Book and Novel Editor (fictional and non-fiction) Prisoner, Pyromania, Antiquity, Ancient Mesopotamia, Published Author of International Books.
27 Eylül 2016 Salı
Her Şey Seninle Başlar
Balık Tutup Vermek mi, Balık
Tutmayı Öğretmek mi?
Ünlü bir bilgeye (Eflatun), insanoğlunun en şaşırtan davranışlarım
sordular.
Şöyle cevapladı:
• İnsanoğlu çocukluktan sıkılır, büyümek için acele eder,
sonra da çocukluğunu özler!
• Önce para kazanmak için sağlığını harcar, sonra da yitirdiği
sağlığını geri kazanmak için parasını!
• Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar, sonra da hiç yaşamamış
gibi ölür!
• Hayata hazırlanmaya o kadar zaman harcar ki, hayatını
yaşamaya vakti kalmaz.
• Yarınını o denli düşünür ki, bugünün elinden kayıp gitti
ğini fark etmez bile. Oysa hayat geçmişte ya da gelecekte
değil, şimdiki zamanda yaşanır.
1
Okul hayatında 'hayat bilgisi' dersi gördüğümüz halde, hayat
okulunda ezberimiz neden karışıyor? Çünkü okullar bizi hayata
değil, sınavlara hazırlıyor. Bu yüzden okul hayatı ile hayat okulu
arasındaki farklardan yaşam şaşkını oluyoruz.
1. Okul hayatında sınavlar önceden haber verilerek yapılır
ve notumuz yüzümüze söylenirdi. Oysa hayat okulunda
insanlar bizi habersizce 'sınava çekiyor' ve yargılarını
genellikle içlerinde tutuyorlar.
2. Okul hayatında anlatılmayan konudan soru sorulmazdı,
hayat okulunda soru çıkabilecek her konuyu bilmemiz
bekleniyor.
3. Okul hayatında notumuz 'objektif' rakamlarla karnemize
yazılırdı, oysa hayat okulunda sübjektif kanaatlerle 'notumuz'
veriliyor.
4. Okul hayatında soruların tek doğru cevabı vardı, hayat
okulunda kişiye göre değişen doğru cevapları bilmemiz gerekiyor.
5. Okul hayatında bulunduğumuz sınıftan daha aşağıya
düşmezdik, hayat okulunda 'sınıftan düşmek' mümkün!
6. Okul hayatında önce dersimizi öğrenir sonra sınava
girerdik, hayat okulunda önce sınava çekilip sonra 'dersimizi
alıyoruz!'
7. Okul hayatında tek dersten sınıfta kalanlara 'bir ek sınav
hakkı' daha verilirdi, hayat okulunda bir fırsatı kaçırıp
son vagona atlayamayanlar için 'tek fırsat hakkı' yok.
Hayatın kullanma kılavuzunu yanımıza almadan geliyoruz
hayata. Nasıl yaşayacağımızı yaşarken öğreniyoruz. Yaşamak
istediğimiz hayat, yaşadığımız hayat ve yaşamamız istenen hayatın
iç açılarının toplamından 'ortaya karışık' bir hayat çıkarıyoruz
kendimize.
Peki ana kumanda masasına bir uçağın pilot kabini kadar
yabancı olduğumuz bu hayattan istediklerimizi ne kadar alabiliyoruz?
2
Neden 'isteyen' herkes başarılı olamıyor?
Ne zaman kalabalık bir gruba konuşma yapsam hemen sorarım:
"Kimler başarılı olmak istiyor?"
Katılımcıların % 99'u “ben" anlamında ellerini kaldırır.
Gülümseyerek teşekkür ederim.
Ardından ikinci soru gelir: "Peki sizce insanların yüzde kaçı
başarılı, mutlu ve yaşadığı hayattan memnun? Yüzde kaçı hayal ettiği
hayatı yaşıyor?”
Gelen cevap: "% 5 ile % 10 arasında!"
Yaş, eğitim, cinsiyet fark etmeksizin aynı soru üç aşağı beş
yukarı aynı cevabı getiriyor. Ne ilginç bir sonuç değil mi? Bu
kadar çok insanın istediği, bu kadar az insanın elde edebildiği başka
ne var dünyada?
Sosyal başarı, maraton yarışlarına benzer. Yarışın başında
100 kişinin 99'u kazanmak istediğini söyler, yarışın sonunda 10
kişi kalır. Peki kaybeden % 90'lık kesim nereye takılıyor?
Neden 'isteyen' herkes başarılı olamıyor? Dünyada daha çok
başarılı insana yer ve talep varken, neden bu kadar az 'başarılı'
insan var?
Bu sorulara bulduğum cevaplar beni bu kitabı yazmaya zorladı.
Daha fazla başarılı olmak istemeniz sizi bu kitaba getirdi.
Başarıyla randevunuza hoş geldiniz!
İnsanları başarısızlık bölgesinde durduran ne?
Yıllar önce bir gün, bir tatil köyünde seminer için konuşma
sıramın gelmesini bekliyordum. Birden aklıma bir soru geldi.
İnsanların çoğu başarısızdı, mutsuzdu, yaşadığı hayattan memnun
değildi ama bu durumu değiştirmeye dönük güçlü bir çaba içerisinde
de değildi. Bu insanları durduran neydi?
Seminer başlar başlamaz katılımcılara sordum:
Hayatta başarılı olmak istiyor musunuz? Evet!
3
Başarılı olmak için neler yapmanız gerektiğini biliyor musunuz?
Evet!
Bunları niçin yapmanız gerektiğini de biliyor musunuz? Evet!
İsterseniz nasıl yapabileceğinizi biliyor musunuz? Evet!
Yapmamakla neler kaybettiğinizi biliyor musunuz? Evet!
Yaparsanız neler kazanacağınızı biliyor musunuz? Evet!
O halde sizi durduran ne?!!!
Dışarıdan ellerine kelepçe takan olmadığına göre, insanların
içinde olup da ellerini kollarını bağlayan neydi?
Bir süre sonra cevabı buldum: Atalet!
Ataletin kelime anlamı 'eylemsizlik hali'dir. Bir insan bir işi
yapması gerektiğini biliyor, niçin yapması gerektiğini biliyor,
isterse nasıl yapabileceğini biliyor, yapmazsa ne kaybedeceğini
biliyor, yaparsa ne kazanacağını biliyor ama yine de yapmıyorsa,
o kişi atalet halinde yaşıyor demektir.
Yaklaşık beş yıl araştırmalar yapıp ataleti yenmek hakkında
Türkçe'deki ilk kitapları yazdım. Niçin ataleti yenmek bu kadar
önemli? Çünkü rekabet üzerine kurulu yeni dünya düzeninde
atalet halinde yaşayarak hayatta kalmak imkânsız.
Ataleti Yenmek Dizisi'nin sloganı olan bir Afrika atasözü bu
gerçeği mükemmel açıklar: "Afrika'da her sabah bir ceylan uyanır.
En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini, yoksa ona yem olup
öleceğini bilir. Afrika'da her sabah bir aslan uyanır, en yavaş ceylandan
daha hızlı koşması gerektiğini, yoksa açlıktan öleceğini bilir. Aslan
ya da ceylan olmanızın önemi yok, yeter ki her sabah kalktığınızda
koşmanız gerektiğini bilin.''
Cam tavan sendromu
Bu kitapta neyin peşindeyim?
Atalet, insanların yapabilecekleri ve yapmaları gereken bir şeyi
yapmamalarıydı. Peki insanların neyi yapabileceğine olan inancını
belirleyen şey neydi?
İnsanların hayal gücünün tavan yüksekliğini belirleyen nedir?
4
Kişisel gelişim kitaplarında
sıklıkla anlatılan bir 'pire deneyi'
vardır. Bilim adamları pirelerin
farklı yükseklikte zıplayabildiğini
görür. Birkaçını toplayıp 30 cm
yüksekliğindeki bir cam fanusun
içine koyarlar. Metal zemin ısıtı
lır. Sıcaktan rahatsız olan pireler
zıplayarak kaçmaya çalışır ama
kafalarını tavandaki cama çarparak düşerler. Zemin de sıcak
olduğu için tekrar zıplarlar, tekrar başlarını cama vururlar. Pireler
camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engelledi
ğini anlamakta zorluk çekerler. Defalarca kafalarını cama vuran
pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıpla(ya)mamayı
öğrenirler.
Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına
geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır.
Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplar! Üzerlerinde cam engeli
yoktur, daha yükseğe zıplama imkânları vardır ama buna hiç
cesaret edemezler. Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı
'hayat dersi'ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma
imkânları vardır ama kaçmazlar. Çünkü engel artık zihinlerindedir.
Onları sınırlayan dış engel (cam) kalkmıştır ama kafalarındaki
iç engel (burada '30 cm'den fazla zıplanamaz inancı) varlığını sürdürmektedir.
Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını nasıl öğrendiklerini
göstermektedir.
Bu pirelerin yaşadıklarına ‘cam tavan sendromu' denir. İş
dünyasında, özellikle kariyer planlama konuşmalarında yaygın
olarak kullanılan bir deyimdir bu. Bir insanın gelebileceğine
inandığı en üst nokta, onun cam tavanıdır.
Kendi hayatımızla o pirelerin hayatı arasında ne gibi benzerlikler
var dersiniz? Sizin cam tavanınız ne kadar yüksek? Bu limiti kafanızı
neye vura vura kendi kendinize koydunuz?
5
Hepimizin bir cam tavanı var. Cam tavanımız, yükseklere
tırmanmaya çalışırken karşılaştığımız engeller, 'acı tecrübeler'
ve başarısızlıklardan öğrendiğimiz, bize neyi yapamayacağımızı
gösteren tavan limitlerimizdir. Bu tavan limitlerimizi öğrenirken
ne kadar acı çekmişsek, o limitlere o kadar sadık yaşarız.
Hayatta gelebileceğinizi sandığınız en yüksek yer sizin cam
tavanmızdır. Sizin iç üst limitinizdir. Cam tavanınız hayallerinizin
tavan yüksekliğini gösterir. İnsan inandığına denktir. Yapabileceğini
düşündüğü kadardır.
Sizin cam tavanınız ne kadar yüksek?
Cam tavanınızın yüksekliğini şimdi tespit etmeye ne dersiniz?
Soru basit: Hayatta yükselebileceğinizi sandığınız en üst nokta neresi?
Varsayalım bir şirkette satış elemanısınız. Hayatta gelebileceğiniz
en üst kariyer noktası neresidir? Borcu olmayıp ihtiyacı
kadar kazanan bir satıcı olmak mı? Ekibin en çok ciro yapan
üyesi olmak mı? O satış ekibinin yöneticisi olmak mı? Sektördeki
en büyük şirketin en çok ciro yapan üyesi olmak mı? Ülkedeki
en büyük şirketin CEO'su olmak mı? Sektördeki en büyük
şirketin sahibi olmak mı? Ülkenin en zengin işadamı olmak mı?
Asya'nın en büyük işadamı olmak mı? Dünyanın en zengin ilk
100 işadamından biri olmak mı? Uygarlık tarihinde gelmiş geç
miş en büyük servetin sahibi olmak mı? Kendinizi hangi lige layık
görüyorsımuz? Hayatta gelebileceğiniz en iyi yerin neresi oldu
ğunu düşünüyorsanız, orası sizin cam tavanmızdır.
Ne ilginçtir ki, pirelerin ilk başta kaçabileceklerine inançları vardı
ama imkânları yoktu. Sonra imkânları oldu ama bu defa kaçabileceklerine
inanmıyorlardı. Hayatta da böyle değil midir? Yirmili
yaşlarda hayallerimiz vardır imkânlarımız yoktur, kırklı yaş
larda maddi imkânlara kavuşuruz ama hayallerimizi unuturuz.
Gençken iç engelimizi aşar, dış engele takılırız, zamanla dış
engel ortadan kalkar, bu defa iç engellerimize takılırız. Meydan
bulur, at bulamayız, at bulur meydan bulamayız!
6
Özetle, başarısız başarı denemelerimiz hayal gücümüzü hadım
ediyor. Yenilgilerimizden öğrendiklerimiz sınırlandırıyor
bizi. 'Acı tecrübelerimiz' zamanla zihnimizdeki en büyük iç engelimiz
oluyor.
Bu deneyden mesai saati, maaş bordrosu, koltuk taksitleri,
okul servis ücretleri arasında sıkışıp kalmış 'sanayi tipi Türk'
hayatına çıkarılacak dersler nelerdir?
Bu sorunun cevabı bu kitabın konusudur.
Yaşadığın hayat yaşayabileceğin
en iyi hayat değil!
Nazım Hikmet'in 'en iyisini daha yaşamadık' temalı ünlü
bir şiiri vardır.
"En güzel deniz, henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk, henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz,
Henüz söylememiş olduğum sözdür.”
Nazım bu şiiri sevgilisi Piraye için yazdı ama sizin için de
geçerli.
Hayatta gelebileceğiniz en iyi yerde misiniz? Hayır!
Daha iyisini hak ettiğinize inanıyor musunuz? Evet!
Yaptıklarınız yapabileceklerinizin en iyisi midir? Hayır!
Aklınız daha başarılı işler yapmak için yeterli midir? Evet!
Bir insan bugüne kadar yaptıklarından ibaret midir? Hayır!
Bir Alman atasözü, "Hayatı olduğu gibi kabul etmeliyiz ama
kabul edilebilir hale gelmesi için de çaba göstermeliyiz," der.
İnsanlar ideallerindeki en iyi hayatı yaşama mücadelesinden nasıl
vazgeçer? Ya da neden vazgeçer?
İdealimizdeki hayattan nasıl kopup sıradan hayatlara razı
olduğumuzu ilginç bir örnekle anlatmak isterim. Hindistan'da
yabani bir fil yavrusu yakalandığında kalın bir zincir ile kalın
bir ağaca bağlanır. Yavru fil kaçmaya çalışır ama kaçamaz.
Zamanla kaçma denemelerini bırakır. O ağaçtan hiçbir zaman
kurtulamayacağına inanır. Esareti öğrenmiştir artık.
Bu aşamada ayağındaki zinciri ağaçtan sökerek, bir odun
parçasına bağlarlar. Yavru fil her yürüyüşünde o odunun peşinden
geldiğini görünce, hâlâ o ağaca bağlı olduğunu ve hiçbir
zaman bağlı olduğu ağaçtan kurtulamayacağını düşünerek kaç
ma girişiminde bulunmaz. Çevrede dolanır ama kaçmaz.
Başlangıçta yavru filin kaçabileceğine inancı vardır ama kaç
ma imkânı yoktur, ikinci aşamada ise kaçma imkânı vardır ama
kaçabileceğine olan inancını kaybetmiştir. Çaresizliği öğrenmiş,
kaçmasının kendi ellerinde olduğuna inanmamıştır. Bu, öğrenilmiş
çaresizliktir!
Öğrenilmiş çaresizlik nedir?
Öğrenilmiş çaresizlik, kişinin herhangi bir durumda çok sayı
da başarısızlığa uğrayarak, bir şey yapsa da hiçbir şeyin değişmeyeceğini,
olayların kendi kontrolünde olmadığını, o konuda bir
daha asla başarıya ulaşamayacağını düşünüp, bir daha deneme
cesaretini kaybetmesidir. Öğrenilmiş çaresizlik, geçmişteki acı
deneyimlerden çıkarılan negatif şartlanmaların bugünkü davranışları
belirlemesidir.
Daha önceki denemelerde karşılaşılan başarısız sonuçları,
kendini sınırlayacak şekilde yanlış yorumlamaktır.
Öğrenilmiş çaresizlik hepimizin içinde az ya da çok vardır.
Hepimiz bir şeyleri defalarca deniyor, yanılıyor, başaramıyoruz.
Sonra bir daha yanılmamak için, bir daha denememeyi öğreniyoruz. Bu
sırada şartlar değişiyor. Eğer denersek başarılı olabileceğimiz bir
hale geliyor ama biz ezberlediğimiz gibi yaşamaya devam ediyoruz.
Arazi değişiyor ama bizim zihin haritamız değişmiyor. Böylece
başarısızlığı öğrenmiş oluyoruz.
8
Öğrenilmiş çaresizlik ve atalet, insanın potansiyelini kendinden
çalıyor. Düşlerimizi çürütüyor. Özgüvenimizi eritiyor,
cesaretimizi kırıyor. Aslanı kediye çeviriyor. Kazanmayı değil,
kaybetmeye katlanmayı öğretiyor.
Öğrenilmiş çaresizlik ve atalet yüzünden başarısızlık bölgesini
vatanımız, zirveleri gurbetimiz gibi görmeye başlıyoruz.
İçimizdekini söylemeyi değil, kendi kendimize söylenmeyi öğreniyoruz.
Sorumluluk almak yerine suçlamaya (ç)alışıyoruz. Başarısızlıklarımızın
sorumluluğunu dışımızda arıyoruz. Kendi ayakları
üzerinde durmayı ve kendi kendine yetebilmeyi beceremiyoruz.
Kitabın çıkış noktası nedir?
Bu kitabın başlangıç konuları, cam tavan sendromu, öğrenilmiş
çaresizlik ve atalet halinde yaşamak. Bu üç kavramın ne olduğu,
nasıl çalıştığı ve başa çıkmak için neler yapmak gerektiği anlatı
lıyor. Mesaj net: Çaresiz değilsin, çaren sensinl
Kitabın ikinci yarısı aşama aşama profesyonel başarı sürecini anlatıyor.
Başarısızlık öğrenilmiştir. Başarılı olmak da öğrenilebilir.
İkinci mesajımız: Her şey seninle başlar!
Bu kitabın hakkınızda üç iyi niyeti var:
1. niyeti, cam tavanınızı yükselterek hayatınızı 'bir beden'
büyütmek.
2. niyeti, içinizdeki öğrenilmiş çaresizlik enkazım kaldırmak.
3. niyeti, ataletinizi yenip hayat amaçlarınızı gerçekleştirmek
için harekete geçmenizi sağlamak.
Sizin şimdiye kadar hayatta gelebileceğiniz en iyi yere gelmedi
ğinizi düşünüyorum. Siz geldiğinizi düşünüyorsanız sorun değil,
okurken fikriniz değişir! Yaşamak istediğiniz hayat ile yaşadığınız
hayat arasında farklar olduğunu düşünüyorum. Sizin düşüncelerinizi
yeniden düzenleyerek, yeni bazı şeyler öğrenerek, daha başarılı
işler yapıp, daha yükseklerde yaşayabileceğinize inanıyorum. Eğer
tahminlerim doğruysa, güzel bir 'birlikteliğin' başlangıcındayız!
Bu kitap bir kendi kendine yetebilme kitabıdır. Kendi ayakları
üzerinde durmak, başkalarına bağımlı olmadan yaşamak isteyenler
için yazılmıştır. Kendini aşmak, daha büyük yaşamak isteyenler
için bir yol haritasıdır. Sloganımız: Hayatta ya tozu dumana katarsın
ya da tozu dumanı yutarsın. Seçim senin!
Kitapta önce neden insanların çoğunluğunun 'hayata tutunamayıp'
başarısız olduğunu inceleyeceğiz. Sonra da bu durumun
nasıl tersine çevrileceğini, iç ve dış engelleri aşma biçimlerini,
başarılı olmanın nasıl öğrenilebileceğini göreceğiz. Çok
sayıda örnekle, öğrenilmiş çaresizlik psikolojisini tanımanızı
sağlayacağız. Öğrenilmiş çaresizlik ve ataleti ne kadar iyi tanırsanız,
onlardan o kadar hızlı kurtulabilirsiniz.
Bu kitap onu okuduktan bir yıl sonra zirvede olacağınızı vaat
etmiyor, ama en az iki kez okuduktan sonra kesinlikle aynı kişi
olmayacağınızı taahhüt ediyor. Kitabı bitirdiğinizde, eminim
okumaya başladığınız kişi olmayacak, olduğunuz yerde duramayacaksınız!
Kitapta, bilgi ile bilgeliği, soru ile cevabı, düşündürmek ile
öğretmeyi dengeli bir şekilde vermeye çalıştım. 'Öğrenilmiş
çaresizlik' teorisini kuran ünlü profesör Martin Seligman'm
görüşlerini de, "Bu benim meselem derin mesele!” diyen 'öğretilmiş
çaresizliklerin efendisi' Müslüm Gürses'in şarkı sözlerini
de inceledim. Evrensel gerçekler kadar yerel değerlerimizi de dikkate
alarak analizler yaptım.
Bilimsel araştırmalar kadar, bilgelik belgelerine de yer vermeye
çalıştım. Nüvide Tulgar'ın 'Kendi Kutup Yıldızını Bul' adlı
harika antolojisinden en güzel bilgelik öykülerini seçip aldım.
Umuyorum, bu kitabım sizin kutup yıldızınız, hayat kılavuzunuz
olur.
Bu arada neden kılavuz kitaplar yazdığımı soracak olursanız,
Bernard Shaw cevabı biliyor: "Bir işin nasıl yapılabileceğini biliyorken,
bir başkasının yapamadığını görüp dilini tutmak imkânsızdır!"
10
Balık tutup vermek mi,
balık tutmayı öğretmek mi?
Benim çocukluk kahramanım 'zenginden aldığını yoksula
veren' garibanist kahraman Robin Hood idi. Üniversiteliyken
bir gün kafamda Konfüçyüs'ün, "Yoksul bir gence gerçekten yardım
etmek istiyorsanız ona balık tutup vermeyin, balık tutmasını öğretin.
Balık vererek bir öğün, balık tutmasını öğreterek bir ömür karnını
doyurabilirsiniz/' bilgeliği ile Robin Hood ruhunu birleştirdim.
Bana ilham veren üçüncü söz Dr. Feldenkrais'in, "Amacımız,
imkânsızı mümkün, mümkünü kolay, kolayı da zarif ve zevkli yapmanın
yollarını bulmaktır," özdeyişidir.
Üniversite öğrencisiyken kendime bir misyon tasarladım.
Başarılı insanların nasıl başarılı olduklarını inceleyecek, bunları
anlaşılır ve uygulanabilir halde sistematize edecek, seminer ve kitap
yoluyla başarılı olmak isteyenlere anlatacaktım. Dünyada 'varlık
nedenim' bence buydu.
Bunu yapmanın 'borcum' olduğunu düşünüyordum. Çünkü
kaybedenlerin kazananlar üzerinde 'göz hakkı' olduğunu, başarılı
insanların, başarmak isteyenlerle en azından bilgilerini paylaş
maları gerektiğine inanıyordum. Ayrıca bir mum başka bir mumu
tutuşturmakla ateşinden bir şey kaybetmezdi. Bu kitap, bu ruha
adanmıştır.
Bu kitap üniversite öğrencisiyken tasarladığım bir projeydi. Bu
kitabın içinde bu idealist genç ruhun yansımalarını bulacaksınız.
10 yıllık kişisel gelişim uzmanlığı kariyerimde bulduğum en
kullanışlı fikirlerin özetini bu kitaba koydum. Başarısızlıktan
kurtulma ve sürdürülebilir başarı için bilinmesi gerekenleri, en
damıtılmış halde size ulaştırmaya çalıştım. Başarı serüveninize
'yol haritası' sunmak istedim.
Bu kitabın ilk baskısını 100.000 adet yaptık. Böylece kendimizi
bu bilgiyi çok sayıda insana ulaştırmaya mahkûm ettik. Çok
uygun bir fiyatlandırmayla, herkesin bu bilgilere ulaşabilmesini
11
sağlamaya çalıştık. Eğer bu kitabı beğenirseniz, çevrenizdekilere
de okumalarını önererek ya da içindeki bilgileri hayata geçirip
aldığınız sonuçların yaratacağı etkiyle daha çok insanın başarılı
olmasını sağlayabilirsiniz.
Bir kitap okudum hayatım gelişti!
Bu kitaptan en yüksek düzeyde faydayı sağlamak için ne
yapmalısınız?
1. Kitabın iç bütünlüğünü anlamak ve parçalar ile bütün
arasındaki ilişkiyi kurmak için başlandıktan sonra uzun
aralar vermeden kısa sürede okunup bitirilmesi önerilir.
2. Bu kitabı en az iki defa okumanız önerilir. 'Konsantre' fikirler
sunulduğundan anlamanın ötesinde sindirmek için iki
kez okumak gerekiyor. En azından ilk okumanızda altını
çizdiğiniz yerleri ikinci kez dönüp okuyun. Bir kitabın
altını üstünü çizerek okumanın iki yararı vardır. Birincisi
daha sonraki okumalarınızda, işaretlerinizden birkaç yıl
önceki zihin düzeyinizi ve eğilimlerinizi anlarsınız. İkincisi,
tekrar ederken, sadece altı çizili yerleri okursunuz.
3. Kitabı 'kullanarak' okumanız önerilir. Kitabı aktif bir şekilde
okumalısınız. Sorulan soruları yazılı olarak cevaplamanız
önerilir. Kendinize küçük bir 'kişisel gelişim günlüğü'
açabilirsiniz.
4. Stressiz, algılarınızın açık olduğu, dingin bir zihin durumunda
okumanız önerilir. Hafta sonu sakinliğini tercih edebilirsiniz.
Zihinsel stresten kurtulmak için, birkaç saat uyuduktan
sonra okuyabilirsiniz.
5. En çok başarılı olmasını istediğiniz üç kişiye bu kitabı
okutmanız önerilir. Oluşturacağınız bu pozitif yaşam çevresi
sizi de büyütecektir.
12
her şey
her şey
seninle
her şey
her
her şey1
her şey seninle
Öğrenilmiş Başarısızlık:
Kaybetmeyi Nasıl Öğreniriz?
Bir köpekbalığı aç halde bir akvaryuma konulur. Balık akvaryumun
her yerinde yüzebilmektedir. Avlayacağı bir şeyler aramaktadır.
Sonra akvaryuma küçük bir balık konur. Köpekbalığı küçük
balığı yemek için hemen harekete geçer. Çünkü açtır (motivasyon),
küçük balığı yiyebileceğine inanmaktadır (özgüven) ve
küçük balığı yemenin kendi ellerinde (kontrol) olduğunu düşünmektedir.
Küçük balığı yemek için ilk saldırısında kafasını ne olduğunu
algılayamadığı sert bir şeye çarparak şok geçirir. Çünkü bilim
adamları küçük balık ile köpekbalığının araşma cam bir bölme yerleştirerek
onları ayırmışlardır! Köpekbalığı 'balık aklıyla' düşündüğünden
camı görememekte ama kafasını çarptığında camı
algılamaktadır.
13
Sonra bir daha dener,
yine kafasını cama çarpar.
Bir daha dener, tekrar aynı
şeyi yaşar. Tanımlayamadığı
bir şey hedefine ulaş
masına 'engel' olmaktadır.
Yaklaşık 48 saat sonra
köpekbalığı küçük balı
ğı yemek için uğraşmayı
bırakır. Evrensel, 'Büyük
balık küçük balığı yer/ kuralı işlememektedir. Büyük balık depresyona
girmiş gibidir. Çaba harcamayı bırakmıştır. Çünkü ne
yaparsa yapsın o küçük balığı yiyemeyeceğine inanmıştır.
Deneyin ikinci aşamasına geçildiğinde araştırmacılar aradaki
cam bölmeyi kaldırır. Artık köpekbalığı isterse küçük balığı
yiyebilecektir. Önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Çok da
açtır!
Araştırma ekibi neler olacağını
beklemeye başlarlar.
Şaşırma sırası bilim adamlarındadır.
Çünkü köpekbalığı
küçük balığı yemek için hiç
bir şey yapmaz! Küçük balı
ğı kovalayıp büyük balığın
alanına geçirirler ama yine
de yemek için hiçbir hamle
yapmaz.
Sonuç çok dramatiktir, bü-yük balık açlıktan ölmek üzere
olmasına rağmen yine de küçük balığı yememiştir.
Köpekbalığı küçük balığı neden yemedi? 'Aç ama gururlu'
olduğu için mi:)
Bilim adamları köpekbalığının içine düştüğü ruh durumuna
'öğrenilmiş çaresizlik' demektedir. Öğrenilmiş çaresizlik, bir
14
canlının defalarca denediği halde istediği sonucu alamaması durumunda,
bir sonraki denemesinde başarısız olacağım beklemesinden
dolayı, deneme cesaretini kaybedip hiçbir şey yapmaması halidir.
Bu hale öğrenilmiş başarısızlık da diyebiliriz. Köpekbalığı geç
mişteki denemelerinde başarısız olunca, gelecekteki denemelerinde
de başarısız olacağını öğrenmiştir. Bu durum bize milyarlarca
insanın neden başarısızlık halinde yaşadığı halde başarılı olmak
için hiçbir şey yapmadığını açıklıyor.
Öğrenilmiş çaresizlik bir daha deneme cesaretini kaybetmektir.
Sürekli başarısızlık korkusuyla hareket etmektir. Kendine olan
güvenini, 'başarabilirim' inancını kaybetmektir. Öğrenilmiş
çaresizlik zihne takılı bir psikolojik kelepçedir.
Biz bu deneyden öğrenilmiş çaresizlik teorisinden daha fazlasını
öğrenebiliriz. Bu dersler neler olabilir?
Başarısızlık ve 'kaybeden olmak' öğrenilmiştir
Başarısız olmak öğrenilmiştir. Bizler de köpekbalığı gibi bazı
şeyleri deniyoruz, kaybediyoruz, tekrar deniyor, tekrar başarı
sız oluyoruz. Yaptıklarımızın karşılığım alamayınca hayal kırıklığı
yaşıyoruz. Başarısızlıktan korkup, bir daha hayal kırıklığı
yaşamamak için başarıyı denemekten vazgeçiyoruz. Sonunda
başarısızlığı bir yaşam tarzı olarak benimseyip, kendimizi 'kaybeden'
olarak görüyoruz.
Başarısızlık eğitimi 'acılı derslere' dayanan, kafalar bir yerlere
vurula vurula öğrenilmiş, duygusal yoğunluğu yüksek bir
programdır. Paslı çiviler gibi, yerlerinden söküp atmak zordur.
Beyinden silip atmak için çok güçlü bir başarı eğitimi gerekir.
Başarısız olmayı öğrenenler, öğrenmekle kalmaz, başarısızlık
üreten zihniyetlerini çevredekilerin beynine de yükleyerek, onları
da başarısızlığa sürüklerler.
Bilim adamları deneyin ikinci aşamasında, köpekbalığmın
oğlunu da akvaryuma koysaydı, 'güngörmüş' baba köpekbalığı
15
oğluna ne derdi? "Evladım
sen buralarda yenisin.
Sakın şu balığı yemeye
kalkma! Yüzüne bir şey
çarpar, mahvolursun!"
Baba köpekbalığı kendi
önyargısını 'hayat dersi'
diye oğluna da öğretmeye
çalışırdı. Çocuk balık da
'biz babadan böyle gördük'
anlayışıyla yaşayan biriyse,
hayatı boyunca babasının ötesine gidemezdi. Hayatta bazı
şeyleri bilmemek bazen çok büyük avantajdır! Özellikle başarısız
insanlardan alınmış hayat derslerini...
Başarılı insanlara ulaşıp onlardan başarı bilgisi almak pek
kolay olmadığından, kaybedenlerden öğrendiklerimizle kazanmaya
çalışıyoruz. Kılavuzumuz kaybeden olunca, kazanmak da kolay
olmuyor tabii! Bu kitabı herkesin birinci kalite başarı bilgisine doğ
rudan ulaşmasını sağlamak için yazdım. Başarı bilgisine ulaşmada
fırsat eşitliği sağlamaya çalıştım.
İç engelleri aşamadan dış engeller aşılmaz
Bir hedefe yürürken iki tür engel(leyici) ile karşılaşırız: Dış
engel(leyici)ler ve iç engel(leyici)ler. Örneğimizde cam dış engeldir;
'ben ne yaparsam yapayım o küçük balığı yiyemem' inancı ise iç
engeldir. Engellerin yapısıyla ilgili üç noktayı bilmek önemlidir.
Dış engelleri aşmak için önce iç engelleri aşmak gerekir. Fiziksel
engelleri aşabilmek için önce zihinsel engelleri aşmak gerekir.
İç bariyerlerini aşamayanlar, dış engelleri aşmayı denemez bile,
denese de aşamaz. Çünkü kişi kendinde tutuklu kalmıştır.
İç engelleri aşmak dış engelleri aşmaktan daha zordur çünkü iç
engellerimizi göremeyiz. Deneylerdeki hayvanlar bir dış engel olan
16
camı göremezler. Ancak insanlar dış engellerini çok iyi görebildikleri
halde iç engellerini genellikle göremezler. İnsanların dış
engellerin üzerinden aşmasını engelleyen iç engelleridir ama iç engellerini
göremedikleri için dış engelleri suçlarlar. Daha çok içe değil dışa
dönük yaşadığımız için, dış engelleri daha çok görürüz. Bu kitap
zihninizdeki iç engellerinizi, zihinsel bariyerlerinizi size fark ettirmeye
çalışacak. Tabii bunun için kitabı sonuna kadar okumanız
gerekiyor! "Ben hiçbir kitabı başından sonuna okuyamadım,"
diyorsanız, bakın ilk iç engelinizle tanıştınız!
Dış engeller kendiliğinden ortadan kalkabilir ama iç engelleri
sizin zihninizden kaldırmanız gerekir. Çevremizdeki dış engeller,
dünyanın her gün yeniden kurulması ve hızlı değişim nedeniyle
kendiliğinden ortadan kalkabilir ama iç engellerimiz (yapamam
inancımız) ancak bizim rızamız ve çabamızla beynimizden silinebilir.
İç dünyanızda kontrol sizde olduğundan bilinçli ya da
bilinçsiz izniniz olmadan büyük değişiklikler olmaz.
Kısacası sınırlayıcı iç gerçeklerimiz (inançlar), sınırlayıcı dış
gerçeklerden (fiziksel koşullar) daha çok etkiler bizi. Aşılamayan
sınırları çoğu kez şartlar değil, akıl koyar.
Verdiğimiz örnekler bize 'engellenmişlik hissi'nin gücünü
gösteriyor. Hedefine ulaşması dışarıdan engellenen canlıların, kendi
içlerinde inşa ettikleri 'iç engellerle' nasıl da kendilerini dış engelleri
aşamaz hale getirdiklerini anlatıyor. Sizi engelleyen 'dış güçlerle'
uğraşmayı bir süreliğine bırakıp 'içinizdeki işbirlikçileri'ni tanı
maya ne dersiniz?
Arazi değiştikçe zihindeki haritayı
güncellemek gerekir
Dil psikolojisiyle ilgilenenler dış dünyayı arazi, iç dünyamızı ise
haritaya benzetirler. Hayat, insanlar ve başarı hakkındaki tüm
düşüncelerimiz birer haritadır. Biz hayat arazisinde, zihinsel
haritalarımızla yol alırız ya da yolda kalırız.
17
Deneyin birinci aşamasında köpekbalığı avını gerçekten yiyemeyecek
durumdaydı. Ancak ikinci aşamada cam kaldırıldı,
yiyebilecek duruma geldi. Şartlar (arazi) değiştiği halde, köpekbalığının
fikirleri (harita) değişmedi. Eğer iç inançlarınız dış gerçeklere
uymuyorsa, düşüncelerinizin son kullanma tarihi geçmiş demektir.
Köpekbalığının zihin haritasının o kısmının son kullanma tarihi
geçtiği halde, onu kullanmaya devam etti. Sonucu biliyorsunuz.
Köpekbalığının en büyük hatası, arazi değiştiği halde haritasını
güncellememesiydi.
Zihin haritalarını sık sık güncellemeyenlere gündelik dilde
'eski kafalı' ya da 'dinozor' denmektedir.
Her sabah dünya yeniden kurulur! Her sabah şartlar yeniden olu
şur. Her gece kader ihtimalleri yeniden düzenler. Dün olmayan bugün
olabilir hale gelir, bugün olabilen yarın olamayabilir. Her gün
ihtimallere 'yoklama çekmek' gerekir. Bildiklerinizin son kullanma
tarihine, en az marketten aldığınız süt kadar dikkat edin
lütfen!
İnancı varken imkânı yok,
imkânı varken inancı yok
Bu köpekbalığının hayatından çıkarılacak en önemli derslerden
birinin inanç-imkân ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Deneyin
birinci etabında, köpekbalığının küçük balığı yiyebilme
inancı vardı ama yiyebilme imkânı yoktu. İkinci etapta ise tersine,
küçük balığı yeme imkânı vardı ama bu defa da yiyebileceğine
dair inancı yoktu. Yapabilirim inancı ile yapabilme imkânı bir
araya geldiğinde başarı doğar.
Genç yaşlarda büyük işler yapabileceğimize inancımız vardır
ama imkânımız (para, yetki, şirket, vs.) yoktur. Zamanla
imkânlarımız artar, çeşitlenir ama bu defa 'büyük adam' olabileceğimize
dair inançlarımızı kaybetmiş oluruz. Başarı için hem
inanç hem imkân gereklidir çünkü ikisi de tek başına yeterli
değildir.
18
Bu deney bize sınırlayıcı inançların gücünü ve cesareti kaybetmenin
bedelini gösteriyor. Köpekbalığımn 'nasıl yapılır' sorunu
yoktu, küçük balığın nasıl yenebileceğini biliyordu. Köpekbalı-
ğmın 'niçin' sorunu da yoktu, neden yemesi gerektiğini de biliyordu.
Küçük balığı yeme isteği, onu yiyebilme yeteneği, onun
nasıl yeneceğine dair deneyimi vardı. Olmayan tek şey, 'bir
daha deneme' cesaretiydi. Cesaretinizi kaybettiğinizde ne kadar çok
şeyi kaybettiğinizi görebiliyor musunuz?
Başarısızlığı kendinize açıklama biçiminiz
başarı limitinizi belirler
Köpekbalığımn kaderini belirleyen şey, kafasını cama her
vuruşundan sonra yaşadıklarına verdiği anlamdı. İnsanları başarılı
ya da başarısız yapan şey, deneyip de sonuç alamadıkları zaman
kendi kendilerine yaptıkları iç konuşmalardır. Bu iç konuşmalarda
söylenenler kişinin yürüdüğü yoldan vazgeçmesine, yola kararlılıkla
devam etmesine ya da esneklik gösterip başka bir yol aramasına
neden olabilir.
Bu deney başarısızlığı kendine açıklama biçiminin gücünü göstermektedir.
İlerleyen bölümlerde, "Bu iç konuşmayı nasıl yaparsak,
öğrenilmiş çaresizlik ve atalet yaşamayız?" sorusunun cevabını
bulacaksınız.
Sınırsız sayıda denemeyi göze alabildikten sonra, başaramayaca
ğınız şey sayısı çok azdır. Başarısızlığa giden bütün yolları yürü
dükten sonra başarının adresini daha kolay bulabilirsiniz. Tabii
öğrenilmiş çaresizlik ve atalet bataklığına saplanmayıp yürü
meye devam edebilirseniz!
Deneyen kaybedebilir ama denemeyen
zaten kaybetmiştir
Bu örnek başarısızlık beklentisinin gücünü de gösteriyor.
Köpekbalığı bir sonraki denemede başarısız olacağına inandığı
19
için denemedi. Kendince 'akıllılık' etti! Sonuç alamayacağı bir
şey için zaman, enerji ve çaba harcamadı. Kendi gözünde daha
fazla aptal durumuna düşmek istemedi! Kendini daha fazla hayal
kırıklığına uğratmak istemedi.
Fakat unuttuğu bir şey vardı: Denediğiniz zaman kazanabilir
ya da kaybedebilirsiniz, ama denemediğinizde kesinlikle kaybetmişsinizdir.
Buna piyango kuralı diyebiliriz. Piyango bileti aldığınızda
büyük ikramiye size çıkabilir ya da çıkmayabilir ama bilet almadığınızda
kesinlikle size çıkmaz!
Çoğumuz köpekbalığı gibi deneyince kaybetme ihtimalinden
dolayı bir daha denemiyoruz ama denememenin de bir
maliyetinin olduğunu unutuyoruz. Uzun vadede hiçbir şey yapmamanın
kaybettirdikleri, bir şeyler yaparak kaybetmekten çoğu kez
daha fazladır. Özellikle de kaybedecek fazla şeyi olmayanlar için!
Bu deneyden çıkarabileceğimiz diğer dersler neler?
Kaybeden doğulmaz, kaybeden olunur, insanlar kaybetmeyi kö-
pekbalığının yaşadığı gibi kafalarını engellere vura vura öğrenirler.
Kontrol inancı kaybolunca, kadercilik anlayışı başlar. Kişi çevresindeki
şartları kontrol edemediğini görünce, kendini bırakır. Böylece
şartların onu daha kolay kontrol edebileceği hale gelir! Köpekbalığı,
diğer balığı yiyemeyeceğini görünce, depresyona girmiş, kendini
bırakmıştır. Böylece o balığı hiç yiyemeyecek hale gelmiştir.
Ödül yoksa emek yoktur. İnsanlar ihtiyaç duyduklarını almaksızın
uzun süre gayretli bir şekilde çalışmazlar. Çabasının karşı
lığını alamayan balık, ödülsüz çabayı sürdürmemiştir. (Bu kısmı
patronunuza okutabilirsiniz!)
Milyonlarca insan başarılı olmak istediğini söyler ama başarılı
olmak için ciddi bir çaba harcamaz. Bu insanların sürekli
başarısızlığın sonuçlarından şikâyet ettikleri halde başarılı olmak için
samimi bir çaba içerisinde olmamasının nedenlerini artık anladığınızı
sanıyorum.
20
Köpekbalığı nasıl düşünebilirdi? Daha doğrusu siz o köpekbalığının
durumuna düşmemek için her sabah kendinize ne sormalısınız?
Defalarca denediğiniz halde her defasında başarısız
olduğunuz bir konuda, her sabah kendinize üç soru sorabilirsiniz.
1. Bende değişen bir şey var mı?
2. Çevremdeki şartlarda değişen bir şey var mı?
3. Hedeflediğim şeyde bir değişiklik var mı?
Sizin içinizde, çevrenizde veya hedeflediğiniz kişi veya işte
bir değişiklik varsa, hemen bir daha şansınızı deneyebilirsiniz.
Hiçbir değişiklik yoksa ne yapmalı? Bir, kendinizi değiştirmek,
önünüzdeki engelin üzerinden aşacak şekilde kendinizi geliş
tirmek elinizde. İki, yolunuz tıkalı olabilir ama yönünüz tıkalı
olamaz. Aynı amaca giden yeni bir yol arayın, bulamadıysanız
yeni bir yol açın.
Bu deneyden 'kendi adınıza' ne gibi dersler çıkarabileceğinizi
de düşünmelisiniz. Sizin köpekbalığı gibi 'kafanızı vura vura'
öğrendiğiniz 'sınırlayıcı' hayat dersleriniz neler? Sizin 'öğrenilmiş
çaresizlik' yaşadığınız durumlar neler?
Ulusal 'öğrenilmiş çaresizlikler antolojisi'nden
üç örnek
Biz Türklerin köpekbalığına benzer öğrenilmiş çaresizlik hallerimiz
neler?
İlkokulda matematiğe çalışır çalışır, geçemeyiz. Sonra 'hoş
geldin öğrenilmiş çaresizlik'. Müfredattaki matematik her yıl
değişir ama bizim kafamızdaki matematik değişmez. Matematik
'milli' öğrenilmiş çaresizliğimizdir!
Kadınların hayatının aşkını arama serüveni de genellikle öğrenilmiş
çaresizlikle biter. Aşkın mutluluk getireceği inancıyla, aşka
açık yaşarlar. Birinci, üçüncü, dokuzuncu sevgilide de 'mutlulu
ğu bulamayıp' ayrıldıktan sonra, "Bunların hepsi aynı," deyip,
21
'aşka tövbe' ederler. "Prensimi bulmak için daha kaç kurbağa öpmem
lazım!" diye söylenirler. Hayatlarını aşka kapatırlar. Bir gün 'Bay
Doğru' kapıyı çalar ama kapı şiddetle yüzüne çarpılır. Bu da bir
öğrenilmiş çaresizliktir.1
Bazılarımız üniversiteye hazırlanıyoruzdur. Kazanıp kazanamayacağımızı
hemen görmek isteriz. Hazırlığın daha ikinci ayında
hemen deneme sınavlarına girer, kazanabileceğimizi görmek
isteriz. İstediğimiz sonucu göremeyince, "Zaten kaybedeceğim, bari
çok çalışmayayım da emeğim boşa gitmesin!" akıllılığına kaçarız!
Öğrenilmiş çaresizliklerimizin geniş listesini 'öğretilmiş
çaresizlik' bölümünde okuyabilirsiniz. Sırada öğrenilmiş çaresizlik
teorisinin temelinde yer alan ilginç ve kapsamlı bir araş
tırmanın detayları ve öğrenilmiş çaresizliğin bilimsel temelleri var.
22
ner şev
her şey
seninle
her şey
her
se
her şej
her şey seninle
Bilimsel Temeller:
Köpekler 'Çaresizliği' Nasıl Öğrendi?
Ünlü profesör Martin Seligman ve arkadaşları 1960'h yılların
ortalarında, herhangi bir deneye tabi tutulmamış 24 tane köpek
aldı ve onları üç gruba ayırdı.
Birinci gruptaki köpeklere 'kaçış grubu' (escape group) adını
verdi ve bir kabinin içerisine yerleştirip ayaklarına zararsız ama
yüksek voltajlı elektrik şoku uyguladı.
Bu gruptaki köpekler kabindeki bir düğmeye dokunarak
elektrik şokunu kesme imkânına sahiptiler. Eğer 30 saniye içinde
düğmeye basılamazsa elektrik şoku kendiliğinden kesiliyordu.
Bu köpekler düğmeye basmayı hızla öğrendiler ve gittikçe daha
kısa sürede düğmeye basmayı başardılar.
Bu gruptaki köpeklere şokun geleceğini önceden belirten herhangi
bir ayırt edici uyarıcı verilmeksizin 64 şok verilmiş ve köpekler
birkaç tekrardan sonra şoku durdurmayı öğrenmişlerdir.
İkinci gruba 'çaresizler grubu' (yoked group)2 adı verildi ve
bunlar 'kaçış grubu' ile aynı şartlarda elektrik şokuna maruz
23
bırakılıyorlardı. Ancak bu köpekler düğmeye bastıklarında elektrik
şoku kesilmiyordu. Bu köpeklere uygulanan şok süresi kaçış grubundaki
bir köpeğe uygulanan kadardı. Kaçış ve çaresizler grubu
aynı sürelerde şoka maruz kaldıkları halde çaresizler grubu
düğmeye bassa bile şok kesilmediği için, bu gruptaki köpekler 30
kadar denemeden sonra düğmeye basmaktan vazgeçtiler.
Üçüncü gruptaki köpekler ise 'kontrol grubu'ydu ve herhangi
bir şoka maruz kalmıyorlardı. Diğer köpeklerdeki değişim,
bu 'hiçbir deneye maruz kalmamış' köpeklere bakılarak anla
şılacaktı.
Araştırmacılar 24 saat sonra tüm köpekleri kısa bir çitle iki
bölmeye ayrılmış kapalı bir alana götürdüler. Deneyin ikinci
aşamasına geçildi. Bu aşamada köpeklere 10 kez şok veriliyor
ve köpeklerin bu 10 denemenin birinde çitin üstünden karşı tarafa
atlayarak şoktan kurtulacakları umuluyordu.
Bu etapta köpeklere elektrik şokundan bir dakika önce ayırt
edici uyarıcı olarak ışık veriliyordu. Elektrik şoku olan bölümden
güvenli bölüme geçen köpekler şoktan kurtulabiliyordu.
Kaçış grubu ve kontrol grubu kurtulmada hemen hemen aynı başarıyı
gösterirken, 'çaresizler grubu diğer gruplardan önemli ölçüde
farklılık gösterdi. Bu gruptaki 8 köpeğin 6'sı 10 denemeden sonra
bile çitin üzerinden atlayıp şoktan kurtulamadı.
Bir hafta sonra ise bu 8 köpeğin 5'i hâlâ 10 denemenin herhangi
birinde karşıya atlamayı beceremiyordu. Bu gruptaki köpeklerin
% 75'i neredeyse karşıya hiç atlayamıyor, % 62'si ise yedi gün
geçmesine rağmen hâlâ başarısızlıklarını sürdürüyorlardı.
Deneyin sonuçları ikinci gruptaki köpeklerin 'çaresiz olmayı
öğrendiklerine' işaret ediyordu.3
Sahte çaresizlik ve gerçek çaresizlik
Bu deneyden sonra Martin Seligman, S. Maier ve C. Peterson
'Öğrenilmiş Çaresizlik' diye bir kavramı ortaya attılar. Bu
deneyler psikoloji literatüründe devrim yapmış, bilişsel terapinin
davranışçı terapiye üstünlüğünü sağlamıştır.
24
Seligman, teorisini şöyle özetler: "Ne zamanki bir kişi yaptığı
hiçbir şeyin bir fark yaratamayacağına inanırsa, çaresizliği ve hiçbir
şey yapmamayı öğrenecektir."
Öğrenilmiş çaresizlik, kişinin herhangi bir durumda çok
sayıda başarısızlığa uğrayarak, o konuda bir daha asla başarıya
ulaşamayacağına inandığı zihin durumudur. Kişi ne yaparsa
yapsın sonucun değişmediğini, engelleri hiçbir şekilde aşamadığını,
istediği sonucu almanın kendi ellerinde olmadığını düşündüğünde,
çaresiz olduğunu öğrenir ve herhangi bir şey 'yapmamayı'
(atalet) seçer.
Hayatımızda bazen maruz kaldığımız gerçek çaresizlikler ile öğrenilmiş
çaresizlik durumu aynı şey değildir. Gerçekten çaresiz olmadığımız
halde, çaresiz olduğumuzu sanarak, çözebileceğimiz bir
sorunumuzu çözmek için hiçbir şey yapmadığımızda 'öğrenilmiş
çaresizlik' yaşıyoruz demektir.
Öğrenilmiş çaresizlik ile ilgili anlattığımız tüm deneylerin
birinci aşamasında gerçek çaresizlik, ikinci aşamasında sahte çaresizlik
durumu söz konusudur. Çaresiz olduğunuzu düşündü
ğünüzden, çözüme götüren bir yol olduğu halde siz onu göremiyorsanız
bu, sahte çaresizliktir. Köpeklerle yapılan deneyde
de ilk aşamada gerçek bir çaresizlik durumu oluşturuldu. İkinci
aşamasında ise sahte bir çaresizlik durumu söz konusuydu.
O halde kritik nokta, hangi sorunun çözülebilir, hangisinin
çözülemez olduğuna karar vermektir. Bir insanın gerçekten çaresiz
durumda olup olmadığına karar vermesi pek kolay değildir.
Özellikle de çaresiz durumdayken! Fuzuli'nin deyimiyle, "Akıntıya
kapılan, kıyıyı yürür sanır."
Çaresizlik duygusu yaşayanlar düşünmeli: "Gerçekten çaresiz
durumda mıyım, yoksa çaresiz olduğumu mu düşünüyorum?"4
Bütün ihtimalleri taramadan, "Kurtuluş yolu yok!" dememek
gerekir.
25
Mücadele gücünü çökertme ve çaresizlik eğitimi
Seligman ve arkadaşlarının çaresizler grubundaki köpeklere
kurduğu psikolojik tuzak neydi?
Deneyin birinci aşamasında köpeklere elektrik şoku verilirken,
bununla başa çıkmalarını sağlayacak hiçbir yol bırakılmadı.
Onlara kendi hayatlarını etkileyen ama engellenmesi kendi ellerinde
olmayan bir durum yaşattılar. Sorunlarından kurtulmak için
hiçbir çözüm bulamayan köpekler, acıdan kaçmak yerine ona
katlanmaya karar verdiler.
Deneyin ikinci aşamasında elektrik şokundan kaçabilecekleri
bir düzenek içine konulup ne yapacakları gözlendi. Köpekler
kaçma imkânları olsa da, kaçmak için hiçbir şey yapmadılar.
Çaresizler grubundaki köpekler neden deneyin ikinci aşamasında
elektrik şoku verildiği halde kaçmadı? Çünkü ilk aşamada
onlara çaresizleştirme eğitimi uygulandı. Mücadele güçleri
ve başarı duyguları yok edildi. Başarısız olduklarını kabullenmeleri
sağlandı.
Deneydeki önemli noktalardan biri, köpeklerin yaşadıkları
çaresizlik durumunun kaynağına dair mantıklı bir açıklama bulamamalarıdır.
Köpekler çektikleri acıyı yaptıkları ya da yapmadıkları
bir şeye bağlayamıyorlardı. Kaçsalar da, yatsalar da hiçbir şey
değişmiyordu. Elektrik şoku verilmeye devam ediyordu. Çektikleri
acının mantıklı ve anlamlı bir nedenini bir türlü bulamıyorlardı.
Bu anlamsızlık da onları önce çaresizliğe, sonra eylemsizliğe
iten önemli bir nedendir.
Köpekler bu süreçte hayatları üzerindeki kontrol duygularını
kaybettiler. Kontrol duygusu, "Çevremde olan, beni rahatsız
eden bir şeyi, yaptıklarımla etkileyerek değiştirebilirim," inancı
dır. Kontrol duygusu kaybı, insanlar için güçlü bir kaygı nedenidir.
İnsanlar bu kaygıyı çoğu kez kadercilik anlayışıyla dengeler.
Kontrol duygularını kaybedince, "Zaten insan hayatı kontrol edemez
ki,” diye düşünüp, kişisel sorumluluktan sıyrılıp, kendilerini
iyice 'olayların akışına' bırakırlar. Politik propaganda yoluyla
26
toplumlarda da bu tür pasiflik psikolojisi oluşturulabilir. Kitleleri
koyunlaştırmanm en etkili yolu, öğrenilmiş çaresizlik psikolojisini
yaygınlaştırmaktır.
Aklın ofsayt pozisyonları: Problem, çözümü
görememekten doğar
İnsanın gerçek çaresizlik mi, yoksa sahte çaresizlik mi yaşadığına
karar vermesi kolay değildir, demiştik. Çünkü sahte
çaresizliği üreten de, onu gerçek çaresizlikten ayıracak olan da
insan zihnidir. Peki, insan zihni deney dışındaki dünyada sahte
çaresizliği nasıl üretir?
İnsan zihni herhangi bir problem durumunda bildiği (algıladığı)
çözüm seçenekleri içerisinden en iyisini seçer. Peki ya var olan ama
algılanmamış seçenekler? Herhangi bir durumda çok sayıda
seçenek varken, ya onları göremiyorsak? Ya tıkanma önümüzdeki
yollarda değil, zihnimizdeyse?
Geleneksel 'düz mantık'la akıl yürütme tarzım kullanan insanlar
hayatın sunduğu neredeyse sınırsız seçenekleri göremezler. Bu
yüzden yollarının tıkalı olduğunu düşünüp çaresizlik psikolojisine
kapılırlar. Öğrenilmiş çaresizlik, önünde hiçbir seçeneğin olmadığını
düşünmektir. Oysa gerçekte 'güneşin doğduğu her ufukta,
umuda giden bir yol bulunur!'5
Her zaman kullandığımız mantık yürütme biçiminden dolayı
yaşadığımız sorunları, ancak o mantık kalıbının dışına çıkarak
çözebiliriz. Çıkmaz sokağa girip çıkar yol arıyorsanız, yapmanız
gereken ilk şey o sokaktan geri çıkmaktır. Einstein, "Bir sorun,
onun üretildiği andaki zihin düzeyinde kalınarak çözülemez,” der.
Bu akıl tutulmasını bazen çok basit ve komik şekilde yaşarız.
Bir arkadaşım bir bankanın bir şubesine müdür olmayı hayat
hedefi olarak seçmiş, beynini buna şartlandırmış, tüm denemelerine
rağmen sonuç alamamış, son bir umutla bana gelmişti.
Ona gerçekten ne istediğini sordum: "Şube müdürü olmak sana
ne kazandıracak?"
27
"Saygınlık ve güvenli bir hayat/' dedi.
"Bu iki şeyi sağlayan diğer 10 meslek veya makamı yaz,
yarın gel!" dedim.
Arkadaşım çok şaşırdı! Çözüm bu muydu yani? Bir gün sonra
34 maddelik listeyle geldi. Bir yıl sonra çok saygın bir işi ve bir banka
şube müdürünün iki kaü maaşı vardı. Aklınızı çıkmaz sokağa
sürüp sonra da 'yolum tıkalı' diye söylenmek yerine, zihninizi
geri vitese takıp temel varsayımlarınızı sorgulamaya ne dersiniz?
Çoğu durumda çaresizlik hiçbir seçeneğin olmamasından
değil, kapalı akıl nedeniyle açık seçeneklerin görülememesinden
kaynaklanır. Tıkanıklık doğada değil, aklımızdadır.
Yaşlı adam hapisteki oğluna mektup yazar: "Patates ekmek
için tarlanın kazılması gerekiyor. Yaşlı ve hastayım, yapamıyorum.
Yanımda olsaydın, ne iyi olurdu..."
Oğlu mektubu okur ama hapistedir. Bu 'gerçek çaresizlik'
durumunda yapılacak bir şey yok gibi görünmektedir.
Neyse ki, genç adam bizim gibi düşünmez. Hemen babasına
cevap yazar: "Baba, sakın tarlayı kazma, cesetleri oraya gömdüm!"
Polis mahkûmun mektubunu okuyunca hemen harekete geçer,
cesetleri bulmak için tüm tarlayı kazar. Fakat ceset bulamaz!
Birkaç gün sonra yaşlı adam oğlundan bir mektup daha alır:
"Baba, bu şartlarda elimden gelenin en iyisini yaptım!"
Aşılamaz görülen engelleri zekâ ve yaratıcı düşünce gücüyle
aşmak, yaratıcı başarı tarzıdır. Yaratıcı başarı eldeki imkânlara bağlı
olmadığı için, çok sınırlı imkânlarla sınırsız sonuçlar aldırabilir. Hiçbir
şeyiniz yok ama engelleriniz çoksa, zekânız tek sermayenizdir.
Engelleri aşmak için aklınızı kullanmayı öğrenin. Aklınızın önünü
ze koyduğu iç engelleri aşmak için bile aklınızı kullanmanız gerekiyor.
Aklımızın ikametgâhı beynimizdir. Beynimiz en değerli organımız
olduğu için, vücudumuzun en üst kısmına konulmuştur.
Tabii bir de önümüzü daha geniş görüp, kaplumbağadan hızlı ilerleyebilelim
diye!
Sıkıcı olmak pahasına, çok sayıda öğrenilmiş çaresizlik örne
ğini anlatmamın nedeni, iç engellerinizi her açıdan görmenizi
sağlamak.
28
İç engellerimiz sadece 'ben yapamam' inancından ibaret
değildir. Düz mantıkla düşünme alışkanlığı da çeşitli şekillerde
bizi çözümsüz yollara düşürür. Akıl yürütme biçimimizdeki
körlükleri görmek için körlerle konuşmak çok yararlıdır!
Hayatımdaki en büyük çuvallamam, bu duruma bir örnektir.
Gözleri görmeyen şarkıcı Metin Şentürk'e bir sohbette
sordum: "Anadolu'ya konsere gittiğinizde otel odalarındaki
elektrik düğmelerinin yerini nasıl buluyorsun? Öyle garip yerlere
koyuyorlar ki, ben gördüğüm halde bulamıyorum." Ne
'mantıklı' soru değil mi?
Şentürk'ün cevabı beni bitirdi: "Ben ışıkları yakmıyorum ki! Bir
kör niye ışık yaksın?"
Korkunun kendisi korkulan şeyden
daha fazla zarar verir
Öğrenilmiş çaresizlik, öğrenme ile korku arasındaki ilişkiyi de açıklar.
Öğrenilmiş çaresizlik başarısızlığa uğrama korkusu nedeniyle
hareketsiz kalma durumudur. Öğrenilmiş çaresizlik içinde
yaşayan kişilerde yoğun bir başarısızlık beklentisi görülmektedir.
İnsan niçin denemekten korkar? Kaybetmekten korktuğu için!
Çaresizliği öğrenmiş kişiler sürekli, "Bir daha başarısızlığa uğramamak
için ne yapmalıyım?" sorusuna cevap arar. Buldukları
cevap ilginçtir: "Hiçbir şey yapmamak!" Ama ironik şekilde hiç
bir şey yapmamak uzun vadede en büyük başarısızlık nedenidir.
Sezen Aksu'nun bir şarkı sözüdür: "Garanticisin, korkuyorsun!"
"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkar,"
der Shakespeare. "İnsanlar sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye
layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk
getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten çekindiği
için. Duygularım ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten ürktüğü
için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği
için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği
için. Ve ölmekten korkuyor, dolu dolu yaşamadığı için."
29
Geçmişteki başarısız sonuçlara takılıp kalmayın. Eğer bizi
yaratan sürekli geçmişimize bakarak yaşamamızı isteseydi, gözlerimiz
ensemizde olurdu! Geçmişteki başarısızlıklarımızı sürekli gözümü
zün önünde tutmak isteseydi, şakaklarımıza dikiz aynası koyardı!
Geçmişteki başarısızlıkları ne unutun ne de büyütün. Geçmişin
kötü izlerinin geleceğinizi şekillendirmesine izin vermeyin.
Öğrenilmiş çaresizlik aklı zayıflatır
Öğrenilmiş çaresizlik üç şeyi zayıflatır: Akıl, istekler ve
duygular! Öğrenilmiş çaresizlik insanlarda üç önemli yetersizliğe
(veya bozukluğa) neden olur: Motivasyonel (motivational)
zayıflama, entelektüel (cognitive) zayıflama ve duygusal (emotional)
zayıflama.
1. Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar önce tutkularını kaybederler.
İstediğini elde etmenin kendi ellerinde olmadığını gören
insanlar, kendi isteklerine karşı ilgisizleşirler. İsteyerek
yaptıkları davranışlar azalır, mecburi oldukları için yaptıkları
davranışlar artar. Bir devlet dairesine gittiğinizde
gördüklerinizin açıklaması budur.
2. Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanların akılları ve düşünme yetenekleri
de zayıflar. Bunun nedeni olaylar karşısında akıllarını
kullanmanın sonucu değiştirmeyeceğine inanmalarından
dolayı, sorunlarını çözmek için beyinlerini fazla kullanmamalarıdır.
Birinci aşamada akıllarını kullanarak elektrikten
kurtulamayan köpekler, ikinci aşamada sorunlarını
çözmek için akıllarını kullanmamayı seçmişti. Kaçma davranışı
ile elektrik şokunun kesilmesi arasında bir bağlantı
olmadığına inandıklarından, yeni fırsatı göremiyorlardı.
Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinde uzun süre yaşayan bir
kişinin davranışları ile sonuçlar arasındaki bağlantıyı görme
yeteneği zayıflar. Bu yüzden davranışlarının sonuçlarına kar
şı özensizleşirler. Bu kişiler kendi iradi seçimlerine değer
30
vermezler. Müebbetten hapis yatanlarm kendilerine 'kader
kurbanı' demelerinin de, gazetelerde okuduğumuz
incir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerle işlenen cinayetlerin
de nedeni seçimlerinin sonuçlarını görememektir.
3. Öğrenilmiş çaresizlik durumunda yaşayanların duyguları
da zayıflar. Uzun süre acı çeken, ondan kurtulmak için
çabaladığı halde başaramayan insan, o acıyı kabullenir,
onunla yaşamayı öğrenir. Yaşama sevincini kaybeder.
Köpekler, ikinci kutuda kaçarak kurtulma imkânları varken
acıdan (elektrik şoku) kaçmayı istememiştir.
Öğrenilmiş çaresizlik canlıları sadece psikolojik olarak değil, biyolojik
olarak da çökertmektedir. Bir araştırmada birer dakika arayla
kafesine 5 saniyelik elektrik şoku verilen bir kobay farenin, baş
larda panik olurken, sekseninci defadan sonra hiç hareketsiz
şoku aldığı görülmüştür. 'Acıların faresi' acılardan kurtulmak
için çabalamak yerine acıyla yaşamayı öğrenmiştir. Bu deneyde
80. elektrik şokundan sonra farenin biyolojik savunma mekanizmasının
bile çalışmamaya başladığı, sadece psikolojik değil,
biyolojik olarak bile tepkisizleştiği gözlenmiştir.
Bir amaca ulaşması sürekli engellenen
insanlarda ne gibi değişiklikler olur?
Engellenmişlik hissi yaşayanların tepkileri türlü türlüdür.
Bazı insanlar engellenince kendine zarar vermeye başlar, bazı
ları başkalarına zarar verir, bazıları depresyona girer, bazıları
ise hayal dünyasına sığınır.
1. Otomatik depresifler: Bazı insanlar aşılamaz zorluklarla
karşılaşınca içine kapanır ve depresyona girer. Bu gruptakiler
her durumdan depresyon çıkarırlar! Bu insanları
içlerindeki alıngan, kırılgan ve incinmiş bir çocuk yönetir.
Dış engellerden bile kendilerini suçlarlar. "Ben ne yaptım
da bana bunu yaptılar?"
31
2. Olağan öfkeliler: Bu gruptakiler engellerle karşılaştığında
agresifleşir ve çevresine şiddet uygular. Gariban ama
gururlu, kesintisiz sinirlidirler. Sürekli söylenir, birilerini
suçlarlar, öfkelerini ilgisiz kişilere yönlendirirler. Patronları
zam yapmaz, gidip eşlerini döverler.
3. Komplo teorisyenleri: Bu gruptakiler önlerine çıkan her
engelde paranoya yapar, kendilerine komplo kurulduğunu
düşünürler. Engeli nasıl aşacaklarını düşünmek yerine, o
engeli yola kimlerin koyduğunu bulmaya çakşırlar. Engelleyen
hakkında genellikle bilgileri yoktur ama 'niyet okuma'
yoluyla birilerini suçlarlar. Ankara usulü politik analizlerde
sık kullanılan bir tarzdır.
4. Kısmet çiler: Bu grup ise karşılaştığı ilk engelde hemen
kader/kısmetçiliğe yönelir. İstediğine ulaşamamışsa 'kısmetinde'
olmadığı içindir. Yürekten inandıkları kısmet
teorisini doğrulayacak bir olay yaşadıkları için çok da
mutludurlar!
5. Kararlı arılar: Azmin zaferine inananlardır. Denemekten
yılmazlar. Sonuç alıncaya kadar ısrarla denemeye devam
ederler. Kararlılığın ve ısrarın gücünün her şeye yeteceğini
düşünürler.
6. Kendini acındıranlar: Bu gruptakiler önlerine çıkan engelleri
başkalarına kaldırtırlar. Bir engelle karşılaşınca hemen
bir kahraman ya da kurtarıcı ararlar. İnsanların merhametini
harekete geçirerek, onlardan istediklerini alırlar. Gariban
kredisi kullanmayı, kendine acındırmayı iyi bilirler.
Yetişkin kadınların erkeklerden yapılması zor bir şey istediklerinde
beş yaşındaki sevimli kız çocuğu sesi kullanmaları
bile bu modele dayanır.
7. Bir yol daha varcılar: Bu gruptakiler esneklik sihirbazıdır.
"Bir insanı hedefine götüren yol göklerdeki yıldızların
sayısı kadardır,"derler. "Bir yol olmadıysa diğeri olur",
"Atımızı alan yolumuzu da almadı ya," atasözünden ilham
alır, bir yol bulamazlarsa yol açarlar.
32
8. Arabeskleşenler: İstediğini alamayınca küsüp mızmızlaşan,
içe dönüp kendini dünyaya kapatan, alıngan ve her şeyi
'gurur meselesi' yapan arkadaşlardır. Aslında küstükleri şey
karşılarındaki kişi değil, kaderleridir. İçlerinde daima dönen
bir plak vardır: "Ben insan değil miyim/ Ben kulun değil
miyim/ Tanrım dünyaya/ Beni sen attın/ Çile çektirdin
derman arattın/ Beni sen kullarına oyuncak mı yarattın!"
9. Kendine zararlılar: Bir engeli aşamaymca kendine zarar vermeye
başlayanlardır. Kariyerinde hayal ettiği yere gelememiş
bir sanatçmm alkolik olması bu duruma bir örnektir.
Uç bir örnek ise bazı fanatiklerinin konser sırasında Müslüm
Gürses'e ulaşamayınca, kendilerini jiletlemeye başlamasıdır!
10. Hayal dünyasına sığınanlar: Hayallerindeki hayatı yaşayamayınca,
hayali bir hayat yaşamaya başlayanlardır. Bu kişiler
'sert' gerçekler tarafından engellenince, 'soft' hayallere
sığınır. Gerçekle ilişkilerini askıya alıp, kendi hayal dünyalarında,
kendi ideal ve engelsiz evrenlerini yaratırlar.
Sonra da kendi iç dünyalarına iltica ederler!
Engellenme karşısındaki biz Türklerin tipik tepki verme
şeklimiz agresifleşmedir. Engellenince neden öfkeleniriz? Ya da
kime öfkeleniriz? Birisi tarafından engellenince gücünü kötüye
kullanan karşımızdakinden daha çok, hakkımızı koruyamayacak
kadar zayıf durumda olduğumuz için kendimize kızarız. Yolumuza
engel koyana sinirlenir, ona bir şey yapamaymca yön değiştirir,
hiç ilgisi olmayanı döveriz. Araştırmalara göre çaresizlik psikolojisi
en önemli şiddet kaynaklarından biridir.
Öğrenilmiş çaresizlik bir çeşit depresyondur. Başlarına gelen
her olayda kendini suçlayanlar açık, sürekli başkalarını suçlayanlar
ise gizli (maskeli) depresyon yaşarlar. Öğrenilmiş çaresizliğin
sonuçları, depresyon belirtileriyle çok benzer. Kendine güven
eksikliği, zayıf problem çözme yeteneği, dikkat eksikliği,
umutsuzluk hissi gibi. Öğrenilmiş çaresizlik bilim dünyasında
depresyonu açıklayan bir model olarak kabul edilmektedir.
33
Bir insana çaresizlik nasıl öğretilir?
Öğrenilmiş çaresizlik üzerine başka deneyler de yapılmıştır.
Köpekler üzerinde yapılan araştırmalar balıklar, fareler ve kediler
üzerinde de yapıldığında benzer sonuçlar ortaya çıkmıştır.
Aynı deneyler insanlar üzerinde de yapılarak, "Çaresizlik
insanlara öğretilebilir mi?" sorusunun cevabı test edilmiştir. Bu
amaçla Hiroto, köpekler üzerinde yapılan deneyi örnek alarak
bir deney tasarlamıştır.
Önce deney için seçilmiş insanları üç gruba ayırmıştır. Birinci
ve ikinci grubun bulunduğu yere yüksek sesli gürültü verilmesi,
üçüncü 'kontrol grubu'nun odasına rahatsız edici ses verilmemesine
karar verilmiştir.
Birinci gruptakiler (kaçış grubu) odadaki düğmeyi bulup
bastıklarında, gürültü kesilmektedir. İkinci grupta ise (çaresizler
grubu) odadaki düğmelerden hiçbiri gürültüyü kesememektedir.
Gürültü yayını başladığında ilk gruptakiler düğmeyi bularak
gürültüyü kesmiştir. İkinci gruptakiler çabalamalarına rağmen
gürültüyü kesen düğmeyi bulamayınca, bir süre sonra bu konuda
çaba göstermeyi bırakmıştır.
Deneyin ikinci aşamasında, üç grup yeni bir odaya konur.
Yine şiddetli bir gürültü yayını başlatılır. Kontrol ve kaçış grubu,
düğmeyi bulmak için çabalarken, çaresizler grubunun hiç uğraş
madığı gözlenir. Bu sonuç insanlara çaresizliğin öğretilebileceğini
(ya da çaresizliğin insanlarca öğrenilebileceğini) göstermektedir.
Bir sonraki bölüme geçmeden önce kendi durumunuzu değerlendirmeye
ne dersiniz? Hayatınızın hangi alanında -ilişkiler, kariyer,
aşk, evlilik, para- denemeleriniz sonuçsuz kaldı? Siz kaç denemeden
sonra 'bir daha denemekten' vazgeçiyorsunuz?
Buraya kadar 'öğrenilmiş' çaresizlik psikolojisini inceledik.
Oysa Doğu toplumlarmda çaresizlik daha çok 'öğretilmiş' bir
yaşam tarzıdır. Bir sonraki bölümde başarısız denemeler yaşamadığı
halde, içinde yaşadığı kültür ve çevre tarafından bireylere
çaresizliğin nasıl yüklendiğini göreceğiz.
34
'Öğretilmiş' Çaresizlik:
"Ahh Bi Elimden Tutan Olsa?"
İş hayatında işlerin nasıl yürüdüğünü özetleyen, çalışanların
internet üzerinden birbirlerine gönderdikleri ünlü bir beş maymun
öyküsü vardır.
Kafese beş maymun koyarlar. Ortaya bir merdiven kurarlar.
Kafesin tepesine de iple muzları asarlar. Herhangi bir maymun
merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde, dışarıdan
üzerine soğuk su sıkarlar. Sadece merdivenleri çıkmaya çalışan
maymun değil, diğerleri de bu soğuk sudan nasibini alır.
Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.
Bir süre sonra muzlara doğru hareketlenen maymun diğerleri
tarafından engellenmeye başlanır.
Sonra maymunlardan biri dışarı alınıp, yerine yeni bir maymun
(adı 'A' olsun) konulur. A'nın ilk yaptığı iş muzlara ulaş
mak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun
buna izin vermez ve yeni maymunu döverler!
35
Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla
(adı 'B' olsun) değiştirilir. B de merdivene yaptığı ilk
atakta dayak yer. Bu ikinci yeni maymunu (B) en şiddetli ve istekli
döven sonradan kafese giren ilk yeni maymun A'dır!!!
Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen
maymun (adı 'C' olsun) da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört
maymundan ikisinin, (sonradan gelen A ve B) en yeni gelen
maymunu (C) niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur! Yine
de şiddetle onu döverler!
Son olarak en başta ıslanan maymunların dördüncüsü ve
beşincisi de yenileriyle (D ve E) değiştirilir. Tepelerinde bir salkım
muz asılı olduğu halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır. Neden
mi? Çünkü burada işler böyle gelmiştir ve böyle gitmelidir!6
Bu olay size çok iyi tanıdığınız bir ülkeyi, şirketi ya da aileyi
hatırlattı mı?
Tipik bir 'öğretilmiş çaresizlik' durumu ile karşı karşıyayız.
Maymunlar çaresizliği öğrendi ve kendisinden sonra gelenlere
zorla 'öğrettiler'.
Maymunlar 'birlik ve beraberlik içinde başarısız olmanın' iki
kutsal şartmı yerine getirdiler: Düşündüklerini birbirlerine yaptırmadılar
ve yaptıkları üzerine düşünmediler!
'Öğrenilmiş' çaresizliğe karşı,
'öğretilmiş' çaresizlik
Kanaatimce Doğu kültürlerindeki çaresizlik anlayışını en iyi
'öğretilmiş çaresizlik' kavramı anlatır. Prof. Dr. Martin Seligman
Türk olsaydı, bulduğu kavrama öğretilmiş çaresizlik derdi!
Öğrenilmiş çaresizlik teorisinde bireyler deneme yanılma
sonunda çaresizliği öğrenir. Öğretilmiş çaresizlikte ise, kişi herhangi
bir 'deneme yanılma' yaşamasa da, toplum tarafından bireye çaresizlik
kültürü 'yüklenir'. Mesela arabesk müzik güçlü bir öğrenilmiş
çaresizlik aşılama aracıdır.
36
Öğretilmiş çaresizlik kültüründe, bireylere neleri yapmamaları
gerektiği o kadar güçlü bir şekilde öğretilir ki, o kişi o alanda
yeni bir denemede bulunmayı aklından bile geçirmez. Kişi
deneyip yanılmadan 'doğuştan' kaybetmeyi kabul eder! Batıklar
deneyip yanılıp çaresizliği öğrenir, bizim toplumumuz çaresizliği
doğar doğmaz bize öğretir ki, deneyip yanılmayalım! Bu kadar 'iyi
kalpli' olduğumuz halde, bu kadar çaresizlikler içerisinde yaşamamı
zın temel nedeni budur!
Koca bulmaktan iş aramaya, üniversite sınavını kazanmaktan
vize başvurusuna hayatımızın pek çok unvan maçına kaybetmeye
hazırlanmış şekilde çıkarız. Çünkü daha önce deneyip kaybetmiş
birileri sınırlayıcı önyargılarını beynimize doldurmuştur. Öğretilmiş
çaresizliğe 'bulaştırılmış başarısızlık bilgisi' de diyebiliriz.
'Gizli öğrenme' yoluyla edinilmiş çaresizlik
Çaresizlik öğretimi resmi okullardan daha çok kulaktan
kulağa, yani gizli öğrenme yoluyla yapılır. İki türlü öğrenme vardır:
Açık öğrenme ve gizli öğrenme. Açık öğrenme 'ne öğrendiğinin
farkında olarak' yaşanan öğrenmedir. Okullarda bu tür eğitimler
yapılır. Derste ne öğrendiğimizi bilerek bir şeyler öğreniriz.
Oysa gizli öğrenme bir arkadaş sohbetinde, bir film izlerken,
bir şey öğrendiğimizin farkında olmadan yaşadığımız öğrenmedir.
Başarısızlık genellikle gizli öğrenme yoluyla öğrenilir.
Sözün özü, Doğu toplumlarmda çaresizlik ve atalet genellikle
deneye yanıla öğrenilmez; evde anne babadan, okulda öğretmeninden,
kışlada komutandan, camide din adamlarından,
sohbette en yakın arkadaştan öğrenilir.
Çaresizliğin anlamı da Doğu ve Batı kültüründe farklıdır.
Öğrenilmiş çaresizlik Batı toplumları için psikolojik bir problem,
Doğu toplumları için ise bir kimliktir. Doğu toplumlarmda öğrenilmiş
çaresizlik 'psikolojik bir arıza' olarak görülmez, bir yaşam
tarzıdır. Dini inançların bir parçasıdır. Türküler onu anlatır, ata
37
sözleri onu öğretir. İçli şarkılar, romantik filmler onun üzerine
kuruludur. Öğrenilmiş çaresizlik Doğu toplumlarında normalleştirilmiştir.
Öğrenilmiş çaresizlik gelenektir, töredir. Öğrenilmiş
çaresizlik tarihi, öğrenilmiş çaresizlik coğrafyası vardır.
Öğrenilmiş çaresizlik kaybedenlerin kimliği, kaderi, hayatı
açıklama tarzı ve içinde yaşattığı hayat arkadaşıdır. Doğu insanının
içinden öğrenilmiş çaresizliği çıkardığınız zaman 'kendine ait
bir parçayı kaybetmenin hüznünü yaşar. Hatta birçoğu onsuz nasıl
yaşayacağını şaşırır çünkü onsuz hemen hemen hiç yaşamamış
tır. Ondan kopamaz çünkü en kötü günlerinde yanında hep o vardır!
Kadercilik mi, kontrolcülük mü?
Bu anlayış farkının kökeninde ne vardır? Batı kültürü daha
çok kontrolcii, Doğu kültürü daha çok kadercidir. Hayatını kontrol
etme güdüsüyle yetiştirilen bir Batılı, bunu ideal yaşam durumu
olarak kabullenir ve bir gün hayatı üzerindeki kontrolünü kaybetti
ğinde, hemen denetimi eline almak için yoğun bir çaba içine girer.
Çok sayıda denemeden sonra istediğine ulaşamazsa bir çeşit
depresyon olan öğrenilmiş çaresizlik halinde yaşar.
Oysa Doğu toplumlarınm hayata dair kültürel varsayımları
tersinedir. Doğu, doğanın kontrolüne değil, kaderin yaptığı kariyer
planına teslim olmaya inanır. Kendisini olayları kontrol etmeye
adamak yerine, olayların akışına bırakmayı seçmiştir. Bir yaprak
misali oradan oraya savrulurken, kaderinin götürdüğü yere
gitmekten korkmaz. Hayatını etkileyen olayların kendi kontrolünden
çıkması Batı insanı için kâbus, Doğu insanı için dümeni
kadere bırakmaktır. "Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel
eyler!"
Zaten Doğulular insanın hayatını kontrol edip, seçimleriyle
geleceğini istediği gibi biçimlendireceğine de çok fazla inanmaz.
Bu nedenle hayat maçına fazla asılmaz, yaşarken topa
gelişine vururlar. Doğu insanı kaderin dekoderini bulmuş, hayatı
38
kendince çözmüştür: "Her şey olacağına varır. Başa gelen çekilir.
Kısmetinde varsa ayağına gelir."
İslam dininin kader inancı ile Doğu kültürünün kadercilik anlayışı
aynı şey değildir. Kadercilik anlayışı kader inancından önce
de vardı! Kader inancında, kişi elinden gelenin en iyisini yaptıktan
sonra sonucu Allah'ın takdirine bırakır. Kural, 'Gayret bizden,
takdir Allah'tandır. Kadercilik anlayışında ise kişi, elinden
gelenin en iyisini yapma işini de Allah'a havale etmiştir! Kural,
'Saldım kendimi çayıra Mevlam beni kayıra'dır.
Düşünün bakalım, neden başarı sürecinin her aşamasında
içinde 'Allah' geçen bir kelime kullanırız?
İşe başlamadan önce, "inşallah," deriz.
İşe başlarken, "Bismillah," deriz.
İşi yapmaktan vazgeçeceksek, "Eyvallah," deriz.
İşi coşkuyla yapmak istediğimizde, "Ya Allah," deriz.
İşi ölümüne bir kararlılıkla yapmak istediğimizde, "Allah
Allah," deriz.
İşi yaparken bir şeyler ters gitmişse, "Fesuphanallah," deriz.
İşi nezaketle yaparken, "Estağfurullah," deriz.
İşi başarıyla sonuçlandırmışsak, "Maşallah," deriz.
İşi başarısızlıkla sonuçlandırmışsak, "Hay Allah," deriz.7
Ne ilginçtir ki, yapılan bazı araştırmalar, Doğu toplumlarının
kadercilik anlayışı nedeniyle daha az stres yaşarken, Batı toplumlarmda
bireylerin 'hayatımdaki her şeyi kontrol altında tutmalı
yım' çabasıyla yoğun stres yaşayıp, hayat yorgunu haline geldiklerini
göstermiştir.
Buna karşın Batı toplumlarının teknolojideki ilerlemesinin altında
çevreyi kontrol felsefesi yatar. Batı kültürü, yaşam çevresini kontrol
etmek için 'aletler' üretmeye çalışır. Mesela klima cihazını
icat ederek, yazın kış havasını, kışın yaz havasını yaşamak ister.
Doğu insanı ise doğayı 'olduğu gibi' kabul eder! Batılılar doğayı
kontrol etmeye, Doğulular ona uyum sağlamaya çalışır.
39
Başarısızlığa tolerans da Doğu ile Batı kültüründe farklıdır.
Doğu kültüründe bir insan başarısız ise 'kısmetinde' olmadığı içindir.
Bu yüzden yadırganmaz, hatta 'gariban' diye kutsanır. Batı kültü
ründe ise başarısızlık o kişinin 'beceriksiz' olduğu anlamına gelir ve o
kişinin 'yetersiz' olduğunu düşündürür.
Bu yüzden bir Batılının başarısız olduğu için çektiği acı ortalama
bir Doğuludan daha fazladır. 'Kısmet' kelimesinin kıymetini
bilelim! Dillerinde bu kelimenin olmaması yüzünden AvrupalIlar
çok fazla başarısızlık acısı çekiyorlar!
"Kamyoncusun dediler, öğrenilmiş çaresizlik
teorisinde yer vermediler!"
Bir kültürü okumak için bakılması gereken yerlerden birinin
kamyon arkası yazıları olduğuna inanırım. Türk şoförlerin
kamyon arkası yazıları öğrenilmiş çaresizlik anıtlarıdır. Aşa
ğıda Türkiye'de yaygın olarak kullanılan bazı kamyon arkası
yazıları ve onların öğrenilmiş çaresizlikle ilişkisini bulacaksınız.
• Öğrenilmiş çaresizlik genelleştirilmiş önyargılardır: "Düşenin
dostu olmaz!"
• Öğrenilmiş çaresizlik insanların yaşam enerjisini tüketir:
"Bu âlemin insanları bana müsaade!"
• Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanların yarışma motivasyonu
düşer: "Sataşma baba yorgun!"
• Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar başlarına gelene anlam
vermekte zorlanır, yaşam şaşkınıdır: "Hayat sen ne çabuk
harcadın beni!"
• Öğrenilmiş çaresizler, sık sık hak etmedikleri bir hayat
yaşamaktan söylenirler: "Zalim dünya aslanı kediye boğdurdun!"
• Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar kısa vadede çözüm beklentisinde
değillerdir: "Garibin çilesi ölünce biter!"
• Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar hayatları üzerinde denetimleri
olmadığına inandıklarından, kendilerini, 'havada
40
savrulan yaprak' gibi metaforlarla ifade ederler: "Yaprak
dalından kopmuş bir kere, rüzgâra gerek yok!"
• Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlarda kolay vazgeçme eğilimi
yüksektir: "Yaşamak buysa eğer, bırak üstü kalsın!"
• Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanların zihin iklimine egemen
olan duygu 'hüzünlü bir veda' halidir: "İşte geldik gidiyoruz,
şen olasın Halep şehri!"
• Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar hayatı arabesk yorumla
algıladıkları için, 'sevdi mi tam seven, sildi mi bir kalemde
silen', sevgileri de nefretleri de oldukça yoğun insanlardır:
"Vur hançeri sineme, bırak yaram kanasın, fazla inme
derine, çünkü orada sen varsın!"
Kamyon arkası yazılarında reddedilmelere ve acılara rağ
men, yaşama sevincini kaybetmeyenler de yok değildir: "Gönlünde
yer yoksa fark etmez güzelim, ben ayakta da giderim!", "Hasretinden
ne lastikler eskittim!"
Hayatımız öğrenilmiş çaresizlikler antolojisi
Sadece kamyoncularımız mı, hepimizin zihinsel arşiv kayıtlarında
farklı farklı öğrenilmiş çaresizlik dersleri mevcuttur. Defalarca
denediğimiz ama sonuç alamayıp yenildiğimiz, tekrar bir
cesaretle denediğimiz, yine yenildiğimiz, en sonunda denemekten
vazgeçtiğimiz ne çok şey vardır. İşte farklı kesimlerden farklı
kesitlerle, hayatımızdaki bazı öğrenilmiş çaresizlik halleri...
• Yabancı dil kursuna yeni başlamışızdır. Yeni kelimeleri ve
kuralları öğrenir, unuturuz. Bir daha ezberleriz, bir daha
unuturuz. Sonunda, "Kafama girmiyor," deyip, çaresizlik
marşını okumaya başlarız! Bu aşamayı geçenlerin bazıları
da ilk bir ayda öğrendiği 100 kelime ile New York Times okumaya
kalkar. Hiçbir şey anlamayınca, "Yok, bu iş olmuyor!"
diyerek vazgeçer.
• Genç çiftimiz yeni evlenmiştir. Kadın hemen kocasını kafasındaki
ideal erkek modeline göre yeniden biçimlendirmek için hareke-
41
te geçer! Ona çoraplarını yere atmamasını, ev işlerine yardım
etmesini, mutfakta salatadan daha fazlasını yapmasını ve
özel günlerinde hediyeler almasını öğretecektir. Defalarca
uğraşır, karşısındaki 'taşfırm erkeği'nin direnişiyle sonuç alamaz.
Sonunda kadın kaderine küsüp onu 'olduğu gibi' kabul
eder!
Bazen fazla kilolardan kurtulmuş halimizi hayal eder, sıkı bir
rejim kararı alırız. Çoğumuz kararı aldığıyla kalır, hiç başlamaz.
Bazılarımız birkaç gün diyet yaparız. Sonuç alamayız.
Başka bir diyet deneriz. Yine sonuç alamayız. Sonunda niyetsizliğimizi
değil diyetçileri suçlar, "İşe yaramıyorlar, para
tuzağı bunlar," deyip eski alışkanlıklarımıza aynen devam
ederiz.
İşsiz kalınca iş aramaya karar veririz. Yedinci görüşmeden
de istediğimiz sonuç çıkmayınca, hemen olayı değiştirilmesi
kendi elimizde olmayan makro ekonomik nedenlere bağ
larız. "Ülkede % 13 işsizlik var! Ekonomi durgun," deriz.
Ülkede 2 milyon işsizin olduğu doğrudur ama o gün iki bin
kişinin yeni bir iş bulduğu da doğrudur!
Üniversite öğrencisi iken harçlığımızı çıkarmak için pazarlamacılık
yaparız. Elimize bir ürün verirler, üçüncü, beşinci,
on yedinci, "Hayır, almıyorum!" cevabından sonra satıcılık
kariyerimiz biter. "Millet bu malı almıyor kardeşim!" Oysa
başka bir satıcı, aynı üründen aynı günde çok sayıda satış
yapmıştır. Biz yapamadıysak 'yapılamaz'dır, öyle kendi
eksiğimizi görebileceğimiz 'performans değerlendirme' gibi
ince hesaplara gelemeyiz!
Bazen kötü bir alışkanlığımızdan kurtulmak isteriz. Mesela
sigarayı bırakmaya karar veririz. Kararımıza uymak için, önce
azimle direniriz ama çoğumuz zamanla kendimize yenilir, başa
döneriz.
Üniversite öğrencisiyken sık sık 'memleketi kurtaracak' bir fikir
gelir aklımıza. İdealist bir tavırla fikrimizi yaymaya başlarız.
117. kişinin de, "Boş ver abi ya, memleketi sen mi kurtara-
çaksın?" demesiyle, başka bir fikir bulur, onu bırakırız! Oysa
Samsun'a çıktığında muhtemelen Mustafa Kemal'e de birileri,
"Boş ver abi ya, kaç bin kişi denedi olmadı, bu memleketi sen mi
kurtaracaksın!" demişlerdi.
• Bazen siyasi 'eylem yaparak 'tavır koymak', aktif bir yurttaş
olmak isteriz. Bir gösteriye katılırız, biraz ıslanır, cop yeriz,
ikinci, üçüncü gösteriden sonra hiçbir şeyi değiştiremediğimizi
görür, pasif hayatımıza geri döneriz. Birisi hakkımızı
yer, hakkımızı aramak için mahkemeye gideriz. Mahkeme
bir yıl sonrasına gün verir. Hoş geldin öğrenilmiş çaresizlik!
• En büyük öğrenilmiş çaresizliğimiz kendi milletimizi 'düzeltme'
girişimlerinde defalarca başarısız olup, ''Biz adam olmayız,"
diye havlu atmamızdır. Türk'ün Türk'ü modernleştirme
projesi en büyük öğrenilmiş çaresizlik örneklerimizdendir.
• Çoğu kişinin kendi hayatını düzenleme çabası da öğrenilmiş
çaresizlikle biter. Her yılbaşında irade gücümüzü daha fazla
kullanmaya, hayatı planlı yaşamaya, önce düşünüp sonra
harekete geçmeye, öfkelendiğimizde tepki vermeden önce
içimizden on üçe kadar saymaya karar veririz. Yalan yok,
birkaç kez de aldığımız kararlara uyarız ama bir süre sonra
iç disiplinimiz çözülür, kararlarımız unutulur, eski halimize
döneriz.
Yaşamak istediğimiz hayat bu değil. Yaşamamız gereken hayat
da bu değil. Ama maalesef pek çoğumuzun şu anda yaşadığı
hayat bu. Böyle yaşamak bizi ne hale getirdi?
Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisi içerisinde
uzun süre yaşayan insanların ortak davranışları
Sırada öğrenilmiş çaresizlik ve atalet kültüründe uzun süre
yaşayan insanların davranışlarında göze çarpan bazı karakteristik
özellikler var. Bu tespitleri yaparken 'Türk Usulü Başarı’ kitabımı
yazarken yaptığım araştırmanın verilerini de kullandım.
43
Türk insanının başarıya ulaşmasına engel olan bazı olumsuz
özellikleri ile öğrenmiş çaresizlerin özellikleri arasındaki benzerlikler
bakalım dikkatinizi çekecek mi?
Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe -girişteki maymun örneğinde
olduğu gibi- 'kendi yapamadığım başkalarına da yaptırmama' davranışı
çok yaygındır. Aynı şekilde düşündüğünü yapmama (fiziksel
atalet) ve yaptığı üzerine düşünmeme (zihinsel atalet) hali sık
görülür.
Hayatındaki eksik ve yetersizliklerden dolayı başkalarını suçlama eğilimi
bir diğer özelliktir. Pozitif yerine negatif düşünme eğilimi baş
landır. Kişiler bir mum yakmak yerine karanlığa küfretmeyi, çözü
me dönük düşünmek yerine sorunu köpürtmeyi tercih ederler.
Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe kurtarıcı bekleme eğilimi yaygındır.
Genç kızları beyaz atlı prens, dindarlan kurtarıcı (mehdi), erkekleri
kendisine 'babalık' yapacak politikacı ya da patron bekler.
Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe komplo teorilerine dayanan
düşünme biçimi yaygındır. Sonuçlara değil, gizli niyetlere bakılarak
yorumlar yapılır. Sosyal olaylar akılla analiz edilmez, 'provokasyon'
ve 'dış güçlerin oyunu' gibi laflarla açıklanmaya çalışılır.
Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe bilimsel düşünmek, ııeden-sonuç
ilişkilerine inanmak yerine şansa ve tesadüflere inanma eğilimi
fazladır. Bu kültürde insanlar geleceklerini bugün yaptıklarıyla
şekillendirdiklerine inanmadıkları için, falcılar gelecek bilimcilerden
daha makbuldür.
Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe eylemlerinin sorumluluğunu
üstlenmeme anlayışı egemendir. Kendi iradi seçimlerinin sonuç
larını önemsemezler. İçinde bulunduğu durumun sorumluluğunu,
kişisel kararlarına bağlamak yerine kendisi hakkında
kaderin ya da başka kişilerin planlarına dayanarak açıklama
eğilimi yaygındır.
Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe geçmiş merkezli yaşama anlayışı
yaygındır. Dikiz aynasına bakarak ileri doğru gidilmeye çalışılır!
Geçmiş merkezli yaşamak yüzünden düşmanlıkların süresi daha
uzun olur. Ülkeyi canlılar değil, ölüler yönetir! Geleceğe hazırlan
44
mak yerine geçmişin problemlerini tartışmak tercih edilir. 50 yıl
önce Afrikalılar da Avrupalılar da savaşıyorlardı. Afrikalılar hâlâ
'dedenin kanını yerde koma oğul' anlayışıyla savaşmaya devam
ediyor. Avrupalılar ise geçmişi unutmuş, birlikte (AB) geleceği
inşa ediyor. Geçmişi ne unut, ne büyüt.
Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe başarının kişinin kendi ellerinde
olduğuna inanılmaz. Bunun iki sonucu vardır. Birincisi, kişiler
yetenek yerine ilişkilerine dayanarak yükselmeye çalışır. Bu da
bağımlı başarılara neden olur. İkincisi, başarılı kişiler takdir edilmek
yerine kıskançlıkla karşılanır. Başarının şans ve bazı ilişkilerle
geldiğine inanıldığı için kişinin onu hak etmediği düşünülür.
Öğrenilmiş çaresizlik toplumlarında insanlar enerjilerini gerçekleşmesi
kendi ellerinde olan hedeflere harcamazlar. Kendi işlerini iyi
yapmak yerine, başkalarının neyi iyi yapamadığını görür, eleş
tirirler. İnşaat işçileri iyi evler yapmak yerine memleketi kurtarmaya
çalışırlar, politikacılar ülkeyi en iyi şekilde yönetmek
yerine inşaat işleri yapmaya çalışırlar!
Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe günlük konuşmalarda sık sık,
"Böyle gelmiş, böyle gider", "Bunu yapsan ne değişecek ki" gibi
sınırlayıcı genellemeler kullanılır. Kendini küçük görme, özgüven
düşüklüğü ve buna bağlı olarak elinden gelenin en iyisini yapmama
eğilimi yüksektir.
Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe deneyime dersten daha fazla
değer verilir. "Biz babadan böyle gördük" anlayışı egemendir.
Yenilik ve öğrenme yerine, mevcut alışkanlıkları tekrarlama eğilimi
yaygındır. Babadan öğrenilmiş sınırlayıcı genellemelere sadakatle
bağlanılır, akademik çalışmalar 'en iyi yaşayan bilir' denilerek
önemsenmez, okulda öğrenilenler küçümsenir.
Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe paranoya psikolojisi egemen
olduğundan dünya dost-düşman ekseninde algılanır. Tarihten alı
nan dersler dahi düşmanlık ve intikam doludur. "Bizim bizden
başka dostumuz yok" anlayışı egemendir. Korku kültürü egemendir.
İnsanları pozitif idealler değil, negatif korkular 'birlik ve
beraberlik' içinde tutar.
45
Öğrenilmiş çaresizlik kültüründe imalı iletişim ve 'karından konuş
ma' çok yaygındır. Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinde yaşayanlar
arasında alınganlık çok yaygındır. Kişiler demek istediklerini
açıkça söylemek yerine, "O kendini biliyor," imalarına yönelir,
kızına bir şeyler söyleyerek gelinine bir şeyler anlatmaya çalı
şır. Ahmet Haşim, "Türk söylemez, söylenir," deyişiyle bunu
anlatmaya çalışır.
Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinde proaktif motivasyon yerine
reaktif motivasyon tarzı egemendir. Birçok iş pozitif düşünce
gücüyle değil, nefret edilen birinin 'inadına' başarılır. Kişiler,
birileri tarafından aşağıladığı için yükselir. Komşuya kızıp ev
sahibi olunur. Öfkenin enerjisiyle 'hırs yaparak' başarıya ulaşı
lır. İçten değil, dıştan motive etmeli insanlar çoğunluktadır. Aynı
şekilde iç disiplin değil, dış disiplinle iş görme anlayışı egemendir.
Başta çavuş olmadan iş yapılmaz!
Eğer bu ülkede yaşıyorsanız, kariyerinizi bu topraklar üzerinde
kuruyorsanız, bu 'acı' gerçekleri bilmeli ama teslim olmamalısınız.
Bu ülkede hayat 'Türk usulü' çalışıyor. 'Türk usulü iş yapma'
ile ilgili yaptığım esprili tespitlere ve bazı 'acı gerçeklerimizi'
anlatmama bakıp benim bu ülkeye inanmadığımı düşünürseniz
yanılırsınız.
Türk, öğren, geliş, güven!
Ben bu ülkeye inananlardanım. Yanlışlarımızı söylemem, doğ
rularımızı görmemi engellemiyor. Ben de bir Türk olduğum
için, yaptığım her espri ya da eleştiride kendimi gösteriyorum!
Kendi hatalarımıza gülebilmemiz, kendimize güvenimizi gösteriyor.
Dünyayı gezdim, kararımı verdim, Türk olmak güzel şey!
Ben de sizin gibi inanıyorum ki, Türkiye şu anda dünya liginde
gelebileceği en iyi yerde değil. Ataletimizi ve öğrenilmiş çaresizliğimizi
yendiğimizde sıralamadaki yerimizin değişeceğine
eminim. Biz bu alt sıralara ait değiliz, daha üst liglerde asırlarca yaşadık.
Onlarca farklı milleti yüzyıllarca yönettik. Bir kez yapabilen,
46
sanız iyi olur! Beyninizi boşaltın, boş bir arsa, içinde harabe bulunan
bir arsadan daha değerlidir!
Farkında olmak, her zaman çözüme giden ilk adımdır. Kendi
hayatınızı gözlemleyin. Öğrenilmiş çaresizlik yaşayan insanlar
arasında mı yaşıyorsunuz? Bu insanları bu duygudan çıkarmak
için bu kitabı nasıl kullanabilirsiniz? Onları değiştiremeyecekseniz,
kendinize yeni bir yaşam çevresi nasıl kurabilirsiniz?
Önce kendi içinizdeki öğrenilmiş çaresizlik virüsünü temizleyin.
Sonra da çevrenizdekilerin size 'hayat dersleri' diye
kendi öğrenilmiş çaresizliklerini yüklemelerine izin vermeyin.
Tanıdıklarınızı ikiye ayırın: Çaresizlik savarlar ve çaresizlik yayarlar!
Zamanınızı neyin, niçin yapılamayacağını değil, neyin nasıl yapılabileceğini
anlatan insanlarla geçirin.
içinde yaşadığınız çevrenin size öğrenilmiş çaresizlik yüklemesine
karşı uğraşmaktan bıktıysanız, "Savunmanın en iyi biçimi
saldırıdır," diyerek siz onların 'beynini yıkamayı' deneyin.
Bu kitabı onların kafasındaki virüsleri temizleme programı olarak
kullanabilirsiniz!
İçinde yaşadığınız toplumu değiştiremeyebilirsiniz ama birlikte
yaşadığınız topluluğu değiştirebilirsiniz. Dünyayı değiştiremeyebilirsiniz
ama dünyanızı değiştirebilirsiniz. Kendinize yeni
bir yaşam çevresi seçebilirsiniz. Her ruh kendine benzer ruhlarla
dünyaya gönderilir. Onu bulması zaman alır ama kişinin çabası
ölçüsünde bu süre kısalır. Sizin gibi düşünen, yaşayan, hisseden
insanlar var. Onları bulmak için yollar da var. İnsanı istediğine
götüren yolların sayısı, gökteki yıldızların sayısı kadardır. Siz
yeter ki bu uğurda eyleme geçecek kadar çok isteyin!
Çevresindeki öğrenilmiş çaresizlikle yaşayan insanlara rağ
men büyük işler başarmış çok sayıda 'başarı örneği' var. Çaresizlik
derslerine karşı bağışıklık sistemi güçlü bu insanların stratejilerini
'Çaresizliği Öğrenemeyenler' başlıklı bölümde bulabilirsiniz.
Şimdi sırada öğrenilmiş çaresizlikle başa çıkma yöntemleri
var.
48
bir kez daha yapabilir. Tarihin tahterevallisinde yükselme sırası bir
gün tekrar bize gelecek!
Galatasaray'ın UEFA kupasını kazandığı maçlarını evimde
değil gidip varoş kıraathanelerinde izledim. Yabancılar kar
şısında elde edilen başarıların psikolojisini 'doğal ortamında'
gözlemek istedim. Gördüm ki, Türk insanının içindeki başarılı
olma isteğinin şiddeti en büyük sermayemiz.
Yükselmek için T.H.Y (Tutku, Hedef, Yetenek) şarttır. Tutkumuz
yeterli, şimdi bu tutkuya bir hedef göstermek gerek. Bir
de işlerini dünya standardında iyi yapan yetenekte insanlar yetiştirmemiz
gerekiyor. Bu rüyaya inanıyorsanız, kendinizi başarılı
yapmakla işe başlayın. Türkiye'nin başarısı da sizinle başlar!
Son dönemde Türkiye'den sık sık 'dünya çapında' işler
başaran insanlar çıkmaya başladı. Başarılı insanlar üzerindeki
'dünya çapında başarılı değilsen, başarılı değilsin' baskısı bile ilerlemenin
bir işaretidir.
Öğretilmiş çaresizlikten korunma biçimleri
Tekrar dönelim çaresizlik psikolojisine. Deneyin ikinci aşamasında
çaresizler grubundaki köpeklerin yanma yeni bir
köpek gönderilseydi 'eskiler' ona ne derlerdi? "Boşuna kaçmaya
çalışma, bu elektrik şokundan kurtuluş yok!'' Öğrenilmiş çaresizliklerini
yeni köpeğe hararetle öğretirlerdi. Yeni köpek eskileri
değiştirebilir miydi? Zor ama imkânsız değil! Bir Amerikan atasözüdür:
"Yaşlı köpeğe yeni numara öğretilmez!"
Başarı(sızhk) hakkında yaygın ve yanlış o kadar çok 'batıl
inanç' var ki, seminerlerde bile başarı hakkında doğru bilinen
yanlışları düzeltmekten yanlış bilinen doğruları anlatmaya zamanım
kalmıyor.
Öğrenilmiş çaresizliği unutmak zor olduğundan, çaresizliği hiç
öğrenmemek en iyisidir. Eğer ileri düzey öğrenilmiş çaresizlik
yaşıyorsanız, çaresizlik ve başarısızlık hakkında bildiklerinizi
unutun! Hatta hayatın anlamı hakkında bildiklerinizi de unutur-
47
Öğrenilmiş Çaresizlikten Kurtulmak:
Başa Çıkmak için Neler Yapmalı?
Öğrenilmiş çaresizliğin tedavisi mümkün müdür? Prof. Dr.
Martin Seligman Learned Optimism adlı kitabında bunun cevabını
veriyor: "Steve Maier'le birlikte öğrenilmiş çaresizlik yaratabileceğimizi
bulmuştuk. Peki, bunu tedavi edebilecek miydik? Çaresiz
olmayı öğrenmiş bir grup köpeği aldık ve bu zavallı, isteksiz hayvanları
kutunun içinde ileri geri götürdük. Bölmeyi (çıtayı) tekrar tekrar aşırttık.
Sonunda kendi kendilerine hareket etmeye başladılar ve tam anlamıyla
tedavi oldular."
Öğrenilmiş çaresizlik yaşayan o köpeklerin çitin öbür tarafına
atlamalarını sağlamak için siz ne yapardınız? Öğrendiklerini
unutturmayı mı denerdiniz? Diğer köpekleri atlatarak, örneklerle
kendilerinin de yapabileceğini mi gösterirdiniz? Çitin öte yanma
birkaç kemik (ödül) mi koyardınız? Daha çok elektrik şoku verip
'canlarını acıtarak' (ceza) harekete geçirmeyi mi denerdiniz?
49
Eylemsizlikten dolayı çekilen acının miktarını artırmak bazen
işe yarar. İnsanların çoğu bir şey yapmamaktan dolayı çektikleri acı,
bir şey yaparken çekeceklerini sandıkları acıdan daha fazla olunca,
hemen harekete geçer.8 Kaybetmenin acısı olmasaydı, bazı insanlar
sırf kazanmanın zevki için harekete geçmezdi.
Belki de köpeklerin 'şefkate' ihtiyacı olduğunu düşünüp,
onları gerçekten severek, onlarla oynayarak, onlarla beraber çitin
üstünden atlayarak, onları harekete geçirmeyi denerdiniz.
Bu çözümler bazı kişilerde bazı oranda işe yarar ama sevgi
terapisi çoğu zaman işe yarar.
Şimdi gelelim size. Kendinize biraz şefkat göstermekle işe başlamaya
ne dersiniz? Şimdiye kadar yaptığınız tüm hatalar ve düş
tüğünüz sahte çaresizlik durumları için kendinizi bağışlayarak
işe başlamaya ne dersiniz? Kitabın devamında bu kadar 'light'
önerilerim olmayacak, bunu uygularsanız iyi olur!
Öğrenilmiş çaresizlikle başa çıkmanın, yapamayacağını
düşündüğü bir şeyi bir insana yaptırmanın yolu, kişiden kişiye
değişir. Hatta aynı kişide bile zamanla değişebilir.
Bazı insanlar daha önce yapamadıkları bir şeyi şimdi yapabileceklerine
inanmak için yeni şeyler öğrmmek ister. Bu insanlara nasıl yapabileceğini
en ince detayına kadar mantıklı bir şekilde anlatırsanız,
onu yapabileceğine inanır ve yapmayı denerler. Başka bir grup
insan analiz(l)e inanır. Engeller ile yeteneklerini karşılaştırmalı
analiz edip, 'yapılabilirlik raporu' sunarsanız harekete geçer.
Bazıları ise örnek görmek ister. Parmağınızla gösterdiğiniz yönü
değil, topuk izlerinizi takip edenlerdir. Söylediğinizi değil, yaptı
ğınızı öğrenirler. Bu tarz insanlara kendilerine benzeyen birinin bunu
yapabildiğini göstermeniz yeterlidir. "Benim gibi biri yaptı, becerdi,
ben de yapabilirim," diye düşünerek inanırlar.
Başka bir grup insanın ise motivasyonu çevresinin, "Yapabilirsin,"
demesinden gelir. Bu gruptakiler 'dıştan motivasyonlu' olduklarından,
çok sayıda kişi, "Yapabilirsin," dediğinde, gerçekten
yapabileceklerine inanırlar. Kemal Sunal'ın 'İnek Şaban' tiple
50
mesi çevresinden aldığı onaydan cesaret alarak eyleme geçen
insanlara karikatür bir örnektir. Çevresindekiler bıyık altından
gülerek, "Yaparsın, aslanım!" dedikçe, o hep aynı şeyi söyler:
"Yaparım de mi?"
Öğrenilmiş çaresizlik, başarısızlığı yorumlama
biçiminden doğar
Öğrenilmiş çaresizlik başımıza gelen olayları yorumlama biçimimizden
doğar. Aynı durumun iki farklı yorumu, insanı öğrenilmiş
çaresizliğe veya öğrenilmiş başarıya götürebilir. İnsanların
başlarına gelen aynı olayı nasıl farklı şekilde yorumlayabildiklerini
gösteren çok sayıda örnek vardır.
Afrika'ya iki ayakkabı pazarlamacısı gönderilir. Hiç kimsenin
ayakkabı giymediğini görürler.
Kötümser: "Burada hiç kimse ayakkabı giymiyor, ayakkabı
satılamaz."
İyimser : "Burada hiç kimsenin ayakkabısı yok, herkese ayakkabı
satabiliriz!"
Öğrenilmiş çaresizliğe düşmeyenlerin bakış açısına güçlü bir örnek
Edison perspektifidir. Ünlü mucit, ampulün içindeki teli bulmak
için yaptığı denemelerde yüzlerce kez başarısız olduğunda,
başarısızlığını 'başarıya götürmeyen yolları elemek' olarak
görüp, "Her denememde başarısız olmaya götüren bir yol buluyorum,"
diyebilmiştir. Edison felsefesine göre, başarısızlığa götüren
bütün yollar bitince geriye başarıya giden yol kalır!
Öğrenilmiş çaresizliği bir bilgisayar programına benzetebiliriz.
Beyninize yüklendiğinde ondan sonra, yüklenen tüm yeni programları
ve yapılan tüm işlemleri yavaşlatan bir iç program. Bu
programın en kritik fonksiyonu başımıza gelen olaylara verdi
ğimiz tepkileri etkilemesidir.
51
Başarısızlığı nasıl yorumlarsak
öğrenilmiş çaresizlik yaşamaktan kendimizi
koruyabiliriz?
Ders alınmış bir başarısızlık, başarıdan daha fazla işe yarayabilir.
Peki başarısızlığı nasıl yorumlarsak, ondan bizi başarıya götü
ren dersler çıkarabiliriz? Başarısızlığı nasıl yorumlarsak öğrenilmiş
çaresizlik yaşamaktan kendimizi koruyabiliriz?
Başarısız olmamız değil, başarısızlığımıza yüklediğimiz anlam
önemlidir. Başarısızlığımıza kendimizce bulduğumuz nedenler,
bir sonraki defa benzer durumda ne yapacağımızı belirler.
Hayatta bir insanın başına gelebilecek çeşitli başarısızlık
örneklerini bir düşünün. Latin danslarına gittiniz ama gösterilen
hiçbir hareketi yapamadınız! Halı saha maçında çok
güzel bir gol pozisyonunu kaçırdınız! Çok çalışmanıza rağmen
matematikten sınıfta kaldınız! İş mülakatında kendinizle ilgili
bir soruya çok aptalca cevap verdiniz! Sizi istemeye gelenlerin
üzerine kahve döktünüz! Milletvekili yeminini ederken 18 kere
okuduklarınızı karıştırdınız!
Büyük bir çuvallamadan sonra yaptığımız ilk iş ona bir açıklama
getirmektir. Bu açıklamaları önce kendimize yapar, sonra kabul edilebilir
olanları başkalarına da söyleriz! Ne gibi açıklamalardır bunlar?
1. Ben aptalın tekiyim.
2. O gün çok şanssızdım.
3. Başkaları bana tuzak kurduğu için olmadı.
4. Başka işlerde iyiyim ama bu işten anlamıyorum.
5. Özenmedim, olmadı.
6. Bir anlık dikkatsizliğime geldi.
7. Eğitimini almadan yaptım, olmadı.
Bu açıklamaların oluşturulma biçimi, öğrenilmiş çaresizlik
kavramını bulan Martin Seligman ve arkadaşları tarafından
çeşitli kriterlerle analiz edilmiştir. Bu kriterleri temel alarak,
yaşadığımız bir başarısızlığı 4 soruyla yorumlayabiliriz.
52
1. Süreklilik: Geçici mi, kalıcı mı?
2. Kişisellik: Bireysel mi, evrensel mi?
3. Kapsam: Lokal mi, global mi?
4. Kaynak: İçsel mi, dışsal mı?
Süreklilik: Geçici mi, kalıcı mı?
Başımıza gelen başarısızlığı yorumlarken birinci önemli nokta,
bu durumun geçici mi, yoksa kalıcı mı olduğunu düşündüğü-
müzdür. Kendimize sorarız: "Her zaman mı yapamam, yoksa bu
defalık mı yapamadım?"
Araştırma bulgularına göre, kişi başarısızlığını ya da engellenmişliğini
geçici olarak görüyorsa, kalıcı olarak görenlere göre
daha az olumsuz etkilenmektedir. "Bu defa yapamadım ama
geçmişte yapmıştım, gelecekte daha iyisini yapabilirim," demek
doğrudur. Bir atış basket olmadıysa, "Bu atışta anlık psikolojim
nedeniyle başarısız oldum, bir sonraki denememde yaparım,"
diye düşünmek kişiyi öğrenilmiş çaresizlikten korur. "Ben hep
kötü basket atarım zaten," ise öğrenilmiş çaresizliğe kesilmiş
bilettir. Depresyona yatkın kişiler, başarısızlığın sürekli olduğunu
düşünürler.
Kişisellik: Bireysel mi, evrensel mi?
İkinci önemli nokta, başarısız olduğumuz işi sadece kendimizin
mi yoksa herkesin mi yapamadığıdır. Bir işte başarısız olunca
hemen kendimize sorarız: "Bunu sadece ben mi başaramıyorum,
yoksa herkes mi yapamıyor?"
Araştırma sonuçlarına göre, kişi eğer başarısız olduğu şeyi
sadece kendisinin başaramadığını düşünüyorsa özgüvenini kaybedip
derin bunalıma girebiliyorken, başkalarının da yapamadığını
gördüğünde kendisine olan saygısını ve güvenini koruyabilmektedir.
Herkesin kaldığı bir matematik sınavında kalan üzülse de
kendini aşağılanmış hissetmez.
53
Öğrenilmiş çaresizlik araştırmacılarına göre, çocuğu kanser
olan bir baba onu iyileştirmek için her yolu dener ama sonunda
çocuğu iyileşemez ve ölür. Bu baba üzülür ama özsaygısını
kaybetmez, çünkü kansere kimse çare bulamamıştır. Bu tür çaresizliklere
evrensel çaresizlik denmektedir. Hiç kimsenin yapamadığı
bir şeyi başaramamış olmak evrensel çaresizlik halidir ve insanın
özgüvenine olumsuz etkisi daha düşüktür. Başka insanların
yapabildiğini yapamamış olmak kişisel çaresizliktir ve insanın kendisine
olan saygısını ve özgüvenini kaybetmesine, depresyona girmesine
neden olur. 'Evde kalmak' neden kötüdür? Başkaları evlenebildiği için!
Kapsam: Lokal mi, global mi?
Başarısızlığı yorumlamada üçüncü önemli nokta, sadece bir
noktada mı yoksa her alanda mı başarısız olduğumuzu düşündü-
ğümüzdür. Bir işte başarısız olunca kendimize sorarız: "Sadece
bu işte/durumda mı başarısızım, yoksa her işte mi başarısızım?"
Başarısız olunan durumun ne kadar 'genellendiği' çok önemlidir.
İnsanlar başarısızlıklarını çok büyütürse başarıdan gözleri
korkubiler. Attığınız top basket olmadıysa, bu başarısızlığınızı
nasıl yorumlayabilirsiniz? Küçükten büyüğe doğru abartılı
yorumlama şekilleri: "Bu atışım kötüydü", "Bugün iyi oynayamıyorum",
"Basketbolda iyi değilim", "Hayatta hiçbir şeyde iyi
değilim", "Ben aslında aptalın biriyim", "Ben bu dünyada fazlalık
biriyim". Bir durumda başarısız oldunuz diye onu genelleyip
başarısızlığı, kaybeden olmayı bir kimlik olarak benimserseniz
bu, kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşebilir.
Kaynak: İçsel mi, dışsal mı?
Başımıza gelen bir başarısızlığı yorumlamada dördüncü
önemli kriter, başarısızlığın kaynağını içimizde mi yoksa dışımızda
mı aradığımızdır. Başarısızlık halinde hemen düşünmeye baş
larız: "İçten kaynaklanan (elimde olan) nedenlerden dolayı mı yoksa
54
dıştan kaynaklanan (elimde olmayan) nedenlerden dolayı mı başarısız
oldum?"
Şans, sonucu etkileyen ama kontrolü bizde olmayan bir dış
faktördür. Çalışma ise sonucu etkileyen ve kontrolü bizde olan
bir iç nedendir. Dış faktörler kendi ellerimizde değildir ama iç
faktörler kendi ellerimizdedir. Başarısız olduğumuz bir durumu
kendimize ya da başkalarına açıklarken iç nedenlere mi
yoksa dış nedenlere mi bağladığımız çok önemlidir.
Mesela attığınız top basket olmadıysa önünüzde iki şık var:
1. "Top girmedi," (şanssızlık) diyerek dış faktörleri suçlayabilirsiniz.
2. "Ben atamadım," diyerek (yeteneksizlik) kendinize bağ
layabilirsiniz.
Bazı insanlar her başarısızlıkta dış faktörleri suçlar. En büyük
rakiplerine yenilince, 'saha çamurluydu', 'hakem kötüydü',
'rüzgâr karşıdan esiyordu' edebiyatı yapan takımlar bu gruba
örnektir. Böyle düşünenler kendi yetersizliklerini göremediklerinden
kendilerini de geliştiremezler.
İkinci bir grup ise her olumsuz sonuçta kendini suçlar. Dikkat
edin, "Kendi sorumluluğunu görür," demiyorum, kendisini suç
lar. "Ben aptalım," der. "Bizim takımdan bir şey olmaz," der.
Böyle düşünenler de her başarısızlıktan sonra ağır bunalıma
girer, uzun süre kendine gelemez, başarısızlıktan ders alıp onu
başarıya çeviremez.
İdeal durum nedir? Başkalarını da kendini de suçlamadan, sonucun
nasıl ortaya çıktığını akılla analiz etmek ve bir sonraki teşebbüste
başarısız olmamak için neler yapmak gerektiğini konuşarak işe başlamak
gerekir. Sürekli çevrenizi suçlamanız kişisel eksikliklerinizi
ve başınıza gelene katkınızı görmenizi engeller. 'Dış güçleri'
suçlayarak başarısızlıklarınızı kendinizden bile gizleyebilirsiniz
ama bu sizi başarılı yapmaz! Şunu unutmayın, başkasını iyi
suçlayabildiğiniz ölçüde hızlı yükselebileceğiniz bir tek kariyer
vardır: Muhalefet partisi liderliği!
55
Kendinizi ve başkalarını suçlamadan sorumluluk almayı
öğrenmelisiniz. Öteki türlü önünüzde iki yol var: 1. Başarısız
olur, bundan çevrenizi suçlar, ruhunuzu rahatlatır, ama başarı
sız kalmaya devam edersiniz. 2. Başarısız olur, bundan kendinizi
suçlar, bunalıma girer, başarısız kalmaya devam edersiniz.
Her başarıda ve her başarısızlık durumunda dört soru sorulabilir:
Neyi doğru yaptık? Neyi yanlış yaptık? Neyi yapmamız gerektiği
halde yapmadık? Neyi yapmamamız gerektiği halde yaptık?
Garantili bir şekilde bunalıma girip başarısız
olmanın yolları!
Şimdi bu kriterleri toplu olarak ele alalım ve 'garantili bir
şekilde başarısız olmak' için başımıza gelenleri nasıl yorumlamamız
gerektiğini belirleyelim. Aşağıda önereceğim yolu kullananlar
'bonus' olarak, başkalarını bunalıma sokma imkânı da
kazanacaktır! Yorum biçimi bir seçimdir. İster depresyonu seçersiniz,
ister motivasyonu.
Garantili bunalım için, istediğiniz sonucu alamadığınız her
denemenizi, "Ben hiçbir şeyi beceremem zaten," diye kendinize
açıklayabilirsiniz! Böylece başarısızlığı geçici değil kalıcı, dışsal
değil içsel, değişebilir değil değişmez nedenlere bağlayarak kendinizi
başarıya bloke edersiniz.
Garantili bir şekilde bunalıma girmek için maruz kaldığınız
kötü durumun açıklamasını kendinize geçici değil sürekli, herkesin
başına gelen değil sadece sizin başınıza gelen, hayatınızın bir
alanında değil her alanında geçerli olan, dıştan değil içten kaynaklanan
bir tarzda yapın. Bu yorum biçimi çaresizliği dibine kadar
yaşamanızı sağlayacaktır.
İnsanlar seçtikleri bu yorum biçimine göre iyimser ya da
kötümser olarak tanımlanırlar. Atışı basket olmayınca, "Bugün
çok şanssızım," diyen kişi, başarısızlığı dışsal (şans) ve değişebilir
bir duruma bağlamıştır. Bu iyimser yorum tarzıdır. "Çalış
madım, olmadı," deseydi, gene içsel (çaba) ve değişebilir bir
nedene bağlamış olurdu. Bu da iyimser bir yorumdur.
56
Bir atış basket olmayınca, atışı kaçıran kişi, "Ben beceriksizin
tekiyim, zaten hiçbir işi başaramıyorum, yaşlandığımda da
başarısız biri olarak evimdeki köpek tarafından yenmiş halde
bulunacağım!" derse bu kötümser yorum tarzıdır. Başımıza
gelen olayların bir kısmı bizim kontrolümüzde değildir ama o
olayları yorumlama biçimimize dikkat ederek o olayın kendimiz
üzerindeki etkisini yönetmek elimizdedir.
Öğrenilmiş çaresizlik belli bir tarzda düşünmenin sonucudur,
bu yüzden ancak düşünme biçimi değiştirilerek ortadan kaldırılabilir.
Öğrenilmiş çaresizliği üreten düşünme biçimini (paradigma)
görmek, ondan kurtulmanın ilk adımıdır.
Şimdi bu teknikleri kullanma zamanı. Geçmişte yaşadığınız
çaresizlik durumlarını bu yeni öğrendikleriniz ışığında yeniden
yorumlamaya ne dersiniz? Eğer gelecekte öğrenilmiş çaresizlik
yaşayabileceğiniz bir durumla karşılaşırsanız, eminim yapaca
ğınız iç yorumların farkında olacaksınız.
Olumsuz iç konuşmayı yönetmek
Öğrenilmiş çaresizlik en çok kendi kendimizle kurduğumuz iç
iletişime (iç konuşma) bağlıdır. Her insan kendi kendisiyle konu
şur. Bu yolla başına gelenleri yorumlar. Mesela, "Kendi kendime
dedim ki," derken bir iç konuşmamızdan alıntı yaparız. Şu anda
içinizden, "Ben deli miyim ki, kendi kendime konuşayım," diyorsanız,
üzgünüm ama yakalandınız, işte bu bir iç konuşma! Şimdi
de, içinizden, "Güzel espriydi," dediyseniz bu da bir iç konuşma!
İçinizden, "Bak, gene bildi!" dediyseniz bu da bir iç konuşma!
"Bakalım bunu daha nereye kadar uzatabilecek?" diye düşündüyseniz
bu da bir iç konuşma! Şu anda iç konuşma yoluyla düşünü
yor, size yaptığım 'akıl okuma' şakasını yorumluyorsunuz.
Sokrat, "Düşünmek, ruhun kendi kendisiyle konuşmasıdır," der.
İç konuşmalarımızla kendimizi motive edip güçlendirebileceğimiz
gibi, zihnimizde çaresizliğin örümcek ağlarını da örebiliriz.
Araştırmalara göre aklımızdan günde ortalama 60.000 ile 80.000 ara
57
sında düşünce geçmektedir. Başka bir araştırmada iç konuşmaları
mızın % 75'inin kötümser, üzüntü verici, güçsüzleştirici olduğu
bulunmuştur. Bunun anlamı, içimizden konuşuruz ama bir derdimiz
olduğunda!
Aynı olayları yaşayan kişilerden öğrenilmiş çaresizliğe yatkın
olanların hemen olumsuz sonuçlara teslim olduğu, diğer bir grubun
ise aynı şartlarda ve aynı sayıda başarısızlığa rağmen direnmeye,
denemeye devam ettiği gözlenmiştir. Farkı yaratan iç konuşmalarıdır.
Peki iç konuşmalar arasmdaki farkı yaratan faktör nedir?
Kişilik, geçmiş deneyimler, anlık psikoloji, beklentiler, vs.
İç konuşmayı yönetmek için birkaç teknik anlatmak istiyorum.
1. Bir düşünceyi içinizden beşten fazla tekrarladığınızda beyin
onu gerçek olarak algılar. Kendinize kırk kez, "Deliyim,"
derseniz, gerçekten delirebilirsiniz! Olumsuz iç konuş
maları kafanızın içinde çok tekrarlamayın. Kendinizle
konuşmanıza engel olamıyorsanız gidip başkalarıyla,
konuyla ilgisiz şeyler konuşabilirsiniz! Dış konuşma yaptığınızda
olumsuz iç konuşma yapamazsınız.
2. Bir düşünceyi içinizden çok duygusal bir ses tonuyla söylerseniz,
beyin daha az tekrarda, daha kolay inanır. "Ben aptalım"
ya da "Kesin olmayacak" gibi negatif ve sınırlayıcı
düşüncelerinizi 'buğulu' bir ses tonuyla içinizden çok sık
tekrarlamayın! Bu tür cümlelerinizle gücünüzü bağladı
ğınızın farkında olun. Aptalsanız bırakın bunu başkaları
söylesin. Bir karar verin, kimden yanasınız?
3. İç konuşma yaparken bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma yanlışına
çok düşülür. Arkadaşımız randevumuza biraz geç
gelince, onu beklerken hemen bunu niye yaptığına dair iç
konuşmaya başlarız. Cep telefonu kapalıdır, niye geciktiği
hakkında bilgimiz yoktur ama niye gelmediğine dair fikir
üretmede çok cesur davranırız. Bizi önemsememesine bağ
larız oysa kaza geçirmiştir ya da tersine kaza geçirdi sanı
58
rız; önemsemediği için gelmemiştir. Zihnimizde kendi
kendimize varsayımlar kurar, kendi kendimize inanırız.
Kendi akıl oyunlarımıza kanarız. Başımıza geleni içimizde
olana göre yorumlarız. Bilgi sahibi değilseniz, fikir üretmeye
çalışıp aklınızı boşuna yormayın. Uğur Mumcu'nun
deyişiyle, "Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın."
İçimizdeki çaresizlik çemberleri nasıl çalışır?
Öğrenilmiş çaresizliğin 'içimizdeki mekanizması' nasıl çalı
şır? Önce başımıza bir olay gelir. Bu olayın içinde aşamadığımız
bazı engellerle karşılaşırız. Böyle bir durumda hemen içimizden
konuşarak olayı yorumlamaya başlarız. Kendimize, "Ne yaparsam
yapayım bunların üstesinden gelemeyeceğim," gibi şeyler
söyleriz. Bu iç konuşma bizde çaresizlik, üzüntü, bitkinlik gibi
duygusal durumlar oluşturur. Bu duygusal durumdan doğan
davranış ise eylemsizliktir.
Olay: Köpekbalığı küçük balığı yemeyi deniyor ama kafasını
cama çarpıp şaşkınlık içinde kalıyor.
Yorum şekli: (Tahmini kurgu) "Karşımdaki balığı her yemeye
çalıştığımda bir şey kafama çarpıyor. Ne yapsam olmuyor."
Duygusal durum: Çaresizlik, isteksizlik, umutsuzluk, başarı
sızlık hissi.
Davranış: Eylemsizlik! Atalet halinde yaşamak.
Olay: Köpeklerin ayaklarına elektrik şoku veriliyor.
Yorum şekli: (Tahmini kurgu) "Ayağım yanıyor, hemen kaç
mam lazım! Gene yandı, Ahh bir daha! Kaçsam da, dursam da
fayda etmiyor! En iyisi şöyle çömelip yatayım. Anne sözü dinleyip
akademik kariyer yapmayacaktım!"
Duygusal durum: Çaresizlik, içe dönme, duygusallaşma, gerginlik.
Davranış: Başlangıçta kaçmaya ya da saldırmaya çalışma.
Sonrasında hiçbir şey yapmayıp yatmak. Atalet halinde yaşamak.
59
Olaylara verdiğiniz anlam her şeydir. Başımıza gelen olayı
biz seçemeyiz ama olayları yorumlama şeklimizi biz seçebiliriz.
Kaderimizi kontrol altında tutabilme noktamız burasıdır. Evrenin
bizim üzerimizdeki etkisini burada seçebiliriz. Özgür irademiz ve
seçimlerimiz bu noktada kendini gösterir. Algılarımızın pasaport
kontrol noktası burasıdır.
Öğrenilmiş çaresizlikle baş etmenin
diğer yolları
Öğrenilmiş çaresizlikle başa çıkmanın önündeki en büyük engel
onun farkında olmamaktır. Balıklar nasıl içinde yüzdükleri suyu
göremiyorsa, pireler nasıl kafalarını çarptıkları camı göremiyorlarsa,
insanlar da kafalarının içindeki öğrenilmiş çaresizlik
paradigmasını kendi başlarına göremiyorlar.
Öğrenilmiş çaresizlik ve atalet halinin içimizde oluşma şeklini
anlamak, onunla başa çıkmanın da ilk adımıdır. Bu kitap size
hiçbir çözüm göstermeseydi bile, sorununuzu teşhis etmenizi
sağladığı için, sizi çözüm yolunun yarısına kadar getirmiş
olurdu.
Artık çaresizlik yaşadığınızda bunun 'farkında' olacaksınız. Öğrenilmiş
çaresizlik psikolojisini tanıyorsunuz. Beyninize yerleşirken
onu yakalayabilir, yılanın başını küçükken ezebilirsiniz!
Daha önce bilmediklerini öğrenen bir beyin, yeni bir düzeye gelmiştir
ve ilk baştaki kör noktasına geri gitmez. Bilinciniz hâlâ bu
kitabı elinize ilk aldığınız noktada mı? Buraya kadar okuyarak
geldiyseniz şüphesiz hayır! Öğrenilmiş çaresizlik, atalet hali
ve başarısızlık psikolojisi hakkında bilinçlendiniz. Bu sizi yeni
bir algı düzeyine getirdi. Artık sorunu nasıl çözeceğinizi biliyorsunuz,
şimdi önünüzde iki şık var: Çözmeyi tercih etmek ya
da etmemek.
İlk gençlik yıllarımda ben de milyonlarca insan gibi, neyi
yapıp neyi yapamayacağıma tahminlerle karar veriyordum. Bazı
şeyleri yapabileceğime inanıyordum, bazılarına ise inanmıyor
60
dum ama iki durumda da bilgim yoktu. Artık inançlarımla değil
bilgilerimle hareket ediyorum. Neyi yapabileceğimi, neyi yapamayacağımı,
hedeflerimi ve isteklerimi, güçlü yanlarımı ve zayıf
yanlarımı, kişilik özelliklerimi ve yetenek yelpazemi net olarak
biliyorum. Kendimi iyice öğrendim! Bu da neyi yapıp neyi yapamayacağımı
çok çabuk görebilmemi sağlıyor. Siz de kendinizi
tanıyarak, aynı tarzı kullanabilirsiniz.
Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar başarısızlığa uğradıkları
alanlarda kendilerini geliştirmeye de kapalı olurlar. "Dün yapamasam
da bugün kendimi geliştirerek yapabilir hale gelirim," diye
düşünemezler. Bir işi yapmanız gerekiyor ancak yapamayaca
ğınızı düşünüyorsanız, "Onun nasıl yapılacağını öğrenirsem,
ben de yapabilirim," diye düşünün.
Buraya kadar anlatılan öğrenilmiş çaresizlik öykülerinden,
'yapamam' inancının aslında çoğu kez geçersiz olduğunu ve
insanı ne kadar gülünç duruma düşürdüğünü görmüş olmalı
sınız. Fark etmiş olduğunuz gibi, öğrenilmiş çaresizlik psikolojik
ofsayt pozisyonuna düşmektir.
İnsanlar aptal durumuna düşmemek için başarısız oldukları
şeyleri daha sonra denemezler. Oysa sonraki denemede şartlar
değişmiştir ve bu yüzden deneylerdeki hayvanların yaptığı gibi,
denedikleri için değil, denemedikleri için aptal durumuna düşerler.
Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinin en komik bulduğum yanı
budur.
The Health Center'in öğrenilmiş çaresizlikle ilgili bir raporunda
içimizdeki 'ezik' çocuğa dikkat çekiliyor: "Öğrenilmiş
çaresizliğin temelinde incinmiş bir çocukluk vardır. Ancak içinizdeki
bu incinmiş çocuk, bugünkü duygusal problemlerinizi çözebilecek
donanımda değildir. Hatta sizin daha fazla incinmenize
neden olabilmektedir. Bu konuda atılabilecek ilk adım, olaylara
verdiğiniz reaksiyonların mantığınız tarafından kontrol edilmesini
sağlamaktır."
Aynı raporda sınırlayıcı kişisel tabuların gücü vurgulanıyor.
"Kendinizle ilgili olumsuz yargılayıcı ifadelerden uzak durun.
61
'Ben çok popüler biri değilimdir', 'Ben biraz utangacımdır',
'Kompozisyon yeteneğim iyi değildir' gibi kişisel tabuların çoğu
uzun vadede değiştirilebilir şeylerdir. Kendinizin bilinç sahibi bir
varlık olarak denek hayvanlarından farklı olduğunu unutmayın.
Onlar öğrenilmiş çaresizliğin ne olduğunu öğrenemezler bile!"9
Öğrenilmiş çaresizlikte iç yorumlar kadar çevreden alınan
dış tepkiler de önemlidir. Çevrenin bir başarısızlık durumunda
gösterdiği hatalı tepkiler insanda çaresizlik psikolojisi oluşturabilir.
Başarısız olunca çok aşağılanan insanlar, bir daha başarıyı
denemeye korkacaktır. Anne, baba ve öğretmenlerin çocukların
hata ve başarısızlıkları karşısında gösterdiği tavırlar bu nedenle çok
önemlidir.
"Çocuğun başarısızlığına gösterilen hatalı tepkiler, onda
yetersizlik duygusu ve öğrenilmiş çaresizlik psikolojisi oluşturur.
Bu tür çocuklar derslerde başarılı olamayacaklarına inanıp, ders
çalışmayı bırakırlar. Bununla da kalmaz, kendilerini fark ettirmek için
okulun en yaramazı olarak sivrilmeyi seçebilirler. Aynı durum yetiş
kinlerde suça yönelme şeklinde kendini gösterir."10 Çocukların
başarısızlıklarına karşı daha pozitif olun. Çocuğunuzun yanlış
larını değil, doğrularını yakalamaya çalışın. Andre Maurois'e
göre, "Başarısızlık ve felaketlere rağmen, hayata karşı güvenlerini
koruyabilen iyimser insanlar, daha çok iyi bir anne tarafından büyü
tülmüş olanlardır."
Öğrenilmiş çaresizlikle başa çıkmakta kendi potansiyeline
inanmak, "daha iyisini yapabilirim" diye düşünebilmek de çok
önemlidir. Gelebileceğiniz en iyi yer bulunduğunuz yer değildir. Siz
de büyüyebilirsiniz. Sizde sandığınızdan fazlası var. Sizde kendinizden
fazlası var. Siz şimdiye kadar yaptıklarınızdan ibaret
değilsiniz. En iyi halinizi keşfedip yaşamaya başladığınızda, her
şey daha güzel olacak!
Başarısızlıktan çok korkuyorsanız iki katı daha fazla hazırlık
yapın. Başarısızlık kaygısı yetersiz hazırlıktan doğar. Başarısızlık
korkusunu yenmek için, başarısızlığa ihtimal vermeyecek kadar
62
başarıya hazır olmak gerekir. Tersinden düşünürsek, başarıya
yeterince hazırlanmadıysanız, başarısız olmaya hazırsınız demektir!
Zihinsel arşiv kayıtlarınızı yeniden düzenleyin. Geçmişte başarı
sız olduğunuz bir durum ile şu anda karşınızda olan bir durum
birbirine benziyor diye hemen başarısız olacağınızı düşünmek,
Temel'in 50 metre ileride muz gördüğünde, "Yine ayağım kayacak,
düşeceğim," demesine benzer. Geçmişteki başarısızlıkları
nıza odaklanarak değil, gelecekteki muhtemel başarılarınıza
odaklanarak yaşayın. Dikiz aynasına bakarak ilerlemeye çalışmayın.
Gözlerimiz geçmişe takılıp kalmayalım diye ensemizde değil yiizü-
müzdedir. Ofisimdeki panomdan bir söz: "Geçmişten ders al,
bugün için çalış, gelecek için hayal kur!"
"Amaçlar her zaman bir beden büyük olmalıdır ki ona göre
gelişelim," der Josie Bisset. Hayallerinizi bir beden büyütmekle işe
başlayın. Hayallerimiz çocukluk elbiselerimize benzer, gerçek
bedenimizden bir boy büyük olmalıdır ki, onun içini dolduracak
şekilde büyüyelim. Ayrıca büyük boy hayaller insanı daha
zengin gösterir!
Büyük boy hayalin bir yararı daha vardır, hayalleriniz suya
düşüp çektiğinde, ruhunuzu sıkmaz!
Öğrenilmiş çaresizlik aklı dondurur ama insan bilinçli bir
şekilde karar vererek aklını çalıştırmaya devam edebilir. Aklı
nıza güvenin. Sürekli yeni şeyler öğrenin. Önce düşünün sonra
yapın. En sonunda da yaptığınız üzerine bir daha düşünün!
Aklınızı tam kapasite kullanmamaktan dolayı girdiğiniz çaresizlik
durumundan, aklınızı kullanarak çıkabilirsiniz.
Kendinizi öğrenilmiş çaresizlikten korumak ve kurtarmak
için kendi özgün yaklaşımlarınızı da geliştirebilmelisiniz. Mesela
bir şeyi denediniz ama olmadıysa, cep telefonundan birini
aradığınızı ve aradığınız kişinin cebinin kapalı olduğunu, ama
bir gün açılacağını düşünebilirsiniz. "Aradığınız sonuca şu anda
ulaşılamıyor. Sizi istediğinize ulaştıracak ihtimal geçici olarak servis
dışı olmuştur. Hemen bunalıma girmeyip, lütfen daha sonra tekrar
deneyin!"
63
Ya da kendinizi kitabın girişindeki köpekbalığmm yerine
koyun: "Kader üzerimde öğrenilmiş çaresizlik deneyleri yapıyor! Denemeye
devam edersem, bunlar camı hiç kaldırmayacaklar. En iyisi istemiyormuş
gibi yapıp, aniden saldırmak!"
Bir hedefe giden yol,
gökteki yıldızların sayısı kadardır
Bu kitaptan alınacak tek ders, "Sonuç almak için, ne kadar
sürerse sürsün aynı yolu ısrarla deneyin," değildir. Bir kapıyı kırk
kez çaldığınızda açılmadıysa, diğer kırk kapıyı birer kez çalın. Kararlılık
çok şeydir ama her şey değildir. Esneklik gösterin. Aynı yöndeki
yeni yolları arayın.
İster sevgili ararken, ister teflon tava pazarlarken denemelerinizde
hedefinize ulaşamıyorsanız önünüzde dört yol vardır.
1. Aynı kişiye aynı şekilde yaklaşarak bir daha denersiniz.
2. Aynı kişiye farklı şekillerde yaklaşarak bir daha denersiniz.
3. Farklı kişilere aynı şekilde yaklaşabilirsiniz.
4. Farklı kişilere farklı şekillerde yaklaşabilirsiniz.
Birinci yol, ısrar yani kararlılık yoludur. Bazen işe yarar bazen
yaramaz. İkinci yol, yenilikçi olmaktır. Hedef aym, yaklaşım farklıdır.
Üçüncü yolda, yaklaşım aynı hedef farklıdır. Dördüncüde
hedef de yaklaşım da farklıdır. En yüksek esneklik bu yoldadır.
Esneklik, sonuç almak için diğer seçenekleri yoklamaktır. Esnek
olabilmek yaratıcı düşünmeye bağlıdır. Her zaman aklınıza gelmeyen
ama sizi amacınıza götürebilecek bir yol vardır. Yaratıcılık,
bu yolu bulmaktır.
İşe yaramayan her deneme sizin bir noktadaki eksikliğinizi
gösterir. Yaşadığınız her başarısızlık, eğer onu doğru okursanız, size
kendinizi hangi noktada geliştirmeniz gerektiğini gösterir. Sadece
kararlı olmakla her şeyi halletmeye çalışmak yerine, sonuca etki
64
eden her unsurla tek tek ilgilenin. Ürün bilgisi zayıf, kişisel imajı
kötü, sattığı mal bozuk bir satıcı istediği kadar ısrar etsin, kararlı
olsun, başarısız denemelerden yılmasın sonuç fazla değişmeyecektir.
Bir kere denediniz ama sonuç olumsuz, kişisel imajınızı
değiştirip tekrar deneyin. Tekrar denediniz, gene olmadı, ürün
bilginizi geliştirip tekrar deneyin. Tekrar denediniz gene olmadı,
bu defa ürün sunuş şeklinizi değiştirip tekrar deneyin. Gene
mi olmadı? Sattığınız ürünü ve şirketi değiştirip tekrar deneyin.
Kendinizi, ürününüzü, şirketinizi, satış tarzınızı değiştirdiniz
gene mi olmadı? Sizin ruhunuz satıcılığa uygun değil, karakteriniz
ile kariyeriniz uyuşmuyor, başka bir iş bakın! İlla ki, satış alanında
kariyer yapacağım diyorsanız, en iyisi gidip üniversitede
pazarlama profesörü olun!
Öğrenilmiş çaresizliğe Türk usulü çözümler
Bazı insanlar her şeyin 'milli'sini sever. Müessesemizde
'okur memnuniyeti' esas olduğu için, öğrenilmiş çaresizliğe
Türk usulü çözümleri de araştırdım. Yalnız bu çözümler öğrenilmiş
çaresizlikten çıkmayı sağlamıyor, onunla birlikte nasıl mutlu
mesut yaşanacağını gösteriyor!
İnsanlar öğrenilmiş çaresizlik içinde uzun süre yaşayınca,
onu normalleştirmenin kendince yollarını üretirler. Hayallerine
göre yaşayamayan insanlar, gerçeklerini kendilerine öyle teorilerle
açıklarlar ki, kaybetmenin acısını kendi içlerinde daha hafif
yaşarlar.
Tespit edebildiğim kadarıyla yurdum insanının öğrenilmiş
çaresizlik içinde huzurla yaşamak için bulduğu 6 eşsiz yol bulunmaktadır.
1. Suç ortaklığı sistemi. Prof. Dr. Mehmet Altan'a göre Doğu
toplumlarında bireyler Batılılardan farklı olarak karar
alırken çevresine danışır, böylece başarısızlık durumunda
65
suçluluk duygusu yaşamaz. Ortak başarısızlık olur! Birey
iç ve dış saygınlığını korur. İstişare' edin, çevreniz de suç
ortağı olsun!
2. Mazeret dayanışması. Malum ülkemizde, "Sen benim
mazeretimi hoş gör, ben de senin mazeretini," anlayışı
yaygındır. Açıklamalara, mazeretlere, özürlere gösterilen
hoşgörü Batı toplumuna göre daha fazladır. Başarı
sız ama mazeret sahibi insanlara gösterdiğiniz hoşgörü,
ileride sizin başarısızlıklarınızın görmezden gelinmesini
sağlayacaktır! Başarısız ama huzurlu yaşamanın yolu,
başkalarının başarısızlıklarını görmezden gelmekten
geçer.
3. Dert yarıştırma. Yurdum insanının beni en çok şaşırtan
tarafı, problemlerini çözmekten daha çok, problemleri
üzerine konuşmayı (dertleşmek) sevmesidir. Bu garip dert
yarıştırma hali yaygın bir yerel terapi geleneğidir. Arabesk
müzikte, "Senin derdin dert midir/benim derdim yanında/
böyle dert gördün mü/söyle sen hayatında," şeklinde ifadesini
bulur. Dertleşme davranışı, "Demek ki herkes dertli, o zaman
ben de normalim," diyebilmek için yapılır. Dertleşme süreci
sonunda oluşan, "Herkes başarısız, ben de başarısızım, demek
ki ben normalim!" duygusu, insanı çaresiz ama huzurlu
yapar!
4. Gariban yücelticilik: Türk kültürü kaybedenleri kazananlardan
daha fazla yücelten nadir toplumlardandır. Garibanlar
bu ülkenin kutsal çocuklarıdır. Türk filmlerinde
gariban kötü adam yoktur, çünkü gariban kötülük yapsa
da onun garibanlığı yanlışını aklar. Garibanlık öyle güçlü
bir doğrudur ki, kırk yanlışı götürür! Bu ülkenin gelmiş
geçmiş en büyük ideolojik hareketi 'garibanizm'dir. Batı
toplumu az sayıdaki başarılı insanı kaybeden çoğunluktan
korur ve yüceltir. Bizde garibanlar 'güçlü ama kötü' kazananlardan
korunur ve yüceltilir. Kişi başarısız bir gariban
olduğu için kendini kötü hissetmez, aksine 'özel' hisseder.
66
Garibanlıktan çıkmak için çaba da harcamaz. Garibanı sev
ve koru, bir gün sen de kaybeder, gariban olursan itibarın
kazananlardan daha fazla olur!
5. Dış güçler teorisi. Başarısızlık ve problemlerinden dolayı
başkalarını suçlamak, insanı yerinde saydırsa da, insan
ruhunu 'serinleten' bir davranıştır. Geri kalmışlığımızdan,
onlarca siyasi sorunumuzdan kendimizi sorumlu
tutup bunalıma gireceğimize, dış güçleri suçlayıp kendimize
saygımızı koruruz. Politik başarısızlıklarının sonucunda
çıkan problemleri 'dış güçlerin oyunu' diye açıklamak
iç güçlerin çok iyi bir oyunudur! İleride öğreneceksiniz, her
başarısızlıktan kendini suçlayanlar, başkalarını suçlayanlardan
daha fazla bunalıma giriyor!
6. Arabesk müzik. Arabesk müzik Türk insanının öğrenilmiş
çaresizliğini huşu içinde yaşaması için icat etmiştir.
Daha çok dertli müzik dinleyerek derdinden kurtulmak
bize özgü orijinal bir çözümdür. Arabesk müzik neden
'bütün duyguları ağır yaralı' insanlarımıza 'ilaç gibi' geliyor?
Çünkü yurdum garibanı 'aydınlanma değil merhamet'
ister!11 İnsanlar neden sorunları hakkında aydınlanmak
değil acınmak ister? Bilmem!
Tebrikler, kitabın yarısına kadar geldiniz! Buradan sonra
farklı bir bilgi ve strateji kategorisi başlıyor. Buraya kadar başarısızlığı
nasıl öğrendiğimiz anlatıldı. Bundan sonra başarılı olmanın
nasıl öğrenilebileceğini anlatıyorum. Pozitif başarı eğitimi başlıyor.
Bundan sonraki ilk adım neyi başarmak istediğinizi kesinleş
tirmek. Bir sonraki adım ataleti tanımak ve yenmek. Sonra amaç
larımıza giderken karşılaştığımız engelleri aşmak ve sonuç almak
üzerine düşüneceğiz. Özgüveni geri kazanmak bir sonraki adım.
Daha sonra zorluklar içerisinde yaşasalar da öğrenilmiş çaresizlik
ve atalet tuzağına düşmeden sonuç almış başarı örneklerini
konuşacağız. Son adım kişisel kurtuluş savaşınızı başlatmak...
67
Başarmak Güzeldir:
'Öğrenilmiş Başarı' Hayatınızı
Nasıl Değiştirir?
Başarmak güzeldir.
Büyük başarmak çok daha güzeldir!
Her başarı projesi başlangıçta bir hayaldir. Bir tarafınız onu
gerçekleştirebileceğinizden emindir, diğer yanınız tereddüttedir.
Sadece iç sesiniz değil, çevrenizdeki insanlar da ikiye bölünmüştür.
Bir yandan 'gerçekçi olup hayallere kapılmamaya' çaba
gösterirsiniz, bir yandan da hayallerinizi kovalayacak cesareti kendi
içinizde üretmeye...
İnsanlık tarihinde başarısızlık öykülerinin, başarı öykülerinden
daha fazla olduğunu bile bile 'başaracakmış gibi' harekete geçersiniz.
Kaybetme riskine rağmen, o hayal uğruna zaman, çaba ve enerji
harcarsınız. Risk alırsınız. Garantili küçük kazançlar yerine,
hayalinizin zorlu, uzun ve riskli yolunu seçersiniz. O yolun
sonuna vardığınızda kendi gözünüzde özel biri olacağınızı, dene
69
mezseniz hayatınızda bir şeylerin eksik kalacağını bilirsiniz. Ait
olduğunuz o yere gidinceye kadar yaşadığınız her yerde kendinizi
'turist' gibi hissedersiniz.
Bazen kendinize bazen çevrenizdekilere, "Göreceksiniz işte,
olacak!" diye meydan okursunuz. Çevreniz sizi garantili küçük
kazançlara yönlendirmeye çalışır, içinizdeki ani duygu kabarmaları
ise o büyük hayalinize. Korkularınız ile umutlarınız çarpışır
içinizde. Kafa içi sesleriniz birbirine karışır.
Küçük ilerlemeleri -bazen büyük, bazen küçük- hayal kırıklıkları
izler. Çevrenizdeki bazı insanlar, yanlış yolda olduğunuzu,
başaramayacağınızı ısrarla söylemeye başlarlar. Beraber ve
solo, "Yapamazsın!" korosuna rağmen, içinizdeki bir ses sizi
onaylar: "Göreceksin, olacak!"
Bir yandan iç engel(leyici)leri, bir yandan dış engel(leyici)leri aşmaya
çalışırsınız. Paranızı konforunuza değil, hayalinize yatırırsınız.
Onun için uykusuz kalırsınız. Özel hayatınızdan, sağlığınızdan,
rahatınızdan fedakârlık edersiniz. Hatta çoğu kez başarmak
adına yaşamayı ıskaladığınızı bile bile yolunuza devam edersiniz.
Sizi sabote edecek iç ve dış konuşmalar devam eder. Aileniz ve
arkadaşlarınız amaçlarınıza (işinize) odaklandığınızdan onlara
fazla zaman ayıramadığınızı, 'bencil' olduğunuzu söylemeye baş
larlar. Bazıları ise elinizdekilerle yetinmeyip daha fazlasını istedi
ğiniz için sizin 'muhteris' (hırslı) biri olduğunuzu söyler. Dahası
birlikte yola çıktığınız insanlardan bazıları temponuza ayak
uyduramayıp sizi yarı yolda bırakır ya da daha da kötüsü sizi
aldatabilir. İç kırıklıklarıyla da olsa yürümeye devam edersiniz.
Hayat şartları da pek teşvik edici değildir çoğu zaman. Hayalinizdeki
sonuca ulaşmak için bazı yolları denersiniz, işe yaramaz.
Yorgun ayaklarla, yeni yollar ararsınız. Yeni yollarda aşılması
gereken yeni engellerle karşılaşırsınız. Aştığınız her engel, bir sonrakini
görmenizi sağlar. İşten çok insanlar enerjinizi tüketir.
Yolun en zorlu anlarında içinizdeki ses ikiye ayrılır. Biri, "Devam
et," der, diğeri, "Vazgeç." İnanç ile şüphe arasında savrulursunuz.
Sonuç alıncaya kadar kesin kanıt yoktur. Kazanabilir veya
70
kaybedebilirsiniz. Kesin olmayan yolda kesin bir kararlılıkla yürü
meniz gerekir. Tereddütlerinizin kafanızdan ayağınıza inmemesi
gerekir. Yorulsanız da yola devam etmeniz gerekir.
Başarınca geçmişiniz yeniden yazılır!
Ve tünelin sonunda ışığı görürsünüz, zafer anıdır artık. Tebrikler
başardınız! İç ve dış engelleri aşıp, "Yapamazsın," denilen
büyük bir işi başardınız. Hem kendinizin hem de başkalarının
gözünde 'özel'^birisiniz artık. Başka insanlar da yapmak istiyordu
ama siz yapabildiniz.
Siz bir hayali gerçek yaptınız. Bir gerçeğin doğum sürecine
tanık oldunuz. Alman filozof Shopenhauer'e göre bir gerçeğin
doğumu üç aşamadan geçer: Önce alay edilir, sonra şiddetle karşı çıkı
lır, en sonunda da, "Zaten böyle olduğu biliniyordu," diye kabul edilir!
Nitekim, başarınca insanların size karşı tavırları aniden deği
şir. Başarınızın yarattığı rüzgâr, bazı insanların sizin yörüngenizde
veya kendi yörüngesinde hızla dönmesine neden olur! Daha önce
size gülenler, alayı bırakıp başarınızdan faydalanmaya çalışırlar.
Başta anneniz olmak üzere, insanların sizden abartılı bir
gururla bahsetmesi bir insanın başına gelebilecek en güzel şeylerden
biridir! Öğretmenleriniz, "Onun başarılı olacağı öğrencili
ğinde belliydi," der. Mahallenizdeki bakkal, "Ufakken onun matematiği
çok kuvvetliydi, gofret alırken hesabı hep kafadan yapmasından
anlamıştım büyük adam olacağım!" der. Başarınca geçmişiniz yeniden
yazılır. Tabii hatalarınızdan arındırılmış halde! Hatta başarılı
olunca insanlar hatalarınızda bile 'hikmet' aramaya başlarlar.
İnsanlarm kanaat önderi olursunuz. Bir grup insanla restorana
gittiğinizde, garson ilk önce size ne istediğinizi sorar. Menüyü
aldığınızda ilk önce sağdaki 'fiyatlara' değil, sol taraftaki yemek
adlarına bakmaya başlarsınız. Eski arkadaşlarınız sizinle ilgili
anılarını döne döne ve daha bir 'köpürterek' anlatmaya başlarlar.
Başarınız başkaları kadar sizi de güçlü bir şekilde etkiler. Hayata
başladığınız yer ile geldiğiniz yer arasındaki fark ve aştığınız
71
engel sayısı özgüveninizi ateşler. Elinizde kanıt olmamasına
rağmen sırf inandığınız için bir yolu izleyip sonunda oraya varabildiğinizi
görmek kendinize olan saygınızı artırır. Geldiğiniz
yerin başka insanların hayalindeki bir yer olduğunu bilmek, kendinizi
özel biri hissetmenizi sağlar. Tüm bunlardan dolayı egonuzda
hafif bir şişme meydana gelir! Eski tanıdıklarınız, "Sen şimdi
bizi de tanımazsın!" demeye başlar.
Başarı başınıza gelebilecek en güzel şeydir
Her başarı, başarısızken size kötü davranan insanlardan alınmış
güçlü bir intikamdır. Bir zamanlar size başarılı olamayacağınızı
söyleyen insanlar karşısında haklı çıkmanın sevinci anlatılmaz,
yaşanır. Hatta birçok arkadaşımın anlattığına göre, başarılı
olmanın en keyifli yanı başkalarının, 'Yapamazsın/ dediği bir
şeyi yapabilmiş olmaktır.
Başarılı olmanın bedeli büyüktür, peki ya en büyük ödülü?
Başarının doğduğu, hayallerin gerçek olduğu anda hissedilen birkaç
dakikalık 'doruk mutluluk duygusu başarı için ödenen onca bedelin
karşılığıdır. Başarılı olmanın büyük ikramiyesi işte bu duygudur.
Şampiyon sporcuların ödül törenine dikkat edin. Başarılı bir
sonucun doğduğu anda akar mutluluk gözyaşları. Boğazda bir
duygu düğümlenir. Gözler buğulu bir şekilde tarar etrafı. Sınav
sonucunun alındığı an, seçimin kazanıldığı an, hayaldeki evlili
ğin yapıldığı an, kazanılan bir maçın sonucunun açıklandığı an
insanların gözlerinin içine daha bir dikkatlice bakın. Kazanmanın
ve doruk mutluluk duygusunun resmini göreceksiniz.
Hayatınızı istediğiniz gibi biçimlendirmek, başarılı olmanın bir
diğer büyük ödülüdür. Bu kendi hayatınıza kendi damganızı vurmanız,
yaşadığınız hayatın altında, ‘Made in Ben' yazması demektir.
Bu ödülün kreması yaşadığınız hayatın, başkalarının yaşamayı
hayal ettiği hayat olmasıdır. Başkalarının rüyasının sizin gerçeğiniz
olduğunu bilmek, insanın kendisine olan saygısmı artırır.
72
Ne kadar başarılı olursanız,
o kadar özgür olursunuz
Başarının getirdiği en büyük armağanlardan birisi de kişisel
özgürlüktür. Ne kadar başarılı olursanız o kadar çok seçenek
sahibi olursunuz. Başarılıysanız seçen siz olursunuz, başarısızsanız
seçilen siz olursunuz. Başarılı bir doktor çalışmak istediği hastaneyi
kendisi seçebilir, ortalama bir doktor özgeçmiş yazıp 'seçilmek'
üzere hastanelere göndermek zorundadır.
Ne kadar başarılı olursanız, o kadar özgür olursunuz. Tabii bu
biraz da neyi başardığınıza bağlıdır! Bu özgürlük canının istediği
her şeyi yapabilmekten daha çok istemediği şeyleri yapmayabilme
özgürlüğünü içerir. Sevmediği insanlara katlanmak zorunda kalmamak
da bu özgürlüğe dahildir. Başarılı bir insanın elindeki
seçenekler, başarısız insanların önündekilerden daha fazladır.
Başarı imkânlarınızı da genişletir. Kazanılmış bir başarının sağ
ladığı referans, başka başarılara ulaşmayı kolaylaştırır. Başarı
başarıyı çeker. Zor ve önemli olan ilk başarıdır.
Başarılı olmanın en büyük yararlarından biri de çok güçlü bir 'kusur
giderici' olmasıdır. Başarılı olmak taç gibidir, onu başınızın
üzerine koyduğunuzda size bakan gözler kamaştığından insanlar
yüzünüzdeki sivilceleri (kusurlarınızı) göremez olurlar. Kusurlarınız
çok göze batıyorsa, herkes sizi eleştiriyorsa, göz kamaştı
ran bir iş başarın!
Başarı insanın yüzüne renk getirir!
Başarı insanın yüzüne renk getirir. Özellikle de erkeklerin!
Kadın dergilerinin 'en çekici erkekler' listesi, en yakışıklı erkeklerden
çok en başarılı erkeklerden oluşur. Kimilerine göre, başarı
en büyük afrodizyaktır! İnsanlar kimin için başarır? Başarısını
güzel kadın elde etmek için kullanan erkekler ve güzelliğini
başarılı erkek elde etmek için kullanan kadınlar. Şu yaşlı evrenin
sosyal yörüngesi budur.
73
Başarının en büyük avantajlarından birisi başka insanlara bağımlılığı
azaltmasıdır. Başarısızlar birilerine bağımlı yaşarlar. Bağımsız
bir hayat için başarı şarttır. Başarılı insanlar çok fazla seçeneğe
sahip olduklarından, nefret ettikleri kişilere, yerlere, durumlara
katlanmak zorunda değildirler. Ne kadar çok başarılı olursanız, o
kadar az insana 'eyvallah' etmek zorunda kalırsınız, işinizi ne kadar
iyi yaparsanız, sevmediğiniz insanlara katlanma mecburiyetiniz o
kadar azalır. Ayrıca insanlar başarılı insanların hatalarına kar
şı daha bağışlayıcıdır. Başarılı oldukça istemediğiniz insanları
daha kolay hayatınızdan çıkarabilirsiniz. Muhakkak ki sevmeseniz
de birileriyle çalışmak zorunda kalacaksınız ancak en azından
eşit güçte insanlar olarak mücadele edeceksiniz.
Başarılı olmanın en büyük armağanlarından biri de bir zamanlar
sizi aşağılamış insanların başarılı olduktan sonra size övgüler yağdırmaya
başlamasıdır. Kötü insanlardan intikam almanın en güçlü
ve en zekice yolu başarılı olmaktır. Hayatın ve insanların yaptıkları
haksızlıklara verilecek en güzel cevap başarılı olmaktır.
Haksızlığa uğramışlıktan ya da aşağılanmadan doğan öfkede
büyük bir enerji vardır -ki bu enerji pozitif düşünmenin yarattığı
enerjiden daha güçlüdür- bu enerji başarıya yönlendirilebilirse,
taşkın nehirlerden elektrik üretilmesi gibi büyük bir başarı
üretilebilir.
Türk filmlerindeki 'fakir ama gururlu genç' klişesi yaşadığı aşağı
lanmayı hırs yaparak başarılı olmuş insanların tipik örneğidir. Türkiye'de
aşağılandığı için yükselenlerin, bir hayalin peşinde koşarak
başarılı olanlardan daha fazla olduğunu bildiğim için Türk filmlerindeki
bir sahneyi çok ciddiye alıyorum.
Kötü kalpli 'fabrikatör' iflas etmiş, fabrikasını satmaktadır.
Almaya gelen yeni patron koltuğuna kurulmuş, pencereden
dışarıya bakarak konuşur: "Bilmem hatırlar mısınız? Yıllar önceydi.
Fakir ama gururlu bir genç vardı. Fabrikanızda işçiydi."
Sonra derin bir sessizlik olur ve bu ölümcül sessizliğe şu
cümle son verir: "Onun onuruyla oynamıştınız!"
Sonra koltuk döner ve konuşanın yüzü görünür. "O benim!"
74
Türk Usulü Başarı adlı kitabımda, "Çektiğimiz acılardır başarı
mızın gerekçesi," demiştim. Çoğumuz başarılı olmak için acı çekmiyoruz,
acı çektiğimiz için başarılı oluyoruz. Her başarılı insanın içinde,
dışarıdan görülmeyen bazı yaralar vardır. En görkemli başarılar,
yüreği yaralı insanlardan çıkar. "Her büyük başarı, yanan bir yüreğin
hikâyesidir," der Tavern. Büyük başaranlar mutluluk şarkılarında
teselli bulamayan, 'bir meselesi olan' adamlardır. Çektiğimiz acı
lan 'anlamlı' kılmak için yapılabilecek en iyi şey, başanlı olmaktır.
Büyük acılar en şık, başarılı insanın özgeçmişlerinde durur.
Başarının sadece kendimize faydası yoktur. Başarı başka insanlara
yardım imkânı da verir. Başka insanların hayatını olumlu yönde
iyileştirmek, merhamet önderi olmak, insaniyetini kaybetmemiş
bir kalp kadar başarılı bir kariyer de gerektirir. Sizde olmayanı
başkasına veremezsiniz.
Her sıfırdan zirveye yükselişin hüzünlü
bir öyküsü vardır
Pek çok kitapta başarılı olmak, bir dağa tırmanmaya benzetilir.
Büyük yaşamak vadiden çıkıp, yamaçtan geçip, zirvede oturmaktır.
Bazı ruhlar zirveye aittir ama vadide doğar. Bu insanlar
içlerinden kendilerini ait oldukları yere yani zirveye iten bir içgü
düyle yaşarlar.
Bu insanların vadiden zirveye tırmanma serüveninin özeti nasıldır?
Vadiden zirveye hızlı yükselmek için üzerinizdeki 'ağırlıklardan'
kurtulmakla işe başlarsınız. Yolda önünüzde gidenleri
gerinizde bıraktıkça ilerlediğinizi hissedersiniz. Yükselmek için
zirveye yüzünüzü çevirdiğinizde, çoğu kez vadidekilere sırtınızı
dönersiniz. Bazen dağ sanarak tırmandıklarınızın tepe olduğunu
görürsünüz. Siz yükseldikçe vadidekilerin görüntüsü küçülür.
Yükseldikçe iklim sertleşir, psikolojik sıcaklık düşer. Çevrenizde
daha az 'insan', daha çok -sizin gibi- 'tırmanıcı' görürsünüz.
Tırnaklarınızla kazıyarak yükseldikçe, tırnaklarınızın altına bazı
pislikler dolar!
75
Çıktığınız zirve, daha büyük zirveleri görmenizi sağlar. İçinizdeki
bir ses daha büyük bir başka zirveye tırmanmak için yeniden
vadiye inmenizi söyler, diğer ses itiraz eder: "Bir daha başladığın
yere dönemezsin!" Vadideki kadar cesur ve gözükara olamadığınızı
görürsünüz, çünkü kaybedecek bir şeyleriniz vardır
artık. Sahip olduklarınızın aslında size sahip olduğunu görürsünüz.
Sonunda tek amacınız 'zirvede kalmak' olur. Sırtınızı zirveye,
yüzünüzü vadidekilere dönersiniz. Doğa yasasıdır; daima
yüzünüzü döndüğünüz yönde ilerlersiniz!
Zirvede yaşamak yarışmaktır. Her gün unvan maçına çıkmaktır.
Kazandıkça, vizeniz uzatılır. Skor tabelanızdaki rakam kadar
değeriniz vardır. Sonuç almak her şeydir. Burada skor tabelası
tanrısına tapılır! Sükûnet, saadet ve samimiyet vadide kalmıştır.
Zirvelerin tanrısı, huzur değil hareket, saadet değil görkem, samimiyet
değil profesyonellik ister. Geçmişte hafiflemek için vadide bıraktı
ğınız 'ağırlıkların' önemini belki bir gün anlarsınız ama onları
geri almak için kazandıklarınızı kaybetmeyi göze almanız gerekir.
Yine bir gün görürsünüz ki zirveler kişilere mülk değil, devremülktür\
Artık inme vaktiniz gelmiştir. Bir hüzün kaplar içinizi.
Zirvede ölmek şans, ölmeden inmek eğitimdir. En iyi manzarayı
tırmanırken değil, zirveden inerken görürsünüz. Yükselirken sırtınızı
döndüğünüz yaşamı ve insanları inerken yeni bir gözle 'okursunuz.'
Tırmanırken bilginiz, inerken bilgeliğiniz artar. Sonunda
hayattan aldıklarınızın, verdiklerinizin matematiği biter. Sizden
geriye belki hoş bir ses, belki bir cümle, belki bir imge kalır. Ve
bir iç ses: "Ben hayata oradan baktım! Ait olduğum yerde yaşadım!"
Görkemli başarıların işte böyle hüzünlü bir ritmi vardır.
Vadideki herkes zirveye çıkmak istemeyebilir. Bazıları istatistik
insan olmayı seçer. Bu insanlar doğdukları zaman Devlet
İstatistik Enstitüsü'ndeki (DİE) görevli yeni doğanlar hanesine
bir çarpı atar. Zamanla evlenirler, evliler hanesine bir çarpı atı
lır. Sonra çocukları olur, o haneye bir çarpı atılır. En sonunda
ölürler, ölenler hanesine bir çarpı atılır. İstatistik insanın varlığı
ya da yokluğu sadece Devlet İstatistik Enstitüsü'nün rakamlarını
76
değiştirir. Kendi hayatlarının dışına taşıp dünyada olumlu ve
güçlü bir iz bırakmadan ölürler. Bu bir seçimdir ve saygı gösterilmelidir.
Hayalinizdeki hayat kaç metrekare?
Hayat tercihimiz hamburger tercihimize benzer. Bazı insanlar
büyük boy, bazıları orta boy, bazıları küçük boy hayat ister.
Kişilerin başarı tanımı, kendisine layık gördüğü hayatın büyüklüğüne
göre değişir. Çoğunluk orta kararadır ve orta sınıf hayatı sever. Bu
gruptakiler, "Hayatını yüksekte kurma yel götürür, alçakta kurma
sel götürür," felsefesine inanırlar. Bazıları en dipte kaybeden insan
olarak yaşamayı seçer. Bazı insanlar ise büyük adam olma güdü
süyle doğar. Bunlar zirvede yaşarlar ya da kendilerini yaşamış
saymazlar.
Toplumdaki üst, orta ve alt sınıflar da böyle oluşur. Sınıf atlamanın
en şık yolu başarılı olmaktır. Doğduğunuz sınıf ne kadar
şanslı olduğunuzu, öldüğünüz sınıf ne kadar başarılı olduğunuzu gösterir!
Büyük adam olmak ile başarılı adam olmak aynı şey değildir.
Büyük yaşamak, kendi hayatından taşıp milyonlarca insanın
hayatını etkilemek, çok sayıda insanın olmak istediği ama az sayı
da insanın ulaşabildiği bir yüksekliğe çıkmaktır. Büyük adam olmak
herkese açık bir pozisyon değildir. Oysa başarılı olmanın kapıları herkese
açıktır. Herkes başbakan olamaz ama herkes işini daha iyi yapan,
kendi kendine yetebilen, çevresindekileri kalkındırabilen biri olabilir.
İşini iyi yapan bir çöpçü, başarılı bir küçük adam olsa da,
insanlık için değeri, işini kötü yapan bir krala denktir.
Büyük hayatı olduğu halde başarılı olmayan insanlar olduğu
gibi, küçük hayatlarında çok başarılı işler yapan insanlar da vardır.
Erzincan'da 20 çalışanıyla yılda 20 bin dolar kâr eden bir şirket
başarılıdır ama ulusal ölçekte bakıldığında büyük değildir.
İstanbul'daki 2.000 çalışanı olan ama 20 milyon dolar zarar eden
bir şirket büyüktür ama başarılı değildir.
77
Başarının büyüklüğü de önemli bir noktadır. Başarının büyüklüğü
baz alman ölçeğe göre değişir. Türkiye içinde birinci ligde
en büyük olanlar, dünyanın ikinci liginde yer alabilirler. Ebatlarına
göre küçük boy başarı, orta boy başarı ve büyük boy başarı
vardır.
Tüm insanlık için tüm zamanlarda geçerli olabilecek bireysel
bir başarı tanımı Amerikalı yazar Emerson'a aittir:
"Başarı, çok ve sık gülmek; çocukların sevgisini ve akıllı insanların
saygısını kazanmak; içtenlikli eleştirilerin kıymetini anlamak
ve kötü arkadaşların yoldan çıkarma girişimlerine dayanabilmek;
güzeli anlamak; başkalarında en iyiyi bulmak; sağlıklı bir çocukla,
güzel bir bahçe ya da saygın bir sosyal durumla biraz daha iyi bir
dünya bırakabilmek; hatta bir tek kişi bile olsa, binlerinin siz yaşadığınız
için daha rahat nefes aldığını bilmektir."
Başarının 'anlamı' ile ilgili internette dolanan komik bir anonim
tanım ise şöyledir:
4 yaşmızdayken başarının anlamı....Altınıza kaçırmamaktır!
12 yaşındayken başarının anlamı.........Kalabalık bir arkadaş
grubuna sahip olmaktır.
20 yaşındayken başarının anlamı..... Cinsel hayatınızın aktif
olmasıdır.
35 yaşındayken başarının anlamı....Zengin olmaktır.
60 yaşındayken başarının anlamı.....Cinsel hayatınızın aktif
olmasıdır.
70 yaşındayken başarının anlamı....Kalabalık bir arkadaş grubuna
sahip olmaktır.
80 yaşındayken başarının anlamı....Altınıza kaçırmamaktır!
Başarılı olma yolculuğuna çıkmadan önce başarı tanımınızı
(Başarı sizce nedir?) ve başarı kriterinizi (Başarılı olduğunuzu
nereden anlayacaksınız?) belirlemeniz çok önemlidir. İnsanların
cam tavanlarını yansıtan en iyi gösterge başarı tanımlarıdır. İnsanlar
başarı tanımlarının ötesine pek gidemezler. Tanımınızdaki sınırlayıcılığa
dikkat edin. “En büyük başarı, mutlu bir aile kurmak
78
tır," derseniz, bunun ötesine geçemeyebilirsiniz. Benim kendi
sosyal başarı tanımım ne? Bir işi 70 milyon kişi içinde en iyi (yapa)
bilen ve en iyi yapan olarak bilinen sen ol!
İnsanlığın ortak aklını kullanın
Başarılı olmak güzeldir.
Peki bu güzelliği hayatımıza nasıl katacağız?
Bir işadamı bana, "Genç yaşta bu kadar şeyi nasıl başardı
nız?" diye sordu. "Başarı hakkında bu kadar şey bilirken başarısız
olmam imkânsızdı!" dedim.
İşadamının yanından ayrıldıktan sonra sorunun cevabını bir
daha düşündüm. İnsanlar nasıl başarılı olabileceklerini öğrenmeden
'harala-gürele' bir şeyler yapmaya çalışırken, ben önce nasıl başarılı
olabileceğimi öğrenmiş, sonra da başarılı olmaya çalışmıştım. Önce
öğrendim, sonra denedim. Neyi, niçin, nasıl yapacağımı bilerek
hareket ettim. Temelde her şey bu kadar basitti. Başarılı olmayı
öğrenmek için harcayacağınız bir gün, başarılı olmaya çalışırken
size en az bir yıl kazandıracaktır.
Başarılı olmak gerçekten öğrenilebilir. Bana güvenin! Başarılı
olmanın bir 'teknik bilgisi' vardır. Nasıl ki doktorluk, tiyatroculuk,
hukukçuluk, mühendislik öğrenilebiliyorsa, profesyonel
bir şekilde başarılı olmak da öğrenilebilir. Başarı hakkında kitap veya
seminerlerden öğrendiklerinizle belki kahraman olamazsınız ama şu
anki durumunuzdan daha iyi olabilirsiniz. Bir insanın başarılı ya da
başarısız olmasında rol oynayıp da öğrenilebilir olmayan faktörler
de vardır. Mesela şans başarıyı belirli oranda etkiler ve öğrenilebilir
değildir. Aynı şekilde büyüklük içgüdüsü bir insanda vardır
ya da yoktur, öğrenilemez. İnsan kendi içinde olan ve başarısını
etkileyen faktörlerin nasıl çalıştığını öğrenerek, başarısını kendi
denetimine alabilir.
"Nasıl başarılı olunur?" sorusunun cevabını arayan ilk kişi siz
değilsiniz, milyarlarca insan aynı sorunun cevabını asırlardır düşünü
yor. Bulduklarını kullandılar, işe yarayanı yaramayandan ayır
79
dılar, işe yarayanları yazdılar. Bu akıl bankasından yararlanmak
zekice bir harekettir. Size insanlık tarihinin başarı tecrübesinden
yararlanmanızı öneririm. Başarılı olmuş insanların çoğunun
bunu yaptığını da bilin.
Büyük başaranların tamamen kitaplardan okuduklarıyla
başarılı olduklarını söyleyemem ama başarılı insanların çoğu
nasıl başarılı olabileceğini kendisinden önce başarılı olmuş
insanların öyküsünden öğrenmiştir. Machiavelli Prens adlı ünlü
kitabında bunu anlatır: "Bulundukları yere nasıl geldiklerini görmek
için, şöhretli adamların eylemlerini inceleyin; zaferlerinin ve yenilgilerinin
nedenlerini öğrenin; ki birini taklit edip öbüründen kaçınabilesiniz.
Hepsinden önemlisi, kendilerinden önce ünlü olan ve takdir edilen,
başarılarıyla yaptıkları hâlâ belleklerde yer alan kişileri örnek alan
şöhretli adamların davrandığı gibi davranın; tıpkı Büyük İskender'in
Akhilleus'u ve Sezar'ın da İskender'i taklit ettiğini söylediği gibi."
Başarılı bir hayat istiyorsanız, beyninizi başarıya götürecek
bilgilerle beslemelisiniz. Çünkü beyninize ne girerse, beyninizden
o konuda bir şeyler dışarı çıkar.
Eğer elimde olsaydı, başarısız bir insanın akimdan geçen başarıyla
ilgili tüm düşüncelerini çıkarır, önüne sererdim. Sonra onunla
geçmişine giderek başarı hakkındaki bildiklerini kimlerden öğrendi
ğini bulurduk. Başarı hakkındaki bildiklerinin Türk filmleri, depresif
arkadaş terapileri, kantin konuşmaları, meyhane muhabbetleri,
kıraathane analizlerinden oluştuğunu görürdük. Kaybedenler
başarı hakkında bildiklerini kaybedenlerden öğrenmiştir. Başarısızlardan
öğrendikleriyle başarılı olmayı beklemenin mantığı nedir?
Öğrenilmiş başarı ve 'harala-gürele' başarı!
İki türlü başarı tarzı vardır. Öğrenilmiş başarı ve harala-giirele
başarı! Nasıl başarılı olabileceğinizi öğrenmeden de 'bir şekilde'
başarılı olabilirsiniz. Ancak başarınız kalıcı olur mu? Maalesef!
Öğrenilmiş başarı sahipleri, bir işin 'eğitimini' almış, önce
nasıl yapılacağını öğrenmiş, sonra o işi yapmış kişilerdir. Diğer
80
grup ise eğitime inanmayan, bir işin nasıl yapılması gerektiğini işi
yaparken öğrenen kesimdir. Bu kesim genellikle eğitimin gücünü
küçümser, hayatın tek öğretmen olduğunu düşünür.
Nasıl ki sanatçıların konservatuvar bitirmiş eğitimlisi ve eğitimsizi
varsa, başarılı insanların da profesyonelce başaranı ve
'neyi niçin yaptığını kendisi de bilmeden', biraz şans, biraz çok
çalışma ve üç-beş kabul edilebilir katakulli ile bir yere gelmiş olanı
da vardır. Bu ikinci grubun özelliği jet hızıyla zirveye çıkıp, jet
hızıyla yere çakılmalarıdır. Tesadüfen başarılı olunabilir ama tesadüfen
başarılı kalınamaz.
Nasıl başarılı olabileceğinizi nasıl
öğrenebilirsiniz?
Başarıyı öğrenmenin bir yolu başarılı olmak üzerine yazılmış
analiz kitaplarını okumaktır. Bu kitapların kuru kuruya, "Sen de
uçabilirsin," diyen motivasyon kitaplarından daha çok, neyi
nasıl yapabileceğinizi gösteren analiz kitapları olmasını öneririm.
Bu kitaplar başarılı olmak için nasıl düşünmek gerektiğini anlatır.
Başarılı insanlar ile başarısız insanları karşılaştırmalı inceleyen
kitaplardır.
İkinci bir kaynak biyografi kitaplarıdır. İnsanların nasıl yaşadıkları
ve nasıl başardıkları biyografilerinden çıkarılabilir. Okuyacağınız
biyografi başarı öyküsü ya da yaşam öyküsü tarzında
olabilir. Gazetelerin hafta sonu eklerinde veya dergilerde bile
röportaj yapılan kişinin başarısıyla ilgili ipuçları yakalanabilir.
Bir diğer yol seminer, konferans gibi aktivitelere katılmaktır. Eğer
çok meşgul bir genel müdür değilseniz, önce kitap okuyup
sonra eğer gerçekten gerekiyorsa seminerlere katılmanız daha
yararlıdır.
Kendinize kişisel gelişim uzmanı ya da fikrine güvendiğiniz binlerinden
kariyer danışmanı da seçebilirsiniz. Doğru rehberi seçmek
de çok önemlidir. Yarım doktor candan, yarım imam dinden,
yarım kişisel gelişimci kariyerden eder!
81
Yeni bir yol da internettir. Herhangi bir kavram ile ilgili wzuw.
google.com gibi arama motorlarında araştırma yapabilirsiniz.
Kişisel Gelişim Merkezi'nin web sitesi www.kigem.com adresinde
de kendini geliştirme üzerine binlerce sayfa bilgi bulunmaktadır.
İnsan gelişimine önem veren şirketlerde çalışmak da doğru bir başarı
kültürü edinmek için iyi bir yoldur. Çalışanlarına kişisel gelişim
programı uygulayan, pozitif kurum kültürüne sahip, insanların
içindeki en iyiyi bulup çıkarmayı görev sayan şirketler az da olsa
vardır.
Başarılı olmayı öğrenmenin en iyi yolu nedir derseniz, başarılı
insanlarla çalışmaktır derim. Başarılı insanların yanında ücretsiz
dahi olsa, 6 ay kadar çalışın. Bu kişinin neyi niçin yaptığını bilerek
başarılı olmuş, başarı ile ilgili bildiklerini öğretmekten sakınmayan
biri olmasma dikkat edin. Her başarılı insandan başarı
öğrenilmez. Bazı başarılı kişiler çok kıskançtır, yanlarındakilerin
ilerlemesini kendilerinin gerilemesi sayarlar.
Başarı bilgisini mutlaka dışarıdan almanız gerektiğini de düşünmeyin.
Kendi kendinizin rehberi olun. Kendinizi başarılı yapacak
olan kişi sonuçta sizsiniz. Yaşadığınız her başarı ve başarısızlıktan
sonra, yaptıklarınız ve yapmanız gerektiği halde yapmadıklarınız
üzerine düşünün. Nasıl başarılı olabileceğiniz üzerine sürekli
kafa yorun. İnsanın hayatı aklında olana doğru genişler. Kafanızda
en çok neyi çok düşünürseniz, hayatınızda onu çoğaltırsınız. Kendi
aklınızı kendi başarınız doğrultusunda kullanmayı öğrenin.
Bir sonraki bölümde başarıya giderken kendinize engel
olmamayı ve kendi yolunuzdan çekilmeyi öğreneceksiniz. Atalet
halinde yaşamak ile ilgili detaylar daha sonraki bölümde...
82
Kendinizi İleri Fırlatmak:
Olduğunuz Yerde Durarak Olmak
İstediğiniz Yere Varamazsınız!
Başarıya doğru ilerlemek için, yapmanız gereken ilk şey olduğunuz
yerde durmamaktır. Kural basittir: Olduğunuz yerde durarak,
olmak istediğiniz yere varamazsınız!12
Başarmayı istediğiniz, uğraşırsanız yapabileceğiniz ama yine de ona
ulaşmak için pek bir şey yapmadığınız şeyleri bir düşünün. Nedir bunlar?
Ayda beş kilo vermek, sigarayı bırakmak, yabancı dil öğrenmek,
daha fazla kitap okumak, düzenli spor yapmak, ailenizle
daha fazla zaman geçirmek, daha az TV seyretmek, kazancınızdan
bir kısmım tasarruf etmek ya da daha düzenli yaşamak olabilir.
Şimdi aşağıdaki soruları bir düşünün.
Hedefinizi yani 'neyi başarmak istediğinizi' biliyorsunuz.
Niçin bu hedefi istediğinizi de biliyorsunuz. Bu hedefinize ula
şabilmek için neler yapmanız gerektiğini de biliyorsunuz. Hedefinize
isterseniz nasıl ulaşabileceğinizi de biliyorsunuz. İsterseniz
83
nereden başlayabileceğinizi de biliyorsunuz. Hedefinize ulaşamamakla
neler kaybettiğinizi, ulaşırsanız neler kazanacağınızı da biliyorsunuz.
Bu işi başarmayı istediğinizi de düşünüyorsunuz. Ama
yine de bekliyorsunuz. Neden?
Sizi durduran nedir?
İçinizde olup elinizi kolunuzu bağlayan nedir?
Hayatınızdaki bu 'atıl kapasite'yi yaratan nedir?
Önemli olduğunu düşündüğüm için ikinci kez sıraladığım
bu soruların cevabını biliyorsunuz: 'Atalet!'
Ataleti yenmek kavramını ilk nasıl keşfettiğimi kitabm giriş
kısmında anlattım. 'Atıl' kalanlar ile 'ileriye atılanlar' arasındaki
farkı yaratan atalettir. Atalet 'atıl' kökünden gelir ve fizik biliminde
'eylemsizlik hali' demektir. Atalet halini sosyal başarı bağlamında
amaca yönelik eyleme geçmeme durumu diye tanımlayabiliriz.
Yıllardır başarılı olmak için hayaller kuran, hedefler koyan,
planlar yapan ama bir türlü ilk adımı atamayan kişilerin sorunu
atalet halinde yaşıyor olmalarıdır.
Atalet ile öğrenilmiş çaresizliğin ilişkisi nasıldır?
Atalet ile öğrenilmiş çaresizliğin ilişkisini özetleyelim:
Her şey bir iş başarmak isteği ile başlar. Sonra başaracak bir
hedef seçeriz. Hedefe yönelik eyleme geçeriz. Engellerle karşıla
şırız. Devam etmek ile vazgeçmek arasında tereddüte düşeriz.
Kafamız karışık halde bir daha deneriz. Yine sonuç alamayız.
Kendi gözümüzde aptal durumuna düşmemek için sonuç alamadığımız
şeyi tekrar denemekten vazgeçeriz.
Bu anda öğrenilmiş çaresizlik psikolojisi başlar. Biraz zaman
geçer. Şartlar değişir, dış engeller kalkar ama başarısız olaca
ğımıza dair düşüncelerimiz devam eder. Zamanla demlenen
öğrenilmiş çaresizlik atalete dönüşür. Bu aşamada kişinin sadece
deneme cesareti kaybolmaz, bir daha deneyecek takati de kalmaz.
Öğrenilmiş çaresizlikte kişi, bir şeyi yapamayacağına inandığı
için eyleme geçmez. Kronik atalet halinde kişi yapabileceğine
inansa da yapmak için harekete geçmez.
84
Öğrenilmiş çaresizlik atalete düşmenin en önemli nedenidir ama
tek nedeni değildir. İnsanların atalet halinde yaşamasının onlarca
nedeni daha vardır. Başarılı olamayacağına inanmak (öğrenilmiş
çaresizlik) bu nedenlerden biridir.
Atalet insan ruhuna nasıl yerleşir? Sinsi ve kademeli şekilde!
Bu süreci anlatan iyi bir örnek meşhur 'suyu ısınan kurbağa'
deneyidir. Bir kurbağa sıcak suya atılır. Yaşadığı şok değişimin
etkisiyle zıplayarak atıldığı kaptan çıkar. İkinci denemede kurbağamız
bu defa içinde oda sıcaklığında su bulunan bir kaba
konur. Kap bir ısıtıcının üzerine yerleştirilir ve kurbağanın 'suyu
ısınmaya' başlar!
Su ısındıkça kurbağa gevşemeye, rehavete ve fiziksel atalete
düşmeye başlar. Suyun sıcaklığı yakıcı seviyeye ulaştığında
kurbağa zıplayıp kaptan dışarı çıkmaya çalışır ama artık bacak
reflekslerinin 'çalışmadığını' görür. İnsanı hareketsizleştiren bir
psikolojik kanser olan ataletin insanı etki altına alma şekli de yaklaşık
olarak böyledir.
Her evde bir ataletli vardır!
'Ataletli' insanları nereden tanıyabilirsiniz? Atalet halinde
yaşayan kişiler hayatı çok yavaş, ağır çekim halinde yaşar.
'Yumurta kapıya gelmeden' harekete geçmezler. Üzerlerine ölü
toprağı serpilmiş gibi yaşarlar. Tembellik, ümitsizlik, yılgınlık,
kötümserlik, miskinlik, bezginlik, şevksizlik karakteristik özellikleridir.
İşlerini yaparken sık sık erteler, sürüncemede bırakır,
mazeret üretirler. Hayata bakışları sitemkâr, umursamaz, reaktif,
eleştirel ve kaygılıdır. Bu nedenle yaşama sevinçleri ve hayat
enerjileri çok düşüktür. Onları çağırdığınızda genelde başlarını
kaldırmadan kaşlarını kaldırarak size bakarlar!
Ataletli insanlar sorunlarını bilirler. Çözümlerini de görürler.
Sorundan acı da çekerler. Çözümü uygulamak da kendi ellerindedir
ama yine de hiçbir şey yapmadan dururlar.
85
Sizin hayatınızda böyle durumlar var mı? Hangi alanlarda,
hangi yoğunlukta atalet halindesiniz?
Ataletli insanların düşünme biçimine somut bir örnek zeki
olduğu halde dersleri kötü giden bir öğrencinin durumudur. İşte
'örnek' bir ataletli öğrencinin anatomisi!
Başarılı bir öğrenci olmak ister misin? Evet!
Başarılı bir öğrenci olmak için ne yapman (ders çalışman) gerektiğini
biliyor musun? Evet!
Başarılı bir öğrenci olmak için niçin ders çalışmak gerektiğini de
biliyorsun. Evet!
Okuman yazman var. Nasıl ders çalışacağını da biliyorsun değil
mi? Evet!
Ders çalışmayıp başarısız bir öğrenci olmakla neler kaybettiğini
biliyor musun? Evet!
Derslerine çalışıp başarılı bir öğrenci olursan neler kazanacağını
biliyor musun? Evet!
Elini kolunu bağlayıp ders çalışmana dıştan engel olan birileri
var mı? Hayır!
O halde neden derslerinde başarılı değilsin? Bilmem!
Bu soru kalıbını birkaç kez tekrarlamamın nedeni başkalarını
değil kendi ataletinizi sorgulamanızı sağlamaktır. Soruların amaç
dışı kullanımı, aşağıdaki gibi istenmeyen sonuçlar doğurabilir!
Baba: "Derslerin çok kötü. İnternette chat yapıp duruyorsun.
Atatürk senin yaşındayken ülkeyi kurtarma planı yapıyordu!"
Oğlu: "Haklısın ama senin yaşındayken de bir ülke kurtarmıştı!"
insanlar ataletten neden kurtulamıyor? Birinci neden, 1
insanların çoğu atalet halinde yaşadığının farkında bile
değil. İkinci neden, insanlar atalet halinde yaşamalarının
nedenini kendi içlerinde değil dışlarında arıyorlar. Üçüncü
neden insanlar ataleti yenmek için ihtiyaç duydukları teknik
bilgiye sahip değiller.
86
Değişmezlik inancı: "Böyle gelmiş böyle gider."
Etkisizlik inancı: "Bu işe yaramaz ki!"
Gereksizlik inancı: "Yapsam ne değişecek ki?"
Yararsızlık inancı: "Bunu yapmanın hiçbir faydası olmaz!"
Erteleme inancı: "Bunu daha sonra yaparım!"
Anlamsızlık inancı: "Bunu yapmamı istemeleri çok saçma."
Kontrolsüzlük inancı: "Bunu yapmak benim elimde değil ki!"
Yetersizlik inancı: "Ben kim oluyorum, bu işi yapamam ki?"
Mükemmeliyetçilik inancı: "En iyisini yapabilecek seviyeye
gelinceye kadar hiçbir şey yapmamalıyım!"
Başarısızlık beklentisi: "Ben bu işi yüzüme gözüme bulaştırırım.
Kendini eyleme geçirme yöntemleri
Bir işi ya da görevi yapması gereken ama bunu yapmak
istemeyen bir insan düşünelim. Bu ataletlinin o görevi kendine
yaptırmak için önündeki seçenekler nelerdir? Bu kişi kendini
nasıl harekete geçirebilir?
1. İçten motive olma yolu: “Bir şeyi yapmam için, onu yapmayı
istemem gerekir" varsayımına dayanır. Kişi o görevi yapma
isteğinin (motivasyon) içinde oluşmasını bekler veya
kendi kendini içten motive ederek o isteği üretmeye çalı
şır. Kendi kendini motive edemeyenler, isteğin içlerinden
gelmesini bekler dururlar. Bu da bir tür atalete teslimiyet
demektir.
2. Dıştan motive edilme yolu: Kişi kendi içinde motivasyon
üretemeyip kaba tabirle 'gaza getirici' bir dış motivatör
bulur. Bu, bir kişi ya da bir kitap olabilir. Bu yolu seçenler,
''Birileri ya da bir şey beni motive edecek, bunu yapmayı
isteyeceğim/' diye düşünür. Bu yöntem, hareketi
başlatmakta etkilidir ama kesintisiz sürdürülebilir değildir.
Hiçbir motivasyon hali sonsuza kadar sürmez.
Atalet üreten inanç ve düşünceler
87
3. İç disiplin yolu: İrade gücünü kullanarak, kendini içten
zorlayıp o işi kendisine yaptırabilmektir. Kişi kendi kendine,
"Bu işi yapmam gerekiyor, yapmak istesem de istemesem
de yapacağım," der.
4. Dış disiplin yolu: Bu gruptakiler başlarında bir 'otorite'
olmadan çalışamazlar. Bu kişilerde bir tür 'sopa / otorite
/ dış disiplin bağımlılığı' vardır. Okulda öğretmenleri,
evde anne-babaları, askerde komutanları onları zorlamadan
çalış(a)mazlar. Bir görev karşısında akıllarına gelen
ilk tepki kaytarmaktır.
Benim favorim üçüncü yol. Her zaman, her yerde, en fazla
işe yarayan yol kesinlikle iç disiplin yoludur. Ataletin en büyük
panzehiri, irade gücüdür. Birinci gruptakiler masa başında
ilham getirecek motivasyon perisini bekleyerek, ikinci gruptakiler
beyaz atlı motivatörlerini bekleyerek, dördüncü gruptakiler
korkuyla karışık saygı duyabilecekleri bir otorite bekleyerek başarı
larını dış faktörlere bağımlı hale getirirler. Yelkenli gemiler gibi,
rüzgâr estikçe ilerlerler. Üçüncü yolu seçenler, içten motorlu
gemiler gibidir; rüzgâra bağımlı değildirler. Gerekirse, yelkenini
açarak rüzgârdan da yararlanabilirler.
'Her şey Seninle Başlar'm anlamı tam olarak budur. Bir dış
gücün sizi ileri itmesini beklemeden, içinizdeki irade gücünü
kullanarak kendinizi ileri itebilmek demektir.
Bu noktada, kritik bir bilgi vereceğim. Duran bir nesneyi hareket
ettirmek için gereken enerji, hareket eden bir nesnenin hareketini
devam ettirmek için gerekenden daha fazladır. Buna fizik biliminde
atalet momenti (hareketsizliğin gücü) denir. Zor ve önemli olan
ilk harekettir. Ondan sonrası kartopu gibi büyüyebilir.
Unutmayın, insanlar arasındaki başarı ve başarısızlık farkını
belirleyen, sevdikleri işi değil, sevmedikleri işi yapma şekilleridir.
Sevdiği işi herkes aynı şekilde yapar. Oysa 'yapmak istemediğiniz
ama yapmak zorunda olduğunuz' işler karşısındaki
tutumunuz sizin kazananlardan mı yoksa kaybedenlerden mi
olacağınızı belirler.
Bir öğrenci matematik sınavına hazırlanıyor. Yapması gereken
ders çalışmak ama o ders çalışmak istemiyor. Yapması gereken
ile yapmak istediği çatışıyor. Bu an, öğrencinin kaderiyle
randevu anıdır. Üniversite sınav anından daha önemlidir, çünkü
bu Hayatın Seçme Smavı'dır (HSS). Üniversite sınavını hayatta
bir gün yaşarsınız, HSS'yi ise her gün yaşayacaksınız.
Başarılılar, yapılması gerekli işleri, yapmak istemeseler de
yaparlar. Kaybedenler, yapılması zevkli işleri hemen yapar,
yapılması gerekli olan ama yapmak istemedikleri işler karşısında
ise önce birilerini suçlar, sonra birilerine söver, sonra kendi
kendine söylenir, sonra kıvranır, sonra erteler, sonra kendilerini
suçlar, sonra da 'son dakikada' işleri yetiştirmeye çalışırlar.
Böyle insanların başarısız, mutsuz, yoksul yaşamasına
şaşırmamak gerekir. Her insan geçmişinde yapması gerektiği halde
yapmadıkları ve yapmaması gerektiği halde yaptıklarıyla hak ettiği
hayatı yaşar.
Hayatta önümüze gelen tüm işler zevkli olmak zorunda
değildir. Başarı öyküsünü zevkle okuduğunuz insanlar, o başarıya
ulaşmak için hiç de zevkli olmayan o kadar çok iş yaptı
lar ki. Edison'ın dediği gibi, "başarı güzel görünüşlüdür ama
çoğunlukla ter kokar!"
Kendinizi çok fazla şımartmayın:) İsteklerinizi bu kadar
önemsemeyin. İstekleriniz gölgeniz gibidir, peşinden koştukça
daha fazlasını ister, ona sırtınızı dönüp yürüdükçe, peşinizden
gelirler. Gözünüzü hayal ettiğiniz hayata dikin ve yürüyün, gölgeniz
peşinizden ister gelsin, ister gelmesin.
Atak insan olmak için birkaç küçük öneri
Kişisel Ataleti Yenmek kitabımda 'atalet savaşçısı' olmak için
sistematik ve detaylı çözümler önerdim. Bu kitaptan birkaç ipucunu
özetleyebileceğim.
Ataletten kurtulmanın ilk adımı atalet halinde yaşadığını fark
etmektir. Bu kadar atalet içerisinde yaşadığımız halde ataletin ne
olduğunu bile bilmememiz, ataletimizin ömrüne ömür katıyor.
89
Panonuza şu soruyu yazmakla işe başlayın: Bugün yapmadıklarımın
gelecekteki sonuçları neler olacak? Prof. Dr. Ali Fuat Baş-
gil'in şu üç kelimesini hayat felsefeniz yapabilirsiniz: "Üşenme,
Erteleme, Vazgeçme."
Eyleme geçmek için mükemmel hale gelmeyi beklemeyin. Mükemmeliyetçilik
yerine sürekli iyileştirme felsefesine göre hareket
edin. Bir yerden başlayın, yaptıklarınızı aşama aşama düzeltin.
Büyüklüğün verdiği 'hormonlu egonun yarattığı atalet' tuzağına
dikkat edin. Osmanlı'nın sonunu getiren şey aşırı özgüvenin getirdiği
ataletle Batı'nm yeni icatlarım takip etmemesiydi. Yüksek ego
şöyle düşündürtür: "Buldukları iyi bir şey olsaydı, biz bulurduk!" ya
da "Biz o kadar iyiyiz ki, onlar kadar çalışmadan da başarılı oluruz!”
İçinizdeki çatışmaları yönetmek için özenli bir şekilde çaba harcayın.
Kafanızda birbirinin tersine konuşan 'iç kuvvetler'iniz, birbiriyle
savaşıp sizi yorabilir. Çoğu insan aşırı derecede iç çatışma yaşadığından,
kariyer mücadelesine enerjisi kalmaz ve atalete düşer.
Önemsiz ama acil işlere boğulma tuzağına düşmeyin, 'önemli
işlere öncelik' verin. Panomdaki bir söz: "En büyük bilgelik, neyi
ihmal etmemek gerektiğini bilmektir."
Unutmayın, hiçbir canlının atalet hali sonsuza kadar süremez. Ya
siz atalet halinize son verirsiniz ya da bir felaket ataletinizi bitirir.
Bir gün doktor kanser teşhisi koyunca, 'elimde değil' dedi
ğiniz sigarayı üç saniyede bırakırsınız.
Cehalet gafleti, gaflet ataleti, atalet sefaleti, sefalet felaketi
getirir. Atatürk bir konuşmasında bunu vurgular: "Çalışmadan
rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler, evvela
haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, en sonunda da istikballerini kaybetmeye
mahkûmdurlar."
Ann Landers, "Tanrı bize iki yuvarlak organ verdi, biri oturmak,
diğeri düşünmek için. Başarınız hangisini daha fazla kullanacağınıza
bağlı!" der. Oturmak ya da çalışmak, seçim sizin!
90
I? “ İt % i j
her şey seninle
Engelleri Aşmak ve Sonuç Almak:
"Bir Kapıyı Kırk Kere mi Çalmalı, Kırk
Kapıyı Bir Kere mi Çalmalı?"
Eski bir Çin hikâyesidir.
Köyün birinde yaşlı bir adam yaşarmış. Çok fakirmiş ama
Kral'ın bile kıskandığı bir ata sahipmiş. Kral bu at için ihtiyara
neredeyse hâzinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya
yanaşmamış. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan
dostunu satar mı?" dermiş.
Bir sabah kalkmışlar ki at yok! Köylü ihtiyarın başına toplanmış.
"Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları
belliydi. Kral'a satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler
gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın," demişler.
İhtiyar, "Karar vermek için acele etmeyin," demiş. "Sadece
'at kayıp' deyin, çünkü gerçek sadece bu. Ötesi sizin yorumu-
91
nuz. Atımın kaybolması bir talihsizlik mi, yoksa şans mı bunu
henüz bilemiyoruz."
Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün
geçmeden, bir gece ansızın at dönmüş. Meğerse çalınmamış,
dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de vadideki 12 vahşi
atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan
özür dilemişler.
"Tamam," demişler. "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması
bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi
bir at sürün var."
"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz," demiş ihtiyar.
"Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece
bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha
başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz
kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden,
"Bu adam sahiden budala," diye geçirmişler.
Bir hafta geçmeden, ihtiyarın tek oğlu vahşi atları terbiye
etmeye çalışırken attan düşmüş ve bacağını kırmış. Evin
geçimini temin eden oğul şimdi uzun bir süre yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmiş ihtiyara. "Bir kez daha haklı çıktın,"
demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun uzun süre bacağını
kullanamayacak. Sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden
daha fakir, daha zavallı olacaksın."
İhtiyar, "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz,"
diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.
Gerçek bu. Ötesi sizin yorumunuz, sizin verdiğiniz karar.
Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler
olacağı size asla bildirilmez."
Birkaç hafta sonra düşmanlar kat kat büyük bir orduyla saldırmış.
Kral son bir ümitle eli silah tutan herkesi askere çağırmış.
Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu hariç bütün
gençleri askere almışlar! Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın
92
kazanılmasına imkân yokmuş. Giden gençlerin öleceğini ya da
esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler gene ihtiyara gelmişler. "Gene haklı olduğun
kanıtlandı," demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse
yanında. Oysa bizimkiler belki hiç dönmeyecekler. Oğlunun
bacağının kırılması talihsizlik değil, şansmış meğer."
"Siz erken karar vermeye devam edin," demiş ihtiyar. "Oysa
gelecekte ne olacağını kimse bilemez. Bilinen tek gerçek var,
benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Bunların hangisinin
talih, hangisinin şanssızlık olduğunu kim bilebilir ki?"
Bu anlamlı öyküden çıkarılacak dersler nelerdir?
1. Ders : Bu öykü bana dilimizdeki 'hayırlısı olsun' deyişinin
anlamını açıklıyor.
2. Ders: Elde ettiğimiz sonuçlar değil, onlara yüklediğimiz
'iyi' ya da 'kötü' gibi anlamlar ne hissedeceğimizi
belirliyor.
Öğrenilmiş çaresizlik ve atalet, elde edilen sonucun aceleyle
'başarısızlık' olarak nitelenmesinden doğar. Oysa doğada başarı
ya da başarısızlık yoktur, sadece sonuçlar vardır. Başarı ya da başarı
sızlık, insanların sonuçlara eklediği bir sıfattır. Birkaç denemede
istediği sonucu alamayınca, "Ben başaramayacağım," demek,
yaşlı bilge karşısında her defasında mahcup olan köylülerin
düşünme biçimini kullanmaktır.
Başarmak amaca uygun sonuç almaktır
Başarılı olmayı sonuç almakla ölçenlerdenim. Başarmak, amaca
uygun sonuç almaktır. Amaç sonucun önceden tasarlanması,
sonuç amacın gerçekleştirilmesidir. Amaca uygun sonuç alınması
da başarının kendisidir.
Başarmak sonuçları konuşturmaktır. Başarısızlar çok konuş
mayı, başarılılar sonuçları konuşturmayı bilir. Maçlarda yenilen
93
yenenden daha çok konuşur. Hiçbir şey, mükemmel kotarılmış
bir sonucun yerini tutamaz. Hiçbir açıklama, 'sonuç almak' kadar
başarılı değildir. Büyük başarmak, düşmanının bile alkışlayacağı
sonuçlar almaktır. Türk kültürü de sonuç odaklıdır. Biz başarıyı
sonuç almakla ölçeriz. Hatice'ye değil neticeye bakarız!
Ölçülebilir sonuçlar almak ya da aldığı sonuçları ölçülebilir
şekilde gösterebilmek, tartışmasız başarı kazanmanın bilinen en
iyi yoludur. Alman sonucun boyutları, başarının büyüklüğünü
belirler. Yasal ve ahlaki sınırları ihlal etmemek kaydıyla, sonuç almak
her şeydir. Geçmişte bir insanın başarısı onun hakkmdaki kanaatlerle
yargılanırdı, şimdi daha objektif bir gösterge olan skor tabelasına
bakılıyor. Her mesleğin skor tabelası oluşturuluyor. Başarıyı
ölçmek için performans değerlendirme sistemleri kuruluyor.
Her mesleğin skor tabelası farklıdır. Bir satıcı için en iyi sonuç
yüksek cirodur. Bir TV programcısı için reyting raporundaki
sıralamadır. Film yapımcısı için gişedir. Futbol takımı için skor
tabelasında yazandır. Skor tabelası insanların kanaatleri gibi sübjektif
olmayıp objektif ve ölçülebilir bir kıyaslama imkânı sunduğu için
değerlidir. Geniş kitleler de bir başarıyı değerlendirirken özellikle
sonuca bakar, insanlar, hayatta karşılaştığınız rüzgârlarla
(engel) değil, gemiyi limana götürüp götüremediğinizle (sonuç)
ilgilenirler.13
Alınan sonucun değeri neye bağlıdır? İmkânsızlıklar içinde
mücadele edip, büyük sonuçlar almak o başarıyı daha da 'seksi'
yapar. Bu yüzden Vehbi Koç'un başarı öyküsü her zaman oğlu
Rahmi Koç'unkinden daha görkemli olacaktır. Zengin çocukları
nın başarılı olmasının önündeki en büyük engel, engellerinin olmamasıdır!
Engelinizi sevin, aşacak engel bulamayan da var!
Başarmak bir sonuca bazı engelleri aşarak
ulaşmaktır
Bir insanın bir sonuç alması değil, o sonucu büyük engelleri aştıktan
sonra alması başarıdır. Ülkenin en zengin adamının oğlu bir
94
milyon dolarlık bir şirket kurarsa, bu bir başarı değildir. Oysa
bir simitçi, sıkı çalışarak kazandığı parayla simit satan tezgâhlar
zinciri kurup bir milyon dolarlık ciro yaparsa bu bir başarı öykü
südür. Aşılan engel ne kadar büyük olursa, ulaşılan başarı o kadar
görkemli olur.
Bir milyon doları olan iki kapıcı düşünün. Biri bu parayı
piyangodan kazansın. Diğeri ise kapıcıyken, aynı zamanda bir
şeyler satarak iş yapsın ve kazandığı parayla önce büfe, sonra
market, en sonunda mağazalar zinciri açan biri olsun. Hangisine
başarılı dersiniz? 'Sonuca' bakılırsa ikisinin de bir milyon
doları var. Bulundukları yer aynı! Hatta geldikleri yer de aynı!
İş yaparak kazananın 'başarı öyküsü' vardır, çünkü o sonucu
almak için çok sayıda 'engel' aşmıştır. Engel aşmadan bir yerlere
gelenlerin ya da bir şeylere sahip olanların başarı öyküsü yazılmaz.
Çünkü ortada bir 'başarı öyküsü' yoktur! Peki bu durumu bile
bile insanların bir engelle karşılaştığında, “Bu engel olmasaydı
ben de başarılı olurdum," demesine ne demeli? Asıl bu engel
olmasaydı başarılı olamazdın!
Engelleri aşmak başarılı biri olarak görülmek için gereklidir ama
yeterli değildir. Bu engellerin çoğunluğun aşamadığı engeller olması
da gerekir. Doğarken de bir sürü engeli aşarız ama doğmak bir
başarı değildir. Kimsenin sırf doğabildi diye başarı öyküsü yazılmaz.
Çünkü insanların çoğunluğunun üstesinden gelebildiği bir
zorluktur. Sosyal başarı çok sayıda insanın olmak istediği bir yere, az
sayıda insanın aşabildiği engellerin üstünden geçerek ulaşmaktır.
Ne ilginçtir ki, çoğu insan başarılı olmak istiyor ama engellerle
karşılaşmak istemiyor! Oysa eğer engeller olmasaydı, 'kazanmak'
diye bir şey de olmazdı. Engeller hak edenlerle etmeyenleri,
yeterli olanlarla olmayanları ayırmaya yarar. Doğanın bu elemedeki
kriterlerini beğenmeyebilirsiniz ama bu konudaki itirazlarınızın doğa
için bir önemi yoktur. Çünkü 'güneş sistemi sizin onun hakkında
ne düşündüğünüze aldırmaz!'14 Sizin işiniz doğanm eleme yasalarını
çözmek ve onlara uymaktır. Doğanın sizi başarılı yapmak
gibi bir projesi yok, başarılı olmak isteyen sizsiniz!
95
Engeller ne kadar büyük olursa, kaybeden de o kadar çok olur, ki bu
da kazananları daha büyük yapar. Sosyal başarılarda, kaybeden ne
kadar çoksa, kazanan o kadar büyük olur. Her yüz öğrenciden
90'ı lise ikiden lise üçe geçebilirken, üniversite sınavında her 100
öğrencinin 90'ı sınavı geçemez. Bu yüzden üniversite sınavını
kazanmak, lise ikiden lise üçe geçmekten daha büyük başarıdır.
Engel amaç ilişkisinde ilginç bir diğer nokta bir engelin büyüklüğünün
sübjektif olup, o engel aşıldığında ulaşılacak hedefin büyüklüğüne
göre değişmesidir. Amacınız çok büyük ise, önünüzdeki
engeller gözünüzde küçülmeye başlar! Engeli aşma karşılığında
alacağınız ödül (hedef) küçük ise, engel gözünüzde büyümeye
başlar. Büyük düşünmenin en büyük faydası, önünüzdeki engelleri
küçük görmenizi sağlamasıdır. Tabii ideal olan, engelleri ideal
boylarında görmektir ama illa farklı görülecekse, engelleri gözde
büyütmemek tercih edilir.
Sonucun gelmesi gecikince ne yapmalı?
Başarılı olmayı sonuç almakla ölçmek doğrudur ama sürekli
iki gözü sonuçta yaşamak doğru değildir. Skor tabelasına
bakmak, neyin işe yarayıp neyin işe yaramadığını görmek için
yararlıdır. Zararı ise maraton tipi başarılarda, uzun süre sonuç
görmese de kararlı bir şekilde çalışmak gerektiğinde, sabırsız kişilerin
pes etmesine neden olmasıdır. İkinci zararı ise iyi oynadığı
için kazanan kişiler yerine, sadece kazanmak için oynayan lejyoner
ruhlu insanlar yaratabilmesidir.
Genç çekirge yaşlı karate hocasına sorar:
- Ne kadar sürede sizin seviyenize gelirim?
- 10 yıl!
- İki katı çalışsam?
- 20 yıl!
- Uç katı çalışsam?
- 30 yılda!
96
- Ne kadar çok çalışsam, süre o kadar uzuyor, bu nasıl iş
hocam?
- Sen gözünü sonuca dikmişsin. İnsanın gözü bu kadar sonuçta
olunca, önünü görmesi için tek gözü kalıyor!
Bir an önce sonuç görmeye eğilimli sabırsız gençlere kıdemli
işadamları, "Civcivlerini yumurtadan çıkmadan saymaya kalkma,"
der. "Diktiğin fidanın kök tutup tutmadığını görmek için her
gün yerinden sökersen, hiçbir zaman kök tutamazlar!"
Kısa zamanda sonuç görmek isteyenler atalete ve öğrenilmiş çaresizliğe
en yatkın insanlardır. Üç denemede sonuç alamayınca,
iki ret cevabıyla karşılaşınca, yüzlerine kapanan ikinci kapıda
hayallerinden vazgeçerler. Üstelik başarı öyküsünü okudukları
kişilerin bunun tam tersini yaptığını bile bile!
Hemen sonuç görme eğilimliler maraton tipi uzun vadeli başarıları
gerçekleştirememektedir. Mesela İngilizce öğrenmek ya da
üniversite sınavını kazanmak, yaklaşık bir yıl çok yoğun çalı
şılarak elde edilebilecek maraton tipi başarıdır. Bu gibi uzun
vadeli başarılarda, uzun süre skor tabelasına bakmadan işini en
iyi şekilde yapabilenler kazanırlar. Hemen sonuç görme eğilimi
özellikle 'yeni neslin' en büyük zafiyetidir.
Başarı yolunda giderken bazen tembellik etmeden sabırla beklemeyi
bilmelisiniz. En hırslandığınız anda, şartlar sonuç almaya uygun
değilse, doğru zamanı beklemek için içinizdeki frenlere basabilmelisiniz.
Tutkunuzu kaybetmeden kendinizi 'rölantiye' alabilmelisiniz.
Bazen de yaptıklarınızın herhangi bir sonucunu göremeseniz de
elinizden gelenin en iyisini yapmaya devam etmelisiniz. En görkemli
başarılar, elde kanıt olmadan bir büyük rüyanın peşinde tutkuyla
yürüyenlerin yaptıklarıdır. İstatistiksel olarak bakıldığında bu
tarzda gidenlerin çoğunluğu başarısız olur ama başarılı olanları
'büyük' bir iş başarmış sayılır.
Ben hiçbir tutkulu çabanın karşılıksız kalmayacağına, büyük
başarı için uzun süre sonuç görülmese de tutkuyla çalışmak gerektiğine
inananlardanım. Ne demek istediğimi Jacob Riss'in bir
metaforu çok iyi anlatıyor: "Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir
97
taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa. Ama
değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz. Sonra birden, yüz
birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki; taşı ikiye
bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir."
Aşılamayan engeller karşısındaki
seçenekler nelerdir?
Birkaç denemede istediğiniz sonucu alamadıysanız istediğiniz
hedefe ulaşmak için önünüzdeki seçenekler nelerdir?
1. Sabır yolu. Tembelliğe düşmeden beklemeyi deneyebilirsiniz.
Şartlar olgunlaşıncaya kadar beklemek sonuç almayı
kolaylaştırır. Doğru zamanı, doğru zemini bekle ve tekrar
dene!
2. Esneklik yolu. Hiçbir hedefe tek yoldan gidilmez. Başka
yolları dene. Bir hedefe giden yol, gökteki yıldızların
sayısı kadardır. Bir kapıyı kırk kere çaldığında açmadılarsa,
kırk kapıyı daha çal. Esnek ol. Öteki seçenekleri yokla.
3. Kararlılık yolu. Kendini ve şartları zorla. Tüm konsantrasyonunu
ver ve tüm gücünle yüklen. Kırk yere bir metrelik
kuyu kazma, bir yere kırk metrelik kuyu kaz. Kırk
kapıyı çalma, bir kapıyı kırk kere çal. Açan olmadıysa
çilingir çağır! Kapıyı farklı anahtarla açmayı dene. Olmadıysa
kapıyı kır! Kararlılık en olmazı oldurur.
4. Yeni akıl yolu. İnsanın yolu değil aklı tıkalıdır. Kör noktalarını
görmek için ya akimı geliştir ya da başka insanların
fikrini sor. Yeni bir çözüm için gereken yeni bir akıldır.
Unutma: "Zihin paraşüt gibidir, açıldığında iş görür."
5. Kendini geliştirme yolu. Başarısızlık yetersizlikten doğar.
Kendini engellerinden büyük hale getir. O kadar değerli
hale gel ki, o kapıdan geçmen için seni davet etsinler!
6. Modelleme yolu. O engelleri başkasının nasıl aştığını
öğren. En iyileri taklit et. Yapanlar nasıl yapmış?
98
7. Öğrenilmiş çaresizlik yolu. O hedeften vazgeç. Kendini
bırak ve bir daha deneme. Müslüm Gürses'in 'Kul Kaderini
Yaşar, Bahtına Ne Çıkarsa' şarkısını dinle. Bunalıma gir ve
hiçbir şey yapma!
Kararlı olmak mı, esnek olmak mı?
Bir engelle karşılaşıldığında en zor karar şudur: O engeli aşmak
için kararlılıkla devam mı etmeli, yoksa başka bir kapıya mı yönelmeli?
Bir kapıyı kırk kez mi çalmak, kırk kapıyı bir kez mi çalmalı? Kararlı
olup bir seçeneği zorlamak mı doğrudur, esneklik gösterip öteki
ihtimalleri yoklamak mı?
Maalesef bu sorunun kesin bir cevabı verilemiyor. Hangi
tarzın doğru olduğu 'duruma göre değişir.' Durum neye göre
değişir? Kapıyı çalana, çaldığı kapıya ve kapıyı çalış şekline göre
değişir! Bazen kararlılık gerektiğinden bir kapıyı kırk kez çalmak
doğrudur. Bazı kapılar ise kırk kez çalınsa da açılmayacak
haldedir, başka kapıları denemek gerekir.
Hayatta ne zaman sabırla beklemek, ne zaman ısrarla devam etmek
gerekir? Defalarca denediğimiz halde istediğimiz sonucu akmı
yorsak, doğru zamanda tekrar denemek üzere beklemeye mi geç
meliyiz, yoksa ısrarla devam etsek sonuç alır mıyız? Bunun cevabı
da duruma göre değişir! Ne yapılması gerektiğine kendi aklınızı
ve kitaptan öğrendiklerinizi kullanarak karar vermelisiniz.
İnsanları başarılı ya da başarısız yapan, başarıyla ilgili
öğrendiği teorik bilgiyi pratik durumlara başarıyla uygulayabilmeleridir.
Kitaptan, insanlardan, kendinden öğrendiklerini
önündeki durumun gereğine göre yorumlayıp uygulayabilenler başarılı
olabilmektedir. Başarılı 'yapılanların' başarı öyküsü olmaz!
Her şey sana bağlı!
Bir şeyi defalarca deniyor ama istediğimiz sonucu akmıyorsak,
bazı insanlar sadece kararlı şekilde devam etmeyi önerirler.
Sloganları şudur: "Damlayan su taşı deler. Taşı delen suyun gücü
99
değil damlaların sürekliliğidir." Bazen haklıdırlar ama her zaman
değil.
Bir arı şişenin içine konur ve şişenin tabanı ışığa doğru çevrilir.
Aynı şişeye bir de sinek konur. Arı ve sinek familyası,
kafaları karışınca ışığa doğru uçar! Bizim arı ve sinek de ışığa
doğru uçmaya başlarlar ama kafalarını şişenin dibine çarparlar.
Sinek birkaç denemeden sonra aynı yere kafasını vurmaktan vazgeçer
ve şişenin ağzını bulup çıkar. Buna karşın kararlılığı ve çalışkanlığı
ile 'marka' olan arı, günlerce kafasını şişenin tabanına vurur, açık
olan şişenin ağzını bulup çıkamaz. Bu örnekte arı kararlılık körlüğü
yaşadı. Esneklik gösterip başka yollar aramadı. Stratejiniz yanlış
ise kararlılık yetmez. Atasözüdür: "Kuru gayret, sadece çarık
eskitir."
Kırk kapıyı bir kez mi çalmalı, bir kapıyı kırk kez mi? Bu
konuda insanların ne düşündüğünü tespit etmek için bir anket
yaptırdım.
Kişisel Gelişim Merkezi (kigem.com) üyelerine sorduk: "Bir
hedefe giderken geçmeniz gereken bir kapı kapalı. Kapının ötesine geç
mek için o kapıyı kırk kez çalmayı mı tercih edersiniz, yoksa kırk farklı
kapıyı birer kez çalmayı mı?"
Aynı kapıyı kırk kez çalarım, ısrar işe yarar. 605
Kırk farklı kapıyı birer kez çalarım, hangisi açılırsa. 1064
Ne yapacağım o anki kafama göre değişir. 331
Ankete Toplam Katılım : 2000
Anket sonuçlarına göre insanlar artık başarı sürecinde kararlı
olmak yerine, esneklik göstermeyi tercih ediyor. Kararlılıkla bir
kapıyı kırk kez çalmak yerine esneklik gösterip kırk farklı kapı
yı çalmayı akıllıca buluyor. Bir ihtimale adanmak yerine öteki
'seçenekleri' yoklamayı seviyor. B
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder