27 Eylül 2016 Salı

Her Şey Seninle Başlar

Balık Tutup Vermek mi, Balık Tutmayı Öğretmek mi? Ünlü bir bilgeye (Eflatun), insanoğlunun en şaşırtan davranışlarım sordular. Şöyle cevapladı: • İnsanoğlu çocukluktan sıkılır, büyümek için acele eder, sonra da çocukluğunu özler! • Önce para kazanmak için sağlığını harcar, sonra da yitirdiği sağlığını geri kazanmak için parasını! • Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar, sonra da hiç yaşamamış gibi ölür! • Hayata hazırlanmaya o kadar zaman harcar ki, hayatını yaşamaya vakti kalmaz. • Yarınını o denli düşünür ki, bugünün elinden kayıp gitti­ ğini fark etmez bile. Oysa hayat geçmişte ya da gelecekte değil, şimdiki zamanda yaşanır. 1 Okul hayatında 'hayat bilgisi' dersi gördüğümüz halde, hayat okulunda ezberimiz neden karışıyor? Çünkü okullar bizi hayata değil, sınavlara hazırlıyor. Bu yüzden okul hayatı ile hayat okulu arasındaki farklardan yaşam şaşkını oluyoruz. 1. Okul hayatında sınavlar önceden haber verilerek yapılır ve notumuz yüzümüze söylenirdi. Oysa hayat okulunda insanlar bizi habersizce 'sınava çekiyor' ve yargılarını genellikle içlerinde tutuyorlar. 2. Okul hayatında anlatılmayan konudan soru sorulmazdı, hayat okulunda soru çıkabilecek her konuyu bilmemiz bekleniyor. 3. Okul hayatında notumuz 'objektif' rakamlarla karnemize yazılırdı, oysa hayat okulunda sübjektif kanaatlerle 'notumuz' veriliyor. 4. Okul hayatında soruların tek doğru cevabı vardı, hayat okulunda kişiye göre değişen doğru cevapları bilmemiz gerekiyor. 5. Okul hayatında bulunduğumuz sınıftan daha aşağıya düşmezdik, hayat okulunda 'sınıftan düşmek' mümkün! 6. Okul hayatında önce dersimizi öğrenir sonra sınava girerdik, hayat okulunda önce sınava çekilip sonra 'dersimizi alıyoruz!' 7. Okul hayatında tek dersten sınıfta kalanlara 'bir ek sınav hakkı' daha verilirdi, hayat okulunda bir fırsatı kaçırıp son vagona atlayamayanlar için 'tek fırsat hakkı' yok. Hayatın kullanma kılavuzunu yanımıza almadan geliyoruz hayata. Nasıl yaşayacağımızı yaşarken öğreniyoruz. Yaşamak istediğimiz hayat, yaşadığımız hayat ve yaşamamız istenen hayatın iç açılarının toplamından 'ortaya karışık' bir hayat çıkarıyoruz kendimize. Peki ana kumanda masasına bir uçağın pilot kabini kadar yabancı olduğumuz bu hayattan istediklerimizi ne kadar alabiliyoruz? 2 Neden 'isteyen' herkes başarılı olamıyor? Ne zaman kalabalık bir gruba konuşma yapsam hemen sorarım: "Kimler başarılı olmak istiyor?" Katılımcıların % 99'u “ben" anlamında ellerini kaldırır. Gülümseyerek teşekkür ederim. Ardından ikinci soru gelir: "Peki sizce insanların yüzde kaçı başarılı, mutlu ve yaşadığı hayattan memnun? Yüzde kaçı hayal ettiği hayatı yaşıyor?” Gelen cevap: "% 5 ile % 10 arasında!" Yaş, eğitim, cinsiyet fark etmeksizin aynı soru üç aşağı beş yukarı aynı cevabı getiriyor. Ne ilginç bir sonuç değil mi? Bu kadar çok insanın istediği, bu kadar az insanın elde edebildiği başka ne var dünyada? Sosyal başarı, maraton yarışlarına benzer. Yarışın başında 100 kişinin 99'u kazanmak istediğini söyler, yarışın sonunda 10 kişi kalır. Peki kaybeden % 90'lık kesim nereye takılıyor? Neden 'isteyen' herkes başarılı olamıyor? Dünyada daha çok başarılı insana yer ve talep varken, neden bu kadar az 'başarılı' insan var? Bu sorulara bulduğum cevaplar beni bu kitabı yazmaya zorladı. Daha fazla başarılı olmak istemeniz sizi bu kitaba getirdi. Başarıyla randevunuza hoş geldiniz! İnsanları başarısızlık bölgesinde durduran ne? Yıllar önce bir gün, bir tatil köyünde seminer için konuşma sıramın gelmesini bekliyordum. Birden aklıma bir soru geldi. İnsanların çoğu başarısızdı, mutsuzdu, yaşadığı hayattan memnun değildi ama bu durumu değiştirmeye dönük güçlü bir çaba içerisinde de değildi. Bu insanları durduran neydi? Seminer başlar başlamaz katılımcılara sordum: Hayatta başarılı olmak istiyor musunuz? Evet! 3 Başarılı olmak için neler yapmanız gerektiğini biliyor musunuz? Evet! Bunları niçin yapmanız gerektiğini de biliyor musunuz? Evet! İsterseniz nasıl yapabileceğinizi biliyor musunuz? Evet! Yapmamakla neler kaybettiğinizi biliyor musunuz? Evet! Yaparsanız neler kazanacağınızı biliyor musunuz? Evet! O halde sizi durduran ne?!!! Dışarıdan ellerine kelepçe takan olmadığına göre, insanların içinde olup da ellerini kollarını bağlayan neydi? Bir süre sonra cevabı buldum: Atalet! Ataletin kelime anlamı 'eylemsizlik hali'dir. Bir insan bir işi yapması gerektiğini biliyor, niçin yapması gerektiğini biliyor, isterse nasıl yapabileceğini biliyor, yapmazsa ne kaybedeceğini biliyor, yaparsa ne kazanacağını biliyor ama yine de yapmıyorsa, o kişi atalet halinde yaşıyor demektir. Yaklaşık beş yıl araştırmalar yapıp ataleti yenmek hakkında Türkçe'deki ilk kitapları yazdım. Niçin ataleti yenmek bu kadar önemli? Çünkü rekabet üzerine kurulu yeni dünya düzeninde atalet halinde yaşayarak hayatta kalmak imkânsız. Ataleti Yenmek Dizisi'nin sloganı olan bir Afrika atasözü bu gerçeği mükemmel açıklar: "Afrika'da her sabah bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini, yoksa ona yem olup öleceğini bilir. Afrika'da her sabah bir aslan uyanır, en yavaş ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini, yoksa açlıktan öleceğini bilir. Aslan ya da ceylan olmanızın önemi yok, yeter ki her sabah kalktığınızda koşmanız gerektiğini bilin.'' Cam tavan sendromu Bu kitapta neyin peşindeyim? Atalet, insanların yapabilecekleri ve yapmaları gereken bir şeyi yapmamalarıydı. Peki insanların neyi yapabileceğine olan inancını belirleyen şey neydi? İnsanların hayal gücünün tavan yüksekliğini belirleyen nedir? 4 Kişisel gelişim kitaplarında sıklıkla anlatılan bir 'pire deneyi' vardır. Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiğini görür. Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Metal zemin ısıtı­ lır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışır ama kafalarını tavandaki cama çarparak düşerler. Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplarlar, tekrar başlarını cama vururlar. Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engelledi­ ğini anlamakta zorluk çekerler. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıpla(ya)mamayı öğrenirler. Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkânları vardır ama buna hiç cesaret edemezler. Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı 'hayat dersi'ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkânları vardır ama kaçmazlar. Çünkü engel artık zihinlerindedir. Onları sınırlayan dış engel (cam) kalkmıştır ama kafalarındaki iç engel (burada '30 cm'den fazla zıplanamaz inancı) varlığını sürdürmektedir. Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını nasıl öğrendiklerini göstermektedir. Bu pirelerin yaşadıklarına ‘cam tavan sendromu' denir. İş dünyasında, özellikle kariyer planlama konuşmalarında yaygın olarak kullanılan bir deyimdir bu. Bir insanın gelebileceğine inandığı en üst nokta, onun cam tavanıdır. Kendi hayatımızla o pirelerin hayatı arasında ne gibi benzerlikler var dersiniz? Sizin cam tavanınız ne kadar yüksek? Bu limiti kafanızı neye vura vura kendi kendinize koydunuz? 5 Hepimizin bir cam tavanı var. Cam tavanımız, yükseklere tırmanmaya çalışırken karşılaştığımız engeller, 'acı tecrübeler' ve başarısızlıklardan öğrendiğimiz, bize neyi yapamayacağımızı gösteren tavan limitlerimizdir. Bu tavan limitlerimizi öğrenirken ne kadar acı çekmişsek, o limitlere o kadar sadık yaşarız. Hayatta gelebileceğinizi sandığınız en yüksek yer sizin cam tavanmızdır. Sizin iç üst limitinizdir. Cam tavanınız hayallerinizin tavan yüksekliğini gösterir. İnsan inandığına denktir. Yapabileceğini düşündüğü kadardır. Sizin cam tavanınız ne kadar yüksek? Cam tavanınızın yüksekliğini şimdi tespit etmeye ne dersiniz? Soru basit: Hayatta yükselebileceğinizi sandığınız en üst nokta neresi? Varsayalım bir şirkette satış elemanısınız. Hayatta gelebileceğiniz en üst kariyer noktası neresidir? Borcu olmayıp ihtiyacı kadar kazanan bir satıcı olmak mı? Ekibin en çok ciro yapan üyesi olmak mı? O satış ekibinin yöneticisi olmak mı? Sektördeki en büyük şirketin en çok ciro yapan üyesi olmak mı? Ülkedeki en büyük şirketin CEO'su olmak mı? Sektördeki en büyük şirketin sahibi olmak mı? Ülkenin en zengin işadamı olmak mı? Asya'nın en büyük işadamı olmak mı? Dünyanın en zengin ilk 100 işadamından biri olmak mı? Uygarlık tarihinde gelmiş geç­ miş en büyük servetin sahibi olmak mı? Kendinizi hangi lige layık görüyorsımuz? Hayatta gelebileceğiniz en iyi yerin neresi oldu­ ğunu düşünüyorsanız, orası sizin cam tavanmızdır. Ne ilginçtir ki, pirelerin ilk başta kaçabileceklerine inançları vardı ama imkânları yoktu. Sonra imkânları oldu ama bu defa kaçabileceklerine inanmıyorlardı. Hayatta da böyle değil midir? Yirmili yaşlarda hayallerimiz vardır imkânlarımız yoktur, kırklı yaş­ larda maddi imkânlara kavuşuruz ama hayallerimizi unuturuz. Gençken iç engelimizi aşar, dış engele takılırız, zamanla dış engel ortadan kalkar, bu defa iç engellerimize takılırız. Meydan bulur, at bulamayız, at bulur meydan bulamayız! 6 Özetle, başarısız başarı denemelerimiz hayal gücümüzü hadım ediyor. Yenilgilerimizden öğrendiklerimiz sınırlandırıyor bizi. 'Acı tecrübelerimiz' zamanla zihnimizdeki en büyük iç engelimiz oluyor. Bu deneyden mesai saati, maaş bordrosu, koltuk taksitleri, okul servis ücretleri arasında sıkışıp kalmış 'sanayi tipi Türk' hayatına çıkarılacak dersler nelerdir? Bu sorunun cevabı bu kitabın konusudur. Yaşadığın hayat yaşayabileceğin en iyi hayat değil! Nazım Hikmet'in 'en iyisini daha yaşamadık' temalı ünlü bir şiiri vardır. "En güzel deniz, henüz gidilmemiş olanıdır. En güzel çocuk, henüz büyümedi. En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız. Ve sana söylemek istediğim en güzel söz, Henüz söylememiş olduğum sözdür.” Nazım bu şiiri sevgilisi Piraye için yazdı ama sizin için de geçerli. Hayatta gelebileceğiniz en iyi yerde misiniz? Hayır! Daha iyisini hak ettiğinize inanıyor musunuz? Evet! Yaptıklarınız yapabileceklerinizin en iyisi midir? Hayır! Aklınız daha başarılı işler yapmak için yeterli midir? Evet! Bir insan bugüne kadar yaptıklarından ibaret midir? Hayır! Bir Alman atasözü, "Hayatı olduğu gibi kabul etmeliyiz ama kabul edilebilir hale gelmesi için de çaba göstermeliyiz," der. İnsanlar ideallerindeki en iyi hayatı yaşama mücadelesinden nasıl vazgeçer? Ya da neden vazgeçer? İdealimizdeki hayattan nasıl kopup sıradan hayatlara razı olduğumuzu ilginç bir örnekle anlatmak isterim. Hindistan'da yabani bir fil yavrusu yakalandığında kalın bir zincir ile kalın bir ağaca bağlanır. Yavru fil kaçmaya çalışır ama kaçamaz. Zamanla kaçma denemelerini bırakır. O ağaçtan hiçbir zaman kurtulamayacağına inanır. Esareti öğrenmiştir artık. Bu aşamada ayağındaki zinciri ağaçtan sökerek, bir odun parçasına bağlarlar. Yavru fil her yürüyüşünde o odunun peşinden geldiğini görünce, hâlâ o ağaca bağlı olduğunu ve hiçbir zaman bağlı olduğu ağaçtan kurtulamayacağını düşünerek kaç­ ma girişiminde bulunmaz. Çevrede dolanır ama kaçmaz. Başlangıçta yavru filin kaçabileceğine inancı vardır ama kaç­ ma imkânı yoktur, ikinci aşamada ise kaçma imkânı vardır ama kaçabileceğine olan inancını kaybetmiştir. Çaresizliği öğrenmiş, kaçmasının kendi ellerinde olduğuna inanmamıştır. Bu, öğrenilmiş çaresizliktir! Öğrenilmiş çaresizlik nedir? Öğrenilmiş çaresizlik, kişinin herhangi bir durumda çok sayı­ da başarısızlığa uğrayarak, bir şey yapsa da hiçbir şeyin değişmeyeceğini, olayların kendi kontrolünde olmadığını, o konuda bir daha asla başarıya ulaşamayacağını düşünüp, bir daha deneme cesaretini kaybetmesidir. Öğrenilmiş çaresizlik, geçmişteki acı deneyimlerden çıkarılan negatif şartlanmaların bugünkü davranışları belirlemesidir. Daha önceki denemelerde karşılaşılan başarısız sonuçları, kendini sınırlayacak şekilde yanlış yorumlamaktır. Öğrenilmiş çaresizlik hepimizin içinde az ya da çok vardır. Hepimiz bir şeyleri defalarca deniyor, yanılıyor, başaramıyoruz. Sonra bir daha yanılmamak için, bir daha denememeyi öğreniyoruz. Bu sırada şartlar değişiyor. Eğer denersek başarılı olabileceğimiz bir hale geliyor ama biz ezberlediğimiz gibi yaşamaya devam ediyoruz. Arazi değişiyor ama bizim zihin haritamız değişmiyor. Böylece başarısızlığı öğrenmiş oluyoruz. 8 Öğrenilmiş çaresizlik ve atalet, insanın potansiyelini kendinden çalıyor. Düşlerimizi çürütüyor. Özgüvenimizi eritiyor, cesaretimizi kırıyor. Aslanı kediye çeviriyor. Kazanmayı değil, kaybetmeye katlanmayı öğretiyor. Öğrenilmiş çaresizlik ve atalet yüzünden başarısızlık bölgesini vatanımız, zirveleri gurbetimiz gibi görmeye başlıyoruz. İçimizdekini söylemeyi değil, kendi kendimize söylenmeyi öğreniyoruz. Sorumluluk almak yerine suçlamaya (ç)alışıyoruz. Başarısızlıklarımızın sorumluluğunu dışımızda arıyoruz. Kendi ayakları üzerinde durmayı ve kendi kendine yetebilmeyi beceremiyoruz. Kitabın çıkış noktası nedir? Bu kitabın başlangıç konuları, cam tavan sendromu, öğrenilmiş çaresizlik ve atalet halinde yaşamak. Bu üç kavramın ne olduğu, nasıl çalıştığı ve başa çıkmak için neler yapmak gerektiği anlatı­ lıyor. Mesaj net: Çaresiz değilsin, çaren sensinl Kitabın ikinci yarısı aşama aşama profesyonel başarı sürecini anlatıyor. Başarısızlık öğrenilmiştir. Başarılı olmak da öğrenilebilir. İkinci mesajımız: Her şey seninle başlar! Bu kitabın hakkınızda üç iyi niyeti var: 1. niyeti, cam tavanınızı yükselterek hayatınızı 'bir beden' büyütmek. 2. niyeti, içinizdeki öğrenilmiş çaresizlik enkazım kaldırmak. 3. niyeti, ataletinizi yenip hayat amaçlarınızı gerçekleştirmek için harekete geçmenizi sağlamak. Sizin şimdiye kadar hayatta gelebileceğiniz en iyi yere gelmedi­ ğinizi düşünüyorum. Siz geldiğinizi düşünüyorsanız sorun değil, okurken fikriniz değişir! Yaşamak istediğiniz hayat ile yaşadığınız hayat arasında farklar olduğunu düşünüyorum. Sizin düşüncelerinizi yeniden düzenleyerek, yeni bazı şeyler öğrenerek, daha başarılı işler yapıp, daha yükseklerde yaşayabileceğinize inanıyorum. Eğer tahminlerim doğruysa, güzel bir 'birlikteliğin' başlangıcındayız! Bu kitap bir kendi kendine yetebilme kitabıdır. Kendi ayakları üzerinde durmak, başkalarına bağımlı olmadan yaşamak isteyenler için yazılmıştır. Kendini aşmak, daha büyük yaşamak isteyenler için bir yol haritasıdır. Sloganımız: Hayatta ya tozu dumana katarsın ya da tozu dumanı yutarsın. Seçim senin! Kitapta önce neden insanların çoğunluğunun 'hayata tutunamayıp' başarısız olduğunu inceleyeceğiz. Sonra da bu durumun nasıl tersine çevrileceğini, iç ve dış engelleri aşma biçimlerini, başarılı olmanın nasıl öğrenilebileceğini göreceğiz. Çok sayıda örnekle, öğrenilmiş çaresizlik psikolojisini tanımanızı sağlayacağız. Öğrenilmiş çaresizlik ve ataleti ne kadar iyi tanırsanız, onlardan o kadar hızlı kurtulabilirsiniz. Bu kitap onu okuduktan bir yıl sonra zirvede olacağınızı vaat etmiyor, ama en az iki kez okuduktan sonra kesinlikle aynı kişi olmayacağınızı taahhüt ediyor. Kitabı bitirdiğinizde, eminim okumaya başladığınız kişi olmayacak, olduğunuz yerde duramayacaksınız! Kitapta, bilgi ile bilgeliği, soru ile cevabı, düşündürmek ile öğretmeyi dengeli bir şekilde vermeye çalıştım. 'Öğrenilmiş çaresizlik' teorisini kuran ünlü profesör Martin Seligman'm görüşlerini de, "Bu benim meselem derin mesele!” diyen 'öğretilmiş çaresizliklerin efendisi' Müslüm Gürses'in şarkı sözlerini de inceledim. Evrensel gerçekler kadar yerel değerlerimizi de dikkate alarak analizler yaptım. Bilimsel araştırmalar kadar, bilgelik belgelerine de yer vermeye çalıştım. Nüvide Tulgar'ın 'Kendi Kutup Yıldızını Bul' adlı harika antolojisinden en güzel bilgelik öykülerini seçip aldım. Umuyorum, bu kitabım sizin kutup yıldızınız, hayat kılavuzunuz olur. Bu arada neden kılavuz kitaplar yazdığımı soracak olursanız, Bernard Shaw cevabı biliyor: "Bir işin nasıl yapılabileceğini biliyorken, bir başkasının yapamadığını görüp dilini tutmak imkânsızdır!" 10 Balık tutup vermek mi, balık tutmayı öğretmek mi? Benim çocukluk kahramanım 'zenginden aldığını yoksula veren' garibanist kahraman Robin Hood idi. Üniversiteliyken bir gün kafamda Konfüçyüs'ün, "Yoksul bir gence gerçekten yardım etmek istiyorsanız ona balık tutup vermeyin, balık tutmasını öğretin. Balık vererek bir öğün, balık tutmasını öğreterek bir ömür karnını doyurabilirsiniz/' bilgeliği ile Robin Hood ruhunu birleştirdim. Bana ilham veren üçüncü söz Dr. Feldenkrais'in, "Amacımız, imkânsızı mümkün, mümkünü kolay, kolayı da zarif ve zevkli yapmanın yollarını bulmaktır," özdeyişidir. Üniversite öğrencisiyken kendime bir misyon tasarladım. Başarılı insanların nasıl başarılı olduklarını inceleyecek, bunları anlaşılır ve uygulanabilir halde sistematize edecek, seminer ve kitap yoluyla başarılı olmak isteyenlere anlatacaktım. Dünyada 'varlık nedenim' bence buydu. Bunu yapmanın 'borcum' olduğunu düşünüyordum. Çünkü kaybedenlerin kazananlar üzerinde 'göz hakkı' olduğunu, başarılı insanların, başarmak isteyenlerle en azından bilgilerini paylaş­ maları gerektiğine inanıyordum. Ayrıca bir mum başka bir mumu tutuşturmakla ateşinden bir şey kaybetmezdi. Bu kitap, bu ruha adanmıştır. Bu kitap üniversite öğrencisiyken tasarladığım bir projeydi. Bu kitabın içinde bu idealist genç ruhun yansımalarını bulacaksınız. 10 yıllık kişisel gelişim uzmanlığı kariyerimde bulduğum en kullanışlı fikirlerin özetini bu kitaba koydum. Başarısızlıktan kurtulma ve sürdürülebilir başarı için bilinmesi gerekenleri, en damıtılmış halde size ulaştırmaya çalıştım. Başarı serüveninize 'yol haritası' sunmak istedim. Bu kitabın ilk baskısını 100.000 adet yaptık. Böylece kendimizi bu bilgiyi çok sayıda insana ulaştırmaya mahkûm ettik. Çok uygun bir fiyatlandırmayla, herkesin bu bilgilere ulaşabilmesini 11 sağlamaya çalıştık. Eğer bu kitabı beğenirseniz, çevrenizdekilere de okumalarını önererek ya da içindeki bilgileri hayata geçirip aldığınız sonuçların yaratacağı etkiyle daha çok insanın başarılı olmasını sağlayabilirsiniz. Bir kitap okudum hayatım gelişti! Bu kitaptan en yüksek düzeyde faydayı sağlamak için ne yapmalısınız? 1. Kitabın iç bütünlüğünü anlamak ve parçalar ile bütün arasındaki ilişkiyi kurmak için başlandıktan sonra uzun aralar vermeden kısa sürede okunup bitirilmesi önerilir. 2. Bu kitabı en az iki defa okumanız önerilir. 'Konsantre' fikirler sunulduğundan anlamanın ötesinde sindirmek için iki kez okumak gerekiyor. En azından ilk okumanızda altını çizdiğiniz yerleri ikinci kez dönüp okuyun. Bir kitabın altını üstünü çizerek okumanın iki yararı vardır. Birincisi daha sonraki okumalarınızda, işaretlerinizden birkaç yıl önceki zihin düzeyinizi ve eğilimlerinizi anlarsınız. İkincisi, tekrar ederken, sadece altı çizili yerleri okursunuz. 3. Kitabı 'kullanarak' okumanız önerilir. Kitabı aktif bir şekilde okumalısınız. Sorulan soruları yazılı olarak cevaplamanız önerilir. Kendinize küçük bir 'kişisel gelişim günlüğü' açabilirsiniz. 4. Stressiz, algılarınızın açık olduğu, dingin bir zihin durumunda okumanız önerilir. Hafta sonu sakinliğini tercih edebilirsiniz. Zihinsel stresten kurtulmak için, birkaç saat uyuduktan sonra okuyabilirsiniz. 5. En çok başarılı olmasını istediğiniz üç kişiye bu kitabı okutmanız önerilir. Oluşturacağınız bu pozitif yaşam çevresi sizi de büyütecektir. 12 her şey her şey seninle her şey her her şey1 her şey seninle Öğrenilmiş Başarısızlık: Kaybetmeyi Nasıl Öğreniriz? Bir köpekbalığı aç halde bir akvaryuma konulur. Balık akvaryumun her yerinde yüzebilmektedir. Avlayacağı bir şeyler aramaktadır. Sonra akvaryuma küçük bir balık konur. Köpekbalığı küçük balığı yemek için hemen harekete geçer. Çünkü açtır (motivasyon), küçük balığı yiyebileceğine inanmaktadır (özgüven) ve küçük balığı yemenin kendi ellerinde (kontrol) olduğunu düşünmektedir. Küçük balığı yemek için ilk saldırısında kafasını ne olduğunu algılayamadığı sert bir şeye çarparak şok geçirir. Çünkü bilim adamları küçük balık ile köpekbalığının araşma cam bir bölme yerleştirerek onları ayırmışlardır! Köpekbalığı 'balık aklıyla' düşündüğünden camı görememekte ama kafasını çarptığında camı algılamaktadır. 13 Sonra bir daha dener, yine kafasını cama çarpar. Bir daha dener, tekrar aynı şeyi yaşar. Tanımlayamadığı bir şey hedefine ulaş­ masına 'engel' olmaktadır. Yaklaşık 48 saat sonra köpekbalığı küçük balı­ ğı yemek için uğraşmayı bırakır. Evrensel, 'Büyük balık küçük balığı yer/ kuralı işlememektedir. Büyük balık depresyona girmiş gibidir. Çaba harcamayı bırakmıştır. Çünkü ne yaparsa yapsın o küçük balığı yiyemeyeceğine inanmıştır. Deneyin ikinci aşamasına geçildiğinde araştırmacılar aradaki cam bölmeyi kaldırır. Artık köpekbalığı isterse küçük balığı yiyebilecektir. Önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Çok da açtır! Araştırma ekibi neler olacağını beklemeye başlarlar. Şaşırma sırası bilim adamlarındadır. Çünkü köpekbalığı küçük balığı yemek için hiç­ bir şey yapmaz! Küçük balı­ ğı kovalayıp büyük balığın alanına geçirirler ama yine de yemek için hiçbir hamle yapmaz. Sonuç çok dramatiktir, bü-yük balık açlıktan ölmek üzere olmasına rağmen yine de küçük balığı yememiştir. Köpekbalığı küçük balığı neden yemedi? 'Aç ama gururlu' olduğu için mi:) Bilim adamları köpekbalığının içine düştüğü ruh durumuna 'öğrenilmiş çaresizlik' demektedir. Öğrenilmiş çaresizlik, bir 14 canlının defalarca denediği halde istediği sonucu alamaması durumunda, bir sonraki denemesinde başarısız olacağım beklemesinden dolayı, deneme cesaretini kaybedip hiçbir şey yapmaması halidir. Bu hale öğrenilmiş başarısızlık da diyebiliriz. Köpekbalığı geç­ mişteki denemelerinde başarısız olunca, gelecekteki denemelerinde de başarısız olacağını öğrenmiştir. Bu durum bize milyarlarca insanın neden başarısızlık halinde yaşadığı halde başarılı olmak için hiçbir şey yapmadığını açıklıyor. Öğrenilmiş çaresizlik bir daha deneme cesaretini kaybetmektir. Sürekli başarısızlık korkusuyla hareket etmektir. Kendine olan güvenini, 'başarabilirim' inancını kaybetmektir. Öğrenilmiş çaresizlik zihne takılı bir psikolojik kelepçedir. Biz bu deneyden öğrenilmiş çaresizlik teorisinden daha fazlasını öğrenebiliriz. Bu dersler neler olabilir? Başarısızlık ve 'kaybeden olmak' öğrenilmiştir Başarısız olmak öğrenilmiştir. Bizler de köpekbalığı gibi bazı şeyleri deniyoruz, kaybediyoruz, tekrar deniyor, tekrar başarı­ sız oluyoruz. Yaptıklarımızın karşılığım alamayınca hayal kırıklığı yaşıyoruz. Başarısızlıktan korkup, bir daha hayal kırıklığı yaşamamak için başarıyı denemekten vazgeçiyoruz. Sonunda başarısızlığı bir yaşam tarzı olarak benimseyip, kendimizi 'kaybeden' olarak görüyoruz. Başarısızlık eğitimi 'acılı derslere' dayanan, kafalar bir yerlere vurula vurula öğrenilmiş, duygusal yoğunluğu yüksek bir programdır. Paslı çiviler gibi, yerlerinden söküp atmak zordur. Beyinden silip atmak için çok güçlü bir başarı eğitimi gerekir. Başarısız olmayı öğrenenler, öğrenmekle kalmaz, başarısızlık üreten zihniyetlerini çevredekilerin beynine de yükleyerek, onları da başarısızlığa sürüklerler. Bilim adamları deneyin ikinci aşamasında, köpekbalığmın oğlunu da akvaryuma koysaydı, 'güngörmüş' baba köpekbalığı 15 oğluna ne derdi? "Evladım sen buralarda yenisin. Sakın şu balığı yemeye kalkma! Yüzüne bir şey çarpar, mahvolursun!" Baba köpekbalığı kendi önyargısını 'hayat dersi' diye oğluna da öğretmeye çalışırdı. Çocuk balık da 'biz babadan böyle gördük' anlayışıyla yaşayan biriyse, hayatı boyunca babasının ötesine gidemezdi. Hayatta bazı şeyleri bilmemek bazen çok büyük avantajdır! Özellikle başarısız insanlardan alınmış hayat derslerini... Başarılı insanlara ulaşıp onlardan başarı bilgisi almak pek kolay olmadığından, kaybedenlerden öğrendiklerimizle kazanmaya çalışıyoruz. Kılavuzumuz kaybeden olunca, kazanmak da kolay olmuyor tabii! Bu kitabı herkesin birinci kalite başarı bilgisine doğ­ rudan ulaşmasını sağlamak için yazdım. Başarı bilgisine ulaşmada fırsat eşitliği sağlamaya çalıştım. İç engelleri aşamadan dış engeller aşılmaz Bir hedefe yürürken iki tür engel(leyici) ile karşılaşırız: Dış engel(leyici)ler ve iç engel(leyici)ler. Örneğimizde cam dış engeldir; 'ben ne yaparsam yapayım o küçük balığı yiyemem' inancı ise iç engeldir. Engellerin yapısıyla ilgili üç noktayı bilmek önemlidir. Dış engelleri aşmak için önce iç engelleri aşmak gerekir. Fiziksel engelleri aşabilmek için önce zihinsel engelleri aşmak gerekir. İç bariyerlerini aşamayanlar, dış engelleri aşmayı denemez bile, denese de aşamaz. Çünkü kişi kendinde tutuklu kalmıştır. İç engelleri aşmak dış engelleri aşmaktan daha zordur çünkü iç engellerimizi göremeyiz. Deneylerdeki hayvanlar bir dış engel olan 16 camı göremezler. Ancak insanlar dış engellerini çok iyi görebildikleri halde iç engellerini genellikle göremezler. İnsanların dış engellerin üzerinden aşmasını engelleyen iç engelleridir ama iç engellerini göremedikleri için dış engelleri suçlarlar. Daha çok içe değil dışa dönük yaşadığımız için, dış engelleri daha çok görürüz. Bu kitap zihninizdeki iç engellerinizi, zihinsel bariyerlerinizi size fark ettirmeye çalışacak. Tabii bunun için kitabı sonuna kadar okumanız gerekiyor! "Ben hiçbir kitabı başından sonuna okuyamadım," diyorsanız, bakın ilk iç engelinizle tanıştınız! Dış engeller kendiliğinden ortadan kalkabilir ama iç engelleri sizin zihninizden kaldırmanız gerekir. Çevremizdeki dış engeller, dünyanın her gün yeniden kurulması ve hızlı değişim nedeniyle kendiliğinden ortadan kalkabilir ama iç engellerimiz (yapamam inancımız) ancak bizim rızamız ve çabamızla beynimizden silinebilir. İç dünyanızda kontrol sizde olduğundan bilinçli ya da bilinçsiz izniniz olmadan büyük değişiklikler olmaz. Kısacası sınırlayıcı iç gerçeklerimiz (inançlar), sınırlayıcı dış gerçeklerden (fiziksel koşullar) daha çok etkiler bizi. Aşılamayan sınırları çoğu kez şartlar değil, akıl koyar. Verdiğimiz örnekler bize 'engellenmişlik hissi'nin gücünü gösteriyor. Hedefine ulaşması dışarıdan engellenen canlıların, kendi içlerinde inşa ettikleri 'iç engellerle' nasıl da kendilerini dış engelleri aşamaz hale getirdiklerini anlatıyor. Sizi engelleyen 'dış güçlerle' uğraşmayı bir süreliğine bırakıp 'içinizdeki işbirlikçileri'ni tanı­ maya ne dersiniz? Arazi değiştikçe zihindeki haritayı güncellemek gerekir Dil psikolojisiyle ilgilenenler dış dünyayı arazi, iç dünyamızı ise haritaya benzetirler. Hayat, insanlar ve başarı hakkındaki tüm düşüncelerimiz birer haritadır. Biz hayat arazisinde, zihinsel haritalarımızla yol alırız ya da yolda kalırız. 17 Deneyin birinci aşamasında köpekbalığı avını gerçekten yiyemeyecek durumdaydı. Ancak ikinci aşamada cam kaldırıldı, yiyebilecek duruma geldi. Şartlar (arazi) değiştiği halde, köpekbalığının fikirleri (harita) değişmedi. Eğer iç inançlarınız dış gerçeklere uymuyorsa, düşüncelerinizin son kullanma tarihi geçmiş demektir. Köpekbalığının zihin haritasının o kısmının son kullanma tarihi geçtiği halde, onu kullanmaya devam etti. Sonucu biliyorsunuz. Köpekbalığının en büyük hatası, arazi değiştiği halde haritasını güncellememesiydi. Zihin haritalarını sık sık güncellemeyenlere gündelik dilde 'eski kafalı' ya da 'dinozor' denmektedir. Her sabah dünya yeniden kurulur! Her sabah şartlar yeniden olu­ şur. Her gece kader ihtimalleri yeniden düzenler. Dün olmayan bugün olabilir hale gelir, bugün olabilen yarın olamayabilir. Her gün ihtimallere 'yoklama çekmek' gerekir. Bildiklerinizin son kullanma tarihine, en az marketten aldığınız süt kadar dikkat edin lütfen! İnancı varken imkânı yok, imkânı varken inancı yok Bu köpekbalığının hayatından çıkarılacak en önemli derslerden birinin inanç-imkân ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Deneyin birinci etabında, köpekbalığının küçük balığı yiyebilme inancı vardı ama yiyebilme imkânı yoktu. İkinci etapta ise tersine, küçük balığı yeme imkânı vardı ama bu defa da yiyebileceğine dair inancı yoktu. Yapabilirim inancı ile yapabilme imkânı bir araya geldiğinde başarı doğar. Genç yaşlarda büyük işler yapabileceğimize inancımız vardır ama imkânımız (para, yetki, şirket, vs.) yoktur. Zamanla imkânlarımız artar, çeşitlenir ama bu defa 'büyük adam' olabileceğimize dair inançlarımızı kaybetmiş oluruz. Başarı için hem inanç hem imkân gereklidir çünkü ikisi de tek başına yeterli değildir. 18 Bu deney bize sınırlayıcı inançların gücünü ve cesareti kaybetmenin bedelini gösteriyor. Köpekbalığımn 'nasıl yapılır' sorunu yoktu, küçük balığın nasıl yenebileceğini biliyordu. Köpekbalı- ğmın 'niçin' sorunu da yoktu, neden yemesi gerektiğini de biliyordu. Küçük balığı yeme isteği, onu yiyebilme yeteneği, onun nasıl yeneceğine dair deneyimi vardı. Olmayan tek şey, 'bir daha deneme' cesaretiydi. Cesaretinizi kaybettiğinizde ne kadar çok şeyi kaybettiğinizi görebiliyor musunuz? Başarısızlığı kendinize açıklama biçiminiz başarı limitinizi belirler Köpekbalığımn kaderini belirleyen şey, kafasını cama her vuruşundan sonra yaşadıklarına verdiği anlamdı. İnsanları başarılı ya da başarısız yapan şey, deneyip de sonuç alamadıkları zaman kendi kendilerine yaptıkları iç konuşmalardır. Bu iç konuşmalarda söylenenler kişinin yürüdüğü yoldan vazgeçmesine, yola kararlılıkla devam etmesine ya da esneklik gösterip başka bir yol aramasına neden olabilir. Bu deney başarısızlığı kendine açıklama biçiminin gücünü göstermektedir. İlerleyen bölümlerde, "Bu iç konuşmayı nasıl yaparsak, öğrenilmiş çaresizlik ve atalet yaşamayız?" sorusunun cevabını bulacaksınız. Sınırsız sayıda denemeyi göze alabildikten sonra, başaramayaca­ ğınız şey sayısı çok azdır. Başarısızlığa giden bütün yolları yürü­ dükten sonra başarının adresini daha kolay bulabilirsiniz. Tabii öğrenilmiş çaresizlik ve atalet bataklığına saplanmayıp yürü­ meye devam edebilirseniz! Deneyen kaybedebilir ama denemeyen zaten kaybetmiştir Bu örnek başarısızlık beklentisinin gücünü de gösteriyor. Köpekbalığı bir sonraki denemede başarısız olacağına inandığı 19 için denemedi. Kendince 'akıllılık' etti! Sonuç alamayacağı bir şey için zaman, enerji ve çaba harcamadı. Kendi gözünde daha fazla aptal durumuna düşmek istemedi! Kendini daha fazla hayal kırıklığına uğratmak istemedi. Fakat unuttuğu bir şey vardı: Denediğiniz zaman kazanabilir ya da kaybedebilirsiniz, ama denemediğinizde kesinlikle kaybetmişsinizdir. Buna piyango kuralı diyebiliriz. Piyango bileti aldığınızda büyük ikramiye size çıkabilir ya da çıkmayabilir ama bilet almadığınızda kesinlikle size çıkmaz! Çoğumuz köpekbalığı gibi deneyince kaybetme ihtimalinden dolayı bir daha denemiyoruz ama denememenin de bir maliyetinin olduğunu unutuyoruz. Uzun vadede hiçbir şey yapmamanın kaybettirdikleri, bir şeyler yaparak kaybetmekten çoğu kez daha fazladır. Özellikle de kaybedecek fazla şeyi olmayanlar için! Bu deneyden çıkarabileceğimiz diğer dersler neler? Kaybeden doğulmaz, kaybeden olunur, insanlar kaybetmeyi kö- pekbalığının yaşadığı gibi kafalarını engellere vura vura öğrenirler. Kontrol inancı kaybolunca, kadercilik anlayışı başlar. Kişi çevresindeki şartları kontrol edemediğini görünce, kendini bırakır. Böylece şartların onu daha kolay kontrol edebileceği hale gelir! Köpekbalığı, diğer balığı yiyemeyeceğini görünce, depresyona girmiş, kendini bırakmıştır. Böylece o balığı hiç yiyemeyecek hale gelmiştir. Ödül yoksa emek yoktur. İnsanlar ihtiyaç duyduklarını almaksızın uzun süre gayretli bir şekilde çalışmazlar. Çabasının karşı­ lığını alamayan balık, ödülsüz çabayı sürdürmemiştir. (Bu kısmı patronunuza okutabilirsiniz!) Milyonlarca insan başarılı olmak istediğini söyler ama başarılı olmak için ciddi bir çaba harcamaz. Bu insanların sürekli başarısızlığın sonuçlarından şikâyet ettikleri halde başarılı olmak için samimi bir çaba içerisinde olmamasının nedenlerini artık anladığınızı sanıyorum. 20 Köpekbalığı nasıl düşünebilirdi? Daha doğrusu siz o köpekbalığının durumuna düşmemek için her sabah kendinize ne sormalısınız? Defalarca denediğiniz halde her defasında başarısız olduğunuz bir konuda, her sabah kendinize üç soru sorabilirsiniz. 1. Bende değişen bir şey var mı? 2. Çevremdeki şartlarda değişen bir şey var mı? 3. Hedeflediğim şeyde bir değişiklik var mı? Sizin içinizde, çevrenizde veya hedeflediğiniz kişi veya işte bir değişiklik varsa, hemen bir daha şansınızı deneyebilirsiniz. Hiçbir değişiklik yoksa ne yapmalı? Bir, kendinizi değiştirmek, önünüzdeki engelin üzerinden aşacak şekilde kendinizi geliş­ tirmek elinizde. İki, yolunuz tıkalı olabilir ama yönünüz tıkalı olamaz. Aynı amaca giden yeni bir yol arayın, bulamadıysanız yeni bir yol açın. Bu deneyden 'kendi adınıza' ne gibi dersler çıkarabileceğinizi de düşünmelisiniz. Sizin köpekbalığı gibi 'kafanızı vura vura' öğrendiğiniz 'sınırlayıcı' hayat dersleriniz neler? Sizin 'öğrenilmiş çaresizlik' yaşadığınız durumlar neler? Ulusal 'öğrenilmiş çaresizlikler antolojisi'nden üç örnek Biz Türklerin köpekbalığına benzer öğrenilmiş çaresizlik hallerimiz neler? İlkokulda matematiğe çalışır çalışır, geçemeyiz. Sonra 'hoş geldin öğrenilmiş çaresizlik'. Müfredattaki matematik her yıl değişir ama bizim kafamızdaki matematik değişmez. Matematik 'milli' öğrenilmiş çaresizliğimizdir! Kadınların hayatının aşkını arama serüveni de genellikle öğrenilmiş çaresizlikle biter. Aşkın mutluluk getireceği inancıyla, aşka açık yaşarlar. Birinci, üçüncü, dokuzuncu sevgilide de 'mutlulu­ ğu bulamayıp' ayrıldıktan sonra, "Bunların hepsi aynı," deyip, 21 'aşka tövbe' ederler. "Prensimi bulmak için daha kaç kurbağa öpmem lazım!" diye söylenirler. Hayatlarını aşka kapatırlar. Bir gün 'Bay Doğru' kapıyı çalar ama kapı şiddetle yüzüne çarpılır. Bu da bir öğrenilmiş çaresizliktir.1 Bazılarımız üniversiteye hazırlanıyoruzdur. Kazanıp kazanamayacağımızı hemen görmek isteriz. Hazırlığın daha ikinci ayında hemen deneme sınavlarına girer, kazanabileceğimizi görmek isteriz. İstediğimiz sonucu göremeyince, "Zaten kaybedeceğim, bari çok çalışmayayım da emeğim boşa gitmesin!" akıllılığına kaçarız! Öğrenilmiş çaresizliklerimizin geniş listesini 'öğretilmiş çaresizlik' bölümünde okuyabilirsiniz. Sırada öğrenilmiş çaresizlik teorisinin temelinde yer alan ilginç ve kapsamlı bir araş­ tırmanın detayları ve öğrenilmiş çaresizliğin bilimsel temelleri var. 22 ner şev her şey seninle her şey her se her şej her şey seninle Bilimsel Temeller: Köpekler 'Çaresizliği' Nasıl Öğrendi? Ünlü profesör Martin Seligman ve arkadaşları 1960'h yılların ortalarında, herhangi bir deneye tabi tutulmamış 24 tane köpek aldı ve onları üç gruba ayırdı. Birinci gruptaki köpeklere 'kaçış grubu' (escape group) adını verdi ve bir kabinin içerisine yerleştirip ayaklarına zararsız ama yüksek voltajlı elektrik şoku uyguladı. Bu gruptaki köpekler kabindeki bir düğmeye dokunarak elektrik şokunu kesme imkânına sahiptiler. Eğer 30 saniye içinde düğmeye basılamazsa elektrik şoku kendiliğinden kesiliyordu. Bu köpekler düğmeye basmayı hızla öğrendiler ve gittikçe daha kısa sürede düğmeye basmayı başardılar. Bu gruptaki köpeklere şokun geleceğini önceden belirten herhangi bir ayırt edici uyarıcı verilmeksizin 64 şok verilmiş ve köpekler birkaç tekrardan sonra şoku durdurmayı öğrenmişlerdir. İkinci gruba 'çaresizler grubu' (yoked group)2 adı verildi ve bunlar 'kaçış grubu' ile aynı şartlarda elektrik şokuna maruz 23 bırakılıyorlardı. Ancak bu köpekler düğmeye bastıklarında elektrik şoku kesilmiyordu. Bu köpeklere uygulanan şok süresi kaçış grubundaki bir köpeğe uygulanan kadardı. Kaçış ve çaresizler grubu aynı sürelerde şoka maruz kaldıkları halde çaresizler grubu düğmeye bassa bile şok kesilmediği için, bu gruptaki köpekler 30 kadar denemeden sonra düğmeye basmaktan vazgeçtiler. Üçüncü gruptaki köpekler ise 'kontrol grubu'ydu ve herhangi bir şoka maruz kalmıyorlardı. Diğer köpeklerdeki değişim, bu 'hiçbir deneye maruz kalmamış' köpeklere bakılarak anla­ şılacaktı. Araştırmacılar 24 saat sonra tüm köpekleri kısa bir çitle iki bölmeye ayrılmış kapalı bir alana götürdüler. Deneyin ikinci aşamasına geçildi. Bu aşamada köpeklere 10 kez şok veriliyor ve köpeklerin bu 10 denemenin birinde çitin üstünden karşı tarafa atlayarak şoktan kurtulacakları umuluyordu. Bu etapta köpeklere elektrik şokundan bir dakika önce ayırt edici uyarıcı olarak ışık veriliyordu. Elektrik şoku olan bölümden güvenli bölüme geçen köpekler şoktan kurtulabiliyordu. Kaçış grubu ve kontrol grubu kurtulmada hemen hemen aynı başarıyı gösterirken, 'çaresizler grubu diğer gruplardan önemli ölçüde farklılık gösterdi. Bu gruptaki 8 köpeğin 6'sı 10 denemeden sonra bile çitin üzerinden atlayıp şoktan kurtulamadı. Bir hafta sonra ise bu 8 köpeğin 5'i hâlâ 10 denemenin herhangi birinde karşıya atlamayı beceremiyordu. Bu gruptaki köpeklerin % 75'i neredeyse karşıya hiç atlayamıyor, % 62'si ise yedi gün geçmesine rağmen hâlâ başarısızlıklarını sürdürüyorlardı. Deneyin sonuçları ikinci gruptaki köpeklerin 'çaresiz olmayı öğrendiklerine' işaret ediyordu.3 Sahte çaresizlik ve gerçek çaresizlik Bu deneyden sonra Martin Seligman, S. Maier ve C. Peterson 'Öğrenilmiş Çaresizlik' diye bir kavramı ortaya attılar. Bu deneyler psikoloji literatüründe devrim yapmış, bilişsel terapinin davranışçı terapiye üstünlüğünü sağlamıştır. 24 Seligman, teorisini şöyle özetler: "Ne zamanki bir kişi yaptığı hiçbir şeyin bir fark yaratamayacağına inanırsa, çaresizliği ve hiçbir şey yapmamayı öğrenecektir." Öğrenilmiş çaresizlik, kişinin herhangi bir durumda çok sayıda başarısızlığa uğrayarak, o konuda bir daha asla başarıya ulaşamayacağına inandığı zihin durumudur. Kişi ne yaparsa yapsın sonucun değişmediğini, engelleri hiçbir şekilde aşamadığını, istediği sonucu almanın kendi ellerinde olmadığını düşündüğünde, çaresiz olduğunu öğrenir ve herhangi bir şey 'yapmamayı' (atalet) seçer. Hayatımızda bazen maruz kaldığımız gerçek çaresizlikler ile öğrenilmiş çaresizlik durumu aynı şey değildir. Gerçekten çaresiz olmadığımız halde, çaresiz olduğumuzu sanarak, çözebileceğimiz bir sorunumuzu çözmek için hiçbir şey yapmadığımızda 'öğrenilmiş çaresizlik' yaşıyoruz demektir. Öğrenilmiş çaresizlik ile ilgili anlattığımız tüm deneylerin birinci aşamasında gerçek çaresizlik, ikinci aşamasında sahte çaresizlik durumu söz konusudur. Çaresiz olduğunuzu düşündü­ ğünüzden, çözüme götüren bir yol olduğu halde siz onu göremiyorsanız bu, sahte çaresizliktir. Köpeklerle yapılan deneyde de ilk aşamada gerçek bir çaresizlik durumu oluşturuldu. İkinci aşamasında ise sahte bir çaresizlik durumu söz konusuydu. O halde kritik nokta, hangi sorunun çözülebilir, hangisinin çözülemez olduğuna karar vermektir. Bir insanın gerçekten çaresiz durumda olup olmadığına karar vermesi pek kolay değildir. Özellikle de çaresiz durumdayken! Fuzuli'nin deyimiyle, "Akıntıya kapılan, kıyıyı yürür sanır." Çaresizlik duygusu yaşayanlar düşünmeli: "Gerçekten çaresiz durumda mıyım, yoksa çaresiz olduğumu mu düşünüyorum?"4 Bütün ihtimalleri taramadan, "Kurtuluş yolu yok!" dememek gerekir. 25 Mücadele gücünü çökertme ve çaresizlik eğitimi Seligman ve arkadaşlarının çaresizler grubundaki köpeklere kurduğu psikolojik tuzak neydi? Deneyin birinci aşamasında köpeklere elektrik şoku verilirken, bununla başa çıkmalarını sağlayacak hiçbir yol bırakılmadı. Onlara kendi hayatlarını etkileyen ama engellenmesi kendi ellerinde olmayan bir durum yaşattılar. Sorunlarından kurtulmak için hiçbir çözüm bulamayan köpekler, acıdan kaçmak yerine ona katlanmaya karar verdiler. Deneyin ikinci aşamasında elektrik şokundan kaçabilecekleri bir düzenek içine konulup ne yapacakları gözlendi. Köpekler kaçma imkânları olsa da, kaçmak için hiçbir şey yapmadılar. Çaresizler grubundaki köpekler neden deneyin ikinci aşamasında elektrik şoku verildiği halde kaçmadı? Çünkü ilk aşamada onlara çaresizleştirme eğitimi uygulandı. Mücadele güçleri ve başarı duyguları yok edildi. Başarısız olduklarını kabullenmeleri sağlandı. Deneydeki önemli noktalardan biri, köpeklerin yaşadıkları çaresizlik durumunun kaynağına dair mantıklı bir açıklama bulamamalarıdır. Köpekler çektikleri acıyı yaptıkları ya da yapmadıkları bir şeye bağlayamıyorlardı. Kaçsalar da, yatsalar da hiçbir şey değişmiyordu. Elektrik şoku verilmeye devam ediyordu. Çektikleri acının mantıklı ve anlamlı bir nedenini bir türlü bulamıyorlardı. Bu anlamsızlık da onları önce çaresizliğe, sonra eylemsizliğe iten önemli bir nedendir. Köpekler bu süreçte hayatları üzerindeki kontrol duygularını kaybettiler. Kontrol duygusu, "Çevremde olan, beni rahatsız eden bir şeyi, yaptıklarımla etkileyerek değiştirebilirim," inancı­ dır. Kontrol duygusu kaybı, insanlar için güçlü bir kaygı nedenidir. İnsanlar bu kaygıyı çoğu kez kadercilik anlayışıyla dengeler. Kontrol duygularını kaybedince, "Zaten insan hayatı kontrol edemez ki,” diye düşünüp, kişisel sorumluluktan sıyrılıp, kendilerini iyice 'olayların akışına' bırakırlar. Politik propaganda yoluyla 26 toplumlarda da bu tür pasiflik psikolojisi oluşturulabilir. Kitleleri koyunlaştırmanm en etkili yolu, öğrenilmiş çaresizlik psikolojisini yaygınlaştırmaktır. Aklın ofsayt pozisyonları: Problem, çözümü görememekten doğar İnsanın gerçek çaresizlik mi, yoksa sahte çaresizlik mi yaşadığına karar vermesi kolay değildir, demiştik. Çünkü sahte çaresizliği üreten de, onu gerçek çaresizlikten ayıracak olan da insan zihnidir. Peki, insan zihni deney dışındaki dünyada sahte çaresizliği nasıl üretir? İnsan zihni herhangi bir problem durumunda bildiği (algıladığı) çözüm seçenekleri içerisinden en iyisini seçer. Peki ya var olan ama algılanmamış seçenekler? Herhangi bir durumda çok sayıda seçenek varken, ya onları göremiyorsak? Ya tıkanma önümüzdeki yollarda değil, zihnimizdeyse? Geleneksel 'düz mantık'la akıl yürütme tarzım kullanan insanlar hayatın sunduğu neredeyse sınırsız seçenekleri göremezler. Bu yüzden yollarının tıkalı olduğunu düşünüp çaresizlik psikolojisine kapılırlar. Öğrenilmiş çaresizlik, önünde hiçbir seçeneğin olmadığını düşünmektir. Oysa gerçekte 'güneşin doğduğu her ufukta, umuda giden bir yol bulunur!'5 Her zaman kullandığımız mantık yürütme biçiminden dolayı yaşadığımız sorunları, ancak o mantık kalıbının dışına çıkarak çözebiliriz. Çıkmaz sokağa girip çıkar yol arıyorsanız, yapmanız gereken ilk şey o sokaktan geri çıkmaktır. Einstein, "Bir sorun, onun üretildiği andaki zihin düzeyinde kalınarak çözülemez,” der. Bu akıl tutulmasını bazen çok basit ve komik şekilde yaşarız. Bir arkadaşım bir bankanın bir şubesine müdür olmayı hayat hedefi olarak seçmiş, beynini buna şartlandırmış, tüm denemelerine rağmen sonuç alamamış, son bir umutla bana gelmişti. Ona gerçekten ne istediğini sordum: "Şube müdürü olmak sana ne kazandıracak?" 27 "Saygınlık ve güvenli bir hayat/' dedi. "Bu iki şeyi sağlayan diğer 10 meslek veya makamı yaz, yarın gel!" dedim. Arkadaşım çok şaşırdı! Çözüm bu muydu yani? Bir gün sonra 34 maddelik listeyle geldi. Bir yıl sonra çok saygın bir işi ve bir banka şube müdürünün iki kaü maaşı vardı. Aklınızı çıkmaz sokağa sürüp sonra da 'yolum tıkalı' diye söylenmek yerine, zihninizi geri vitese takıp temel varsayımlarınızı sorgulamaya ne dersiniz? Çoğu durumda çaresizlik hiçbir seçeneğin olmamasından değil, kapalı akıl nedeniyle açık seçeneklerin görülememesinden kaynaklanır. Tıkanıklık doğada değil, aklımızdadır. Yaşlı adam hapisteki oğluna mektup yazar: "Patates ekmek için tarlanın kazılması gerekiyor. Yaşlı ve hastayım, yapamıyorum. Yanımda olsaydın, ne iyi olurdu..." Oğlu mektubu okur ama hapistedir. Bu 'gerçek çaresizlik' durumunda yapılacak bir şey yok gibi görünmektedir. Neyse ki, genç adam bizim gibi düşünmez. Hemen babasına cevap yazar: "Baba, sakın tarlayı kazma, cesetleri oraya gömdüm!" Polis mahkûmun mektubunu okuyunca hemen harekete geçer, cesetleri bulmak için tüm tarlayı kazar. Fakat ceset bulamaz! Birkaç gün sonra yaşlı adam oğlundan bir mektup daha alır: "Baba, bu şartlarda elimden gelenin en iyisini yaptım!" Aşılamaz görülen engelleri zekâ ve yaratıcı düşünce gücüyle aşmak, yaratıcı başarı tarzıdır. Yaratıcı başarı eldeki imkânlara bağlı olmadığı için, çok sınırlı imkânlarla sınırsız sonuçlar aldırabilir. Hiçbir şeyiniz yok ama engelleriniz çoksa, zekânız tek sermayenizdir. Engelleri aşmak için aklınızı kullanmayı öğrenin. Aklınızın önünü­ ze koyduğu iç engelleri aşmak için bile aklınızı kullanmanız gerekiyor. Aklımızın ikametgâhı beynimizdir. Beynimiz en değerli organımız olduğu için, vücudumuzun en üst kısmına konulmuştur. Tabii bir de önümüzü daha geniş görüp, kaplumbağadan hızlı ilerleyebilelim diye! Sıkıcı olmak pahasına, çok sayıda öğrenilmiş çaresizlik örne­ ğini anlatmamın nedeni, iç engellerinizi her açıdan görmenizi sağlamak. 28 İç engellerimiz sadece 'ben yapamam' inancından ibaret değildir. Düz mantıkla düşünme alışkanlığı da çeşitli şekillerde bizi çözümsüz yollara düşürür. Akıl yürütme biçimimizdeki körlükleri görmek için körlerle konuşmak çok yararlıdır! Hayatımdaki en büyük çuvallamam, bu duruma bir örnektir. Gözleri görmeyen şarkıcı Metin Şentürk'e bir sohbette sordum: "Anadolu'ya konsere gittiğinizde otel odalarındaki elektrik düğmelerinin yerini nasıl buluyorsun? Öyle garip yerlere koyuyorlar ki, ben gördüğüm halde bulamıyorum." Ne 'mantıklı' soru değil mi? Şentürk'ün cevabı beni bitirdi: "Ben ışıkları yakmıyorum ki! Bir kör niye ışık yaksın?" Korkunun kendisi korkulan şeyden daha fazla zarar verir Öğrenilmiş çaresizlik, öğrenme ile korku arasındaki ilişkiyi de açıklar. Öğrenilmiş çaresizlik başarısızlığa uğrama korkusu nedeniyle hareketsiz kalma durumudur. Öğrenilmiş çaresizlik içinde yaşayan kişilerde yoğun bir başarısızlık beklentisi görülmektedir. İnsan niçin denemekten korkar? Kaybetmekten korktuğu için! Çaresizliği öğrenmiş kişiler sürekli, "Bir daha başarısızlığa uğramamak için ne yapmalıyım?" sorusuna cevap arar. Buldukları cevap ilginçtir: "Hiçbir şey yapmamak!" Ama ironik şekilde hiç­ bir şey yapmamak uzun vadede en büyük başarısızlık nedenidir. Sezen Aksu'nun bir şarkı sözüdür: "Garanticisin, korkuyorsun!" "İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkar," der Shakespeare. "İnsanlar sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten çekindiği için. Duygularım ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten ürktüğü için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, dolu dolu yaşamadığı için." 29 Geçmişteki başarısız sonuçlara takılıp kalmayın. Eğer bizi yaratan sürekli geçmişimize bakarak yaşamamızı isteseydi, gözlerimiz ensemizde olurdu! Geçmişteki başarısızlıklarımızı sürekli gözümü­ zün önünde tutmak isteseydi, şakaklarımıza dikiz aynası koyardı! Geçmişteki başarısızlıkları ne unutun ne de büyütün. Geçmişin kötü izlerinin geleceğinizi şekillendirmesine izin vermeyin. Öğrenilmiş çaresizlik aklı zayıflatır Öğrenilmiş çaresizlik üç şeyi zayıflatır: Akıl, istekler ve duygular! Öğrenilmiş çaresizlik insanlarda üç önemli yetersizliğe (veya bozukluğa) neden olur: Motivasyonel (motivational) zayıflama, entelektüel (cognitive) zayıflama ve duygusal (emotional) zayıflama. 1. Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar önce tutkularını kaybederler. İstediğini elde etmenin kendi ellerinde olmadığını gören insanlar, kendi isteklerine karşı ilgisizleşirler. İsteyerek yaptıkları davranışlar azalır, mecburi oldukları için yaptıkları davranışlar artar. Bir devlet dairesine gittiğinizde gördüklerinizin açıklaması budur. 2. Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanların akılları ve düşünme yetenekleri de zayıflar. Bunun nedeni olaylar karşısında akıllarını kullanmanın sonucu değiştirmeyeceğine inanmalarından dolayı, sorunlarını çözmek için beyinlerini fazla kullanmamalarıdır. Birinci aşamada akıllarını kullanarak elektrikten kurtulamayan köpekler, ikinci aşamada sorunlarını çözmek için akıllarını kullanmamayı seçmişti. Kaçma davranışı ile elektrik şokunun kesilmesi arasında bir bağlantı olmadığına inandıklarından, yeni fırsatı göremiyorlardı. Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinde uzun süre yaşayan bir kişinin davranışları ile sonuçlar arasındaki bağlantıyı görme yeteneği zayıflar. Bu yüzden davranışlarının sonuçlarına kar­ şı özensizleşirler. Bu kişiler kendi iradi seçimlerine değer 30 vermezler. Müebbetten hapis yatanlarm kendilerine 'kader kurbanı' demelerinin de, gazetelerde okuduğumuz incir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerle işlenen cinayetlerin de nedeni seçimlerinin sonuçlarını görememektir. 3. Öğrenilmiş çaresizlik durumunda yaşayanların duyguları da zayıflar. Uzun süre acı çeken, ondan kurtulmak için çabaladığı halde başaramayan insan, o acıyı kabullenir, onunla yaşamayı öğrenir. Yaşama sevincini kaybeder. Köpekler, ikinci kutuda kaçarak kurtulma imkânları varken acıdan (elektrik şoku) kaçmayı istememiştir. Öğrenilmiş çaresizlik canlıları sadece psikolojik olarak değil, biyolojik olarak da çökertmektedir. Bir araştırmada birer dakika arayla kafesine 5 saniyelik elektrik şoku verilen bir kobay farenin, baş­ larda panik olurken, sekseninci defadan sonra hiç hareketsiz şoku aldığı görülmüştür. 'Acıların faresi' acılardan kurtulmak için çabalamak yerine acıyla yaşamayı öğrenmiştir. Bu deneyde 80. elektrik şokundan sonra farenin biyolojik savunma mekanizmasının bile çalışmamaya başladığı, sadece psikolojik değil, biyolojik olarak bile tepkisizleştiği gözlenmiştir. Bir amaca ulaşması sürekli engellenen insanlarda ne gibi değişiklikler olur? Engellenmişlik hissi yaşayanların tepkileri türlü türlüdür. Bazı insanlar engellenince kendine zarar vermeye başlar, bazı­ ları başkalarına zarar verir, bazıları depresyona girer, bazıları ise hayal dünyasına sığınır. 1. Otomatik depresifler: Bazı insanlar aşılamaz zorluklarla karşılaşınca içine kapanır ve depresyona girer. Bu gruptakiler her durumdan depresyon çıkarırlar! Bu insanları içlerindeki alıngan, kırılgan ve incinmiş bir çocuk yönetir. Dış engellerden bile kendilerini suçlarlar. "Ben ne yaptım da bana bunu yaptılar?" 31 2. Olağan öfkeliler: Bu gruptakiler engellerle karşılaştığında agresifleşir ve çevresine şiddet uygular. Gariban ama gururlu, kesintisiz sinirlidirler. Sürekli söylenir, birilerini suçlarlar, öfkelerini ilgisiz kişilere yönlendirirler. Patronları zam yapmaz, gidip eşlerini döverler. 3. Komplo teorisyenleri: Bu gruptakiler önlerine çıkan her engelde paranoya yapar, kendilerine komplo kurulduğunu düşünürler. Engeli nasıl aşacaklarını düşünmek yerine, o engeli yola kimlerin koyduğunu bulmaya çakşırlar. Engelleyen hakkında genellikle bilgileri yoktur ama 'niyet okuma' yoluyla birilerini suçlarlar. Ankara usulü politik analizlerde sık kullanılan bir tarzdır. 4. Kısmet çiler: Bu grup ise karşılaştığı ilk engelde hemen kader/kısmetçiliğe yönelir. İstediğine ulaşamamışsa 'kısmetinde' olmadığı içindir. Yürekten inandıkları kısmet teorisini doğrulayacak bir olay yaşadıkları için çok da mutludurlar! 5. Kararlı arılar: Azmin zaferine inananlardır. Denemekten yılmazlar. Sonuç alıncaya kadar ısrarla denemeye devam ederler. Kararlılığın ve ısrarın gücünün her şeye yeteceğini düşünürler. 6. Kendini acındıranlar: Bu gruptakiler önlerine çıkan engelleri başkalarına kaldırtırlar. Bir engelle karşılaşınca hemen bir kahraman ya da kurtarıcı ararlar. İnsanların merhametini harekete geçirerek, onlardan istediklerini alırlar. Gariban kredisi kullanmayı, kendine acındırmayı iyi bilirler. Yetişkin kadınların erkeklerden yapılması zor bir şey istediklerinde beş yaşındaki sevimli kız çocuğu sesi kullanmaları bile bu modele dayanır. 7. Bir yol daha varcılar: Bu gruptakiler esneklik sihirbazıdır. "Bir insanı hedefine götüren yol göklerdeki yıldızların sayısı kadardır,"derler. "Bir yol olmadıysa diğeri olur", "Atımızı alan yolumuzu da almadı ya," atasözünden ilham alır, bir yol bulamazlarsa yol açarlar. 32 8. Arabeskleşenler: İstediğini alamayınca küsüp mızmızlaşan, içe dönüp kendini dünyaya kapatan, alıngan ve her şeyi 'gurur meselesi' yapan arkadaşlardır. Aslında küstükleri şey karşılarındaki kişi değil, kaderleridir. İçlerinde daima dönen bir plak vardır: "Ben insan değil miyim/ Ben kulun değil miyim/ Tanrım dünyaya/ Beni sen attın/ Çile çektirdin derman arattın/ Beni sen kullarına oyuncak mı yarattın!" 9. Kendine zararlılar: Bir engeli aşamaymca kendine zarar vermeye başlayanlardır. Kariyerinde hayal ettiği yere gelememiş bir sanatçmm alkolik olması bu duruma bir örnektir. Uç bir örnek ise bazı fanatiklerinin konser sırasında Müslüm Gürses'e ulaşamayınca, kendilerini jiletlemeye başlamasıdır! 10. Hayal dünyasına sığınanlar: Hayallerindeki hayatı yaşayamayınca, hayali bir hayat yaşamaya başlayanlardır. Bu kişiler 'sert' gerçekler tarafından engellenince, 'soft' hayallere sığınır. Gerçekle ilişkilerini askıya alıp, kendi hayal dünyalarında, kendi ideal ve engelsiz evrenlerini yaratırlar. Sonra da kendi iç dünyalarına iltica ederler! Engellenme karşısındaki biz Türklerin tipik tepki verme şeklimiz agresifleşmedir. Engellenince neden öfkeleniriz? Ya da kime öfkeleniriz? Birisi tarafından engellenince gücünü kötüye kullanan karşımızdakinden daha çok, hakkımızı koruyamayacak kadar zayıf durumda olduğumuz için kendimize kızarız. Yolumuza engel koyana sinirlenir, ona bir şey yapamaymca yön değiştirir, hiç ilgisi olmayanı döveriz. Araştırmalara göre çaresizlik psikolojisi en önemli şiddet kaynaklarından biridir. Öğrenilmiş çaresizlik bir çeşit depresyondur. Başlarına gelen her olayda kendini suçlayanlar açık, sürekli başkalarını suçlayanlar ise gizli (maskeli) depresyon yaşarlar. Öğrenilmiş çaresizliğin sonuçları, depresyon belirtileriyle çok benzer. Kendine güven eksikliği, zayıf problem çözme yeteneği, dikkat eksikliği, umutsuzluk hissi gibi. Öğrenilmiş çaresizlik bilim dünyasında depresyonu açıklayan bir model olarak kabul edilmektedir. 33 Bir insana çaresizlik nasıl öğretilir? Öğrenilmiş çaresizlik üzerine başka deneyler de yapılmıştır. Köpekler üzerinde yapılan araştırmalar balıklar, fareler ve kediler üzerinde de yapıldığında benzer sonuçlar ortaya çıkmıştır. Aynı deneyler insanlar üzerinde de yapılarak, "Çaresizlik insanlara öğretilebilir mi?" sorusunun cevabı test edilmiştir. Bu amaçla Hiroto, köpekler üzerinde yapılan deneyi örnek alarak bir deney tasarlamıştır. Önce deney için seçilmiş insanları üç gruba ayırmıştır. Birinci ve ikinci grubun bulunduğu yere yüksek sesli gürültü verilmesi, üçüncü 'kontrol grubu'nun odasına rahatsız edici ses verilmemesine karar verilmiştir. Birinci gruptakiler (kaçış grubu) odadaki düğmeyi bulup bastıklarında, gürültü kesilmektedir. İkinci grupta ise (çaresizler grubu) odadaki düğmelerden hiçbiri gürültüyü kesememektedir. Gürültü yayını başladığında ilk gruptakiler düğmeyi bularak gürültüyü kesmiştir. İkinci gruptakiler çabalamalarına rağmen gürültüyü kesen düğmeyi bulamayınca, bir süre sonra bu konuda çaba göstermeyi bırakmıştır. Deneyin ikinci aşamasında, üç grup yeni bir odaya konur. Yine şiddetli bir gürültü yayını başlatılır. Kontrol ve kaçış grubu, düğmeyi bulmak için çabalarken, çaresizler grubunun hiç uğraş­ madığı gözlenir. Bu sonuç insanlara çaresizliğin öğretilebileceğini (ya da çaresizliğin insanlarca öğrenilebileceğini) göstermektedir. Bir sonraki bölüme geçmeden önce kendi durumunuzu değerlendirmeye ne dersiniz? Hayatınızın hangi alanında -ilişkiler, kariyer, aşk, evlilik, para- denemeleriniz sonuçsuz kaldı? Siz kaç denemeden sonra 'bir daha denemekten' vazgeçiyorsunuz? Buraya kadar 'öğrenilmiş' çaresizlik psikolojisini inceledik. Oysa Doğu toplumlarmda çaresizlik daha çok 'öğretilmiş' bir yaşam tarzıdır. Bir sonraki bölümde başarısız denemeler yaşamadığı halde, içinde yaşadığı kültür ve çevre tarafından bireylere çaresizliğin nasıl yüklendiğini göreceğiz. 34 'Öğretilmiş' Çaresizlik: "Ahh Bi Elimden Tutan Olsa?" İş hayatında işlerin nasıl yürüdüğünü özetleyen, çalışanların internet üzerinden birbirlerine gönderdikleri ünlü bir beş maymun öyküsü vardır. Kafese beş maymun koyarlar. Ortaya bir merdiven kurarlar. Kafesin tepesine de iple muzları asarlar. Herhangi bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde, dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar. Sadece merdivenleri çıkmaya çalışan maymun değil, diğerleri de bu soğuk sudan nasibini alır. Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar. Bir süre sonra muzlara doğru hareketlenen maymun diğerleri tarafından engellenmeye başlanır. Sonra maymunlardan biri dışarı alınıp, yerine yeni bir maymun (adı 'A' olsun) konulur. A'nın ilk yaptığı iş muzlara ulaş­ mak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler! 35 Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla (adı 'B' olsun) değiştirilir. B de merdivene yaptığı ilk atakta dayak yer. Bu ikinci yeni maymunu (B) en şiddetli ve istekli döven sonradan kafese giren ilk yeni maymun A'dır!!! Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun (adı 'C' olsun) da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan ikisinin, (sonradan gelen A ve B) en yeni gelen maymunu (C) niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur! Yine de şiddetle onu döverler! Son olarak en başta ıslanan maymunların dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle (D ve E) değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır. Neden mi? Çünkü burada işler böyle gelmiştir ve böyle gitmelidir!6 Bu olay size çok iyi tanıdığınız bir ülkeyi, şirketi ya da aileyi hatırlattı mı? Tipik bir 'öğretilmiş çaresizlik' durumu ile karşı karşıyayız. Maymunlar çaresizliği öğrendi ve kendisinden sonra gelenlere zorla 'öğrettiler'. Maymunlar 'birlik ve beraberlik içinde başarısız olmanın' iki kutsal şartmı yerine getirdiler: Düşündüklerini birbirlerine yaptırmadılar ve yaptıkları üzerine düşünmediler! 'Öğrenilmiş' çaresizliğe karşı, 'öğretilmiş' çaresizlik Kanaatimce Doğu kültürlerindeki çaresizlik anlayışını en iyi 'öğretilmiş çaresizlik' kavramı anlatır. Prof. Dr. Martin Seligman Türk olsaydı, bulduğu kavrama öğretilmiş çaresizlik derdi! Öğrenilmiş çaresizlik teorisinde bireyler deneme yanılma sonunda çaresizliği öğrenir. Öğretilmiş çaresizlikte ise, kişi herhangi bir 'deneme yanılma' yaşamasa da, toplum tarafından bireye çaresizlik kültürü 'yüklenir'. Mesela arabesk müzik güçlü bir öğrenilmiş çaresizlik aşılama aracıdır. 36 Öğretilmiş çaresizlik kültüründe, bireylere neleri yapmamaları gerektiği o kadar güçlü bir şekilde öğretilir ki, o kişi o alanda yeni bir denemede bulunmayı aklından bile geçirmez. Kişi deneyip yanılmadan 'doğuştan' kaybetmeyi kabul eder! Batıklar deneyip yanılıp çaresizliği öğrenir, bizim toplumumuz çaresizliği doğar doğmaz bize öğretir ki, deneyip yanılmayalım! Bu kadar 'iyi kalpli' olduğumuz halde, bu kadar çaresizlikler içerisinde yaşamamı­ zın temel nedeni budur! Koca bulmaktan iş aramaya, üniversite sınavını kazanmaktan vize başvurusuna hayatımızın pek çok unvan maçına kaybetmeye hazırlanmış şekilde çıkarız. Çünkü daha önce deneyip kaybetmiş birileri sınırlayıcı önyargılarını beynimize doldurmuştur. Öğretilmiş çaresizliğe 'bulaştırılmış başarısızlık bilgisi' de diyebiliriz. 'Gizli öğrenme' yoluyla edinilmiş çaresizlik Çaresizlik öğretimi resmi okullardan daha çok kulaktan kulağa, yani gizli öğrenme yoluyla yapılır. İki türlü öğrenme vardır: Açık öğrenme ve gizli öğrenme. Açık öğrenme 'ne öğrendiğinin farkında olarak' yaşanan öğrenmedir. Okullarda bu tür eğitimler yapılır. Derste ne öğrendiğimizi bilerek bir şeyler öğreniriz. Oysa gizli öğrenme bir arkadaş sohbetinde, bir film izlerken, bir şey öğrendiğimizin farkında olmadan yaşadığımız öğrenmedir. Başarısızlık genellikle gizli öğrenme yoluyla öğrenilir. Sözün özü, Doğu toplumlarmda çaresizlik ve atalet genellikle deneye yanıla öğrenilmez; evde anne babadan, okulda öğretmeninden, kışlada komutandan, camide din adamlarından, sohbette en yakın arkadaştan öğrenilir. Çaresizliğin anlamı da Doğu ve Batı kültüründe farklıdır. Öğrenilmiş çaresizlik Batı toplumları için psikolojik bir problem, Doğu toplumları için ise bir kimliktir. Doğu toplumlarmda öğrenilmiş çaresizlik 'psikolojik bir arıza' olarak görülmez, bir yaşam tarzıdır. Dini inançların bir parçasıdır. Türküler onu anlatır, ata­ 37 sözleri onu öğretir. İçli şarkılar, romantik filmler onun üzerine kuruludur. Öğrenilmiş çaresizlik Doğu toplumlarında normalleştirilmiştir. Öğrenilmiş çaresizlik gelenektir, töredir. Öğrenilmiş çaresizlik tarihi, öğrenilmiş çaresizlik coğrafyası vardır. Öğrenilmiş çaresizlik kaybedenlerin kimliği, kaderi, hayatı açıklama tarzı ve içinde yaşattığı hayat arkadaşıdır. Doğu insanının içinden öğrenilmiş çaresizliği çıkardığınız zaman 'kendine ait bir parçayı kaybetmenin hüznünü yaşar. Hatta birçoğu onsuz nasıl yaşayacağını şaşırır çünkü onsuz hemen hemen hiç yaşamamış­ tır. Ondan kopamaz çünkü en kötü günlerinde yanında hep o vardır! Kadercilik mi, kontrolcülük mü? Bu anlayış farkının kökeninde ne vardır? Batı kültürü daha çok kontrolcii, Doğu kültürü daha çok kadercidir. Hayatını kontrol etme güdüsüyle yetiştirilen bir Batılı, bunu ideal yaşam durumu olarak kabullenir ve bir gün hayatı üzerindeki kontrolünü kaybetti­ ğinde, hemen denetimi eline almak için yoğun bir çaba içine girer. Çok sayıda denemeden sonra istediğine ulaşamazsa bir çeşit depresyon olan öğrenilmiş çaresizlik halinde yaşar. Oysa Doğu toplumlarınm hayata dair kültürel varsayımları tersinedir. Doğu, doğanın kontrolüne değil, kaderin yaptığı kariyer planına teslim olmaya inanır. Kendisini olayları kontrol etmeye adamak yerine, olayların akışına bırakmayı seçmiştir. Bir yaprak misali oradan oraya savrulurken, kaderinin götürdüğü yere gitmekten korkmaz. Hayatını etkileyen olayların kendi kontrolünden çıkması Batı insanı için kâbus, Doğu insanı için dümeni kadere bırakmaktır. "Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler!" Zaten Doğulular insanın hayatını kontrol edip, seçimleriyle geleceğini istediği gibi biçimlendireceğine de çok fazla inanmaz. Bu nedenle hayat maçına fazla asılmaz, yaşarken topa gelişine vururlar. Doğu insanı kaderin dekoderini bulmuş, hayatı 38 kendince çözmüştür: "Her şey olacağına varır. Başa gelen çekilir. Kısmetinde varsa ayağına gelir." İslam dininin kader inancı ile Doğu kültürünün kadercilik anlayışı aynı şey değildir. Kadercilik anlayışı kader inancından önce de vardı! Kader inancında, kişi elinden gelenin en iyisini yaptıktan sonra sonucu Allah'ın takdirine bırakır. Kural, 'Gayret bizden, takdir Allah'tandır. Kadercilik anlayışında ise kişi, elinden gelenin en iyisini yapma işini de Allah'a havale etmiştir! Kural, 'Saldım kendimi çayıra Mevlam beni kayıra'dır. Düşünün bakalım, neden başarı sürecinin her aşamasında içinde 'Allah' geçen bir kelime kullanırız? İşe başlamadan önce, "inşallah," deriz. İşe başlarken, "Bismillah," deriz. İşi yapmaktan vazgeçeceksek, "Eyvallah," deriz. İşi coşkuyla yapmak istediğimizde, "Ya Allah," deriz. İşi ölümüne bir kararlılıkla yapmak istediğimizde, "Allah Allah," deriz. İşi yaparken bir şeyler ters gitmişse, "Fesuphanallah," deriz. İşi nezaketle yaparken, "Estağfurullah," deriz. İşi başarıyla sonuçlandırmışsak, "Maşallah," deriz. İşi başarısızlıkla sonuçlandırmışsak, "Hay Allah," deriz.7 Ne ilginçtir ki, yapılan bazı araştırmalar, Doğu toplumlarının kadercilik anlayışı nedeniyle daha az stres yaşarken, Batı toplumlarmda bireylerin 'hayatımdaki her şeyi kontrol altında tutmalı­ yım' çabasıyla yoğun stres yaşayıp, hayat yorgunu haline geldiklerini göstermiştir. Buna karşın Batı toplumlarının teknolojideki ilerlemesinin altında çevreyi kontrol felsefesi yatar. Batı kültürü, yaşam çevresini kontrol etmek için 'aletler' üretmeye çalışır. Mesela klima cihazını icat ederek, yazın kış havasını, kışın yaz havasını yaşamak ister. Doğu insanı ise doğayı 'olduğu gibi' kabul eder! Batılılar doğayı kontrol etmeye, Doğulular ona uyum sağlamaya çalışır. 39 Başarısızlığa tolerans da Doğu ile Batı kültüründe farklıdır. Doğu kültüründe bir insan başarısız ise 'kısmetinde' olmadığı içindir. Bu yüzden yadırganmaz, hatta 'gariban' diye kutsanır. Batı kültü­ ründe ise başarısızlık o kişinin 'beceriksiz' olduğu anlamına gelir ve o kişinin 'yetersiz' olduğunu düşündürür. Bu yüzden bir Batılının başarısız olduğu için çektiği acı ortalama bir Doğuludan daha fazladır. 'Kısmet' kelimesinin kıymetini bilelim! Dillerinde bu kelimenin olmaması yüzünden AvrupalIlar çok fazla başarısızlık acısı çekiyorlar! "Kamyoncusun dediler, öğrenilmiş çaresizlik teorisinde yer vermediler!" Bir kültürü okumak için bakılması gereken yerlerden birinin kamyon arkası yazıları olduğuna inanırım. Türk şoförlerin kamyon arkası yazıları öğrenilmiş çaresizlik anıtlarıdır. Aşa­ ğıda Türkiye'de yaygın olarak kullanılan bazı kamyon arkası yazıları ve onların öğrenilmiş çaresizlikle ilişkisini bulacaksınız. • Öğrenilmiş çaresizlik genelleştirilmiş önyargılardır: "Düşenin dostu olmaz!" • Öğrenilmiş çaresizlik insanların yaşam enerjisini tüketir: "Bu âlemin insanları bana müsaade!" • Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanların yarışma motivasyonu düşer: "Sataşma baba yorgun!" • Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar başlarına gelene anlam vermekte zorlanır, yaşam şaşkınıdır: "Hayat sen ne çabuk harcadın beni!" • Öğrenilmiş çaresizler, sık sık hak etmedikleri bir hayat yaşamaktan söylenirler: "Zalim dünya aslanı kediye boğdurdun!" • Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar kısa vadede çözüm beklentisinde değillerdir: "Garibin çilesi ölünce biter!" • Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar hayatları üzerinde denetimleri olmadığına inandıklarından, kendilerini, 'havada 40 savrulan yaprak' gibi metaforlarla ifade ederler: "Yaprak dalından kopmuş bir kere, rüzgâra gerek yok!" • Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlarda kolay vazgeçme eğilimi yüksektir: "Yaşamak buysa eğer, bırak üstü kalsın!" • Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanların zihin iklimine egemen olan duygu 'hüzünlü bir veda' halidir: "İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri!" • Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar hayatı arabesk yorumla algıladıkları için, 'sevdi mi tam seven, sildi mi bir kalemde silen', sevgileri de nefretleri de oldukça yoğun insanlardır: "Vur hançeri sineme, bırak yaram kanasın, fazla inme derine, çünkü orada sen varsın!" Kamyon arkası yazılarında reddedilmelere ve acılara rağ­ men, yaşama sevincini kaybetmeyenler de yok değildir: "Gönlünde yer yoksa fark etmez güzelim, ben ayakta da giderim!", "Hasretinden ne lastikler eskittim!" Hayatımız öğrenilmiş çaresizlikler antolojisi Sadece kamyoncularımız mı, hepimizin zihinsel arşiv kayıtlarında farklı farklı öğrenilmiş çaresizlik dersleri mevcuttur. Defalarca denediğimiz ama sonuç alamayıp yenildiğimiz, tekrar bir cesaretle denediğimiz, yine yenildiğimiz, en sonunda denemekten vazgeçtiğimiz ne çok şey vardır. İşte farklı kesimlerden farklı kesitlerle, hayatımızdaki bazı öğrenilmiş çaresizlik halleri... • Yabancı dil kursuna yeni başlamışızdır. Yeni kelimeleri ve kuralları öğrenir, unuturuz. Bir daha ezberleriz, bir daha unuturuz. Sonunda, "Kafama girmiyor," deyip, çaresizlik marşını okumaya başlarız! Bu aşamayı geçenlerin bazıları da ilk bir ayda öğrendiği 100 kelime ile New York Times okumaya kalkar. Hiçbir şey anlamayınca, "Yok, bu iş olmuyor!" diyerek vazgeçer. • Genç çiftimiz yeni evlenmiştir. Kadın hemen kocasını kafasındaki ideal erkek modeline göre yeniden biçimlendirmek için hareke- 41 te geçer! Ona çoraplarını yere atmamasını, ev işlerine yardım etmesini, mutfakta salatadan daha fazlasını yapmasını ve özel günlerinde hediyeler almasını öğretecektir. Defalarca uğraşır, karşısındaki 'taşfırm erkeği'nin direnişiyle sonuç alamaz. Sonunda kadın kaderine küsüp onu 'olduğu gibi' kabul eder! Bazen fazla kilolardan kurtulmuş halimizi hayal eder, sıkı bir rejim kararı alırız. Çoğumuz kararı aldığıyla kalır, hiç başlamaz. Bazılarımız birkaç gün diyet yaparız. Sonuç alamayız. Başka bir diyet deneriz. Yine sonuç alamayız. Sonunda niyetsizliğimizi değil diyetçileri suçlar, "İşe yaramıyorlar, para tuzağı bunlar," deyip eski alışkanlıklarımıza aynen devam ederiz. İşsiz kalınca iş aramaya karar veririz. Yedinci görüşmeden de istediğimiz sonuç çıkmayınca, hemen olayı değiştirilmesi kendi elimizde olmayan makro ekonomik nedenlere bağ­ larız. "Ülkede % 13 işsizlik var! Ekonomi durgun," deriz. Ülkede 2 milyon işsizin olduğu doğrudur ama o gün iki bin kişinin yeni bir iş bulduğu da doğrudur! Üniversite öğrencisi iken harçlığımızı çıkarmak için pazarlamacılık yaparız. Elimize bir ürün verirler, üçüncü, beşinci, on yedinci, "Hayır, almıyorum!" cevabından sonra satıcılık kariyerimiz biter. "Millet bu malı almıyor kardeşim!" Oysa başka bir satıcı, aynı üründen aynı günde çok sayıda satış yapmıştır. Biz yapamadıysak 'yapılamaz'dır, öyle kendi eksiğimizi görebileceğimiz 'performans değerlendirme' gibi ince hesaplara gelemeyiz! Bazen kötü bir alışkanlığımızdan kurtulmak isteriz. Mesela sigarayı bırakmaya karar veririz. Kararımıza uymak için, önce azimle direniriz ama çoğumuz zamanla kendimize yenilir, başa döneriz. Üniversite öğrencisiyken sık sık 'memleketi kurtaracak' bir fikir gelir aklımıza. İdealist bir tavırla fikrimizi yaymaya başlarız. 117. kişinin de, "Boş ver abi ya, memleketi sen mi kurtara- çaksın?" demesiyle, başka bir fikir bulur, onu bırakırız! Oysa Samsun'a çıktığında muhtemelen Mustafa Kemal'e de birileri, "Boş ver abi ya, kaç bin kişi denedi olmadı, bu memleketi sen mi kurtaracaksın!" demişlerdi. • Bazen siyasi 'eylem yaparak 'tavır koymak', aktif bir yurttaş olmak isteriz. Bir gösteriye katılırız, biraz ıslanır, cop yeriz, ikinci, üçüncü gösteriden sonra hiçbir şeyi değiştiremediğimizi görür, pasif hayatımıza geri döneriz. Birisi hakkımızı yer, hakkımızı aramak için mahkemeye gideriz. Mahkeme bir yıl sonrasına gün verir. Hoş geldin öğrenilmiş çaresizlik! • En büyük öğrenilmiş çaresizliğimiz kendi milletimizi 'düzeltme' girişimlerinde defalarca başarısız olup, ''Biz adam olmayız," diye havlu atmamızdır. Türk'ün Türk'ü modernleştirme projesi en büyük öğrenilmiş çaresizlik örneklerimizdendir. • Çoğu kişinin kendi hayatını düzenleme çabası da öğrenilmiş çaresizlikle biter. Her yılbaşında irade gücümüzü daha fazla kullanmaya, hayatı planlı yaşamaya, önce düşünüp sonra harekete geçmeye, öfkelendiğimizde tepki vermeden önce içimizden on üçe kadar saymaya karar veririz. Yalan yok, birkaç kez de aldığımız kararlara uyarız ama bir süre sonra iç disiplinimiz çözülür, kararlarımız unutulur, eski halimize döneriz. Yaşamak istediğimiz hayat bu değil. Yaşamamız gereken hayat da bu değil. Ama maalesef pek çoğumuzun şu anda yaşadığı hayat bu. Böyle yaşamak bizi ne hale getirdi? Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisi içerisinde uzun süre yaşayan insanların ortak davranışları Sırada öğrenilmiş çaresizlik ve atalet kültüründe uzun süre yaşayan insanların davranışlarında göze çarpan bazı karakteristik özellikler var. Bu tespitleri yaparken 'Türk Usulü Başarı’ kitabımı yazarken yaptığım araştırmanın verilerini de kullandım. 43 Türk insanının başarıya ulaşmasına engel olan bazı olumsuz özellikleri ile öğrenmiş çaresizlerin özellikleri arasındaki benzerlikler bakalım dikkatinizi çekecek mi? Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe -girişteki maymun örneğinde olduğu gibi- 'kendi yapamadığım başkalarına da yaptırmama' davranışı çok yaygındır. Aynı şekilde düşündüğünü yapmama (fiziksel atalet) ve yaptığı üzerine düşünmeme (zihinsel atalet) hali sık görülür. Hayatındaki eksik ve yetersizliklerden dolayı başkalarını suçlama eğilimi bir diğer özelliktir. Pozitif yerine negatif düşünme eğilimi baş­ landır. Kişiler bir mum yakmak yerine karanlığa küfretmeyi, çözü­ me dönük düşünmek yerine sorunu köpürtmeyi tercih ederler. Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe kurtarıcı bekleme eğilimi yaygındır. Genç kızları beyaz atlı prens, dindarlan kurtarıcı (mehdi), erkekleri kendisine 'babalık' yapacak politikacı ya da patron bekler. Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe komplo teorilerine dayanan düşünme biçimi yaygındır. Sonuçlara değil, gizli niyetlere bakılarak yorumlar yapılır. Sosyal olaylar akılla analiz edilmez, 'provokasyon' ve 'dış güçlerin oyunu' gibi laflarla açıklanmaya çalışılır. Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe bilimsel düşünmek, ııeden-sonuç ilişkilerine inanmak yerine şansa ve tesadüflere inanma eğilimi fazladır. Bu kültürde insanlar geleceklerini bugün yaptıklarıyla şekillendirdiklerine inanmadıkları için, falcılar gelecek bilimcilerden daha makbuldür. Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmeme anlayışı egemendir. Kendi iradi seçimlerinin sonuç­ larını önemsemezler. İçinde bulunduğu durumun sorumluluğunu, kişisel kararlarına bağlamak yerine kendisi hakkında kaderin ya da başka kişilerin planlarına dayanarak açıklama eğilimi yaygındır. Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe geçmiş merkezli yaşama anlayışı yaygındır. Dikiz aynasına bakarak ileri doğru gidilmeye çalışılır! Geçmiş merkezli yaşamak yüzünden düşmanlıkların süresi daha uzun olur. Ülkeyi canlılar değil, ölüler yönetir! Geleceğe hazırlan­ 44 mak yerine geçmişin problemlerini tartışmak tercih edilir. 50 yıl önce Afrikalılar da Avrupalılar da savaşıyorlardı. Afrikalılar hâlâ 'dedenin kanını yerde koma oğul' anlayışıyla savaşmaya devam ediyor. Avrupalılar ise geçmişi unutmuş, birlikte (AB) geleceği inşa ediyor. Geçmişi ne unut, ne büyüt. Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe başarının kişinin kendi ellerinde olduğuna inanılmaz. Bunun iki sonucu vardır. Birincisi, kişiler yetenek yerine ilişkilerine dayanarak yükselmeye çalışır. Bu da bağımlı başarılara neden olur. İkincisi, başarılı kişiler takdir edilmek yerine kıskançlıkla karşılanır. Başarının şans ve bazı ilişkilerle geldiğine inanıldığı için kişinin onu hak etmediği düşünülür. Öğrenilmiş çaresizlik toplumlarında insanlar enerjilerini gerçekleşmesi kendi ellerinde olan hedeflere harcamazlar. Kendi işlerini iyi yapmak yerine, başkalarının neyi iyi yapamadığını görür, eleş­ tirirler. İnşaat işçileri iyi evler yapmak yerine memleketi kurtarmaya çalışırlar, politikacılar ülkeyi en iyi şekilde yönetmek yerine inşaat işleri yapmaya çalışırlar! Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe günlük konuşmalarda sık sık, "Böyle gelmiş, böyle gider", "Bunu yapsan ne değişecek ki" gibi sınırlayıcı genellemeler kullanılır. Kendini küçük görme, özgüven düşüklüğü ve buna bağlı olarak elinden gelenin en iyisini yapmama eğilimi yüksektir. Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe deneyime dersten daha fazla değer verilir. "Biz babadan böyle gördük" anlayışı egemendir. Yenilik ve öğrenme yerine, mevcut alışkanlıkları tekrarlama eğilimi yaygındır. Babadan öğrenilmiş sınırlayıcı genellemelere sadakatle bağlanılır, akademik çalışmalar 'en iyi yaşayan bilir' denilerek önemsenmez, okulda öğrenilenler küçümsenir. Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe paranoya psikolojisi egemen olduğundan dünya dost-düşman ekseninde algılanır. Tarihten alı­ nan dersler dahi düşmanlık ve intikam doludur. "Bizim bizden başka dostumuz yok" anlayışı egemendir. Korku kültürü egemendir. İnsanları pozitif idealler değil, negatif korkular 'birlik ve beraberlik' içinde tutar. 45 Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe imalı iletişim ve 'karından konuş­ ma' çok yaygındır. Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinde yaşayanlar arasında alınganlık çok yaygındır. Kişiler demek istediklerini açıkça söylemek yerine, "O kendini biliyor," imalarına yönelir, kızına bir şeyler söyleyerek gelinine bir şeyler anlatmaya çalı­ şır. Ahmet Haşim, "Türk söylemez, söylenir," deyişiyle bunu anlatmaya çalışır. Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinde proaktif motivasyon yerine reaktif motivasyon tarzı egemendir. Birçok iş pozitif düşünce gücüyle değil, nefret edilen birinin 'inadına' başarılır. Kişiler, birileri tarafından aşağıladığı için yükselir. Komşuya kızıp ev sahibi olunur. Öfkenin enerjisiyle 'hırs yaparak' başarıya ulaşı­ lır. İçten değil, dıştan motive etmeli insanlar çoğunluktadır. Aynı şekilde iç disiplin değil, dış disiplinle iş görme anlayışı egemendir. Başta çavuş olmadan iş yapılmaz! Eğer bu ülkede yaşıyorsanız, kariyerinizi bu topraklar üzerinde kuruyorsanız, bu 'acı' gerçekleri bilmeli ama teslim olmamalısınız. Bu ülkede hayat 'Türk usulü' çalışıyor. 'Türk usulü iş yapma' ile ilgili yaptığım esprili tespitlere ve bazı 'acı gerçeklerimizi' anlatmama bakıp benim bu ülkeye inanmadığımı düşünürseniz yanılırsınız. Türk, öğren, geliş, güven! Ben bu ülkeye inananlardanım. Yanlışlarımızı söylemem, doğ­ rularımızı görmemi engellemiyor. Ben de bir Türk olduğum için, yaptığım her espri ya da eleştiride kendimi gösteriyorum! Kendi hatalarımıza gülebilmemiz, kendimize güvenimizi gösteriyor. Dünyayı gezdim, kararımı verdim, Türk olmak güzel şey! Ben de sizin gibi inanıyorum ki, Türkiye şu anda dünya liginde gelebileceği en iyi yerde değil. Ataletimizi ve öğrenilmiş çaresizliğimizi yendiğimizde sıralamadaki yerimizin değişeceğine eminim. Biz bu alt sıralara ait değiliz, daha üst liglerde asırlarca yaşadık. Onlarca farklı milleti yüzyıllarca yönettik. Bir kez yapabilen, 46 sanız iyi olur! Beyninizi boşaltın, boş bir arsa, içinde harabe bulunan bir arsadan daha değerlidir! Farkında olmak, her zaman çözüme giden ilk adımdır. Kendi hayatınızı gözlemleyin. Öğrenilmiş çaresizlik yaşayan insanlar arasında mı yaşıyorsunuz? Bu insanları bu duygudan çıkarmak için bu kitabı nasıl kullanabilirsiniz? Onları değiştiremeyecekseniz, kendinize yeni bir yaşam çevresi nasıl kurabilirsiniz? Önce kendi içinizdeki öğrenilmiş çaresizlik virüsünü temizleyin. Sonra da çevrenizdekilerin size 'hayat dersleri' diye kendi öğrenilmiş çaresizliklerini yüklemelerine izin vermeyin. Tanıdıklarınızı ikiye ayırın: Çaresizlik savarlar ve çaresizlik yayarlar! Zamanınızı neyin, niçin yapılamayacağını değil, neyin nasıl yapılabileceğini anlatan insanlarla geçirin. içinde yaşadığınız çevrenin size öğrenilmiş çaresizlik yüklemesine karşı uğraşmaktan bıktıysanız, "Savunmanın en iyi biçimi saldırıdır," diyerek siz onların 'beynini yıkamayı' deneyin. Bu kitabı onların kafasındaki virüsleri temizleme programı olarak kullanabilirsiniz! İçinde yaşadığınız toplumu değiştiremeyebilirsiniz ama birlikte yaşadığınız topluluğu değiştirebilirsiniz. Dünyayı değiştiremeyebilirsiniz ama dünyanızı değiştirebilirsiniz. Kendinize yeni bir yaşam çevresi seçebilirsiniz. Her ruh kendine benzer ruhlarla dünyaya gönderilir. Onu bulması zaman alır ama kişinin çabası ölçüsünde bu süre kısalır. Sizin gibi düşünen, yaşayan, hisseden insanlar var. Onları bulmak için yollar da var. İnsanı istediğine götüren yolların sayısı, gökteki yıldızların sayısı kadardır. Siz yeter ki bu uğurda eyleme geçecek kadar çok isteyin! Çevresindeki öğrenilmiş çaresizlikle yaşayan insanlara rağ­ men büyük işler başarmış çok sayıda 'başarı örneği' var. Çaresizlik derslerine karşı bağışıklık sistemi güçlü bu insanların stratejilerini 'Çaresizliği Öğrenemeyenler' başlıklı bölümde bulabilirsiniz. Şimdi sırada öğrenilmiş çaresizlikle başa çıkma yöntemleri var. 48 bir kez daha yapabilir. Tarihin tahterevallisinde yükselme sırası bir gün tekrar bize gelecek! Galatasaray'ın UEFA kupasını kazandığı maçlarını evimde değil gidip varoş kıraathanelerinde izledim. Yabancılar kar­ şısında elde edilen başarıların psikolojisini 'doğal ortamında' gözlemek istedim. Gördüm ki, Türk insanının içindeki başarılı olma isteğinin şiddeti en büyük sermayemiz. Yükselmek için T.H.Y (Tutku, Hedef, Yetenek) şarttır. Tutkumuz yeterli, şimdi bu tutkuya bir hedef göstermek gerek. Bir de işlerini dünya standardında iyi yapan yetenekte insanlar yetiştirmemiz gerekiyor. Bu rüyaya inanıyorsanız, kendinizi başarılı yapmakla işe başlayın. Türkiye'nin başarısı da sizinle başlar! Son dönemde Türkiye'den sık sık 'dünya çapında' işler başaran insanlar çıkmaya başladı. Başarılı insanlar üzerindeki 'dünya çapında başarılı değilsen, başarılı değilsin' baskısı bile ilerlemenin bir işaretidir. Öğretilmiş çaresizlikten korunma biçimleri Tekrar dönelim çaresizlik psikolojisine. Deneyin ikinci aşamasında çaresizler grubundaki köpeklerin yanma yeni bir köpek gönderilseydi 'eskiler' ona ne derlerdi? "Boşuna kaçmaya çalışma, bu elektrik şokundan kurtuluş yok!'' Öğrenilmiş çaresizliklerini yeni köpeğe hararetle öğretirlerdi. Yeni köpek eskileri değiştirebilir miydi? Zor ama imkânsız değil! Bir Amerikan atasözüdür: "Yaşlı köpeğe yeni numara öğretilmez!" Başarı(sızhk) hakkında yaygın ve yanlış o kadar çok 'batıl inanç' var ki, seminerlerde bile başarı hakkında doğru bilinen yanlışları düzeltmekten yanlış bilinen doğruları anlatmaya zamanım kalmıyor. Öğrenilmiş çaresizliği unutmak zor olduğundan, çaresizliği hiç öğrenmemek en iyisidir. Eğer ileri düzey öğrenilmiş çaresizlik yaşıyorsanız, çaresizlik ve başarısızlık hakkında bildiklerinizi unutun! Hatta hayatın anlamı hakkında bildiklerinizi de unutur- 47 Öğrenilmiş Çaresizlikten Kurtulmak: Başa Çıkmak için Neler Yapmalı? Öğrenilmiş çaresizliğin tedavisi mümkün müdür? Prof. Dr. Martin Seligman Learned Optimism adlı kitabında bunun cevabını veriyor: "Steve Maier'le birlikte öğrenilmiş çaresizlik yaratabileceğimizi bulmuştuk. Peki, bunu tedavi edebilecek miydik? Çaresiz olmayı öğrenmiş bir grup köpeği aldık ve bu zavallı, isteksiz hayvanları kutunun içinde ileri geri götürdük. Bölmeyi (çıtayı) tekrar tekrar aşırttık. Sonunda kendi kendilerine hareket etmeye başladılar ve tam anlamıyla tedavi oldular." Öğrenilmiş çaresizlik yaşayan o köpeklerin çitin öbür tarafına atlamalarını sağlamak için siz ne yapardınız? Öğrendiklerini unutturmayı mı denerdiniz? Diğer köpekleri atlatarak, örneklerle kendilerinin de yapabileceğini mi gösterirdiniz? Çitin öte yanma birkaç kemik (ödül) mi koyardınız? Daha çok elektrik şoku verip 'canlarını acıtarak' (ceza) harekete geçirmeyi mi denerdiniz? 49 Eylemsizlikten dolayı çekilen acının miktarını artırmak bazen işe yarar. İnsanların çoğu bir şey yapmamaktan dolayı çektikleri acı, bir şey yaparken çekeceklerini sandıkları acıdan daha fazla olunca, hemen harekete geçer.8 Kaybetmenin acısı olmasaydı, bazı insanlar sırf kazanmanın zevki için harekete geçmezdi. Belki de köpeklerin 'şefkate' ihtiyacı olduğunu düşünüp, onları gerçekten severek, onlarla oynayarak, onlarla beraber çitin üstünden atlayarak, onları harekete geçirmeyi denerdiniz. Bu çözümler bazı kişilerde bazı oranda işe yarar ama sevgi terapisi çoğu zaman işe yarar. Şimdi gelelim size. Kendinize biraz şefkat göstermekle işe başlamaya ne dersiniz? Şimdiye kadar yaptığınız tüm hatalar ve düş­ tüğünüz sahte çaresizlik durumları için kendinizi bağışlayarak işe başlamaya ne dersiniz? Kitabın devamında bu kadar 'light' önerilerim olmayacak, bunu uygularsanız iyi olur! Öğrenilmiş çaresizlikle başa çıkmanın, yapamayacağını düşündüğü bir şeyi bir insana yaptırmanın yolu, kişiden kişiye değişir. Hatta aynı kişide bile zamanla değişebilir. Bazı insanlar daha önce yapamadıkları bir şeyi şimdi yapabileceklerine inanmak için yeni şeyler öğrmmek ister. Bu insanlara nasıl yapabileceğini en ince detayına kadar mantıklı bir şekilde anlatırsanız, onu yapabileceğine inanır ve yapmayı denerler. Başka bir grup insan analiz(l)e inanır. Engeller ile yeteneklerini karşılaştırmalı analiz edip, 'yapılabilirlik raporu' sunarsanız harekete geçer. Bazıları ise örnek görmek ister. Parmağınızla gösterdiğiniz yönü değil, topuk izlerinizi takip edenlerdir. Söylediğinizi değil, yaptı­ ğınızı öğrenirler. Bu tarz insanlara kendilerine benzeyen birinin bunu yapabildiğini göstermeniz yeterlidir. "Benim gibi biri yaptı, becerdi, ben de yapabilirim," diye düşünerek inanırlar. Başka bir grup insanın ise motivasyonu çevresinin, "Yapabilirsin," demesinden gelir. Bu gruptakiler 'dıştan motivasyonlu' olduklarından, çok sayıda kişi, "Yapabilirsin," dediğinde, gerçekten yapabileceklerine inanırlar. Kemal Sunal'ın 'İnek Şaban' tiple­ 50 mesi çevresinden aldığı onaydan cesaret alarak eyleme geçen insanlara karikatür bir örnektir. Çevresindekiler bıyık altından gülerek, "Yaparsın, aslanım!" dedikçe, o hep aynı şeyi söyler: "Yaparım de mi?" Öğrenilmiş çaresizlik, başarısızlığı yorumlama biçiminden doğar Öğrenilmiş çaresizlik başımıza gelen olayları yorumlama biçimimizden doğar. Aynı durumun iki farklı yorumu, insanı öğrenilmiş çaresizliğe veya öğrenilmiş başarıya götürebilir. İnsanların başlarına gelen aynı olayı nasıl farklı şekilde yorumlayabildiklerini gösteren çok sayıda örnek vardır. Afrika'ya iki ayakkabı pazarlamacısı gönderilir. Hiç kimsenin ayakkabı giymediğini görürler. Kötümser: "Burada hiç kimse ayakkabı giymiyor, ayakkabı satılamaz." İyimser : "Burada hiç kimsenin ayakkabısı yok, herkese ayakkabı satabiliriz!" Öğrenilmiş çaresizliğe düşmeyenlerin bakış açısına güçlü bir örnek Edison perspektifidir. Ünlü mucit, ampulün içindeki teli bulmak için yaptığı denemelerde yüzlerce kez başarısız olduğunda, başarısızlığını 'başarıya götürmeyen yolları elemek' olarak görüp, "Her denememde başarısız olmaya götüren bir yol buluyorum," diyebilmiştir. Edison felsefesine göre, başarısızlığa götüren bütün yollar bitince geriye başarıya giden yol kalır! Öğrenilmiş çaresizliği bir bilgisayar programına benzetebiliriz. Beyninize yüklendiğinde ondan sonra, yüklenen tüm yeni programları ve yapılan tüm işlemleri yavaşlatan bir iç program. Bu programın en kritik fonksiyonu başımıza gelen olaylara verdi­ ğimiz tepkileri etkilemesidir. 51 Başarısızlığı nasıl yorumlarsak öğrenilmiş çaresizlik yaşamaktan kendimizi koruyabiliriz? Ders alınmış bir başarısızlık, başarıdan daha fazla işe yarayabilir. Peki başarısızlığı nasıl yorumlarsak, ondan bizi başarıya götü­ ren dersler çıkarabiliriz? Başarısızlığı nasıl yorumlarsak öğrenilmiş çaresizlik yaşamaktan kendimizi koruyabiliriz? Başarısız olmamız değil, başarısızlığımıza yüklediğimiz anlam önemlidir. Başarısızlığımıza kendimizce bulduğumuz nedenler, bir sonraki defa benzer durumda ne yapacağımızı belirler. Hayatta bir insanın başına gelebilecek çeşitli başarısızlık örneklerini bir düşünün. Latin danslarına gittiniz ama gösterilen hiçbir hareketi yapamadınız! Halı saha maçında çok güzel bir gol pozisyonunu kaçırdınız! Çok çalışmanıza rağmen matematikten sınıfta kaldınız! İş mülakatında kendinizle ilgili bir soruya çok aptalca cevap verdiniz! Sizi istemeye gelenlerin üzerine kahve döktünüz! Milletvekili yeminini ederken 18 kere okuduklarınızı karıştırdınız! Büyük bir çuvallamadan sonra yaptığımız ilk iş ona bir açıklama getirmektir. Bu açıklamaları önce kendimize yapar, sonra kabul edilebilir olanları başkalarına da söyleriz! Ne gibi açıklamalardır bunlar? 1. Ben aptalın tekiyim. 2. O gün çok şanssızdım. 3. Başkaları bana tuzak kurduğu için olmadı. 4. Başka işlerde iyiyim ama bu işten anlamıyorum. 5. Özenmedim, olmadı. 6. Bir anlık dikkatsizliğime geldi. 7. Eğitimini almadan yaptım, olmadı. Bu açıklamaların oluşturulma biçimi, öğrenilmiş çaresizlik kavramını bulan Martin Seligman ve arkadaşları tarafından çeşitli kriterlerle analiz edilmiştir. Bu kriterleri temel alarak, yaşadığımız bir başarısızlığı 4 soruyla yorumlayabiliriz. 52 1. Süreklilik: Geçici mi, kalıcı mı? 2. Kişisellik: Bireysel mi, evrensel mi? 3. Kapsam: Lokal mi, global mi? 4. Kaynak: İçsel mi, dışsal mı? Süreklilik: Geçici mi, kalıcı mı? Başımıza gelen başarısızlığı yorumlarken birinci önemli nokta, bu durumun geçici mi, yoksa kalıcı mı olduğunu düşündüğü- müzdür. Kendimize sorarız: "Her zaman mı yapamam, yoksa bu defalık mı yapamadım?" Araştırma bulgularına göre, kişi başarısızlığını ya da engellenmişliğini geçici olarak görüyorsa, kalıcı olarak görenlere göre daha az olumsuz etkilenmektedir. "Bu defa yapamadım ama geçmişte yapmıştım, gelecekte daha iyisini yapabilirim," demek doğrudur. Bir atış basket olmadıysa, "Bu atışta anlık psikolojim nedeniyle başarısız oldum, bir sonraki denememde yaparım," diye düşünmek kişiyi öğrenilmiş çaresizlikten korur. "Ben hep kötü basket atarım zaten," ise öğrenilmiş çaresizliğe kesilmiş bilettir. Depresyona yatkın kişiler, başarısızlığın sürekli olduğunu düşünürler. Kişisellik: Bireysel mi, evrensel mi? İkinci önemli nokta, başarısız olduğumuz işi sadece kendimizin mi yoksa herkesin mi yapamadığıdır. Bir işte başarısız olunca hemen kendimize sorarız: "Bunu sadece ben mi başaramıyorum, yoksa herkes mi yapamıyor?" Araştırma sonuçlarına göre, kişi eğer başarısız olduğu şeyi sadece kendisinin başaramadığını düşünüyorsa özgüvenini kaybedip derin bunalıma girebiliyorken, başkalarının da yapamadığını gördüğünde kendisine olan saygısını ve güvenini koruyabilmektedir. Herkesin kaldığı bir matematik sınavında kalan üzülse de kendini aşağılanmış hissetmez. 53 Öğrenilmiş çaresizlik araştırmacılarına göre, çocuğu kanser olan bir baba onu iyileştirmek için her yolu dener ama sonunda çocuğu iyileşemez ve ölür. Bu baba üzülür ama özsaygısını kaybetmez, çünkü kansere kimse çare bulamamıştır. Bu tür çaresizliklere evrensel çaresizlik denmektedir. Hiç kimsenin yapamadığı bir şeyi başaramamış olmak evrensel çaresizlik halidir ve insanın özgüvenine olumsuz etkisi daha düşüktür. Başka insanların yapabildiğini yapamamış olmak kişisel çaresizliktir ve insanın kendisine olan saygısını ve özgüvenini kaybetmesine, depresyona girmesine neden olur. 'Evde kalmak' neden kötüdür? Başkaları evlenebildiği için! Kapsam: Lokal mi, global mi? Başarısızlığı yorumlamada üçüncü önemli nokta, sadece bir noktada mı yoksa her alanda mı başarısız olduğumuzu düşündü- ğümüzdür. Bir işte başarısız olunca kendimize sorarız: "Sadece bu işte/durumda mı başarısızım, yoksa her işte mi başarısızım?" Başarısız olunan durumun ne kadar 'genellendiği' çok önemlidir. İnsanlar başarısızlıklarını çok büyütürse başarıdan gözleri korkubiler. Attığınız top basket olmadıysa, bu başarısızlığınızı nasıl yorumlayabilirsiniz? Küçükten büyüğe doğru abartılı yorumlama şekilleri: "Bu atışım kötüydü", "Bugün iyi oynayamıyorum", "Basketbolda iyi değilim", "Hayatta hiçbir şeyde iyi değilim", "Ben aslında aptalın biriyim", "Ben bu dünyada fazlalık biriyim". Bir durumda başarısız oldunuz diye onu genelleyip başarısızlığı, kaybeden olmayı bir kimlik olarak benimserseniz bu, kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşebilir. Kaynak: İçsel mi, dışsal mı? Başımıza gelen bir başarısızlığı yorumlamada dördüncü önemli kriter, başarısızlığın kaynağını içimizde mi yoksa dışımızda mı aradığımızdır. Başarısızlık halinde hemen düşünmeye baş­ larız: "İçten kaynaklanan (elimde olan) nedenlerden dolayı mı yoksa 54 dıştan kaynaklanan (elimde olmayan) nedenlerden dolayı mı başarısız oldum?" Şans, sonucu etkileyen ama kontrolü bizde olmayan bir dış faktördür. Çalışma ise sonucu etkileyen ve kontrolü bizde olan bir iç nedendir. Dış faktörler kendi ellerimizde değildir ama iç faktörler kendi ellerimizdedir. Başarısız olduğumuz bir durumu kendimize ya da başkalarına açıklarken iç nedenlere mi yoksa dış nedenlere mi bağladığımız çok önemlidir. Mesela attığınız top basket olmadıysa önünüzde iki şık var: 1. "Top girmedi," (şanssızlık) diyerek dış faktörleri suçlayabilirsiniz. 2. "Ben atamadım," diyerek (yeteneksizlik) kendinize bağ­ layabilirsiniz. Bazı insanlar her başarısızlıkta dış faktörleri suçlar. En büyük rakiplerine yenilince, 'saha çamurluydu', 'hakem kötüydü', 'rüzgâr karşıdan esiyordu' edebiyatı yapan takımlar bu gruba örnektir. Böyle düşünenler kendi yetersizliklerini göremediklerinden kendilerini de geliştiremezler. İkinci bir grup ise her olumsuz sonuçta kendini suçlar. Dikkat edin, "Kendi sorumluluğunu görür," demiyorum, kendisini suç­ lar. "Ben aptalım," der. "Bizim takımdan bir şey olmaz," der. Böyle düşünenler de her başarısızlıktan sonra ağır bunalıma girer, uzun süre kendine gelemez, başarısızlıktan ders alıp onu başarıya çeviremez. İdeal durum nedir? Başkalarını da kendini de suçlamadan, sonucun nasıl ortaya çıktığını akılla analiz etmek ve bir sonraki teşebbüste başarısız olmamak için neler yapmak gerektiğini konuşarak işe başlamak gerekir. Sürekli çevrenizi suçlamanız kişisel eksikliklerinizi ve başınıza gelene katkınızı görmenizi engeller. 'Dış güçleri' suçlayarak başarısızlıklarınızı kendinizden bile gizleyebilirsiniz ama bu sizi başarılı yapmaz! Şunu unutmayın, başkasını iyi suçlayabildiğiniz ölçüde hızlı yükselebileceğiniz bir tek kariyer vardır: Muhalefet partisi liderliği! 55 Kendinizi ve başkalarını suçlamadan sorumluluk almayı öğrenmelisiniz. Öteki türlü önünüzde iki yol var: 1. Başarısız olur, bundan çevrenizi suçlar, ruhunuzu rahatlatır, ama başarı­ sız kalmaya devam edersiniz. 2. Başarısız olur, bundan kendinizi suçlar, bunalıma girer, başarısız kalmaya devam edersiniz. Her başarıda ve her başarısızlık durumunda dört soru sorulabilir: Neyi doğru yaptık? Neyi yanlış yaptık? Neyi yapmamız gerektiği halde yapmadık? Neyi yapmamamız gerektiği halde yaptık? Garantili bir şekilde bunalıma girip başarısız olmanın yolları! Şimdi bu kriterleri toplu olarak ele alalım ve 'garantili bir şekilde başarısız olmak' için başımıza gelenleri nasıl yorumlamamız gerektiğini belirleyelim. Aşağıda önereceğim yolu kullananlar 'bonus' olarak, başkalarını bunalıma sokma imkânı da kazanacaktır! Yorum biçimi bir seçimdir. İster depresyonu seçersiniz, ister motivasyonu. Garantili bunalım için, istediğiniz sonucu alamadığınız her denemenizi, "Ben hiçbir şeyi beceremem zaten," diye kendinize açıklayabilirsiniz! Böylece başarısızlığı geçici değil kalıcı, dışsal değil içsel, değişebilir değil değişmez nedenlere bağlayarak kendinizi başarıya bloke edersiniz. Garantili bir şekilde bunalıma girmek için maruz kaldığınız kötü durumun açıklamasını kendinize geçici değil sürekli, herkesin başına gelen değil sadece sizin başınıza gelen, hayatınızın bir alanında değil her alanında geçerli olan, dıştan değil içten kaynaklanan bir tarzda yapın. Bu yorum biçimi çaresizliği dibine kadar yaşamanızı sağlayacaktır. İnsanlar seçtikleri bu yorum biçimine göre iyimser ya da kötümser olarak tanımlanırlar. Atışı basket olmayınca, "Bugün çok şanssızım," diyen kişi, başarısızlığı dışsal (şans) ve değişebilir bir duruma bağlamıştır. Bu iyimser yorum tarzıdır. "Çalış­ madım, olmadı," deseydi, gene içsel (çaba) ve değişebilir bir nedene bağlamış olurdu. Bu da iyimser bir yorumdur. 56 Bir atış basket olmayınca, atışı kaçıran kişi, "Ben beceriksizin tekiyim, zaten hiçbir işi başaramıyorum, yaşlandığımda da başarısız biri olarak evimdeki köpek tarafından yenmiş halde bulunacağım!" derse bu kötümser yorum tarzıdır. Başımıza gelen olayların bir kısmı bizim kontrolümüzde değildir ama o olayları yorumlama biçimimize dikkat ederek o olayın kendimiz üzerindeki etkisini yönetmek elimizdedir. Öğrenilmiş çaresizlik belli bir tarzda düşünmenin sonucudur, bu yüzden ancak düşünme biçimi değiştirilerek ortadan kaldırılabilir. Öğrenilmiş çaresizliği üreten düşünme biçimini (paradigma) görmek, ondan kurtulmanın ilk adımıdır. Şimdi bu teknikleri kullanma zamanı. Geçmişte yaşadığınız çaresizlik durumlarını bu yeni öğrendikleriniz ışığında yeniden yorumlamaya ne dersiniz? Eğer gelecekte öğrenilmiş çaresizlik yaşayabileceğiniz bir durumla karşılaşırsanız, eminim yapaca­ ğınız iç yorumların farkında olacaksınız. Olumsuz iç konuşmayı yönetmek Öğrenilmiş çaresizlik en çok kendi kendimizle kurduğumuz iç iletişime (iç konuşma) bağlıdır. Her insan kendi kendisiyle konu­ şur. Bu yolla başına gelenleri yorumlar. Mesela, "Kendi kendime dedim ki," derken bir iç konuşmamızdan alıntı yaparız. Şu anda içinizden, "Ben deli miyim ki, kendi kendime konuşayım," diyorsanız, üzgünüm ama yakalandınız, işte bu bir iç konuşma! Şimdi de, içinizden, "Güzel espriydi," dediyseniz bu da bir iç konuşma! İçinizden, "Bak, gene bildi!" dediyseniz bu da bir iç konuşma! "Bakalım bunu daha nereye kadar uzatabilecek?" diye düşündüyseniz bu da bir iç konuşma! Şu anda iç konuşma yoluyla düşünü­ yor, size yaptığım 'akıl okuma' şakasını yorumluyorsunuz. Sokrat, "Düşünmek, ruhun kendi kendisiyle konuşmasıdır," der. İç konuşmalarımızla kendimizi motive edip güçlendirebileceğimiz gibi, zihnimizde çaresizliğin örümcek ağlarını da örebiliriz. Araştırmalara göre aklımızdan günde ortalama 60.000 ile 80.000 ara­ 57 sında düşünce geçmektedir. Başka bir araştırmada iç konuşmaları­ mızın % 75'inin kötümser, üzüntü verici, güçsüzleştirici olduğu bulunmuştur. Bunun anlamı, içimizden konuşuruz ama bir derdimiz olduğunda! Aynı olayları yaşayan kişilerden öğrenilmiş çaresizliğe yatkın olanların hemen olumsuz sonuçlara teslim olduğu, diğer bir grubun ise aynı şartlarda ve aynı sayıda başarısızlığa rağmen direnmeye, denemeye devam ettiği gözlenmiştir. Farkı yaratan iç konuşmalarıdır. Peki iç konuşmalar arasmdaki farkı yaratan faktör nedir? Kişilik, geçmiş deneyimler, anlık psikoloji, beklentiler, vs. İç konuşmayı yönetmek için birkaç teknik anlatmak istiyorum. 1. Bir düşünceyi içinizden beşten fazla tekrarladığınızda beyin onu gerçek olarak algılar. Kendinize kırk kez, "Deliyim," derseniz, gerçekten delirebilirsiniz! Olumsuz iç konuş­ maları kafanızın içinde çok tekrarlamayın. Kendinizle konuşmanıza engel olamıyorsanız gidip başkalarıyla, konuyla ilgisiz şeyler konuşabilirsiniz! Dış konuşma yaptığınızda olumsuz iç konuşma yapamazsınız. 2. Bir düşünceyi içinizden çok duygusal bir ses tonuyla söylerseniz, beyin daha az tekrarda, daha kolay inanır. "Ben aptalım" ya da "Kesin olmayacak" gibi negatif ve sınırlayıcı düşüncelerinizi 'buğulu' bir ses tonuyla içinizden çok sık tekrarlamayın! Bu tür cümlelerinizle gücünüzü bağladı­ ğınızın farkında olun. Aptalsanız bırakın bunu başkaları söylesin. Bir karar verin, kimden yanasınız? 3. İç konuşma yaparken bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma yanlışına çok düşülür. Arkadaşımız randevumuza biraz geç gelince, onu beklerken hemen bunu niye yaptığına dair iç konuşmaya başlarız. Cep telefonu kapalıdır, niye geciktiği hakkında bilgimiz yoktur ama niye gelmediğine dair fikir üretmede çok cesur davranırız. Bizi önemsememesine bağ­ larız oysa kaza geçirmiştir ya da tersine kaza geçirdi sanı­ 58 rız; önemsemediği için gelmemiştir. Zihnimizde kendi kendimize varsayımlar kurar, kendi kendimize inanırız. Kendi akıl oyunlarımıza kanarız. Başımıza geleni içimizde olana göre yorumlarız. Bilgi sahibi değilseniz, fikir üretmeye çalışıp aklınızı boşuna yormayın. Uğur Mumcu'nun deyişiyle, "Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın." İçimizdeki çaresizlik çemberleri nasıl çalışır? Öğrenilmiş çaresizliğin 'içimizdeki mekanizması' nasıl çalı­ şır? Önce başımıza bir olay gelir. Bu olayın içinde aşamadığımız bazı engellerle karşılaşırız. Böyle bir durumda hemen içimizden konuşarak olayı yorumlamaya başlarız. Kendimize, "Ne yaparsam yapayım bunların üstesinden gelemeyeceğim," gibi şeyler söyleriz. Bu iç konuşma bizde çaresizlik, üzüntü, bitkinlik gibi duygusal durumlar oluşturur. Bu duygusal durumdan doğan davranış ise eylemsizliktir. Olay: Köpekbalığı küçük balığı yemeyi deniyor ama kafasını cama çarpıp şaşkınlık içinde kalıyor. Yorum şekli: (Tahmini kurgu) "Karşımdaki balığı her yemeye çalıştığımda bir şey kafama çarpıyor. Ne yapsam olmuyor." Duygusal durum: Çaresizlik, isteksizlik, umutsuzluk, başarı­ sızlık hissi. Davranış: Eylemsizlik! Atalet halinde yaşamak. Olay: Köpeklerin ayaklarına elektrik şoku veriliyor. Yorum şekli: (Tahmini kurgu) "Ayağım yanıyor, hemen kaç­ mam lazım! Gene yandı, Ahh bir daha! Kaçsam da, dursam da fayda etmiyor! En iyisi şöyle çömelip yatayım. Anne sözü dinleyip akademik kariyer yapmayacaktım!" Duygusal durum: Çaresizlik, içe dönme, duygusallaşma, gerginlik. Davranış: Başlangıçta kaçmaya ya da saldırmaya çalışma. Sonrasında hiçbir şey yapmayıp yatmak. Atalet halinde yaşamak. 59 Olaylara verdiğiniz anlam her şeydir. Başımıza gelen olayı biz seçemeyiz ama olayları yorumlama şeklimizi biz seçebiliriz. Kaderimizi kontrol altında tutabilme noktamız burasıdır. Evrenin bizim üzerimizdeki etkisini burada seçebiliriz. Özgür irademiz ve seçimlerimiz bu noktada kendini gösterir. Algılarımızın pasaport kontrol noktası burasıdır. Öğrenilmiş çaresizlikle baş etmenin diğer yolları Öğrenilmiş çaresizlikle başa çıkmanın önündeki en büyük engel onun farkında olmamaktır. Balıklar nasıl içinde yüzdükleri suyu göremiyorsa, pireler nasıl kafalarını çarptıkları camı göremiyorlarsa, insanlar da kafalarının içindeki öğrenilmiş çaresizlik paradigmasını kendi başlarına göremiyorlar. Öğrenilmiş çaresizlik ve atalet halinin içimizde oluşma şeklini anlamak, onunla başa çıkmanın da ilk adımıdır. Bu kitap size hiçbir çözüm göstermeseydi bile, sorununuzu teşhis etmenizi sağladığı için, sizi çözüm yolunun yarısına kadar getirmiş olurdu. Artık çaresizlik yaşadığınızda bunun 'farkında' olacaksınız. Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisini tanıyorsunuz. Beyninize yerleşirken onu yakalayabilir, yılanın başını küçükken ezebilirsiniz! Daha önce bilmediklerini öğrenen bir beyin, yeni bir düzeye gelmiştir ve ilk baştaki kör noktasına geri gitmez. Bilinciniz hâlâ bu kitabı elinize ilk aldığınız noktada mı? Buraya kadar okuyarak geldiyseniz şüphesiz hayır! Öğrenilmiş çaresizlik, atalet hali ve başarısızlık psikolojisi hakkında bilinçlendiniz. Bu sizi yeni bir algı düzeyine getirdi. Artık sorunu nasıl çözeceğinizi biliyorsunuz, şimdi önünüzde iki şık var: Çözmeyi tercih etmek ya da etmemek. İlk gençlik yıllarımda ben de milyonlarca insan gibi, neyi yapıp neyi yapamayacağıma tahminlerle karar veriyordum. Bazı şeyleri yapabileceğime inanıyordum, bazılarına ise inanmıyor­ 60 dum ama iki durumda da bilgim yoktu. Artık inançlarımla değil bilgilerimle hareket ediyorum. Neyi yapabileceğimi, neyi yapamayacağımı, hedeflerimi ve isteklerimi, güçlü yanlarımı ve zayıf yanlarımı, kişilik özelliklerimi ve yetenek yelpazemi net olarak biliyorum. Kendimi iyice öğrendim! Bu da neyi yapıp neyi yapamayacağımı çok çabuk görebilmemi sağlıyor. Siz de kendinizi tanıyarak, aynı tarzı kullanabilirsiniz. Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar başarısızlığa uğradıkları alanlarda kendilerini geliştirmeye de kapalı olurlar. "Dün yapamasam da bugün kendimi geliştirerek yapabilir hale gelirim," diye düşünemezler. Bir işi yapmanız gerekiyor ancak yapamayaca­ ğınızı düşünüyorsanız, "Onun nasıl yapılacağını öğrenirsem, ben de yapabilirim," diye düşünün. Buraya kadar anlatılan öğrenilmiş çaresizlik öykülerinden, 'yapamam' inancının aslında çoğu kez geçersiz olduğunu ve insanı ne kadar gülünç duruma düşürdüğünü görmüş olmalı­ sınız. Fark etmiş olduğunuz gibi, öğrenilmiş çaresizlik psikolojik ofsayt pozisyonuna düşmektir. İnsanlar aptal durumuna düşmemek için başarısız oldukları şeyleri daha sonra denemezler. Oysa sonraki denemede şartlar değişmiştir ve bu yüzden deneylerdeki hayvanların yaptığı gibi, denedikleri için değil, denemedikleri için aptal durumuna düşerler. Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinin en komik bulduğum yanı budur. The Health Center'in öğrenilmiş çaresizlikle ilgili bir raporunda içimizdeki 'ezik' çocuğa dikkat çekiliyor: "Öğrenilmiş çaresizliğin temelinde incinmiş bir çocukluk vardır. Ancak içinizdeki bu incinmiş çocuk, bugünkü duygusal problemlerinizi çözebilecek donanımda değildir. Hatta sizin daha fazla incinmenize neden olabilmektedir. Bu konuda atılabilecek ilk adım, olaylara verdiğiniz reaksiyonların mantığınız tarafından kontrol edilmesini sağlamaktır." Aynı raporda sınırlayıcı kişisel tabuların gücü vurgulanıyor. "Kendinizle ilgili olumsuz yargılayıcı ifadelerden uzak durun. 61 'Ben çok popüler biri değilimdir', 'Ben biraz utangacımdır', 'Kompozisyon yeteneğim iyi değildir' gibi kişisel tabuların çoğu uzun vadede değiştirilebilir şeylerdir. Kendinizin bilinç sahibi bir varlık olarak denek hayvanlarından farklı olduğunu unutmayın. Onlar öğrenilmiş çaresizliğin ne olduğunu öğrenemezler bile!"9 Öğrenilmiş çaresizlikte iç yorumlar kadar çevreden alınan dış tepkiler de önemlidir. Çevrenin bir başarısızlık durumunda gösterdiği hatalı tepkiler insanda çaresizlik psikolojisi oluşturabilir. Başarısız olunca çok aşağılanan insanlar, bir daha başarıyı denemeye korkacaktır. Anne, baba ve öğretmenlerin çocukların hata ve başarısızlıkları karşısında gösterdiği tavırlar bu nedenle çok önemlidir. "Çocuğun başarısızlığına gösterilen hatalı tepkiler, onda yetersizlik duygusu ve öğrenilmiş çaresizlik psikolojisi oluşturur. Bu tür çocuklar derslerde başarılı olamayacaklarına inanıp, ders çalışmayı bırakırlar. Bununla da kalmaz, kendilerini fark ettirmek için okulun en yaramazı olarak sivrilmeyi seçebilirler. Aynı durum yetiş­ kinlerde suça yönelme şeklinde kendini gösterir."10 Çocukların başarısızlıklarına karşı daha pozitif olun. Çocuğunuzun yanlış­ larını değil, doğrularını yakalamaya çalışın. Andre Maurois'e göre, "Başarısızlık ve felaketlere rağmen, hayata karşı güvenlerini koruyabilen iyimser insanlar, daha çok iyi bir anne tarafından büyü­ tülmüş olanlardır." Öğrenilmiş çaresizlikle başa çıkmakta kendi potansiyeline inanmak, "daha iyisini yapabilirim" diye düşünebilmek de çok önemlidir. Gelebileceğiniz en iyi yer bulunduğunuz yer değildir. Siz de büyüyebilirsiniz. Sizde sandığınızdan fazlası var. Sizde kendinizden fazlası var. Siz şimdiye kadar yaptıklarınızdan ibaret değilsiniz. En iyi halinizi keşfedip yaşamaya başladığınızda, her şey daha güzel olacak! Başarısızlıktan çok korkuyorsanız iki katı daha fazla hazırlık yapın. Başarısızlık kaygısı yetersiz hazırlıktan doğar. Başarısızlık korkusunu yenmek için, başarısızlığa ihtimal vermeyecek kadar 62 başarıya hazır olmak gerekir. Tersinden düşünürsek, başarıya yeterince hazırlanmadıysanız, başarısız olmaya hazırsınız demektir! Zihinsel arşiv kayıtlarınızı yeniden düzenleyin. Geçmişte başarı­ sız olduğunuz bir durum ile şu anda karşınızda olan bir durum birbirine benziyor diye hemen başarısız olacağınızı düşünmek, Temel'in 50 metre ileride muz gördüğünde, "Yine ayağım kayacak, düşeceğim," demesine benzer. Geçmişteki başarısızlıkları­ nıza odaklanarak değil, gelecekteki muhtemel başarılarınıza odaklanarak yaşayın. Dikiz aynasına bakarak ilerlemeye çalışmayın. Gözlerimiz geçmişe takılıp kalmayalım diye ensemizde değil yiizü- müzdedir. Ofisimdeki panomdan bir söz: "Geçmişten ders al, bugün için çalış, gelecek için hayal kur!" "Amaçlar her zaman bir beden büyük olmalıdır ki ona göre gelişelim," der Josie Bisset. Hayallerinizi bir beden büyütmekle işe başlayın. Hayallerimiz çocukluk elbiselerimize benzer, gerçek bedenimizden bir boy büyük olmalıdır ki, onun içini dolduracak şekilde büyüyelim. Ayrıca büyük boy hayaller insanı daha zengin gösterir! Büyük boy hayalin bir yararı daha vardır, hayalleriniz suya düşüp çektiğinde, ruhunuzu sıkmaz! Öğrenilmiş çaresizlik aklı dondurur ama insan bilinçli bir şekilde karar vererek aklını çalıştırmaya devam edebilir. Aklı­ nıza güvenin. Sürekli yeni şeyler öğrenin. Önce düşünün sonra yapın. En sonunda da yaptığınız üzerine bir daha düşünün! Aklınızı tam kapasite kullanmamaktan dolayı girdiğiniz çaresizlik durumundan, aklınızı kullanarak çıkabilirsiniz. Kendinizi öğrenilmiş çaresizlikten korumak ve kurtarmak için kendi özgün yaklaşımlarınızı da geliştirebilmelisiniz. Mesela bir şeyi denediniz ama olmadıysa, cep telefonundan birini aradığınızı ve aradığınız kişinin cebinin kapalı olduğunu, ama bir gün açılacağını düşünebilirsiniz. "Aradığınız sonuca şu anda ulaşılamıyor. Sizi istediğinize ulaştıracak ihtimal geçici olarak servis dışı olmuştur. Hemen bunalıma girmeyip, lütfen daha sonra tekrar deneyin!" 63 Ya da kendinizi kitabın girişindeki köpekbalığmm yerine koyun: "Kader üzerimde öğrenilmiş çaresizlik deneyleri yapıyor! Denemeye devam edersem, bunlar camı hiç kaldırmayacaklar. En iyisi istemiyormuş gibi yapıp, aniden saldırmak!" Bir hedefe giden yol, gökteki yıldızların sayısı kadardır Bu kitaptan alınacak tek ders, "Sonuç almak için, ne kadar sürerse sürsün aynı yolu ısrarla deneyin," değildir. Bir kapıyı kırk kez çaldığınızda açılmadıysa, diğer kırk kapıyı birer kez çalın. Kararlılık çok şeydir ama her şey değildir. Esneklik gösterin. Aynı yöndeki yeni yolları arayın. İster sevgili ararken, ister teflon tava pazarlarken denemelerinizde hedefinize ulaşamıyorsanız önünüzde dört yol vardır. 1. Aynı kişiye aynı şekilde yaklaşarak bir daha denersiniz. 2. Aynı kişiye farklı şekillerde yaklaşarak bir daha denersiniz. 3. Farklı kişilere aynı şekilde yaklaşabilirsiniz. 4. Farklı kişilere farklı şekillerde yaklaşabilirsiniz. Birinci yol, ısrar yani kararlılık yoludur. Bazen işe yarar bazen yaramaz. İkinci yol, yenilikçi olmaktır. Hedef aym, yaklaşım farklıdır. Üçüncü yolda, yaklaşım aynı hedef farklıdır. Dördüncüde hedef de yaklaşım da farklıdır. En yüksek esneklik bu yoldadır. Esneklik, sonuç almak için diğer seçenekleri yoklamaktır. Esnek olabilmek yaratıcı düşünmeye bağlıdır. Her zaman aklınıza gelmeyen ama sizi amacınıza götürebilecek bir yol vardır. Yaratıcılık, bu yolu bulmaktır. İşe yaramayan her deneme sizin bir noktadaki eksikliğinizi gösterir. Yaşadığınız her başarısızlık, eğer onu doğru okursanız, size kendinizi hangi noktada geliştirmeniz gerektiğini gösterir. Sadece kararlı olmakla her şeyi halletmeye çalışmak yerine, sonuca etki 64 eden her unsurla tek tek ilgilenin. Ürün bilgisi zayıf, kişisel imajı kötü, sattığı mal bozuk bir satıcı istediği kadar ısrar etsin, kararlı olsun, başarısız denemelerden yılmasın sonuç fazla değişmeyecektir. Bir kere denediniz ama sonuç olumsuz, kişisel imajınızı değiştirip tekrar deneyin. Tekrar denediniz, gene olmadı, ürün bilginizi geliştirip tekrar deneyin. Tekrar denediniz gene olmadı, bu defa ürün sunuş şeklinizi değiştirip tekrar deneyin. Gene mi olmadı? Sattığınız ürünü ve şirketi değiştirip tekrar deneyin. Kendinizi, ürününüzü, şirketinizi, satış tarzınızı değiştirdiniz gene mi olmadı? Sizin ruhunuz satıcılığa uygun değil, karakteriniz ile kariyeriniz uyuşmuyor, başka bir iş bakın! İlla ki, satış alanında kariyer yapacağım diyorsanız, en iyisi gidip üniversitede pazarlama profesörü olun! Öğrenilmiş çaresizliğe Türk usulü çözümler Bazı insanlar her şeyin 'milli'sini sever. Müessesemizde 'okur memnuniyeti' esas olduğu için, öğrenilmiş çaresizliğe Türk usulü çözümleri de araştırdım. Yalnız bu çözümler öğrenilmiş çaresizlikten çıkmayı sağlamıyor, onunla birlikte nasıl mutlu mesut yaşanacağını gösteriyor! İnsanlar öğrenilmiş çaresizlik içinde uzun süre yaşayınca, onu normalleştirmenin kendince yollarını üretirler. Hayallerine göre yaşayamayan insanlar, gerçeklerini kendilerine öyle teorilerle açıklarlar ki, kaybetmenin acısını kendi içlerinde daha hafif yaşarlar. Tespit edebildiğim kadarıyla yurdum insanının öğrenilmiş çaresizlik içinde huzurla yaşamak için bulduğu 6 eşsiz yol bulunmaktadır. 1. Suç ortaklığı sistemi. Prof. Dr. Mehmet Altan'a göre Doğu toplumlarında bireyler Batılılardan farklı olarak karar alırken çevresine danışır, böylece başarısızlık durumunda 65 suçluluk duygusu yaşamaz. Ortak başarısızlık olur! Birey iç ve dış saygınlığını korur. İstişare' edin, çevreniz de suç ortağı olsun! 2. Mazeret dayanışması. Malum ülkemizde, "Sen benim mazeretimi hoş gör, ben de senin mazeretini," anlayışı yaygındır. Açıklamalara, mazeretlere, özürlere gösterilen hoşgörü Batı toplumuna göre daha fazladır. Başarı­ sız ama mazeret sahibi insanlara gösterdiğiniz hoşgörü, ileride sizin başarısızlıklarınızın görmezden gelinmesini sağlayacaktır! Başarısız ama huzurlu yaşamanın yolu, başkalarının başarısızlıklarını görmezden gelmekten geçer. 3. Dert yarıştırma. Yurdum insanının beni en çok şaşırtan tarafı, problemlerini çözmekten daha çok, problemleri üzerine konuşmayı (dertleşmek) sevmesidir. Bu garip dert yarıştırma hali yaygın bir yerel terapi geleneğidir. Arabesk müzikte, "Senin derdin dert midir/benim derdim yanında/ böyle dert gördün mü/söyle sen hayatında," şeklinde ifadesini bulur. Dertleşme davranışı, "Demek ki herkes dertli, o zaman ben de normalim," diyebilmek için yapılır. Dertleşme süreci sonunda oluşan, "Herkes başarısız, ben de başarısızım, demek ki ben normalim!" duygusu, insanı çaresiz ama huzurlu yapar! 4. Gariban yücelticilik: Türk kültürü kaybedenleri kazananlardan daha fazla yücelten nadir toplumlardandır. Garibanlar bu ülkenin kutsal çocuklarıdır. Türk filmlerinde gariban kötü adam yoktur, çünkü gariban kötülük yapsa da onun garibanlığı yanlışını aklar. Garibanlık öyle güçlü bir doğrudur ki, kırk yanlışı götürür! Bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük ideolojik hareketi 'garibanizm'dir. Batı toplumu az sayıdaki başarılı insanı kaybeden çoğunluktan korur ve yüceltir. Bizde garibanlar 'güçlü ama kötü' kazananlardan korunur ve yüceltilir. Kişi başarısız bir gariban olduğu için kendini kötü hissetmez, aksine 'özel' hisseder. 66 Garibanlıktan çıkmak için çaba da harcamaz. Garibanı sev ve koru, bir gün sen de kaybeder, gariban olursan itibarın kazananlardan daha fazla olur! 5. Dış güçler teorisi. Başarısızlık ve problemlerinden dolayı başkalarını suçlamak, insanı yerinde saydırsa da, insan ruhunu 'serinleten' bir davranıştır. Geri kalmışlığımızdan, onlarca siyasi sorunumuzdan kendimizi sorumlu tutup bunalıma gireceğimize, dış güçleri suçlayıp kendimize saygımızı koruruz. Politik başarısızlıklarının sonucunda çıkan problemleri 'dış güçlerin oyunu' diye açıklamak iç güçlerin çok iyi bir oyunudur! İleride öğreneceksiniz, her başarısızlıktan kendini suçlayanlar, başkalarını suçlayanlardan daha fazla bunalıma giriyor! 6. Arabesk müzik. Arabesk müzik Türk insanının öğrenilmiş çaresizliğini huşu içinde yaşaması için icat etmiştir. Daha çok dertli müzik dinleyerek derdinden kurtulmak bize özgü orijinal bir çözümdür. Arabesk müzik neden 'bütün duyguları ağır yaralı' insanlarımıza 'ilaç gibi' geliyor? Çünkü yurdum garibanı 'aydınlanma değil merhamet' ister!11 İnsanlar neden sorunları hakkında aydınlanmak değil acınmak ister? Bilmem! Tebrikler, kitabın yarısına kadar geldiniz! Buradan sonra farklı bir bilgi ve strateji kategorisi başlıyor. Buraya kadar başarısızlığı nasıl öğrendiğimiz anlatıldı. Bundan sonra başarılı olmanın nasıl öğrenilebileceğini anlatıyorum. Pozitif başarı eğitimi başlıyor. Bundan sonraki ilk adım neyi başarmak istediğinizi kesinleş­ tirmek. Bir sonraki adım ataleti tanımak ve yenmek. Sonra amaç­ larımıza giderken karşılaştığımız engelleri aşmak ve sonuç almak üzerine düşüneceğiz. Özgüveni geri kazanmak bir sonraki adım. Daha sonra zorluklar içerisinde yaşasalar da öğrenilmiş çaresizlik ve atalet tuzağına düşmeden sonuç almış başarı örneklerini konuşacağız. Son adım kişisel kurtuluş savaşınızı başlatmak... 67 Başarmak Güzeldir: 'Öğrenilmiş Başarı' Hayatınızı Nasıl Değiştirir? Başarmak güzeldir. Büyük başarmak çok daha güzeldir! Her başarı projesi başlangıçta bir hayaldir. Bir tarafınız onu gerçekleştirebileceğinizden emindir, diğer yanınız tereddüttedir. Sadece iç sesiniz değil, çevrenizdeki insanlar da ikiye bölünmüştür. Bir yandan 'gerçekçi olup hayallere kapılmamaya' çaba gösterirsiniz, bir yandan da hayallerinizi kovalayacak cesareti kendi içinizde üretmeye... İnsanlık tarihinde başarısızlık öykülerinin, başarı öykülerinden daha fazla olduğunu bile bile 'başaracakmış gibi' harekete geçersiniz. Kaybetme riskine rağmen, o hayal uğruna zaman, çaba ve enerji harcarsınız. Risk alırsınız. Garantili küçük kazançlar yerine, hayalinizin zorlu, uzun ve riskli yolunu seçersiniz. O yolun sonuna vardığınızda kendi gözünüzde özel biri olacağınızı, dene­ 69 mezseniz hayatınızda bir şeylerin eksik kalacağını bilirsiniz. Ait olduğunuz o yere gidinceye kadar yaşadığınız her yerde kendinizi 'turist' gibi hissedersiniz. Bazen kendinize bazen çevrenizdekilere, "Göreceksiniz işte, olacak!" diye meydan okursunuz. Çevreniz sizi garantili küçük kazançlara yönlendirmeye çalışır, içinizdeki ani duygu kabarmaları ise o büyük hayalinize. Korkularınız ile umutlarınız çarpışır içinizde. Kafa içi sesleriniz birbirine karışır. Küçük ilerlemeleri -bazen büyük, bazen küçük- hayal kırıklıkları izler. Çevrenizdeki bazı insanlar, yanlış yolda olduğunuzu, başaramayacağınızı ısrarla söylemeye başlarlar. Beraber ve solo, "Yapamazsın!" korosuna rağmen, içinizdeki bir ses sizi onaylar: "Göreceksin, olacak!" Bir yandan iç engel(leyici)leri, bir yandan dış engel(leyici)leri aşmaya çalışırsınız. Paranızı konforunuza değil, hayalinize yatırırsınız. Onun için uykusuz kalırsınız. Özel hayatınızdan, sağlığınızdan, rahatınızdan fedakârlık edersiniz. Hatta çoğu kez başarmak adına yaşamayı ıskaladığınızı bile bile yolunuza devam edersiniz. Sizi sabote edecek iç ve dış konuşmalar devam eder. Aileniz ve arkadaşlarınız amaçlarınıza (işinize) odaklandığınızdan onlara fazla zaman ayıramadığınızı, 'bencil' olduğunuzu söylemeye baş­ larlar. Bazıları ise elinizdekilerle yetinmeyip daha fazlasını istedi­ ğiniz için sizin 'muhteris' (hırslı) biri olduğunuzu söyler. Dahası birlikte yola çıktığınız insanlardan bazıları temponuza ayak uyduramayıp sizi yarı yolda bırakır ya da daha da kötüsü sizi aldatabilir. İç kırıklıklarıyla da olsa yürümeye devam edersiniz. Hayat şartları da pek teşvik edici değildir çoğu zaman. Hayalinizdeki sonuca ulaşmak için bazı yolları denersiniz, işe yaramaz. Yorgun ayaklarla, yeni yollar ararsınız. Yeni yollarda aşılması gereken yeni engellerle karşılaşırsınız. Aştığınız her engel, bir sonrakini görmenizi sağlar. İşten çok insanlar enerjinizi tüketir. Yolun en zorlu anlarında içinizdeki ses ikiye ayrılır. Biri, "Devam et," der, diğeri, "Vazgeç." İnanç ile şüphe arasında savrulursunuz. Sonuç alıncaya kadar kesin kanıt yoktur. Kazanabilir veya 70 kaybedebilirsiniz. Kesin olmayan yolda kesin bir kararlılıkla yürü­ meniz gerekir. Tereddütlerinizin kafanızdan ayağınıza inmemesi gerekir. Yorulsanız da yola devam etmeniz gerekir. Başarınca geçmişiniz yeniden yazılır! Ve tünelin sonunda ışığı görürsünüz, zafer anıdır artık. Tebrikler başardınız! İç ve dış engelleri aşıp, "Yapamazsın," denilen büyük bir işi başardınız. Hem kendinizin hem de başkalarının gözünde 'özel'^birisiniz artık. Başka insanlar da yapmak istiyordu ama siz yapabildiniz. Siz bir hayali gerçek yaptınız. Bir gerçeğin doğum sürecine tanık oldunuz. Alman filozof Shopenhauer'e göre bir gerçeğin doğumu üç aşamadan geçer: Önce alay edilir, sonra şiddetle karşı çıkı­ lır, en sonunda da, "Zaten böyle olduğu biliniyordu," diye kabul edilir! Nitekim, başarınca insanların size karşı tavırları aniden deği­ şir. Başarınızın yarattığı rüzgâr, bazı insanların sizin yörüngenizde veya kendi yörüngesinde hızla dönmesine neden olur! Daha önce size gülenler, alayı bırakıp başarınızdan faydalanmaya çalışırlar. Başta anneniz olmak üzere, insanların sizden abartılı bir gururla bahsetmesi bir insanın başına gelebilecek en güzel şeylerden biridir! Öğretmenleriniz, "Onun başarılı olacağı öğrencili­ ğinde belliydi," der. Mahallenizdeki bakkal, "Ufakken onun matematiği çok kuvvetliydi, gofret alırken hesabı hep kafadan yapmasından anlamıştım büyük adam olacağım!" der. Başarınca geçmişiniz yeniden yazılır. Tabii hatalarınızdan arındırılmış halde! Hatta başarılı olunca insanlar hatalarınızda bile 'hikmet' aramaya başlarlar. İnsanlarm kanaat önderi olursunuz. Bir grup insanla restorana gittiğinizde, garson ilk önce size ne istediğinizi sorar. Menüyü aldığınızda ilk önce sağdaki 'fiyatlara' değil, sol taraftaki yemek adlarına bakmaya başlarsınız. Eski arkadaşlarınız sizinle ilgili anılarını döne döne ve daha bir 'köpürterek' anlatmaya başlarlar. Başarınız başkaları kadar sizi de güçlü bir şekilde etkiler. Hayata başladığınız yer ile geldiğiniz yer arasındaki fark ve aştığınız 71 engel sayısı özgüveninizi ateşler. Elinizde kanıt olmamasına rağmen sırf inandığınız için bir yolu izleyip sonunda oraya varabildiğinizi görmek kendinize olan saygınızı artırır. Geldiğiniz yerin başka insanların hayalindeki bir yer olduğunu bilmek, kendinizi özel biri hissetmenizi sağlar. Tüm bunlardan dolayı egonuzda hafif bir şişme meydana gelir! Eski tanıdıklarınız, "Sen şimdi bizi de tanımazsın!" demeye başlar. Başarı başınıza gelebilecek en güzel şeydir Her başarı, başarısızken size kötü davranan insanlardan alınmış güçlü bir intikamdır. Bir zamanlar size başarılı olamayacağınızı söyleyen insanlar karşısında haklı çıkmanın sevinci anlatılmaz, yaşanır. Hatta birçok arkadaşımın anlattığına göre, başarılı olmanın en keyifli yanı başkalarının, 'Yapamazsın/ dediği bir şeyi yapabilmiş olmaktır. Başarılı olmanın bedeli büyüktür, peki ya en büyük ödülü? Başarının doğduğu, hayallerin gerçek olduğu anda hissedilen birkaç dakikalık 'doruk mutluluk duygusu başarı için ödenen onca bedelin karşılığıdır. Başarılı olmanın büyük ikramiyesi işte bu duygudur. Şampiyon sporcuların ödül törenine dikkat edin. Başarılı bir sonucun doğduğu anda akar mutluluk gözyaşları. Boğazda bir duygu düğümlenir. Gözler buğulu bir şekilde tarar etrafı. Sınav sonucunun alındığı an, seçimin kazanıldığı an, hayaldeki evlili­ ğin yapıldığı an, kazanılan bir maçın sonucunun açıklandığı an insanların gözlerinin içine daha bir dikkatlice bakın. Kazanmanın ve doruk mutluluk duygusunun resmini göreceksiniz. Hayatınızı istediğiniz gibi biçimlendirmek, başarılı olmanın bir diğer büyük ödülüdür. Bu kendi hayatınıza kendi damganızı vurmanız, yaşadığınız hayatın altında, ‘Made in Ben' yazması demektir. Bu ödülün kreması yaşadığınız hayatın, başkalarının yaşamayı hayal ettiği hayat olmasıdır. Başkalarının rüyasının sizin gerçeğiniz olduğunu bilmek, insanın kendisine olan saygısmı artırır. 72 Ne kadar başarılı olursanız, o kadar özgür olursunuz Başarının getirdiği en büyük armağanlardan birisi de kişisel özgürlüktür. Ne kadar başarılı olursanız o kadar çok seçenek sahibi olursunuz. Başarılıysanız seçen siz olursunuz, başarısızsanız seçilen siz olursunuz. Başarılı bir doktor çalışmak istediği hastaneyi kendisi seçebilir, ortalama bir doktor özgeçmiş yazıp 'seçilmek' üzere hastanelere göndermek zorundadır. Ne kadar başarılı olursanız, o kadar özgür olursunuz. Tabii bu biraz da neyi başardığınıza bağlıdır! Bu özgürlük canının istediği her şeyi yapabilmekten daha çok istemediği şeyleri yapmayabilme özgürlüğünü içerir. Sevmediği insanlara katlanmak zorunda kalmamak da bu özgürlüğe dahildir. Başarılı bir insanın elindeki seçenekler, başarısız insanların önündekilerden daha fazladır. Başarı imkânlarınızı da genişletir. Kazanılmış bir başarının sağ­ ladığı referans, başka başarılara ulaşmayı kolaylaştırır. Başarı başarıyı çeker. Zor ve önemli olan ilk başarıdır. Başarılı olmanın en büyük yararlarından biri de çok güçlü bir 'kusur giderici' olmasıdır. Başarılı olmak taç gibidir, onu başınızın üzerine koyduğunuzda size bakan gözler kamaştığından insanlar yüzünüzdeki sivilceleri (kusurlarınızı) göremez olurlar. Kusurlarınız çok göze batıyorsa, herkes sizi eleştiriyorsa, göz kamaştı­ ran bir iş başarın! Başarı insanın yüzüne renk getirir! Başarı insanın yüzüne renk getirir. Özellikle de erkeklerin! Kadın dergilerinin 'en çekici erkekler' listesi, en yakışıklı erkeklerden çok en başarılı erkeklerden oluşur. Kimilerine göre, başarı en büyük afrodizyaktır! İnsanlar kimin için başarır? Başarısını güzel kadın elde etmek için kullanan erkekler ve güzelliğini başarılı erkek elde etmek için kullanan kadınlar. Şu yaşlı evrenin sosyal yörüngesi budur. 73 Başarının en büyük avantajlarından birisi başka insanlara bağımlılığı azaltmasıdır. Başarısızlar birilerine bağımlı yaşarlar. Bağımsız bir hayat için başarı şarttır. Başarılı insanlar çok fazla seçeneğe sahip olduklarından, nefret ettikleri kişilere, yerlere, durumlara katlanmak zorunda değildirler. Ne kadar çok başarılı olursanız, o kadar az insana 'eyvallah' etmek zorunda kalırsınız, işinizi ne kadar iyi yaparsanız, sevmediğiniz insanlara katlanma mecburiyetiniz o kadar azalır. Ayrıca insanlar başarılı insanların hatalarına kar­ şı daha bağışlayıcıdır. Başarılı oldukça istemediğiniz insanları daha kolay hayatınızdan çıkarabilirsiniz. Muhakkak ki sevmeseniz de birileriyle çalışmak zorunda kalacaksınız ancak en azından eşit güçte insanlar olarak mücadele edeceksiniz. Başarılı olmanın en büyük armağanlarından biri de bir zamanlar sizi aşağılamış insanların başarılı olduktan sonra size övgüler yağdırmaya başlamasıdır. Kötü insanlardan intikam almanın en güçlü ve en zekice yolu başarılı olmaktır. Hayatın ve insanların yaptıkları haksızlıklara verilecek en güzel cevap başarılı olmaktır. Haksızlığa uğramışlıktan ya da aşağılanmadan doğan öfkede büyük bir enerji vardır -ki bu enerji pozitif düşünmenin yarattığı enerjiden daha güçlüdür- bu enerji başarıya yönlendirilebilirse, taşkın nehirlerden elektrik üretilmesi gibi büyük bir başarı üretilebilir. Türk filmlerindeki 'fakir ama gururlu genç' klişesi yaşadığı aşağı­ lanmayı hırs yaparak başarılı olmuş insanların tipik örneğidir. Türkiye'de aşağılandığı için yükselenlerin, bir hayalin peşinde koşarak başarılı olanlardan daha fazla olduğunu bildiğim için Türk filmlerindeki bir sahneyi çok ciddiye alıyorum. Kötü kalpli 'fabrikatör' iflas etmiş, fabrikasını satmaktadır. Almaya gelen yeni patron koltuğuna kurulmuş, pencereden dışarıya bakarak konuşur: "Bilmem hatırlar mısınız? Yıllar önceydi. Fakir ama gururlu bir genç vardı. Fabrikanızda işçiydi." Sonra derin bir sessizlik olur ve bu ölümcül sessizliğe şu cümle son verir: "Onun onuruyla oynamıştınız!" Sonra koltuk döner ve konuşanın yüzü görünür. "O benim!" 74 Türk Usulü Başarı adlı kitabımda, "Çektiğimiz acılardır başarı­ mızın gerekçesi," demiştim. Çoğumuz başarılı olmak için acı çekmiyoruz, acı çektiğimiz için başarılı oluyoruz. Her başarılı insanın içinde, dışarıdan görülmeyen bazı yaralar vardır. En görkemli başarılar, yüreği yaralı insanlardan çıkar. "Her büyük başarı, yanan bir yüreğin hikâyesidir," der Tavern. Büyük başaranlar mutluluk şarkılarında teselli bulamayan, 'bir meselesi olan' adamlardır. Çektiğimiz acı­ lan 'anlamlı' kılmak için yapılabilecek en iyi şey, başanlı olmaktır. Büyük acılar en şık, başarılı insanın özgeçmişlerinde durur. Başarının sadece kendimize faydası yoktur. Başarı başka insanlara yardım imkânı da verir. Başka insanların hayatını olumlu yönde iyileştirmek, merhamet önderi olmak, insaniyetini kaybetmemiş bir kalp kadar başarılı bir kariyer de gerektirir. Sizde olmayanı başkasına veremezsiniz. Her sıfırdan zirveye yükselişin hüzünlü bir öyküsü vardır Pek çok kitapta başarılı olmak, bir dağa tırmanmaya benzetilir. Büyük yaşamak vadiden çıkıp, yamaçtan geçip, zirvede oturmaktır. Bazı ruhlar zirveye aittir ama vadide doğar. Bu insanlar içlerinden kendilerini ait oldukları yere yani zirveye iten bir içgü­ düyle yaşarlar. Bu insanların vadiden zirveye tırmanma serüveninin özeti nasıldır? Vadiden zirveye hızlı yükselmek için üzerinizdeki 'ağırlıklardan' kurtulmakla işe başlarsınız. Yolda önünüzde gidenleri gerinizde bıraktıkça ilerlediğinizi hissedersiniz. Yükselmek için zirveye yüzünüzü çevirdiğinizde, çoğu kez vadidekilere sırtınızı dönersiniz. Bazen dağ sanarak tırmandıklarınızın tepe olduğunu görürsünüz. Siz yükseldikçe vadidekilerin görüntüsü küçülür. Yükseldikçe iklim sertleşir, psikolojik sıcaklık düşer. Çevrenizde daha az 'insan', daha çok -sizin gibi- 'tırmanıcı' görürsünüz. Tırnaklarınızla kazıyarak yükseldikçe, tırnaklarınızın altına bazı pislikler dolar! 75 Çıktığınız zirve, daha büyük zirveleri görmenizi sağlar. İçinizdeki bir ses daha büyük bir başka zirveye tırmanmak için yeniden vadiye inmenizi söyler, diğer ses itiraz eder: "Bir daha başladığın yere dönemezsin!" Vadideki kadar cesur ve gözükara olamadığınızı görürsünüz, çünkü kaybedecek bir şeyleriniz vardır artık. Sahip olduklarınızın aslında size sahip olduğunu görürsünüz. Sonunda tek amacınız 'zirvede kalmak' olur. Sırtınızı zirveye, yüzünüzü vadidekilere dönersiniz. Doğa yasasıdır; daima yüzünüzü döndüğünüz yönde ilerlersiniz! Zirvede yaşamak yarışmaktır. Her gün unvan maçına çıkmaktır. Kazandıkça, vizeniz uzatılır. Skor tabelanızdaki rakam kadar değeriniz vardır. Sonuç almak her şeydir. Burada skor tabelası tanrısına tapılır! Sükûnet, saadet ve samimiyet vadide kalmıştır. Zirvelerin tanrısı, huzur değil hareket, saadet değil görkem, samimiyet değil profesyonellik ister. Geçmişte hafiflemek için vadide bıraktı­ ğınız 'ağırlıkların' önemini belki bir gün anlarsınız ama onları geri almak için kazandıklarınızı kaybetmeyi göze almanız gerekir. Yine bir gün görürsünüz ki zirveler kişilere mülk değil, devremülktür\ Artık inme vaktiniz gelmiştir. Bir hüzün kaplar içinizi. Zirvede ölmek şans, ölmeden inmek eğitimdir. En iyi manzarayı tırmanırken değil, zirveden inerken görürsünüz. Yükselirken sırtınızı döndüğünüz yaşamı ve insanları inerken yeni bir gözle 'okursunuz.' Tırmanırken bilginiz, inerken bilgeliğiniz artar. Sonunda hayattan aldıklarınızın, verdiklerinizin matematiği biter. Sizden geriye belki hoş bir ses, belki bir cümle, belki bir imge kalır. Ve bir iç ses: "Ben hayata oradan baktım! Ait olduğum yerde yaşadım!" Görkemli başarıların işte böyle hüzünlü bir ritmi vardır. Vadideki herkes zirveye çıkmak istemeyebilir. Bazıları istatistik insan olmayı seçer. Bu insanlar doğdukları zaman Devlet İstatistik Enstitüsü'ndeki (DİE) görevli yeni doğanlar hanesine bir çarpı atar. Zamanla evlenirler, evliler hanesine bir çarpı atı­ lır. Sonra çocukları olur, o haneye bir çarpı atılır. En sonunda ölürler, ölenler hanesine bir çarpı atılır. İstatistik insanın varlığı ya da yokluğu sadece Devlet İstatistik Enstitüsü'nün rakamlarını 76 değiştirir. Kendi hayatlarının dışına taşıp dünyada olumlu ve güçlü bir iz bırakmadan ölürler. Bu bir seçimdir ve saygı gösterilmelidir. Hayalinizdeki hayat kaç metrekare? Hayat tercihimiz hamburger tercihimize benzer. Bazı insanlar büyük boy, bazıları orta boy, bazıları küçük boy hayat ister. Kişilerin başarı tanımı, kendisine layık gördüğü hayatın büyüklüğüne göre değişir. Çoğunluk orta kararadır ve orta sınıf hayatı sever. Bu gruptakiler, "Hayatını yüksekte kurma yel götürür, alçakta kurma sel götürür," felsefesine inanırlar. Bazıları en dipte kaybeden insan olarak yaşamayı seçer. Bazı insanlar ise büyük adam olma güdü­ süyle doğar. Bunlar zirvede yaşarlar ya da kendilerini yaşamış saymazlar. Toplumdaki üst, orta ve alt sınıflar da böyle oluşur. Sınıf atlamanın en şık yolu başarılı olmaktır. Doğduğunuz sınıf ne kadar şanslı olduğunuzu, öldüğünüz sınıf ne kadar başarılı olduğunuzu gösterir! Büyük adam olmak ile başarılı adam olmak aynı şey değildir. Büyük yaşamak, kendi hayatından taşıp milyonlarca insanın hayatını etkilemek, çok sayıda insanın olmak istediği ama az sayı­ da insanın ulaşabildiği bir yüksekliğe çıkmaktır. Büyük adam olmak herkese açık bir pozisyon değildir. Oysa başarılı olmanın kapıları herkese açıktır. Herkes başbakan olamaz ama herkes işini daha iyi yapan, kendi kendine yetebilen, çevresindekileri kalkındırabilen biri olabilir. İşini iyi yapan bir çöpçü, başarılı bir küçük adam olsa da, insanlık için değeri, işini kötü yapan bir krala denktir. Büyük hayatı olduğu halde başarılı olmayan insanlar olduğu gibi, küçük hayatlarında çok başarılı işler yapan insanlar da vardır. Erzincan'da 20 çalışanıyla yılda 20 bin dolar kâr eden bir şirket başarılıdır ama ulusal ölçekte bakıldığında büyük değildir. İstanbul'daki 2.000 çalışanı olan ama 20 milyon dolar zarar eden bir şirket büyüktür ama başarılı değildir. 77 Başarının büyüklüğü de önemli bir noktadır. Başarının büyüklüğü baz alman ölçeğe göre değişir. Türkiye içinde birinci ligde en büyük olanlar, dünyanın ikinci liginde yer alabilirler. Ebatlarına göre küçük boy başarı, orta boy başarı ve büyük boy başarı vardır. Tüm insanlık için tüm zamanlarda geçerli olabilecek bireysel bir başarı tanımı Amerikalı yazar Emerson'a aittir: "Başarı, çok ve sık gülmek; çocukların sevgisini ve akıllı insanların saygısını kazanmak; içtenlikli eleştirilerin kıymetini anlamak ve kötü arkadaşların yoldan çıkarma girişimlerine dayanabilmek; güzeli anlamak; başkalarında en iyiyi bulmak; sağlıklı bir çocukla, güzel bir bahçe ya da saygın bir sosyal durumla biraz daha iyi bir dünya bırakabilmek; hatta bir tek kişi bile olsa, binlerinin siz yaşadığınız için daha rahat nefes aldığını bilmektir." Başarının 'anlamı' ile ilgili internette dolanan komik bir anonim tanım ise şöyledir: 4 yaşmızdayken başarının anlamı....Altınıza kaçırmamaktır! 12 yaşındayken başarının anlamı.........Kalabalık bir arkadaş grubuna sahip olmaktır. 20 yaşındayken başarının anlamı..... Cinsel hayatınızın aktif olmasıdır. 35 yaşındayken başarının anlamı....Zengin olmaktır. 60 yaşındayken başarının anlamı.....Cinsel hayatınızın aktif olmasıdır. 70 yaşındayken başarının anlamı....Kalabalık bir arkadaş grubuna sahip olmaktır. 80 yaşındayken başarının anlamı....Altınıza kaçırmamaktır! Başarılı olma yolculuğuna çıkmadan önce başarı tanımınızı (Başarı sizce nedir?) ve başarı kriterinizi (Başarılı olduğunuzu nereden anlayacaksınız?) belirlemeniz çok önemlidir. İnsanların cam tavanlarını yansıtan en iyi gösterge başarı tanımlarıdır. İnsanlar başarı tanımlarının ötesine pek gidemezler. Tanımınızdaki sınırlayıcılığa dikkat edin. “En büyük başarı, mutlu bir aile kurmak­ 78 tır," derseniz, bunun ötesine geçemeyebilirsiniz. Benim kendi sosyal başarı tanımım ne? Bir işi 70 milyon kişi içinde en iyi (yapa) bilen ve en iyi yapan olarak bilinen sen ol! İnsanlığın ortak aklını kullanın Başarılı olmak güzeldir. Peki bu güzelliği hayatımıza nasıl katacağız? Bir işadamı bana, "Genç yaşta bu kadar şeyi nasıl başardı­ nız?" diye sordu. "Başarı hakkında bu kadar şey bilirken başarısız olmam imkânsızdı!" dedim. İşadamının yanından ayrıldıktan sonra sorunun cevabını bir daha düşündüm. İnsanlar nasıl başarılı olabileceklerini öğrenmeden 'harala-gürele' bir şeyler yapmaya çalışırken, ben önce nasıl başarılı olabileceğimi öğrenmiş, sonra da başarılı olmaya çalışmıştım. Önce öğrendim, sonra denedim. Neyi, niçin, nasıl yapacağımı bilerek hareket ettim. Temelde her şey bu kadar basitti. Başarılı olmayı öğrenmek için harcayacağınız bir gün, başarılı olmaya çalışırken size en az bir yıl kazandıracaktır. Başarılı olmak gerçekten öğrenilebilir. Bana güvenin! Başarılı olmanın bir 'teknik bilgisi' vardır. Nasıl ki doktorluk, tiyatroculuk, hukukçuluk, mühendislik öğrenilebiliyorsa, profesyonel bir şekilde başarılı olmak da öğrenilebilir. Başarı hakkında kitap veya seminerlerden öğrendiklerinizle belki kahraman olamazsınız ama şu anki durumunuzdan daha iyi olabilirsiniz. Bir insanın başarılı ya da başarısız olmasında rol oynayıp da öğrenilebilir olmayan faktörler de vardır. Mesela şans başarıyı belirli oranda etkiler ve öğrenilebilir değildir. Aynı şekilde büyüklük içgüdüsü bir insanda vardır ya da yoktur, öğrenilemez. İnsan kendi içinde olan ve başarısını etkileyen faktörlerin nasıl çalıştığını öğrenerek, başarısını kendi denetimine alabilir. "Nasıl başarılı olunur?" sorusunun cevabını arayan ilk kişi siz değilsiniz, milyarlarca insan aynı sorunun cevabını asırlardır düşünü­ yor. Bulduklarını kullandılar, işe yarayanı yaramayandan ayır­ 79 dılar, işe yarayanları yazdılar. Bu akıl bankasından yararlanmak zekice bir harekettir. Size insanlık tarihinin başarı tecrübesinden yararlanmanızı öneririm. Başarılı olmuş insanların çoğunun bunu yaptığını da bilin. Büyük başaranların tamamen kitaplardan okuduklarıyla başarılı olduklarını söyleyemem ama başarılı insanların çoğu nasıl başarılı olabileceğini kendisinden önce başarılı olmuş insanların öyküsünden öğrenmiştir. Machiavelli Prens adlı ünlü kitabında bunu anlatır: "Bulundukları yere nasıl geldiklerini görmek için, şöhretli adamların eylemlerini inceleyin; zaferlerinin ve yenilgilerinin nedenlerini öğrenin; ki birini taklit edip öbüründen kaçınabilesiniz. Hepsinden önemlisi, kendilerinden önce ünlü olan ve takdir edilen, başarılarıyla yaptıkları hâlâ belleklerde yer alan kişileri örnek alan şöhretli adamların davrandığı gibi davranın; tıpkı Büyük İskender'in Akhilleus'u ve Sezar'ın da İskender'i taklit ettiğini söylediği gibi." Başarılı bir hayat istiyorsanız, beyninizi başarıya götürecek bilgilerle beslemelisiniz. Çünkü beyninize ne girerse, beyninizden o konuda bir şeyler dışarı çıkar. Eğer elimde olsaydı, başarısız bir insanın akimdan geçen başarıyla ilgili tüm düşüncelerini çıkarır, önüne sererdim. Sonra onunla geçmişine giderek başarı hakkındaki bildiklerini kimlerden öğrendi­ ğini bulurduk. Başarı hakkındaki bildiklerinin Türk filmleri, depresif arkadaş terapileri, kantin konuşmaları, meyhane muhabbetleri, kıraathane analizlerinden oluştuğunu görürdük. Kaybedenler başarı hakkında bildiklerini kaybedenlerden öğrenmiştir. Başarısızlardan öğrendikleriyle başarılı olmayı beklemenin mantığı nedir? Öğrenilmiş başarı ve 'harala-gürele' başarı! İki türlü başarı tarzı vardır. Öğrenilmiş başarı ve harala-giirele başarı! Nasıl başarılı olabileceğinizi öğrenmeden de 'bir şekilde' başarılı olabilirsiniz. Ancak başarınız kalıcı olur mu? Maalesef! Öğrenilmiş başarı sahipleri, bir işin 'eğitimini' almış, önce nasıl yapılacağını öğrenmiş, sonra o işi yapmış kişilerdir. Diğer 80 grup ise eğitime inanmayan, bir işin nasıl yapılması gerektiğini işi yaparken öğrenen kesimdir. Bu kesim genellikle eğitimin gücünü küçümser, hayatın tek öğretmen olduğunu düşünür. Nasıl ki sanatçıların konservatuvar bitirmiş eğitimlisi ve eğitimsizi varsa, başarılı insanların da profesyonelce başaranı ve 'neyi niçin yaptığını kendisi de bilmeden', biraz şans, biraz çok çalışma ve üç-beş kabul edilebilir katakulli ile bir yere gelmiş olanı da vardır. Bu ikinci grubun özelliği jet hızıyla zirveye çıkıp, jet hızıyla yere çakılmalarıdır. Tesadüfen başarılı olunabilir ama tesadüfen başarılı kalınamaz. Nasıl başarılı olabileceğinizi nasıl öğrenebilirsiniz? Başarıyı öğrenmenin bir yolu başarılı olmak üzerine yazılmış analiz kitaplarını okumaktır. Bu kitapların kuru kuruya, "Sen de uçabilirsin," diyen motivasyon kitaplarından daha çok, neyi nasıl yapabileceğinizi gösteren analiz kitapları olmasını öneririm. Bu kitaplar başarılı olmak için nasıl düşünmek gerektiğini anlatır. Başarılı insanlar ile başarısız insanları karşılaştırmalı inceleyen kitaplardır. İkinci bir kaynak biyografi kitaplarıdır. İnsanların nasıl yaşadıkları ve nasıl başardıkları biyografilerinden çıkarılabilir. Okuyacağınız biyografi başarı öyküsü ya da yaşam öyküsü tarzında olabilir. Gazetelerin hafta sonu eklerinde veya dergilerde bile röportaj yapılan kişinin başarısıyla ilgili ipuçları yakalanabilir. Bir diğer yol seminer, konferans gibi aktivitelere katılmaktır. Eğer çok meşgul bir genel müdür değilseniz, önce kitap okuyup sonra eğer gerçekten gerekiyorsa seminerlere katılmanız daha yararlıdır. Kendinize kişisel gelişim uzmanı ya da fikrine güvendiğiniz binlerinden kariyer danışmanı da seçebilirsiniz. Doğru rehberi seçmek de çok önemlidir. Yarım doktor candan, yarım imam dinden, yarım kişisel gelişimci kariyerden eder! 81 Yeni bir yol da internettir. Herhangi bir kavram ile ilgili wzuw. google.com gibi arama motorlarında araştırma yapabilirsiniz. Kişisel Gelişim Merkezi'nin web sitesi www.kigem.com adresinde de kendini geliştirme üzerine binlerce sayfa bilgi bulunmaktadır. İnsan gelişimine önem veren şirketlerde çalışmak da doğru bir başarı kültürü edinmek için iyi bir yoldur. Çalışanlarına kişisel gelişim programı uygulayan, pozitif kurum kültürüne sahip, insanların içindeki en iyiyi bulup çıkarmayı görev sayan şirketler az da olsa vardır. Başarılı olmayı öğrenmenin en iyi yolu nedir derseniz, başarılı insanlarla çalışmaktır derim. Başarılı insanların yanında ücretsiz dahi olsa, 6 ay kadar çalışın. Bu kişinin neyi niçin yaptığını bilerek başarılı olmuş, başarı ile ilgili bildiklerini öğretmekten sakınmayan biri olmasma dikkat edin. Her başarılı insandan başarı öğrenilmez. Bazı başarılı kişiler çok kıskançtır, yanlarındakilerin ilerlemesini kendilerinin gerilemesi sayarlar. Başarı bilgisini mutlaka dışarıdan almanız gerektiğini de düşünmeyin. Kendi kendinizin rehberi olun. Kendinizi başarılı yapacak olan kişi sonuçta sizsiniz. Yaşadığınız her başarı ve başarısızlıktan sonra, yaptıklarınız ve yapmanız gerektiği halde yapmadıklarınız üzerine düşünün. Nasıl başarılı olabileceğiniz üzerine sürekli kafa yorun. İnsanın hayatı aklında olana doğru genişler. Kafanızda en çok neyi çok düşünürseniz, hayatınızda onu çoğaltırsınız. Kendi aklınızı kendi başarınız doğrultusunda kullanmayı öğrenin. Bir sonraki bölümde başarıya giderken kendinize engel olmamayı ve kendi yolunuzdan çekilmeyi öğreneceksiniz. Atalet halinde yaşamak ile ilgili detaylar daha sonraki bölümde... 82 Kendinizi İleri Fırlatmak: Olduğunuz Yerde Durarak Olmak İstediğiniz Yere Varamazsınız! Başarıya doğru ilerlemek için, yapmanız gereken ilk şey olduğunuz yerde durmamaktır. Kural basittir: Olduğunuz yerde durarak, olmak istediğiniz yere varamazsınız!12 Başarmayı istediğiniz, uğraşırsanız yapabileceğiniz ama yine de ona ulaşmak için pek bir şey yapmadığınız şeyleri bir düşünün. Nedir bunlar? Ayda beş kilo vermek, sigarayı bırakmak, yabancı dil öğrenmek, daha fazla kitap okumak, düzenli spor yapmak, ailenizle daha fazla zaman geçirmek, daha az TV seyretmek, kazancınızdan bir kısmım tasarruf etmek ya da daha düzenli yaşamak olabilir. Şimdi aşağıdaki soruları bir düşünün. Hedefinizi yani 'neyi başarmak istediğinizi' biliyorsunuz. Niçin bu hedefi istediğinizi de biliyorsunuz. Bu hedefinize ula­ şabilmek için neler yapmanız gerektiğini de biliyorsunuz. Hedefinize isterseniz nasıl ulaşabileceğinizi de biliyorsunuz. İsterseniz 83 nereden başlayabileceğinizi de biliyorsunuz. Hedefinize ulaşamamakla neler kaybettiğinizi, ulaşırsanız neler kazanacağınızı da biliyorsunuz. Bu işi başarmayı istediğinizi de düşünüyorsunuz. Ama yine de bekliyorsunuz. Neden? Sizi durduran nedir? İçinizde olup elinizi kolunuzu bağlayan nedir? Hayatınızdaki bu 'atıl kapasite'yi yaratan nedir? Önemli olduğunu düşündüğüm için ikinci kez sıraladığım bu soruların cevabını biliyorsunuz: 'Atalet!' Ataleti yenmek kavramını ilk nasıl keşfettiğimi kitabm giriş kısmında anlattım. 'Atıl' kalanlar ile 'ileriye atılanlar' arasındaki farkı yaratan atalettir. Atalet 'atıl' kökünden gelir ve fizik biliminde 'eylemsizlik hali' demektir. Atalet halini sosyal başarı bağlamında amaca yönelik eyleme geçmeme durumu diye tanımlayabiliriz. Yıllardır başarılı olmak için hayaller kuran, hedefler koyan, planlar yapan ama bir türlü ilk adımı atamayan kişilerin sorunu atalet halinde yaşıyor olmalarıdır. Atalet ile öğrenilmiş çaresizliğin ilişkisi nasıldır? Atalet ile öğrenilmiş çaresizliğin ilişkisini özetleyelim: Her şey bir iş başarmak isteği ile başlar. Sonra başaracak bir hedef seçeriz. Hedefe yönelik eyleme geçeriz. Engellerle karşıla­ şırız. Devam etmek ile vazgeçmek arasında tereddüte düşeriz. Kafamız karışık halde bir daha deneriz. Yine sonuç alamayız. Kendi gözümüzde aptal durumuna düşmemek için sonuç alamadığımız şeyi tekrar denemekten vazgeçeriz. Bu anda öğrenilmiş çaresizlik psikolojisi başlar. Biraz zaman geçer. Şartlar değişir, dış engeller kalkar ama başarısız olaca­ ğımıza dair düşüncelerimiz devam eder. Zamanla demlenen öğrenilmiş çaresizlik atalete dönüşür. Bu aşamada kişinin sadece deneme cesareti kaybolmaz, bir daha deneyecek takati de kalmaz. Öğrenilmiş çaresizlikte kişi, bir şeyi yapamayacağına inandığı için eyleme geçmez. Kronik atalet halinde kişi yapabileceğine inansa da yapmak için harekete geçmez. 84 Öğrenilmiş çaresizlik atalete düşmenin en önemli nedenidir ama tek nedeni değildir. İnsanların atalet halinde yaşamasının onlarca nedeni daha vardır. Başarılı olamayacağına inanmak (öğrenilmiş çaresizlik) bu nedenlerden biridir. Atalet insan ruhuna nasıl yerleşir? Sinsi ve kademeli şekilde! Bu süreci anlatan iyi bir örnek meşhur 'suyu ısınan kurbağa' deneyidir. Bir kurbağa sıcak suya atılır. Yaşadığı şok değişimin etkisiyle zıplayarak atıldığı kaptan çıkar. İkinci denemede kurbağamız bu defa içinde oda sıcaklığında su bulunan bir kaba konur. Kap bir ısıtıcının üzerine yerleştirilir ve kurbağanın 'suyu ısınmaya' başlar! Su ısındıkça kurbağa gevşemeye, rehavete ve fiziksel atalete düşmeye başlar. Suyun sıcaklığı yakıcı seviyeye ulaştığında kurbağa zıplayıp kaptan dışarı çıkmaya çalışır ama artık bacak reflekslerinin 'çalışmadığını' görür. İnsanı hareketsizleştiren bir psikolojik kanser olan ataletin insanı etki altına alma şekli de yaklaşık olarak böyledir. Her evde bir ataletli vardır! 'Ataletli' insanları nereden tanıyabilirsiniz? Atalet halinde yaşayan kişiler hayatı çok yavaş, ağır çekim halinde yaşar. 'Yumurta kapıya gelmeden' harekete geçmezler. Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi yaşarlar. Tembellik, ümitsizlik, yılgınlık, kötümserlik, miskinlik, bezginlik, şevksizlik karakteristik özellikleridir. İşlerini yaparken sık sık erteler, sürüncemede bırakır, mazeret üretirler. Hayata bakışları sitemkâr, umursamaz, reaktif, eleştirel ve kaygılıdır. Bu nedenle yaşama sevinçleri ve hayat enerjileri çok düşüktür. Onları çağırdığınızda genelde başlarını kaldırmadan kaşlarını kaldırarak size bakarlar! Ataletli insanlar sorunlarını bilirler. Çözümlerini de görürler. Sorundan acı da çekerler. Çözümü uygulamak da kendi ellerindedir ama yine de hiçbir şey yapmadan dururlar. 85 Sizin hayatınızda böyle durumlar var mı? Hangi alanlarda, hangi yoğunlukta atalet halindesiniz? Ataletli insanların düşünme biçimine somut bir örnek zeki olduğu halde dersleri kötü giden bir öğrencinin durumudur. İşte 'örnek' bir ataletli öğrencinin anatomisi! Başarılı bir öğrenci olmak ister misin? Evet! Başarılı bir öğrenci olmak için ne yapman (ders çalışman) gerektiğini biliyor musun? Evet! Başarılı bir öğrenci olmak için niçin ders çalışmak gerektiğini de biliyorsun. Evet! Okuman yazman var. Nasıl ders çalışacağını da biliyorsun değil mi? Evet! Ders çalışmayıp başarısız bir öğrenci olmakla neler kaybettiğini biliyor musun? Evet! Derslerine çalışıp başarılı bir öğrenci olursan neler kazanacağını biliyor musun? Evet! Elini kolunu bağlayıp ders çalışmana dıştan engel olan birileri var mı? Hayır! O halde neden derslerinde başarılı değilsin? Bilmem! Bu soru kalıbını birkaç kez tekrarlamamın nedeni başkalarını değil kendi ataletinizi sorgulamanızı sağlamaktır. Soruların amaç dışı kullanımı, aşağıdaki gibi istenmeyen sonuçlar doğurabilir! Baba: "Derslerin çok kötü. İnternette chat yapıp duruyorsun. Atatürk senin yaşındayken ülkeyi kurtarma planı yapıyordu!" Oğlu: "Haklısın ama senin yaşındayken de bir ülke kurtarmıştı!" insanlar ataletten neden kurtulamıyor? Birinci neden, 1 insanların çoğu atalet halinde yaşadığının farkında bile değil. İkinci neden, insanlar atalet halinde yaşamalarının nedenini kendi içlerinde değil dışlarında arıyorlar. Üçüncü neden insanlar ataleti yenmek için ihtiyaç duydukları teknik bilgiye sahip değiller. 86 Değişmezlik inancı: "Böyle gelmiş böyle gider." Etkisizlik inancı: "Bu işe yaramaz ki!" Gereksizlik inancı: "Yapsam ne değişecek ki?" Yararsızlık inancı: "Bunu yapmanın hiçbir faydası olmaz!" Erteleme inancı: "Bunu daha sonra yaparım!" Anlamsızlık inancı: "Bunu yapmamı istemeleri çok saçma." Kontrolsüzlük inancı: "Bunu yapmak benim elimde değil ki!" Yetersizlik inancı: "Ben kim oluyorum, bu işi yapamam ki?" Mükemmeliyetçilik inancı: "En iyisini yapabilecek seviyeye gelinceye kadar hiçbir şey yapmamalıyım!" Başarısızlık beklentisi: "Ben bu işi yüzüme gözüme bulaştırırım. Kendini eyleme geçirme yöntemleri Bir işi ya da görevi yapması gereken ama bunu yapmak istemeyen bir insan düşünelim. Bu ataletlinin o görevi kendine yaptırmak için önündeki seçenekler nelerdir? Bu kişi kendini nasıl harekete geçirebilir? 1. İçten motive olma yolu: “Bir şeyi yapmam için, onu yapmayı istemem gerekir" varsayımına dayanır. Kişi o görevi yapma isteğinin (motivasyon) içinde oluşmasını bekler veya kendi kendini içten motive ederek o isteği üretmeye çalı­ şır. Kendi kendini motive edemeyenler, isteğin içlerinden gelmesini bekler dururlar. Bu da bir tür atalete teslimiyet demektir. 2. Dıştan motive edilme yolu: Kişi kendi içinde motivasyon üretemeyip kaba tabirle 'gaza getirici' bir dış motivatör bulur. Bu, bir kişi ya da bir kitap olabilir. Bu yolu seçenler, ''Birileri ya da bir şey beni motive edecek, bunu yapmayı isteyeceğim/' diye düşünür. Bu yöntem, hareketi başlatmakta etkilidir ama kesintisiz sürdürülebilir değildir. Hiçbir motivasyon hali sonsuza kadar sürmez. Atalet üreten inanç ve düşünceler 87 3. İç disiplin yolu: İrade gücünü kullanarak, kendini içten zorlayıp o işi kendisine yaptırabilmektir. Kişi kendi kendine, "Bu işi yapmam gerekiyor, yapmak istesem de istemesem de yapacağım," der. 4. Dış disiplin yolu: Bu gruptakiler başlarında bir 'otorite' olmadan çalışamazlar. Bu kişilerde bir tür 'sopa / otorite / dış disiplin bağımlılığı' vardır. Okulda öğretmenleri, evde anne-babaları, askerde komutanları onları zorlamadan çalış(a)mazlar. Bir görev karşısında akıllarına gelen ilk tepki kaytarmaktır. Benim favorim üçüncü yol. Her zaman, her yerde, en fazla işe yarayan yol kesinlikle iç disiplin yoludur. Ataletin en büyük panzehiri, irade gücüdür. Birinci gruptakiler masa başında ilham getirecek motivasyon perisini bekleyerek, ikinci gruptakiler beyaz atlı motivatörlerini bekleyerek, dördüncü gruptakiler korkuyla karışık saygı duyabilecekleri bir otorite bekleyerek başarı­ larını dış faktörlere bağımlı hale getirirler. Yelkenli gemiler gibi, rüzgâr estikçe ilerlerler. Üçüncü yolu seçenler, içten motorlu gemiler gibidir; rüzgâra bağımlı değildirler. Gerekirse, yelkenini açarak rüzgârdan da yararlanabilirler. 'Her şey Seninle Başlar'm anlamı tam olarak budur. Bir dış gücün sizi ileri itmesini beklemeden, içinizdeki irade gücünü kullanarak kendinizi ileri itebilmek demektir. Bu noktada, kritik bir bilgi vereceğim. Duran bir nesneyi hareket ettirmek için gereken enerji, hareket eden bir nesnenin hareketini devam ettirmek için gerekenden daha fazladır. Buna fizik biliminde atalet momenti (hareketsizliğin gücü) denir. Zor ve önemli olan ilk harekettir. Ondan sonrası kartopu gibi büyüyebilir. Unutmayın, insanlar arasındaki başarı ve başarısızlık farkını belirleyen, sevdikleri işi değil, sevmedikleri işi yapma şekilleridir. Sevdiği işi herkes aynı şekilde yapar. Oysa 'yapmak istemediğiniz ama yapmak zorunda olduğunuz' işler karşısındaki tutumunuz sizin kazananlardan mı yoksa kaybedenlerden mi olacağınızı belirler. Bir öğrenci matematik sınavına hazırlanıyor. Yapması gereken ders çalışmak ama o ders çalışmak istemiyor. Yapması gereken ile yapmak istediği çatışıyor. Bu an, öğrencinin kaderiyle randevu anıdır. Üniversite sınav anından daha önemlidir, çünkü bu Hayatın Seçme Smavı'dır (HSS). Üniversite sınavını hayatta bir gün yaşarsınız, HSS'yi ise her gün yaşayacaksınız. Başarılılar, yapılması gerekli işleri, yapmak istemeseler de yaparlar. Kaybedenler, yapılması zevkli işleri hemen yapar, yapılması gerekli olan ama yapmak istemedikleri işler karşısında ise önce birilerini suçlar, sonra birilerine söver, sonra kendi kendine söylenir, sonra kıvranır, sonra erteler, sonra kendilerini suçlar, sonra da 'son dakikada' işleri yetiştirmeye çalışırlar. Böyle insanların başarısız, mutsuz, yoksul yaşamasına şaşırmamak gerekir. Her insan geçmişinde yapması gerektiği halde yapmadıkları ve yapmaması gerektiği halde yaptıklarıyla hak ettiği hayatı yaşar. Hayatta önümüze gelen tüm işler zevkli olmak zorunda değildir. Başarı öyküsünü zevkle okuduğunuz insanlar, o başarıya ulaşmak için hiç de zevkli olmayan o kadar çok iş yaptı­ lar ki. Edison'ın dediği gibi, "başarı güzel görünüşlüdür ama çoğunlukla ter kokar!" Kendinizi çok fazla şımartmayın:) İsteklerinizi bu kadar önemsemeyin. İstekleriniz gölgeniz gibidir, peşinden koştukça daha fazlasını ister, ona sırtınızı dönüp yürüdükçe, peşinizden gelirler. Gözünüzü hayal ettiğiniz hayata dikin ve yürüyün, gölgeniz peşinizden ister gelsin, ister gelmesin. Atak insan olmak için birkaç küçük öneri Kişisel Ataleti Yenmek kitabımda 'atalet savaşçısı' olmak için sistematik ve detaylı çözümler önerdim. Bu kitaptan birkaç ipucunu özetleyebileceğim. Ataletten kurtulmanın ilk adımı atalet halinde yaşadığını fark etmektir. Bu kadar atalet içerisinde yaşadığımız halde ataletin ne olduğunu bile bilmememiz, ataletimizin ömrüne ömür katıyor. 89 Panonuza şu soruyu yazmakla işe başlayın: Bugün yapmadıklarımın gelecekteki sonuçları neler olacak? Prof. Dr. Ali Fuat Baş- gil'in şu üç kelimesini hayat felsefeniz yapabilirsiniz: "Üşenme, Erteleme, Vazgeçme." Eyleme geçmek için mükemmel hale gelmeyi beklemeyin. Mükemmeliyetçilik yerine sürekli iyileştirme felsefesine göre hareket edin. Bir yerden başlayın, yaptıklarınızı aşama aşama düzeltin. Büyüklüğün verdiği 'hormonlu egonun yarattığı atalet' tuzağına dikkat edin. Osmanlı'nın sonunu getiren şey aşırı özgüvenin getirdiği ataletle Batı'nm yeni icatlarım takip etmemesiydi. Yüksek ego şöyle düşündürtür: "Buldukları iyi bir şey olsaydı, biz bulurduk!" ya da "Biz o kadar iyiyiz ki, onlar kadar çalışmadan da başarılı oluruz!” İçinizdeki çatışmaları yönetmek için özenli bir şekilde çaba harcayın. Kafanızda birbirinin tersine konuşan 'iç kuvvetler'iniz, birbiriyle savaşıp sizi yorabilir. Çoğu insan aşırı derecede iç çatışma yaşadığından, kariyer mücadelesine enerjisi kalmaz ve atalete düşer. Önemsiz ama acil işlere boğulma tuzağına düşmeyin, 'önemli işlere öncelik' verin. Panomdaki bir söz: "En büyük bilgelik, neyi ihmal etmemek gerektiğini bilmektir." Unutmayın, hiçbir canlının atalet hali sonsuza kadar süremez. Ya siz atalet halinize son verirsiniz ya da bir felaket ataletinizi bitirir. Bir gün doktor kanser teşhisi koyunca, 'elimde değil' dedi­ ğiniz sigarayı üç saniyede bırakırsınız. Cehalet gafleti, gaflet ataleti, atalet sefaleti, sefalet felaketi getirir. Atatürk bir konuşmasında bunu vurgular: "Çalışmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, en sonunda da istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar." Ann Landers, "Tanrı bize iki yuvarlak organ verdi, biri oturmak, diğeri düşünmek için. Başarınız hangisini daha fazla kullanacağınıza bağlı!" der. Oturmak ya da çalışmak, seçim sizin! 90 I? “ İt % i j her şey seninle Engelleri Aşmak ve Sonuç Almak: "Bir Kapıyı Kırk Kere mi Çalmalı, Kırk Kapıyı Bir Kere mi Çalmalı?" Eski bir Çin hikâyesidir. Köyün birinde yaşlı bir adam yaşarmış. Çok fakirmiş ama Kral'ın bile kıskandığı bir ata sahipmiş. Kral bu at için ihtiyara neredeyse hâzinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı?" dermiş. Bir sabah kalkmışlar ki at yok! Köylü ihtiyarın başına toplanmış. "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Kral'a satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın," demişler. İhtiyar, "Karar vermek için acele etmeyin," demiş. "Sadece 'at kayıp' deyin, çünkü gerçek sadece bu. Ötesi sizin yorumu- 91 nuz. Atımın kaybolması bir talihsizlik mi, yoksa şans mı bunu henüz bilemiyoruz." Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden, bir gece ansızın at dönmüş. Meğerse çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. "Tamam," demişler. "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz," demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden, "Bu adam sahiden budala," diye geçirmişler. Bir hafta geçmeden, ihtiyarın tek oğlu vahşi atları terbiye etmeye çalışırken attan düşmüş ve bacağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun bir süre yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmiş ihtiyara. "Bir kez daha haklı çıktın," demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun uzun süre bacağını kullanamayacak. Sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın." İhtiyar, "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz," diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin yorumunuz, sizin verdiğiniz karar. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra düşmanlar kat kat büyük bir orduyla saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan herkesi askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu hariç bütün gençleri askere almışlar! Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın 92 kazanılmasına imkân yokmuş. Giden gençlerin öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler gene ihtiyara gelmişler. "Gene haklı olduğun kanıtlandı," demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki hiç dönmeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması talihsizlik değil, şansmış meğer." "Siz erken karar vermeye devam edin," demiş ihtiyar. "Oysa gelecekte ne olacağını kimse bilemez. Bilinen tek gerçek var, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu kim bilebilir ki?" Bu anlamlı öyküden çıkarılacak dersler nelerdir? 1. Ders : Bu öykü bana dilimizdeki 'hayırlısı olsun' deyişinin anlamını açıklıyor. 2. Ders: Elde ettiğimiz sonuçlar değil, onlara yüklediğimiz 'iyi' ya da 'kötü' gibi anlamlar ne hissedeceğimizi belirliyor. Öğrenilmiş çaresizlik ve atalet, elde edilen sonucun aceleyle 'başarısızlık' olarak nitelenmesinden doğar. Oysa doğada başarı ya da başarısızlık yoktur, sadece sonuçlar vardır. Başarı ya da başarı­ sızlık, insanların sonuçlara eklediği bir sıfattır. Birkaç denemede istediği sonucu alamayınca, "Ben başaramayacağım," demek, yaşlı bilge karşısında her defasında mahcup olan köylülerin düşünme biçimini kullanmaktır. Başarmak amaca uygun sonuç almaktır Başarılı olmayı sonuç almakla ölçenlerdenim. Başarmak, amaca uygun sonuç almaktır. Amaç sonucun önceden tasarlanması, sonuç amacın gerçekleştirilmesidir. Amaca uygun sonuç alınması da başarının kendisidir. Başarmak sonuçları konuşturmaktır. Başarısızlar çok konuş­ mayı, başarılılar sonuçları konuşturmayı bilir. Maçlarda yenilen 93 yenenden daha çok konuşur. Hiçbir şey, mükemmel kotarılmış bir sonucun yerini tutamaz. Hiçbir açıklama, 'sonuç almak' kadar başarılı değildir. Büyük başarmak, düşmanının bile alkışlayacağı sonuçlar almaktır. Türk kültürü de sonuç odaklıdır. Biz başarıyı sonuç almakla ölçeriz. Hatice'ye değil neticeye bakarız! Ölçülebilir sonuçlar almak ya da aldığı sonuçları ölçülebilir şekilde gösterebilmek, tartışmasız başarı kazanmanın bilinen en iyi yoludur. Alman sonucun boyutları, başarının büyüklüğünü belirler. Yasal ve ahlaki sınırları ihlal etmemek kaydıyla, sonuç almak her şeydir. Geçmişte bir insanın başarısı onun hakkmdaki kanaatlerle yargılanırdı, şimdi daha objektif bir gösterge olan skor tabelasına bakılıyor. Her mesleğin skor tabelası oluşturuluyor. Başarıyı ölçmek için performans değerlendirme sistemleri kuruluyor. Her mesleğin skor tabelası farklıdır. Bir satıcı için en iyi sonuç yüksek cirodur. Bir TV programcısı için reyting raporundaki sıralamadır. Film yapımcısı için gişedir. Futbol takımı için skor tabelasında yazandır. Skor tabelası insanların kanaatleri gibi sübjektif olmayıp objektif ve ölçülebilir bir kıyaslama imkânı sunduğu için değerlidir. Geniş kitleler de bir başarıyı değerlendirirken özellikle sonuca bakar, insanlar, hayatta karşılaştığınız rüzgârlarla (engel) değil, gemiyi limana götürüp götüremediğinizle (sonuç) ilgilenirler.13 Alınan sonucun değeri neye bağlıdır? İmkânsızlıklar içinde mücadele edip, büyük sonuçlar almak o başarıyı daha da 'seksi' yapar. Bu yüzden Vehbi Koç'un başarı öyküsü her zaman oğlu Rahmi Koç'unkinden daha görkemli olacaktır. Zengin çocukları­ nın başarılı olmasının önündeki en büyük engel, engellerinin olmamasıdır! Engelinizi sevin, aşacak engel bulamayan da var! Başarmak bir sonuca bazı engelleri aşarak ulaşmaktır Bir insanın bir sonuç alması değil, o sonucu büyük engelleri aştıktan sonra alması başarıdır. Ülkenin en zengin adamının oğlu bir 94 milyon dolarlık bir şirket kurarsa, bu bir başarı değildir. Oysa bir simitçi, sıkı çalışarak kazandığı parayla simit satan tezgâhlar zinciri kurup bir milyon dolarlık ciro yaparsa bu bir başarı öykü­ südür. Aşılan engel ne kadar büyük olursa, ulaşılan başarı o kadar görkemli olur. Bir milyon doları olan iki kapıcı düşünün. Biri bu parayı piyangodan kazansın. Diğeri ise kapıcıyken, aynı zamanda bir şeyler satarak iş yapsın ve kazandığı parayla önce büfe, sonra market, en sonunda mağazalar zinciri açan biri olsun. Hangisine başarılı dersiniz? 'Sonuca' bakılırsa ikisinin de bir milyon doları var. Bulundukları yer aynı! Hatta geldikleri yer de aynı! İş yaparak kazananın 'başarı öyküsü' vardır, çünkü o sonucu almak için çok sayıda 'engel' aşmıştır. Engel aşmadan bir yerlere gelenlerin ya da bir şeylere sahip olanların başarı öyküsü yazılmaz. Çünkü ortada bir 'başarı öyküsü' yoktur! Peki bu durumu bile bile insanların bir engelle karşılaştığında, “Bu engel olmasaydı ben de başarılı olurdum," demesine ne demeli? Asıl bu engel olmasaydı başarılı olamazdın! Engelleri aşmak başarılı biri olarak görülmek için gereklidir ama yeterli değildir. Bu engellerin çoğunluğun aşamadığı engeller olması da gerekir. Doğarken de bir sürü engeli aşarız ama doğmak bir başarı değildir. Kimsenin sırf doğabildi diye başarı öyküsü yazılmaz. Çünkü insanların çoğunluğunun üstesinden gelebildiği bir zorluktur. Sosyal başarı çok sayıda insanın olmak istediği bir yere, az sayıda insanın aşabildiği engellerin üstünden geçerek ulaşmaktır. Ne ilginçtir ki, çoğu insan başarılı olmak istiyor ama engellerle karşılaşmak istemiyor! Oysa eğer engeller olmasaydı, 'kazanmak' diye bir şey de olmazdı. Engeller hak edenlerle etmeyenleri, yeterli olanlarla olmayanları ayırmaya yarar. Doğanın bu elemedeki kriterlerini beğenmeyebilirsiniz ama bu konudaki itirazlarınızın doğa için bir önemi yoktur. Çünkü 'güneş sistemi sizin onun hakkında ne düşündüğünüze aldırmaz!'14 Sizin işiniz doğanm eleme yasalarını çözmek ve onlara uymaktır. Doğanın sizi başarılı yapmak gibi bir projesi yok, başarılı olmak isteyen sizsiniz! 95 Engeller ne kadar büyük olursa, kaybeden de o kadar çok olur, ki bu da kazananları daha büyük yapar. Sosyal başarılarda, kaybeden ne kadar çoksa, kazanan o kadar büyük olur. Her yüz öğrenciden 90'ı lise ikiden lise üçe geçebilirken, üniversite sınavında her 100 öğrencinin 90'ı sınavı geçemez. Bu yüzden üniversite sınavını kazanmak, lise ikiden lise üçe geçmekten daha büyük başarıdır. Engel amaç ilişkisinde ilginç bir diğer nokta bir engelin büyüklüğünün sübjektif olup, o engel aşıldığında ulaşılacak hedefin büyüklüğüne göre değişmesidir. Amacınız çok büyük ise, önünüzdeki engeller gözünüzde küçülmeye başlar! Engeli aşma karşılığında alacağınız ödül (hedef) küçük ise, engel gözünüzde büyümeye başlar. Büyük düşünmenin en büyük faydası, önünüzdeki engelleri küçük görmenizi sağlamasıdır. Tabii ideal olan, engelleri ideal boylarında görmektir ama illa farklı görülecekse, engelleri gözde büyütmemek tercih edilir. Sonucun gelmesi gecikince ne yapmalı? Başarılı olmayı sonuç almakla ölçmek doğrudur ama sürekli iki gözü sonuçta yaşamak doğru değildir. Skor tabelasına bakmak, neyin işe yarayıp neyin işe yaramadığını görmek için yararlıdır. Zararı ise maraton tipi başarılarda, uzun süre sonuç görmese de kararlı bir şekilde çalışmak gerektiğinde, sabırsız kişilerin pes etmesine neden olmasıdır. İkinci zararı ise iyi oynadığı için kazanan kişiler yerine, sadece kazanmak için oynayan lejyoner ruhlu insanlar yaratabilmesidir. Genç çekirge yaşlı karate hocasına sorar: - Ne kadar sürede sizin seviyenize gelirim? - 10 yıl! - İki katı çalışsam? - 20 yıl! - Uç katı çalışsam? - 30 yılda! 96 - Ne kadar çok çalışsam, süre o kadar uzuyor, bu nasıl iş hocam? - Sen gözünü sonuca dikmişsin. İnsanın gözü bu kadar sonuçta olunca, önünü görmesi için tek gözü kalıyor! Bir an önce sonuç görmeye eğilimli sabırsız gençlere kıdemli işadamları, "Civcivlerini yumurtadan çıkmadan saymaya kalkma," der. "Diktiğin fidanın kök tutup tutmadığını görmek için her gün yerinden sökersen, hiçbir zaman kök tutamazlar!" Kısa zamanda sonuç görmek isteyenler atalete ve öğrenilmiş çaresizliğe en yatkın insanlardır. Üç denemede sonuç alamayınca, iki ret cevabıyla karşılaşınca, yüzlerine kapanan ikinci kapıda hayallerinden vazgeçerler. Üstelik başarı öyküsünü okudukları kişilerin bunun tam tersini yaptığını bile bile! Hemen sonuç görme eğilimliler maraton tipi uzun vadeli başarıları gerçekleştirememektedir. Mesela İngilizce öğrenmek ya da üniversite sınavını kazanmak, yaklaşık bir yıl çok yoğun çalı­ şılarak elde edilebilecek maraton tipi başarıdır. Bu gibi uzun vadeli başarılarda, uzun süre skor tabelasına bakmadan işini en iyi şekilde yapabilenler kazanırlar. Hemen sonuç görme eğilimi özellikle 'yeni neslin' en büyük zafiyetidir. Başarı yolunda giderken bazen tembellik etmeden sabırla beklemeyi bilmelisiniz. En hırslandığınız anda, şartlar sonuç almaya uygun değilse, doğru zamanı beklemek için içinizdeki frenlere basabilmelisiniz. Tutkunuzu kaybetmeden kendinizi 'rölantiye' alabilmelisiniz. Bazen de yaptıklarınızın herhangi bir sonucunu göremeseniz de elinizden gelenin en iyisini yapmaya devam etmelisiniz. En görkemli başarılar, elde kanıt olmadan bir büyük rüyanın peşinde tutkuyla yürüyenlerin yaptıklarıdır. İstatistiksel olarak bakıldığında bu tarzda gidenlerin çoğunluğu başarısız olur ama başarılı olanları 'büyük' bir iş başarmış sayılır. Ben hiçbir tutkulu çabanın karşılıksız kalmayacağına, büyük başarı için uzun süre sonuç görülmese de tutkuyla çalışmak gerektiğine inananlardanım. Ne demek istediğimi Jacob Riss'in bir metaforu çok iyi anlatıyor: "Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir 97 taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa. Ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz. Sonra birden, yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki; taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir." Aşılamayan engeller karşısındaki seçenekler nelerdir? Birkaç denemede istediğiniz sonucu alamadıysanız istediğiniz hedefe ulaşmak için önünüzdeki seçenekler nelerdir? 1. Sabır yolu. Tembelliğe düşmeden beklemeyi deneyebilirsiniz. Şartlar olgunlaşıncaya kadar beklemek sonuç almayı kolaylaştırır. Doğru zamanı, doğru zemini bekle ve tekrar dene! 2. Esneklik yolu. Hiçbir hedefe tek yoldan gidilmez. Başka yolları dene. Bir hedefe giden yol, gökteki yıldızların sayısı kadardır. Bir kapıyı kırk kere çaldığında açmadılarsa, kırk kapıyı daha çal. Esnek ol. Öteki seçenekleri yokla. 3. Kararlılık yolu. Kendini ve şartları zorla. Tüm konsantrasyonunu ver ve tüm gücünle yüklen. Kırk yere bir metrelik kuyu kazma, bir yere kırk metrelik kuyu kaz. Kırk kapıyı çalma, bir kapıyı kırk kere çal. Açan olmadıysa çilingir çağır! Kapıyı farklı anahtarla açmayı dene. Olmadıysa kapıyı kır! Kararlılık en olmazı oldurur. 4. Yeni akıl yolu. İnsanın yolu değil aklı tıkalıdır. Kör noktalarını görmek için ya akimı geliştir ya da başka insanların fikrini sor. Yeni bir çözüm için gereken yeni bir akıldır. Unutma: "Zihin paraşüt gibidir, açıldığında iş görür." 5. Kendini geliştirme yolu. Başarısızlık yetersizlikten doğar. Kendini engellerinden büyük hale getir. O kadar değerli hale gel ki, o kapıdan geçmen için seni davet etsinler! 6. Modelleme yolu. O engelleri başkasının nasıl aştığını öğren. En iyileri taklit et. Yapanlar nasıl yapmış? 98 7. Öğrenilmiş çaresizlik yolu. O hedeften vazgeç. Kendini bırak ve bir daha deneme. Müslüm Gürses'in 'Kul Kaderini Yaşar, Bahtına Ne Çıkarsa' şarkısını dinle. Bunalıma gir ve hiçbir şey yapma! Kararlı olmak mı, esnek olmak mı? Bir engelle karşılaşıldığında en zor karar şudur: O engeli aşmak için kararlılıkla devam mı etmeli, yoksa başka bir kapıya mı yönelmeli? Bir kapıyı kırk kez mi çalmak, kırk kapıyı bir kez mi çalmalı? Kararlı olup bir seçeneği zorlamak mı doğrudur, esneklik gösterip öteki ihtimalleri yoklamak mı? Maalesef bu sorunun kesin bir cevabı verilemiyor. Hangi tarzın doğru olduğu 'duruma göre değişir.' Durum neye göre değişir? Kapıyı çalana, çaldığı kapıya ve kapıyı çalış şekline göre değişir! Bazen kararlılık gerektiğinden bir kapıyı kırk kez çalmak doğrudur. Bazı kapılar ise kırk kez çalınsa da açılmayacak haldedir, başka kapıları denemek gerekir. Hayatta ne zaman sabırla beklemek, ne zaman ısrarla devam etmek gerekir? Defalarca denediğimiz halde istediğimiz sonucu akmı­ yorsak, doğru zamanda tekrar denemek üzere beklemeye mi geç­ meliyiz, yoksa ısrarla devam etsek sonuç alır mıyız? Bunun cevabı da duruma göre değişir! Ne yapılması gerektiğine kendi aklınızı ve kitaptan öğrendiklerinizi kullanarak karar vermelisiniz. İnsanları başarılı ya da başarısız yapan, başarıyla ilgili öğrendiği teorik bilgiyi pratik durumlara başarıyla uygulayabilmeleridir. Kitaptan, insanlardan, kendinden öğrendiklerini önündeki durumun gereğine göre yorumlayıp uygulayabilenler başarılı olabilmektedir. Başarılı 'yapılanların' başarı öyküsü olmaz! Her şey sana bağlı! Bir şeyi defalarca deniyor ama istediğimiz sonucu akmıyorsak, bazı insanlar sadece kararlı şekilde devam etmeyi önerirler. Sloganları şudur: "Damlayan su taşı deler. Taşı delen suyun gücü 99 değil damlaların sürekliliğidir." Bazen haklıdırlar ama her zaman değil. Bir arı şişenin içine konur ve şişenin tabanı ışığa doğru çevrilir. Aynı şişeye bir de sinek konur. Arı ve sinek familyası, kafaları karışınca ışığa doğru uçar! Bizim arı ve sinek de ışığa doğru uçmaya başlarlar ama kafalarını şişenin dibine çarparlar. Sinek birkaç denemeden sonra aynı yere kafasını vurmaktan vazgeçer ve şişenin ağzını bulup çıkar. Buna karşın kararlılığı ve çalışkanlığı ile 'marka' olan arı, günlerce kafasını şişenin tabanına vurur, açık olan şişenin ağzını bulup çıkamaz. Bu örnekte arı kararlılık körlüğü yaşadı. Esneklik gösterip başka yollar aramadı. Stratejiniz yanlış ise kararlılık yetmez. Atasözüdür: "Kuru gayret, sadece çarık eskitir." Kırk kapıyı bir kez mi çalmalı, bir kapıyı kırk kez mi? Bu konuda insanların ne düşündüğünü tespit etmek için bir anket yaptırdım. Kişisel Gelişim Merkezi (kigem.com) üyelerine sorduk: "Bir hedefe giderken geçmeniz gereken bir kapı kapalı. Kapının ötesine geç­ mek için o kapıyı kırk kez çalmayı mı tercih edersiniz, yoksa kırk farklı kapıyı birer kez çalmayı mı?" Aynı kapıyı kırk kez çalarım, ısrar işe yarar. 605 Kırk farklı kapıyı birer kez çalarım, hangisi açılırsa. 1064 Ne yapacağım o anki kafama göre değişir. 331 Ankete Toplam Katılım : 2000 Anket sonuçlarına göre insanlar artık başarı sürecinde kararlı olmak yerine, esneklik göstermeyi tercih ediyor. Kararlılıkla bir kapıyı kırk kez çalmak yerine esneklik gösterip kırk farklı kapı­ yı çalmayı akıllıca buluyor. Bir ihtimale adanmak yerine öteki 'seçenekleri' yoklamayı seviyor. B

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder