koleksiyonu bulunmaktadır. Matbah-ı amire'nin bir köşesindeki Aşçılar Mescidi ise ahşap güzel bir yapıdır ve onun devamında da arızi olarak _1 920'lerden itibaren sarayın arşivleri yer almaktadır. Hiç şüphesiz ki Topkapı'nın saray arşivleri çok zengin sayıda gönderilen name kopyalan ve yabancı devletlerden gelen muhtelif dillerde mektuplar, bunların dışında saray ile ilgili olan akla hayale gelmeyecek koleksiyonların bulunduğu bir arşivdir. Mesela burada çok sayıda kadı hücceti, sicillerden hükümler de bulunabilir. Sarayın bu bölümünde çok büyük hacimde sayısız diyebileceğimiz sütun ve sütun başlıkları bulunur. Bunları bilhassa Fatih Sultan Mehmed Han'ın İstanbul'un muhtelif noktalarından toplatarak buraya getirttiği ve burada muhafaza ettirdiği anlaşılıyor. Muhtemelen ilerideki tamirat ve yapımişlerinde kullanılacaklardır. Girişte sol tarafımızda, İlban Öz tarafından yapılan Topkapı Sarayı'nın teferruatlı ahşap bir minyatürü bulunur. Kıymetli bir eserdir ve sarayı anlamak bakımından gereklidir. Yine aslında Topkapı Sarayı'nda bulunmaması gereken 19. yüzyıla ait birtakım saltanat arabaları da burada sergilenmektedir. Babü's selam'dan girdiğimiz avluda, bizim sarayın altına tekabül eden -çünkü Topkapı Sarayı'nın Sur-u Hümayı1n'un altı eski klasik Bizantiyon'du ve Bizans İmparatorluğu dediğimiz dönemde bu bölgeden 40 !JJ&bü s c5elam ve gbinci :Jlvfu bilgi bile yoktu- bazı kalınnlar da göze çarpar. Mesela samıçlar. İstanbul, her zaman için su sıkıntısı çekilen bir şehirdi. Ab-u havasının güzelliği evet, ama biraz abartma da olmalıdır. Adalet Kulesi Hiç şüphesiz ki Divan-ı Hümayı1n muhteşem kulesiyle ortadadır. Bu kule önceleri ahşaptır. Bir yangından sonra tekrar restore edilir ve 19. yüzyılda da mimar aile Balyanlar bugünkü görünümünü verir. Kasr-ı Adl yahut Adalet Kulesi'nin alt katında Divan-ı Hümayı1n toplanır. Sadrazam, kubbe altı vezirleri, -şayet vezir ise- yeniçeri"ağası, kaptan paşa ve nişancı ... Nişancı, imparatorluğun kadastrosunu, tırnar ve dirlik tevcihatını yapan biriydi. Çok önemli bir memuriyetti. 41 Osmanlı c5araymcfa Jfayal Burada sadece ilmiyenin ve adliye işlerinin reisi olarak Anadolu ve Rumeli kazaskerleri bulunurdu. Müfti dediğimiz şeyhülislam sonraları anılan ilmiye reisi hiçbir zaman divanın üyesi olmamıştır, Divan-ı Hümayfin'a da katılmamıştır. Divan-ı Hümayfin toplantılarını dışarıdan dinlemek mümkündü. Akustik yapısı buna müsaitti. Burada bilhassa cuma günleri yapılan toplantı bir temyiz divanı haviısındaydı. İmparatorluğun dört yanında adaleti tüketen ve şikayeti olanlar buraya müracaat ederlerdi. Ayrıca İslam dinine girenler burada belirli miktar akçeyle taltif edilirlerdi. Babü's selam'dan girdiğimizde gözümüze ilk çarpan bir namazgahtır. Bu namazgah bugün bir çiçek tarhı halindedir. IL Abdülhamid Han, İmparatorluğun tarihini romantik bir biçimde yeniden yorumlamak ve benimsetmek isterdi. Onun zamanında Bursa'da Osman ve Orhan Gazi'lerin türbeleri yaptırıldı. Söğüt'te Ertuğrul Gazi türbesi yeniden yaptınldı ve muayyen yerlerdeki kirabelerin başkente nakledildiği görüldü. Burada da yine Sohum Kalesi'ndeki I. Abdülhamid Han devrine ait bir kitabenin, yani oranın fütuhatını gösteren kitabenin Kafkas savaşlarından sonra buraya nakledildiği ve orta avluya dikildiği görülmektedir. Babü's selam'dan Harem' e de gidilmektedir . .Divan-ı Hümayfin ve Harem girişi arasında eski Divan-ı Hümayfin'un ofisleri, kltabet merkezi yer almaktadır. Dış Hazine de buradadır ve bugün burada silahlar teşhir edilmektedir. Topkapı Sarayı'nın batı cephesinde Beşir Ağa Camii yer almaktadır. Bugün bu bölüm Arkeoloji Müzesi'ne geçiş kapısını da ihtiva etmekte ve sarayın sergileri zaman zaman buradaki Has Ahur'da tertiplenmektedir. Mehterhanenin kalıntıları buradadır. II. Mahmud mehter takımını lağvettikten ve bu müziğin yerine Avrupa marşlarını koyduktan sonra zamanla ananenin ihtiyacı hissedilmiş ve II. Meşrutiyet'te mehter takımı yeniden ihya edilmiş, eski marşlar tekrarlanmış, bazıları zamana göre yeniden bestelenmiştir. Demek ki anane pek kolay terk edilecek bir kurum değildir. 42 DiVAN MEYDANI'NDA YAPILAN MERASİMLER UIOfe Dağıtımı Divan Meydanı'nda yapılan merasimlerin en meşhuru ulı1fe dağitımıdır. Her üç ayda bir yeniçeriler bu meydanı doldurur ve maaşları olan ulı1felerini alırlardı. O zaman buradaki çekilen gülbank, yeri göğü inietirdi ve o günlerde başkentteki yabancı elçilerin sarayda bulunma~ larına dikkat edilir, davetlilere Osmanlının askeri gücü teşhir edilirdi. Askere çorba ikram edilir, çorba içilirse maaşlar yani ulı1fe dağıtılınaya başlanır. İçilmezse isyan alametidir. Birinci ortanın bir numaralı neferi padişahın kendisidir. Çok ilginç bir ananedir, bütün ortaların ulı1feleri üç ayda bir bu şekilde dağıtılırdı. Kanuni Sultan Süleyman Han döneminde sefer zamanlarında askerlerin şevkini artırmak için pilav, yahni ve zerde ikram edilmesi geleneğinden ilhamla ulı1fe dağıtımı sırasında çorba, pilav ve zerde ikram edilmeye başlanmıştır. Merasimle Dış Hazine' den getirilen ulı1fe keseleri askerlere paylaş­ tınlmadan evvel güzel bir Osmanlı geleneği ile fakir halka dağıtılacak sadakalar ayrılır ve ondan sonra ulufe dağıtımı başlardı. Avluya bazen ayak direyen, padişahla görüşmek için gelen yeniçeriler de doluşurdu. Osmanlı tarihinin nahoş sayfalarıdır. Elçi Kabulleri Ulı1fe dağıtımı dışında elçi kabulleri de bu meydancia yapılırdı. Av lun un sağ tarafına yeniçeriler, sol tarafına sipahiler mu tantan bir düzenle dizilirler ve gösterişli duruşları ile gelen elçilik heyetini kendilerine hayran bırakırlardı. Revaklara halılar ve diğer değerli kumaşlar asılır, saraydaki aslanlar ve kaplanlar dolaştırılırdı. Yapılan uygulamalar bir güç gösterisiydi. Dosta güven veren, düşmanı ürküten bir devletin varlığı gösterilmeye çalışılırdı. Elçilerin getirdikleri hediyeler de Babü's saade'nin sol yanında teşhir edilirdi. Gelen heyeti Kubbealtı önünde sadrazam başkanlığındaki vezirler heyeti karşılardı. Padişahlar hiçbir 43 Osmanlı darayında JEayal zaman elçi karşılamak için dışarı çıkmazlardı. Padişahların her gelen elçiyi huzurlarına kabul etmek gibi bir zorunluluğu da yoktu. Padişah gelen elçiyi kabul edecekse elçi Arz Odası'na alınırdı. Görüşme Arz Odası'nda yapılırdı. --~ Kubbealtt'nda sadrazamm elçi ile yediği öğle yemeği jean Baptist Hilaire (Tableu Generale) 44 Bakiava Al ayı Baklava Alayı, Topkapı'da ramazan hayatının güzel bir misalidir. Padişahın askerlerine ramazan ikramidır. Baklavalar, Matbah-ı amire'de hazırlanırdı. Yeniçeri, sipahi, topçu ve cebeci gibi kapıkulu askerinin her on neferine bir tepsi hesabıyla hazırlanan b aklava sinileri futalarına ( örtülere) sarılmış olarak Matbah-ı amire önüne dizilirdi. Bu siniterin ilkini, Silahdar ağa ve maiyyeti, bir numaralı yeniçeri olan padişah adına teslim aldıktan sonra, diğer ortalardan gelen ikişer nefer birer siniyi herhangi bir kargaşayamahat bırakmadan yüklenirciL Her bölüğün usta, saka, mütevelli, odabaşı gibi amirleri önde, baklava sinileriyle yürüyenler arkada, açılan kapıdan dışarı çıkarlar, baklava alayı gulgule ve nümayiş ile Divanyolu'nda kendilerini seyretmek için karşılıklı sıralanmış halkın arasından alkış ile kışlalara yürürdü. Sini ve futalar ise ertesi gün Matbah-ı amire'ye iade edilirdi. Son dönemle~inde bozulup kuru gürültü haline gelen Baktava Alayı törenlerinde, sini ve futalar iade edilmez olmuş, buna gerekçe olarak da "Baklava o kadar lezzetliydi ki sini ve futaları da yedik-:" gibi laubalilikler olmuştur. Baklav~ Alayı, nasıl son bulursa bulsun, hep o Osmanlı İstanbul'una has törenlerden biri olarak hatırlanacaktır. Matbah-1 amire'de bir çini tabak 45 Osmanlı Öarayında Jfayal Divan toplantıları, Ayasofya'da üyelerin sabah namazını kılmalarından sonra başlar. Gravürde Bab-ı Hümayun üzerinde bulunup da günümüze ulaşamayan köşk de görülmektedir. 46 KUBBEALTI (DİVANHANE) İkinci Avlu'nun kenarındaki Kubbealtı adeta imparatorluğun cihanşümul karakterini temsil eder. Bir dönem dünyanın yönetildiği bu mütevazı mekan ı6. yüzyılda Kanuni tarafından yaptınlmıştır. Üç kubbeden ibaret olan yapı, ı665 SarayYangınıneticesinde çok ciddi hasar görmüş; Sultan IV. Mehmed tarafından neredeyse yeniden yaptırılmış­ tır. Yapı daha sonraki dönemde de çeşitli tamirler görmüştür ve bu tamirlere dair kitabeler Kubbealtı'nın dış cephesinde bulunmaktadır. Osmanlı Sarayı'nın ı 7. yüzyıldaki yangını çok önemlidir. Bu sebeple birçok ahşap yapılı yer mermere dönüştürülmüştür. Mesela birinci avluda hatta Enderun avlusundaki revaklarda bazı ahşap sütunlar vardı. Bunların yerinimermer almıştır. Haremin içinde de ahşapken bu yangın dolayısıyla taşa ve mermere dönüşen bölümler vardır. Topkapı Sarayı'nın geçirdiği en büyük mimari değişirnde bu yangına dayanmaktadır. Kubbealtı, geniş saçakları, zarif parmaklıkları ile Lale Devri'nden mimari izler taşır. Derin kubbesi ve geniş pencereleri ile sağlanan aydınlık ortamla divan üyelerine ferah bir çalışma ortamı sunar. Kubbe ·ve kemer süslemelerinde Kanuni devri klasik süsleme esaslan görülür. Ku b be göbeği ise ı 7. yüzyılın klasik süslemelerini havidir. Divit Odası, Kubbealtı'nın sadrazarnlara mahsus kısımlanndandır. Divan'da görevli katibierin başında reisülküttab bulunur, ileride yetki ve görevleri aşırı derecede yükselecek olan reisülküttaba ait ikinci kubbe ile üçüncü kubbe arasında oluşturulmuş bölme vardır. Buraya "reisülküttab tahtası" adı verilir ki reisülküttaba bağlı divan katibieri burada oturmaktadır. Üçüncü kubbenin altı ise Maliye Defterhanesi olup divanda tutulan defterdarlıkla ilgili kayıtların saklandığı bölümdü. Bu bölüm toplantı sonunda sadrazamda bulunan padişah mührüyle mühürlenirdi. Kubbealtı'nın avluya bakan dış taraflarını geniş bir revak kuşatır. Yeşil porfir ve beyaz mermer on bir sütun üzerindeki kemeriere dayanan bu revak ahşap tavaniıdır ve enfes kalem işleri ile tezyin edilmiştir. 47· Osmanlı r:Sarayıncla Jfayal Divan Toplantıları Divan-ı Hümayı1n, Osmanlılarda Orhan Bey zamanında teşekkül etmişti ve bütün devlet işlerinden de birinci derecede mesul kurumdu. Hükümdar nerede bulunursa divan orada kurulurdu. Divan toplantılarına katılacak üyelerin Kubbealtı'nda oturacakları ve duracakları yerler teşrifat kaideleri gereği belirlidir. Sadrazam ve vezirler kapının karşısındaki sedire otururlardı. Kubbealtı vüzerası, devleti yöneten iç kabine mesabesindeki yüksek görevlilere denir. Cuma günleri burada temyiz görevleri yerine getirilirdi. Fatih'ten itibaren ise padişahlar divana riyaset görevini veziriazamlara bırakmışlardı. Sadrazam ve Kubbealtı vüzerasının oturduğu sedirin hemen üstünde padişahların divan toplantılarını takip ettikleri kafesli pencere Kasr-ı Adl bulunur. Kasr-ı Adl'e Adalet Kasrı'ndan girilir ve Harem'den ulaşılır. Divan-ı HümayOn'un Özellikleri Divan toplantıla.rı Kasr-ı Adi'ın (Adalet Kasrı) altında Kubbealtı'nda yapılır. Divan-ı Hümayı1n tamamı ile Farsça bir tabirdir. Divan çok açık ki Sami asıllı bir deyim olup bir defteri ve dildeki dönüşümle bir büroyu ifade eder. Tercümesi imparatorluk kurulu diye de yapılabilir. Belirli işlere bakan bir meclis ve bakanlık demektir. Divan-ı Hümayı1n gerçek anlamda imparatorluğun yönetildiği bir kuruldur, bir bakanlar kurulu değildir. "Hümayı1n" İran'da emperyal anlamındadır. Hiçbir zaman Osmanlı kanunu onun yapısını ve görevini ayrıntılarıyla ve bükülmez bir şekilde tespit etmiş değildir; ama Osmanlı'da söze ve padişah fiiline dayanananane o zamanki deyimle "ecdad ve eba-i izam" (yüce dedelerimiz ve babalarımız) zamanından beri uygulanagelmiştir. 16. yüzyılda haftada dört gün toplanan, 18. yüzyılda ise bir gün zor toplanan bir kurul haline dönüşür. Güya tatil günü denen cumaları divanın en yoğun çalışma günüdür. Divan-ı Hümayı1n'da savaşa ve barışa karar verilir. Tabii bu kararları tasdik edecek kişi padişahtır. Müftü de kararı berkitecek fetvayı verir. Divanda dünyanın dört bir köşesini ve her şeyi ilgilendiren kararlar alınır. Divan-ı Hümayı1n 15. ve 16. Osmanlı asırları boyunca dünyanın yönetildiği bir yerdir. Padişahlar Neden Divan'aBaşkanlık Etmezler Divan-ı Hümayı1n, devletin başlangıcından beri Osmanlı hükümdarlarının başkanlığında toplanan bir kuruldur. Rivayete gÖre, IL Mehmed'in 48 Xı66eal!ı ('ZJivanlıdne) Bursa veya Edirne zamanında, derviş in biri divanın ortasına sızıp "Padişah kangınız?" diye sormuş. Artık imparatorluk çağında böyle ölçüsü kaçmış aşiret demokrasisine tahammül edilemezdi; idare ve devlet, yönetilenle çok fazla yüz göz olmaya başlamıştır. Bu yüzden Fatih Sultan Mehmed devrinden itibaren padişahlar Divan-ı Hüma.yGn'a yani dünyayı yöneten bu kurula başkanlıktan çekilmişler, toplantı salonu üzerinde kafesle ayrı­ lan bir hücrede oturarak müzakereleri takip etmeye başlamışlardır. Pek nadiren sesle, daha çok kafese asayla vurarak toplantıyı dağıttıkları vakidir. Devlet yönetim toplantılarının bir hücreden takip edilmesi sadece Osmanlı'ya has bir uygulama değildir. İspanya kralları, üniversal şurayı; Moskova çarları, Kremlin'deki Bayarlar Meclisi'ni izleyebilmektedir. Divan'da alınan kararlar Mühimme Defterlerine yazılır. Başbakanlık arşivimiz bu kayıtları yani "Mühimme Defteri" denen eserleri neşretmektedir. 16. yüzyılın bir dünya imparatorluğunun tarihini buradan izlemek mümkündür. Divan Öncesi Divan-ı HümayGnJtoplantıları bütün İslam dünyası için bir numaralı camii olan Ayasofya'da üyelerin sabah namazını kılmalarından sonra baş­ lar. Zaten Osmanlılarda mesai başlangıcı her zaman sabah namazı sonrası­ dır. Bedestenler, çarşılar da bu düzene göre açılır. Üyeler Vezir Yolu'ndan çavuşbaşı ve kapucular kethüdası refakatinde Divanhane'ye (Kubbealtı) doğru yürürlerdi. Babü's saade yakınlarına geldiklerinde ikinci vezir biraz daha ileri yürüyere~ buradaki selam taşı önünde Babü's saade'yi selamlar ve dönüp kendisini bekleyen vezirlerin arasına katılırdı. Önceden Kubbealtı'na girmiş olan kazaskerler, defterdarlar, reisülküttab ve Divan-ı Hümayı1n katibleri, ikinci kubbe ile üçüncü ku b be arasındaki Reisülküttab Tah tası önünde ayakta karşılıklı saflar halinde sıralanarak vezirleri beklerlerdi. V ezirler gelince selam vererek hep birden Divanhane'ye girerler, herkes Osmanlı teşrifat kaideleri lüzumunca makamının bulunduğu yere geçerek sadrazaının gelmesini beklerdi. Sadrazama divanın toplandığı haberi gelince sadrazam kethü- dası ve maiyetiyle birlikte saraya gelirdi. Vezirler Divanhane'de sadrazamın oturduğu sedirin sağ tarafına, kazaskerler ise sol tarafa sıralanır, kapının girişine doğru da defterdarlar otururdu. N işancı, defterdarların karşısında yer alırdı. Görüşmelerin tutanaklarını tutan ve yazılacak belgeleri hazırlayan katibler kendilerine tahsis edilen Kubbealtı'nın bölmelerinde, alçak bir masanın etrafında yere otururlardı. 49 Osmanlı Oarayında Jfayal Divan Çavuşu Müzakerelere başlanmadan evvel Ayasofya Camii'nden gelen imam veya müezzinler tarafından yüksek sesle Fetih Suresi okunurdu. Çavuş­ başı ve tezkirecHer Hazine ve Defterhane'nin mühürlerini sökerek kullanılacak defterleri Divanhane'ye getirirlerdi. Bu arada kendilerine yaz mevsiminde soğuk şerbet, kışın ise macun ikram edilirdi. Divanın başı vezir-i azamdır; kendisini dört adet Kubbealtı veziri yani imparatorluk mareşalleri takip eder. Kubbealtı vezirlerinin sayısı ilerleyen dönemde farklılıklar göstermiştir. Yeniçeri ağası eğer vezir rütbesinde değilse divanda oturmazdı. Kaptanpaşa mutlaka bulunurdu. Asıl başköşede otuso Xb6eallı ('l)ivanlı&ıe) ranlar Anadolu ve Rumeli kazaskerleriydi. Osmanlı yargı teşkilatı ve taşranın idaresi bu iki memura tabi idi. Divanın bir üyesi defterdardı. Hiç şüphesiz bir diğer önemli üye nişancıydı. Askeri imparatorluğun tı­ mar ve zeamet sistemi on binlerce tımarlı ve zaimin kayıt ve kaderi onun adaletli ve düzgün işlevlerine bakardı. Başyardımcısı reisülküttab ve ona bağlı divan tercümanları sefir süferanın görüşmeleri ve harici meseleler sorulduğunda arzda bulunmaları için divanda ayakta beklerlerdi. Şeyhülislam da divanın üyesi değildir. Yani başkent müftüsü, hiç- bir zaman Divan-ı Hümayı1n'da bulunmamıştır. Müftünün kabineye dahil olması Tanzimat'tan çok sonra gerçekleşmiş ve protokoldevezir-i azamdan sonra şeyhülislam gelmiştir. Ancak, klasik Osmanlı devirlerinde Divan-ı Hümayı1n'da şeyhülislam bulunmamıştır. Fenerli beyler imparatorluğun Hıristiyan memurlarıydı ve çok kimsenin zannettiği gibi mutlaka Helen asıllı değillerdi. İçlerinde mebzul Romen asıllılar, Bulgar, Hıristiyan Arnavut, İtalyan hatta 13. yüzyıldaki Haçlı istilasından kalan Latin kökenli aileler de vardı. Yunan ayaklanmasından sonra bu zümre tasfiye' edildi. Yerlerini Ahmed Vefik Paşa'nın ailesi olan Bulgarzade Yahya gibi mühtedi Müslümanlar ve Sahak Ebro gibi Ermeniler aldı. 16. yüzyıl Osmanlı nişancıları, edip ve alim kişilikleri ile dikkati çekmişlerdir. En büyüklerinden biri Koca Nişancı da denen Celalzade Mustafa idi. Celalzade Mustafa, edebi bir üslı1ba sahip tarih eseri "Tabakat-ül Memalik ve Deracat-ül Mesalik" ile tanınır. Onun kaleme aldığı name ve bazı fermanları okumak tarih öğrencilerine 16. yüzyıl dilinde ve edebiyatında ustalık kazandırır . . Divan-ı Hümayfın Kararları Muhteşem kubbenin gölgesinde sarayın orta avlusu, devletin ve milletin yaşadığı tarihin ihtişamını hala aksettirmeye devam etmektedir. Üç ayda bir yeniçerilerin ulı1feleri dağıtıldığında Divan-ı Hümayun toplanır, orta avluda yeniçeri kalabalığının çektiği gülbank, yeri göğü inletirdi. Bu ortamda başkentteki sefirler de hazır bulunurdu. Bu üç aylık töreniere Galabe Divanı denir. Hiç şüphesiz ki, ne divanın ne padişahın otoritesinin kale alındığı isyankar, zoraki toplantılar da olurdu. Y eniçeriler orta aviuyu doldurur, padişahı Ayak Divanı'na çağırırdı. Bunların çoğunun ne olduğunu, nasıl bittiğini biliyoruz; Hafız Paşa, Hezarpare (bin parça) Ahmed Paşa gibi bazı devlet adamlarının başı pahasına kalabalık dağıtılırdı. 51 Osmanlı <5arayında Jfayal Divandan çıkan kararların hukuken çok geçerli olduğu söylenemez; ama bu kararlar fiiliyatta geçerlidir. Çünkü vezir-i azam mutlak bir vekildir. Onun başkanlığında toplanan bu kurulun toplanması da, müzakere usulleri de, dağılması da, toplantı günleri de uzun yüzyıllar içinde oluşmuş bir ananeyi aksettirir. Kubbealtt'nda Fas elçisinin Divan-t HümayOn'a kabulü 52 Aubbeai!J (l)iuanlıane) Divan-ı Hüma.yun'un ikinci mercii, Babü's saade'nin hemen girişinden sonra yer alan Arz Odası' dır. Arz günlerinde Kubbealtı'ndaki toplantı bitince vezirler burada belirli zamanlarda padişaha layiha sunarlar ve sadrazam da telhis sunar. Padişah onaylarsa kararlar kesinleşir ve uygulamaya geçilir. Arzı müteakip sadrazam Kubbealtı'na gelir, burada kendisini beklemekte olanlar eteğini öperler, bunu müteakip defterler mühürlenerek geldikleri dairelere geri yollanır ve herkes dağılır. Sarayın Suyunu Dağıtan Dolap Ocağı Babü's selam'dan girince sağ tarafta şimdi saray atölyelerinin bulunduğu avluya açılan bir kapı vardır. Burada Dolap Ocağı bulunur. Bu mekanda saraya su sağlayan iki kuyu, merdivenli samıç ile büyük bir - Dolap Ocağı vardır. Halkalı'dan gelen sular biri Fatih Sultan Mehmed Han diğeri Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından yaptırılan bu kuyularda toplanır ve atların döndürdüğü dolaplar vasıtasıyla çekilen su, duvarlar üzerindeki haznelere çıkartılır; oradan da saraydaki çeşmelere, hamamlara, havuzlara dağıtılırdı. ilerleyen dönemde bu dolapların yerini makineler almıştır. Namazgah Namazgahlar sefer sırasında askerlerin namazlarını kılmaları için düşünülmüş umumiyede açık mekanlardır. Bunlardan günümüze çok az bir kısmı ulaşmıştır. Sarayda da saltanat arabalarının sergilendiği mekanın karşısında 80 cm. kadar yükseklikte kıble taşı bulunan bö- lüm Namazgah'tır. Kible taşının üzerinde "Küllema dehale aleyha Zekeriyya'l-Mihrab" ayet-i kerimesi yazılıdır. Kapı personeli kışlar dı­ şında namazlarını burada cemaat ile kılarlardı. Saray mutfaklarının önünde bulunan uzun revakın altında sergilenen kitabelerin, alınlık taşlarının pek çoğu günümüzde bulunmayan İstanbul Surları'na, Sur-ı Sultani'ye, saray arazisi içinde önceden bulunan ancak günümüze ulaşamamış köşklere ve diğer çeşitli yapılara ait kitabelerdir. 53 Osman.6 c:Sarayında Jfayal Topkapt Sarayt'mn su isa/e hatlarmt gösteren kroki 54 SARAYlN MUTFAGI-MATBAH-1 AMİRE Matbah-ı amire saray mutfaklarının bulunduğu kısımdır. Osmanlı Sarayı'nın mutfağı her yüzyılda Osmanlı zarafetinin ve. zenginliğinin ifadesi olmuştur. Topkapı Sarayı gibi içinde neredeyse bir ilçe nüfusu kadar insanın yaşadığı müessesenin gıda ihtiyaçları buradan karşılanırdı. Topkapı Sarayı'nda günde ortalama beş bin kişilik yemek yapılırdı. Ulufe da- ğıtımında ve cülı1s merasimlerinde bu sayı on beş bin kişiyi bulurdu. Pişirilen yemekler sadece saray halkına verilmez; dışarıdan Divan-ı Hümayı1n'a dilekçe vermeye gelenlere, davacılara veya şahitlere de din, dil farkına bakılmaksızın yemek ikraın edilirdi. Ayrıca Matbah-ı amire, sarayın civarına da yemek dağıtılan, yemek çıkarılan bir yerdir. Gelen yemeğin önce aşçılar, sonra çaşnigir tarafından nasıl tadılacağı belirlenmiştir ve suikasta karşı bir tedbir olarak düşünülmüştür. Tabii, padişahın önüne gelen altmış çeşit yemeğin her birinin yendiğini sanmamak gerekir. Padişahın bazen baktığı, bazen sadece tattığı bu nefis yemekierin herhalde kendisinden sonra protokol icabı başkaları tarafından yendiği açıktır ki bu eski bir Şark ve Türk ananesidir. Kalabalık bir topluluğa yemek hazırlamak için çok büyük mutfaklara ihtiyaç duyulmuştur ki bizdeki Matbah-ı amire büyüklüğündeki bir mutfağın dünya saraylarında bir benzeri yoktur. Matbah-ı amire önünde yer alan uzun revaküzerinde üç kapı vardır. Bu üç kapıdan ilki Kilar-ı amire'ye, ikincisi Has Mutfak'a ve üçüncüsü Helvahane'ye açılır ve her kapı açıldığı mekanın ismini almıştır. Matbah-ı amire kesme taşlarla döşeli yolu ile küçük bir Osmanlı sakağını andırmaktadır. Kilar-ı amire Kapısı'ndan girildiğinde Kilerler ve Yağhane'ye ulaşılırdı. Burada gıda depoları bulunurdu. Bugün bu binalarda sarayın arşiv ve tekstil deposu bulunmaktadır. Saray kumaşlarının saklandığı bölümün gün ışığı almamasına, oda sıcaklı­ ğının ve neminin müsait sıcaklıkta tutulmasına ve tozlanmaya karşı tedbirler alınmıştır. Bu depolarda padişahların, şehzadelerin, saray 55 Osmanlı Oarayında Jfayaf kadınlarının ve diğer görevlilerin kullandıkları giysiler, Kabe örtüleri ve Haremeyn'den gelen perdeler gibi paha biçilmez değerde eserler muhafaza edilmektedir. Depolar ziyarete kapalıdır. Kilar-ı amire'nin karşısında saray mutfağının iaşe işlerine bakan Vekilharç Dairesi vardı. Bu daire günümüzde tamir atölyeleri olarak kullanılmaktadır. Yağhane'nin yanında saray aşçılarının namazlarını eda edebilmeleri için ahşaptan yapılmış Aşçılar Mescidi vardı. Mescidin karşısında ise aşçılara ait koğuşlar bulunuyordu. Bu yapılar, günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi'nin hizmet binaları olarak kullanılmaktadır. Matbah-ı amire'nin ilk yapıları Fatih döneminde inşa edilmiştir. Bugün görülen mutfak yapılarının son kısmındaki iki kubbeli odası Fatih dönemine aittir. Sonraki dönemde büyütülen mutfaklarda, 1574'te büyük bir yangın çıkmış; ciddi bir bölümü yanan binaları Mimar Sinan yeniden yapmıştır. Matbah-ı amire'de genel olarak saray halkına yemek verilirdi. Harem halkının yemekleri ise diğer yemeklerden farklıydı ve ayrı mutfakları vardı. Padişahın yemeği Matbah-ı amire'nin Has Mutfak bölümünde pişirilirdi. Saray Tatlıları Matbah-ı amire'nin son kısmı ise Helvahane'dir. Burada Matbah Emini'ne bağlı bulunan Helvacılar bir bölük halinde görev yapaıJardı. Vazifeleri sadece helva, hamur tatlıları ve şuruplar hazırlamaktı. Altı usta ile yüz kadar çıraktan meydana gelirlerdi. Kışları gül, misk, gelincik çiçeği, havlican ve dar-ı fülfül gibi baharattan şeker kestirerek yaptıkları macunu Hünkar, Divan-ı Hümayun üyeleri ve Enderun'un ileri gelenlerine sunarlardı. Hazırladıkları tatlılar arasında özellikle Saray lokması pek nefis ve meşhurdu. Osmanlılarda irmikten tahine, undan pekmeze kadar onlarca çeşit malzeme bu helvahanelerde kullanılırdı. Sarayda yapılan aşureler de çok meşhurdu. Muharrem ayında ballı aşure, şekerli aşure ve süzme miskli aşure pişirilirdi ki bunlardan süzme miskli aşure hünkar ve Harem halkı için hususi yapılırdı. Dört bölümden müteşekkil Helvahane'nin giriş kapısı· üzerinde Kelime-i Tevhid yazılıdır. Bu bölümde günümüzde Osmanlı döneminde yemek yapımında kullanılan mutfak eşyaları sergilenmektedir. Eşyaların büyüklüğü; nasıl her gün sarayda binlerce kişiye iki öğün yemek hazırlandığını göstermektedir. 56 Oaraym ']j(uljaijı-:Jl(af6alı-ı :7/mire Saraym m üze olarak kullantldtğt ilk yt!larda sergilenen çini ve porselenler Günümüzde İstanbul ve Yıl d ız porselenleri ile cam eserlerin sergilendiği mekan Reçelhane'nin ön tarafı olup eskiden burada Şerbetçiler Mescidi bulunmaktaydı. Helvahane Kapısı'ndan sonra mutfak yapılarının karşısında aşçı koğuşları yer almaktaydı. Bu kısımlar sonraki dönemde yıktırılmış ve yerlerine şimdiki sergi binaları yaptırılmıştır. Osmanlı mutfağında Il. Bayezid'den sonra hususen porselen kullanılmaktadır. Aslında bu, Topkapı'daki zengin porselen-çini koleksiyonunun varlığını da izah eder. Mutfak, bugün eşine rastlanmadık bir çini-porselen zenginliğini barındırmaktadır. Kuşkusuz dünyanın sayılı porselen koleksiyonlarından biri Topkapı mutfaklarında sergilenmektedir. Matbah-ı amire'deki aşçı ve yarnakların Osmanlı tarihinde ilginç roller üstlendikleri de bilinir. Haçova Savaşı'nda düşman birliklerine saldı­ ran aşçılar olduğu_gibi Naima Tarihi'nde anlatılan bir haclisede de Divan Meydanı'nda "Biz noksan mevacib (maaş) almayız." diyen yeniçerilerin 57 Osmanlı Oaraymda Jfayai ulufe almayı redderınesi ve Divan-ı Hümayı1n erkanını taşlamaya başlamaları üzerine Matbah-ı amire aşçılarının ellerinde kepçe, satır ve odunlada yeniçerileri Divan Meydanı'ndan çıkarttıkları anlatılır. Bu hadise esnasında Enderun ağaları ve baltacılar da aşçılara yardım etmişlerdir. Topkapı'da Ramazan iftarları Ramazanlarda Topkapı'da verilen iftarlar da çok meşhurdu. Osmanlı'da hükümdarın, vezirlerin ve diğer devlet adamlarının iftar ziyafeti vermeleri adettendi ve hakimiyet sembolüydü. Her ramazan, vüzera ve ümeraya, bu arada yabancı sefirlere ve gayrimüslim tebaanın ruhani ve cismani reisierine padişahın iftar ziyafeti verdiği malumdur. Bu iftarlar tepeden tabana tekrarlanan bir adettir. Osmanlı iftarları zengin ve leziz mutfağın teşhir edildiği; fakirlerle sofranın paylaşıldığı mahfiyetkar, mistik bir sofradır. İftara davet edilen Avrupalılar yedikleri, içtikleri, hele hele gördükleri ve hissettikleri bu mistik havayı anlata anlata bitiremezler. Pek çok seyahatnarnede Osmanlı ramazanlarını bü- tün teferruatıyla bulmak mümkündür. Zaten çeşitli dinler değil, farklı içtimai sınıflar da aynı konakta oruçlarını açmaktadır. Beşir Ağa Camii Has Ahur Kapısı'ndan girilen yol üzerinde bulunan Beşir Ağa Camii, Sultan III Ahmed ve Sultan I. Mahmud zamanlarında 29 yıl (ı 717-ı 7 46) Darü' s saade ağalığı görevinde bulunan Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmıştır. Beşir Ağa, camiin bitişiğine bir çeşme ile hamam da inşa ettirmişti. Hamam, Baltacılar Hamarnı olarak da bilinirdi; ı 920'lere kadar hizmet veren yapı maalesef günümüze ulaşamamıştır. Camii ve hamam daha çok sarayın dış ocaklarına hizmet vermiştir ki Has Ahur ve Baltacı Koğuşları'nın personeli bumlardan en fazla faydalanan kimselerdir. Cami, sarayın kullanılmadığı dönemlerde çok ihmal edilmiş, çatı­ sı çökmüş bir vaziyette iken 1939'da yapılan yenileme çalışmaları ile kültürüroüze yeniden kazandırılmıştır. Tarihçi Abdurrahman Şeref Bey, Beşir Ağa Camii'nde bulunan Hz. Peygamber'in ve dört halifenin isimlerinin yazılı olduğu levhaların bizzat Sultan Abdülmecid hattı ile yazıldığını bildirir. Caminin minaresi Türk İslam sanatında görülen minare yapılarından çok farklı olup cumba şeklinde tuğla gövdenin üstüne yerleştirilmiştir. Caminin banisi Beşir Ağa Mekke-Medine kadılığı gö- revinden sonra İstanbul'da vefat etmiş ve Eyüp Sultan türbesinin yanı­ na defnedilmiştir. Türbesi halen orada bulunmaktadır. 58 HAS AHUR (IS TABL-l AMİRE) VE PADİŞAH ATLARI Beşir Ağa Camii'nin yanından başlayan Has Ahur, Zülüflü Baltacılar Koğuşu'na kadar devam eder. Sarayın diğer bölümlerinden farklı olarak düz ve sanatsız bir şekilde inşa edilmiştir. Has Ahur'da adından da anlaşılacağı üzere padişah ve yakınlarının atları bulunur. Bina dört bölmelidir. Bu bölümlerin ilkinde Raht Hazinesi (Ahur Hazinesi) bulunur. Raht Hazinesi'nde padişahların kullandıkları koşum takımları vardır. Pahalı mücevherlerle süslü, altın ve gümüşten mamul olan büyük kıymette eyerler, kırbaçlar, üzengiler, gemler, at başlıkları gibi eserler Raht Hazinesi defterlerine kaydedilir, Mühr-i Hümayun ile mühürlenir ve burada saklanırdı. Maliyenin bozulma ya başladığı 17. yüzyıldan itibaren Raht Hazinesi'nden altın ve gümüş birtakım eserler para basıl­ ırrası için darphaneye gönderilmiştir. Raht Hazinesi, daha sonraki dö- nemlerde Baltacılar Mescidi olarak kullanılmıştır. Has Ahur orta kapısının bulunduğu kısımda hükümdar, şehzadeler ve diğer hanedan mensupları için iki yüze yakın at bulunmaktaydı. Bu adar görünüş, kuvvet bakımından olduğu kadar şecere olarak da imparatorluğun ihtişamına ve padişahın hakimiyetine yakışır hayvanlardı. Atlar hızlı koşmaları ve önlerine çıkan engellerin üzerinden atlamaları için serahurlar tarafından hususi bir eğitime tabi tutulurlardı. Padişahların Topkapı Sarayı'nı kullanmamaya başlamalarından itibaren Has Ahur, Dolmabahçe'ye, günümüzde İnönü Stadyumu'nun bulunduğu mevkie taşınmıştır. Sarayda bulunan tek ahır Has Ahur değildi. Bunlar dışında da ahırlar vardı ki en meşhurları bugün Ahırkapı olarak anılan bölgede ve sarayın biraz dışında bulunurdu. Saray halkına ait at sayısı ise binden fazlaydı. Atlardan başka sarayda katır ve deve gibi binek hayvanları da bulunurdu. Has Ahur'un idaresi mirahur (imrahur, emir-i ahur) denilen vazifeIiiere aitti. Mirahurluk mühim bir makam olup Osmanlı devlet bürokrasisi içinde yükselmeye açıktı. Nitekim mirahurluktan sadrazamlığa kadar yükselen devlet adamları olmuştur. 59 Osmanlı r5arayında Jfayal Has Ahur halkından olan saraçlar, günümüzde unutulmaya yüz tutmuş bir mesleği, eyer ve koşum takımlarını yaparlardı. Eyer yapımındaki ustalıkları dillere destan olan saraçlar, sefer zamanında da ordu ile birlikte sefere katılırlardı. Bunlar dışında Has Ahur halkı içinde veterinerlik yapan, at nallayan ve iğdiş yapan nalbant grupları, katırlara bakan harbendeler ile develere bakan deveciler gibi pek çok vazifeli kimse vardı. Saraym m üze olarak ku/lamldtğt ilk ytllarda Has Ahur'da sergilenen saltanat arabalart Sarayda Sultan IV. Murad gibi atlara çok düşkün padişahların dö- nemlerinde Has Ahur büyük rağbet görmüştür. 17. yüzyılın meşhur söz ustalarından Şair Nef'i'nin meşhur Kaside-i Rahşiyye'sinde anlattığı Sultan IV. Murad'ın atları; Ağaalacası, Dağlar Delisi, Celaliyağ­ zı ve Tayyar bu ahırlarda yetiştirilmiştir. Sultanın bu atlardan en çok Ağaalacası'nı sevdiği bilinir. Sultan IV. Murad'ın vefatı üzerine eski bir Türk geleneği olarak Has Ahur'dan sultanın atları cenazenin önünde eyederi ters bağlanmış olarak yürütülmüştür. 60 MEHTERHANE-İ HÜMAYÜN Divan Meydanı'nın sol tarafında ve Has Ahur'un ününde bulunan ve maalesef günümüze ulaşamayan binadır. Mehter dünya tarihinin en eski askeri orkestrasıdır ki temelleri Orta Asya hanlıklarına kadar dayanır. Osmanlı ordusundaki mehter, sefere çıkılınadan önce, sefer sırasında ve savaş esnasında marşlar çalatak askerlere cesaret ve heyecan, karşılarındaki düşmana ise korku verirdi. Savaş zamanları dışında da padişah cüluslarında, kılıç alaylarında, serhatlardan zafer haberleri geldiği vakitlerde, arife divanlarında ve düğünlerde de mehter çalınırdı. Barış zamanında sarayda padişahın bulunduğu mekanın önünde, seferde ise hükümdar çadırının önünde veya saraydaki Mehterhane'de ikindi vakti mehter çalarlardı. Marşlar bitince devlet ve padişah için dua okunur ve merasim bitirilirdi. Evliya Çelebi ise Topkapı Sarayı girişlerinden Demirkapı'daki kuleden sabaha karşı da divan erkanını ve saray civarında yaşayan halkı sabah narnazına ve işe uyandırmak için üç fasıl nevbet vurulduğunu kaydeder. Mehter Harp Duası (Harp Gülbankı) şu şekildedir: "Euzubillah, Euzubillah ... Huda'ya şükr-i b1had, Lailahe illallah! EI-melikü'l-Hakku'l-müb1n! Muhammedü'r-Resulullah, Sadıkü'l-va'dü'l Emın! İnna Fetehna leke fethan mübina V e yensurekallahu nasran az1za! Ey padişah-ı halifetullah, Es-Selamu aleyke avnullah! Sensin haris-i din-i müb1n, haris-i Şeriatullah! Uğrunaçık olsun ey Padişahım, Emr-i ikbalin mecid! Hüda kılıcını keskin eylesin, nur-ı şan satvetine gün gibi med1d! Ruh-ı pak-ı Fahri alemi hoşnud etsin; 61 Osmanlı c5arayında Jfayaf Hak, gaza-yı ekberin etsin mübarek ve said ... " denildikten sonra mehterandan güzel sesli biri "Nasrunminallahi ve fethün karib. Ve beşşiri'l-mü'minin" şeklinde SaffSuresi'nin 13. ayetini okurdu. IL Mahmud devrinde Yak'a-yı Hayriye neticesinde Yeniçeri Ocağı kaldırılmış, yeniçerileri hatırlattığı için Mehterhane kapatılmış ve yerine Mızıka Bandosu kurulmuştur. N e var ki anan e nin vereceği moral gücü hesaba katan Genelkurmay, IL Meşrutiyet yıllarında mehter takımını yeniden kurdurmuştur. Mehter taktmt 62 .. -.. -·· ZULUFLU BALTAClLAR (TEBERDARAN-1 HASSA) Zülüflü Baltacılar Enderun teşkilatının önemlice bir kısmıdır. Baltacılar, saray hizmetlerinde ve Harem'in odun ihtiyacının temininde kullanılan saray hizmetiileri ve kapıkulu mensuplarıdır. Sefer sırasında ordunun önünden ilerleyerek askerlerin yürüyüşüne mani olacak ağaçları kestikleri için bu isimle anıldıkları rivayet edilir. Koğuşları Mehterhane'nin sağ tarafında Harem ile Has Ahur arasında bulunur. Harem'in Araba Kapısı'nın sağ tarafındaki kapıdan girilen Zülüflü BaltacılarKoğuşu sarayın en eski binalarındandır. Fatih devrinde yaptırı­ lan koğuşların ön yüzünde bulunan, "Zıll-ı Yezdan (Hakk'ın gölgesi) Han Murad-ı cihan Şah-ı sahibkıran u kutb-ı zaman (Hükümdarların şahı, zamanın kutbu) Fatih-i mülket-i taht-ı Tebriz (Memleketler fatihi, Tebriz tahtının· sahibi) Malik-i mülk-i Şirvan u Revan (Şirvan ve Revan'ın sahibi)" şeklinde başlayan otuz mısralık kitabede, 1587'de Sultan III. Murad Han tarafından Zülüflü Baltacılar Koğuşu'nun tamir ettirildiğinden bahsedilmektedir. Zülüflü Baltacılar Kapısı'ndan girildikten sonra eğimden dolayı merdivenlerle Zülüflü Baltacılar Avlusu'na inilir. Burası küçük bir sokağı andırır. Avlunun bir tarafı koğuşlara diğer tarafı ise hamam, çeşme, ı:ı::ıescit gibi hizmet yapılarına aittir. İkinci kat sayılabilecek merdivenle çıkılan yerde ise -ihtimal- zülüflü baltacılar ağası ile rütbelilerin kaldığı­ odacıklar vardır ki bu odalar bütün koğuşa hakimdir. Bu odalardan birinin duvarında bulunan kuş kafesi resmi koruyuculuğu temsil etmektedir ki bu da zülüflü baltacıların vazife alanlarıyla mütenasiptir. Sarayın en güzel yerlerinden biri Zülüflü Baltacılar Koğuşu'dur. Çini kaplı duvarlar ve ince kalem işi ile tezyin edilmiş ahşap kısımlar görülmeye değerdir. Çubuk odası zülüflü baltacıların dinlendiği bir mekandı. Yatakhane olarak kullanılan asıl büyük koğuş iki kattan oluşmaktadır ve alt katta acemiler, üst katta ise tecrübeli zülüflü baltacılar kalırdı. 15. yüzyıldan 63 Osmanlı cSarayıncla Jfayal beri mevcut olan bu mekan, Sultan lll. Murad Han zamanında 1587'de Mimar Davud Ağa tarafından hemen hemen şimdiki şekline getirilmiş­ tir, genişletilmiştir. Sokak içinde bulunan caminin mihrabı renkli İznik çinileriyle kaplıdır. 1587'den sonra koğuşta yapılan ilk esaslı değişiklik IL Osman'ın emriyle olmuştur. Padişahın her daim koruyucusu olan zülüflü baltacılar, önceleri devşirmeler arasından, son zamanlarda ise Kastamonu dağ köylerinden getirilen çocuklar arasından seçilirdi. Seçilenlerin devşirmelerde uygulanan kriterlere uygun olmasına ayrı bir özen gösterilirdi. Zülüflü Baltacılar Koğuşu'nda kalanların sayısı 120-200 nefer civarındaydı; başlangıçta kapı ağasına, 18. yüzyıldan sonra ise Silahdar ağaya bağ­ lanmışlardı. En büyük amir baltacılar kethüdasıydı; ardından ikinci baş baltacı, divanhaneci ve kilercihaşı baltacısı gelir. Zülüflü baltacıların dalama denilen lacivert elbiselerinin yakaları iki tarafını göremeyecek kadar yüksekti. Bu, Harem'de iş gördükleri esnada etrafı görmelerine mani olurdu. Başlıklarının iki tarafından iki perçem sarkardı; bu yüzden kendilerine zülüflü denmektedir. Zülüflü baltacılar Harem'e odun taşınması, tahtın gerektiği zaman Babü's saade önüne getirilip götürülmesi, Divanhane'nin muhafazası ve bakımı gibi birçok görevde bulunurlardı. Zülüflü baltacılar, sefer esnasında muzaffer olunması için sancak altıuda sürekli Kur'an-ı Kerim okurlardı. Prut Savaşı'nın en önemli ismi Baltacı Mehmed Paşa ve Girit kuşatması sırasında komutanlık yapan Deli Hüseyin Paşa bu ocağın tarihe geçmiş simalarındandırlar. Zülüflü ba/tact 64 ADALET KULESi (KASR-1 ADL) Kasr-ı Adl, Neo-rönesans üslubuna uygun yapılmış olup İstanbul'un her tarafından görünen, imparatorluğun yüksekliğini ve haşmetini temsil eden bir kuledir. İhtişamının ilginç bir noktası, Ayasofya ve Sultanahmet gibi anıtvari yapıların minareleri ile boy ölçüşecek kadar yüksek olmasıdır. Adalet Kulesi, İstanbul'un en iyi gözlendiği noktalardan biridir. Bilhassa gurub zamanı Haliç'in hala bir altın boynuz gibi parladığını buradan görmek mümkündür. Divan-ı Hümayı1n'a profilini veren bu kule, yüksekliğinden çok zarafetiyle sarayı temsil eder. Kulenin zemini Fatih zamanında yapılmış­ tır. Saray yangınından sonra 17. yüzyılda kagir olarak inşa edilmiştir. Osmanlı döneminin bütün saraylarında; Bahçesaray'daki Hansaray'da, Edirne Sarayı'nda hatta 18. yüzyılda ünlü ayan konaklarında bunun benzeri kuleler vardı. Ama hiçbiri böyle değildir ve Osmanlı merkez teşkilatının en önemli organına Kubbealtı, bu organın üyelerine "Kubbenişin ricali" dendiğini hatırlarsak, devleti isimlendirmiştir. 45 metre yüksekliğindeki kule, Osmanlı döneminde Harem ağalarının geeeli gündüzlü nöbet tuttukları bir mekandır. İlk katında Kubbealtı'na bakan pencere vardır ki burası Adl Köşkü olarak anılır. İkinci ve üçüncü katlarında salıanlıklar bulunur. Dördüncü katın etrafı camlı olup konik külahlıdır. Padişah, Adalet Kulesi'ne Harem'den girer, padişahın Adalet Kasrı'ndan Divan-ı Hümayı1n toplantılarını takip ettiğini bilen divan üyeleri çok ciddi dururlar ve koyu bir disiplin içinde toplantılarını yaparlar. Divan toplantılarını Kubbealtı'na bakan kafesli pencereden padişahların takip etmesi için kullanılan Adalet Kulesi, adını divana yaptığı bu nezaretten alır. Çok geniş bir manzara imkanı sunan abidevi kule Osmanlı döneminde ayaklanmaları takip, saray çevresini kontrol etmek için de kullanılırdı. Adalet Kulesi Kasr-ı Sultani ve Kasr-ı Adl adları ile de anılmaktadır. Adalet Kulesi'ne Harem içerisinde kara ağalar nöbet yerinden ulaşı­ lır. 6

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder