#Turkish-media #kobo #world #bookgram #book #books #booklive etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#Turkish-media #kobo #world #bookgram #book #books #booklive etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Aralık 2020 Salı

Bedevi Nedir, Bahtsız Bedevi Ne Demek..?

Bedevi Nedir, Bahtsız Bedevi Ne Demek

    
Bedevi Nedir, Bahtsız Bedevi Ne Demek
Bedevi Nedir, Bahtsız Bedevi Ne Demek

Çöl Halkı: Bedeviler

Günümüzde Arapların Mısır, Cezayir, Tunus, Suriye, Lübnan gibi ülkelerde yaşadığı bilinse de gerçek Araplar, Afrika’dan Kızıldeniz ile ayrılan, karşı topraklarda yaşamışlardır. Yerleşik bir düzene sahip olmayan bu Arap halkı, göçebe olarak bilinirler. Yazımızda, bu göçebe halk olan bedeviler, bedevilerin tarihi, gelenekleri hakkında bilgi verecek ve halkımız arasında yaygın olan “bahtsız bedevi” ifadesinin anlamından bahsedeceğiz. Bedevi ne demek? Bahtsız Bedevi nedir?

Bedevi Nedir

Genellikle espirili bir dille şanssızlığımızdan yakınmak amacıyla kullandığımız bir deyimde geçen Bedevi ne demek? Bu sözcük, geçim kaynakları hayvancılık olan ve çölde çadırlarda yaşayarak göçebe hayatı süren Araplara denir.


Bedeviler kendilerini “gerçek Araplar” ve “gerçek Arap geleneğinin mirasçıları” olarak görürler. Bir bedeviye göre hayat  “Zor ve meşakkatli, her zaman aç ve susuz” olarak tanımlanır. Bedevi toplulukları, Arabistan ve Kuzey Afrika’nın kurak step bölgelerinde veya yağmurla beslenen ekinler boyunca yaşarlar. Bedeviler, yağmurlu kış günlerinde çöle, kuru yaz aylarında ise ekili topraklara göç ederler. Bedevi topluluğu, genellikle ataerkil özelliği gösteren kabilelerden olmuştur. Kabilenin başı, kabiledeki düzeni sağlayan ve yaşlılardan oluşan kabile konseyi tarafından seçilen şeyhlerdir.


Bedevilerin Tarihi

Arapların kökeni, milattan önce 1600 yıllarında, güney Suriye steplerine yerleşen ve hayvancılık yapan halka dayanmaktadır. Bu halk, o dönemlerde komşu oldukları Asurlardan, dilleri, gelenekleri ve develerini savaşta ve ticarette kullanmaları ile seçiliyorlardı. Bedevilerin bu halktan geldiğine inanılıyor. Bedeviler, aynı zamanda Kutsal Topraklar’ın da ilk sakinlerindendir. Milattan önce birinci yüzyılda, bedeviler batıda Ürdün’e, Sina Yarımadasına ve Kızıldeniz boyunca güney batıya doğru hareket etmişlerdir.

İslam dininin giderek yayılması ile bedeviler, Arap yarımadasından ayrılarak yeni topraklar fethetmeye ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya yayılmaya başlamışlardır. Bedeviler, hayvancılıkla uğraşarak deve, at ve eşekleri yük hayvanı, koyun ve keçileri gıda, giyim amaçlı, yerleşik yaşam süren Araplara satarak geçimlerini sağlıyorlardı. Aynı zamanda bedeviler, Arabistan ile Suriye arasındaki develerle yapılan kervan ticaretini de yönetiyorlardı. 

Bedevi Ne Demek

Bedevi nedir?”diye sorarsanız, bedevi ifadesi, “çöl halkı” anlamına gelmektedir. Bu terim, genellikle kentsel bir tabana sahip olan popülasyonla, göçebe Arapları ayırmak için kullanılır. Bedeviler, genellikle yapı olarak zayıf ve kısa boyludurlar. Bunun nedeni, çöldeki yemek azlığına dayanmaktadır. Ancak zayıf bir vücut yapısına sahip olmaları, bedevilere sıcak çöl şartlarında yardımcı olmuştur. Bedevi erkeği sivri bir burun ve güneşte yanmış deri, siyah renkli gözlerle karakterize edilir. Bedevi erkekleri için Allah sevgisi her şeyin başında gelir.

Kadere boyun eğmek ve sabretmek, inançlarının temel taşını oluşturur. Bedeviler, misafirperverlikleri ile bilinirler. Misafirleri için her zaman en iyi develerini keser ve severek hizmet ederler. Asla kim olduğunuzu ve nereden geldiğinizi sormaz ve size en leziz yemekleri ikram ederler. Diğer Araplar gibi bedeviler de Arapçanın farklı lehçeleri ile konuşuyorlar. Bedeviler Müslüman’dır ve Müslüman geleneklerine sadıktırlar.


Bedevi Geleneklerine Göre Evlilik 

Bedevilerde evlilik, İslam dini çerçevesinde, genellikle akraba evlilikleridir. Kuzen evlilikleri yaygın olarak görülür. Akraba dışı evlilikler nadiren görülür. Eğer iki kabile arasında yakınlaşma amaçlanıyorsa, o zaman kabileler arası evlilik gerçekleşir. Çok sayıda çocuk sahibi olmak ise, bedevi kültüründe bir güç simgesi olarak görülür. Çünkü daha çok üye kabileyi güçlendirecektir. Bedevilerde çok eşlilik yaygın değildir. Genel olarak çok eşlilik, maddi açıdan durumu iyi olan yaşlı adamlarda görülür.

bedevi nedir
bedevi nedir

Bedevi düğünlerinde genellikle deve kurban edilir. Aynı zamanda, keçi eti, pilav ve diğer yemeklerden oluşan zengin bir ziyafet sofrası hazırlanır. Bedevi geleneklerinde eğer bir çift evlenmek istiyor ise erkek bunu öncelikle arkadaşına söyler. Arkadaşı ise bu isteği, gelinin babasına bildirir. Eğer babası razı olursa kabile ihtiyarı ile görüşülür ve gelin için başlık parası belirlenir.

Boşanmalar ise İslam dini kurallarına göre gerçekleşir. Boşanma sonrası kadın, baba evine döner. Bedevi aileleri oldukça geniştir. Bir Bedevi ailesinin ortalama 10 çocuğu olur. Bu halkın kadınları, büyük baş hayvanları sadece sağmak ile yükümlüdürler. Büyük baş hayvanlarla ilgili diğer işleri erkekler yapar. Kadınlar genellikle, çadırın temizliğinden, çocuk bakımından ve keçi gibi küçük baş hayvanların satılmasından sorumludurlar. 

Modern Bedeviler

Ancak günümüzde, gerçek göçebe hayatı yaşayan bedeviler çok azdır. Birçoğu artık yerleşik hayata geçmiştir. Ülkeler arasındaki sınırlar ve parasal sistem, bedevilerin geleneksel yaşam tarzlarını da baltalamıştır. Petrol endüstrisi de bedevilerin yaşam tarzını etkilemiştir. Ancak bedeviler için yaşam koşullarının değişmesi, onların gerçek kimliklerinden kopmaları anlamına gelmemektedir. Onlara göre, günümüzde bile kendi gelenek ve törelerini koruyorlarsa, hala gerçek bedevidirler. Modern dünyaya adapte olan bedeviler, kabile kurallarını hala korumaktadırlar. Modern bir bedevi hayatını tasvir edecek olursak, bedevi bir aile, çöl kamplarında yaşasa da çocukları yatılı okullara gidiyor, aile reisleri ise petrol sahalarında çalışıyorlar. Gelenek olarak yine hayvancılık ile uğraşsalar da bu, bedevilerin esas gelir kaynağı değildir.

Bahtsız Bedevi Ne Demek

Biraz da halkımız arasında yaygın bir değim olan “bahtsız bedevi” deyiminden bahsedelim.

Bahtsız bedevi ne demek? Bahtsız bedevi deyimi şansızlığı, talihsizliği ifade eder. Deyim, günümüzde “Bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı kovalar” gibi olsa da, aslında gerçek hali, “Bahtsız bedeviyi at üstünde yılan sokar” şeklindedir. Bedevilerin çölde yaşaması göz önüne alınırsa, çöl şartlarında bir bedevinin kutup ayısı ile karşılaşması mümkünsüzdür. Bu nedenden, “bahtsız bedevi” ifadesi, genellikle bütün yaptığı işler ters giden, hep aksilikler yaşan insanlar için kullanılır. Hiç beklenmedik, umulmayan durumlarda kullanılan deyimdir.

Kısacası, “Bahtsız bedevi nedir?” diye sorarsanız, batı kültüründe, “Murphy kuralları” ifadesi örnek gösterilebilir. Murphy kuralları, başarısızlıklar ve şanssızlıkların bir başlık altında toplandığı kurallardır.  Örneğin, arabanızı yıkarsınız, ancak ertesi gün yağmur yağar ve arabanız çamurla kirlenir veya gözünüze kestirdiğiniz bir kuyruk sırasına girdiğiniz an, diğer kuyruklar daha hızlı ilerler. 

30 Kasım 2020 Pazartesi

Şerife Bacı Kimdir, Hayatı Hakkında Bilgi

Şerife Bacı Kimdir, Hayatı Hakkında Bilgi

    
Şerife Bacı Kimdir, Hayatı Hakkında Bilgi
Şerife Bacı Kimdir, Hayatı Hakkında Bilgi

Şerife Bacı Kimdir

Ülkemiz, adını tarihe altın harflerle yazdırmış kahramanlarla doludur. Vatanımız uğruna verilen onurlu savaşlarda, kadını erkek demeden zorlu mücalede verenler, nesilden nesile aktarılan kahramanlık destanlarına da konu olmuştur. Milli Mücadele’nin kadın kahramanlarından birisi olarak bilinen Şerife Bacı’nın duygusal hikayesi de tarih kitaplarında yerini almış ve vatanımızın ne kadar zorluklarla kazanıldığını her fırsatta bizlere hatırlatmıştır. Dilerseniz tarihin tozlu sayfalarında keyifli bir yolculuğa çıkıp, Şerife Bacı kimdir detaylı şekilde öğrenelim. Zira yolumuz, her karışında şehit kanı bulunan vatanımız için verilen zorlu ve onurlu mücadelenin etkileyiciliği kadar uzundur.



Şerife Bacı Hayatı

Şerife Bacı, 1900’lü yılların başında Kastamonu’da doğmuştur. Aslında, o dönemlerde her kadın gibi on altı yaşında evlendirilerek başlayan klasik hikayesi, bir destana dönüşecek şekilde devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı başladığında, Şerife bacı henüz iki aylık evliydi. Eli silah tutan herkes gibi onun kocası da, askere alınmıştı. Ancak, 6 ay sonra eşi cephede şehit oldu. Eşinin şehadetinden sonra, köyde yalnız bir kadın oşarak yaşaması uygun görülmedi. Köyün ileri gelenleri tarafından Topal Yusuf ile evlendirildi. Küçük Gelin Şerife, üç yıl sonra Elif isimli kızını dünyaya getirdi.

O sıralarda, Yunan askerleri tarafından yoğun ateş altında bulunan Anadolumuz’u kurtarmak için Ankara hükümeti, planlı ve hummalı bir çalışma yürütmekteydi. İnebolu’ya mermi ve silah sevkiyatı için üstün bir desteğe ihtiyaç vardı. Cephanelik sevkiyatı için civar köylerde herkes, var gücüyle çalışıyordu.

Kurtuluş Savaşı devam ederken, küçük büyük, genç yaşlı eli silah tutan herkes cehpede mücadele halinde olduğundan, silah ve mermilerin Ankara’ya en kısa zamanda ulaştırılması gerekiyordu. Kastamonu’dan Ankara’ya cephanelik nakliyatında, kadınlar ve yaşlı erkekler büyük çaba harcamıştır. Hepsi tatihe geçen bu kahramanlardan birisi de Şerife Bacı’dır. Şerife Bacı, İnebolu ilçesinden Kastamonu’ ya silah ve top mermisi nakliyatı yaparken donarak şehit olmuş ve o gün bugündür gösterdiği kahramanlık akıllara kazınmıştır.

1921 yılının Aralık ayında, kış şartları çok ağırdı. Bu ağır kış şartlarında aslen Seydişehirli olan Kahraman Türk Kadınımız, taşıdığı cephaneleri ve çocuğunu korumak uğruna donarak şehit oldu. Üzerindeki kazağı, cephaneler yağışta ıslanmasın diye üstlerine örtmüş, kendisi de bebeğin üzerine abanmıştı. Sonuçta bebeği ve vatanı uğruna Şerife Bacı, unutulmayacak şekilde şahadet şerbetini içmişti. Şehit olduğunda henüz, 21 yaşındaydı. Naaşı, devriye ekibi tarafından bebeğinin ağlama sesi üzerine bulunmuştu. Kurtuluş Savaşı denildiğinde, akla gelen ilk isimlerden birisidir Şerife Bacı. Ülkemizin her yerinde, onurlu mücadeleden bir iz vardır ya, Kastamonu’da da Şerife Bacı, bize bu topraklar için nasıl şartlarda ne tür bir mücadele verildiğini açıkça 


Şerife Bacı Hakkında

Şerife Bacı hakkında bilgi, birçok kaynaktan edinilebilir. Topyekun, kadın erkek herkesin evinden bir kağnıyla İnebolu’dan Kastamonu’ya cephane taşıması kararlaştırıldığında, sırtında bebeğiyle Şerife Bacı da bu mücadeleye katılmıştı. Şerife Bacı, 1984 yılında ”yılın annesi” ünvanına layık görülmüştür. Kastamonu, İnebolu ve Seydişehir’de anıtı yapılmıştır. Ülke genelinde birçok kurum ve kuruluşa adı verilmiştir. Şeydişehir’de 1973 yılında, İnebolu sahilde de 2001 yılında, Cumhuriyet tarihini yeni nesillere layıkıyla anlatabilmek için yapılan anıtlar, ülkemiz için onurlu birer armağandır. ”Bacı” tabiri, Kastamonu’da vatani görev yapan kadınları simgelemektedir. Şerife Bacı bulunduğu zaman alınıp kışlaya en yakın eve gönderilen Elif için, 1970’li yıllarda bir araştırma yapılmıştır. Yapılan araştırma sonucunda, Elif’in Eskişehir’de yaşadığı yönünde duyumlar alınmıştır ancak, kendisine ulaşılamamıştır.

Kastamonu’da ayrıca, Şerife Bacı isimli İlköğretim Okulu, Öğretmen Evi, Devlet Hastanesi, Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Halk Kütüphanesi ve İstanbul’da Şehit Şerife Bacı Lisesi ile, Kurtuluş Savaşı’da birçok kadın kahramandan biri olan Şerife Bacı’nın adı yaşatılmaktadır.

Anadolu’nun şirin ilçelerinden Kastamonu’da, Milli mücadelemize ışık olan, vatanı için kucağında bebeğiyle zorlu kış şartlarında cephane taşıyan bu kahraman türk kadını, bölgede, cephane nakliyatı için insanüstü bir çabayla elinden gelenin fazlasını yapan yaşlı erkekler ve diğer kadınlardan sadece birisi olan Şerife Bacı’nın duygulu hikayesi, Cumhuriyet çocuklarına yol gösterici olmuştur. Kocası Birinci Dünya Savaşı’nda, kendisi de Kurtuluş Savaşı’nda, bağımsızlık için şehit düşen neferler…

Şerife Bacı Kimdir
Şerife Bacı Kimdir

Anadolu’nun her karış toprağı düşman saldırısı altındayken, içindeki vatan sevgisiyle şehit düşmüştür Şerife Bacı. Şerife Bacı hayatı, 21 yıllık kısa bir yaşam olmasına rağmen, adı hala yaşamaktadır. Anadolu’da bütünlüğün, birlik ve beraberliğin sağlanabilmesi için büyük çaba sarfeden Şerife Bacı, düşmanın saldırı gücünü kırmıştır. Tüm ülkeye, Milli birlik ve beraberlik duygusu kazandırmış, Anadolu’nun bölünemeyeceğini düşmanlara göstermiştir.

Yapılan anıtlar, tarih kitaplarında yazılanlar ve çeşitli kurumlara adının verilmesinden dolayı, her nesil Şerife Bacı hakkında bilgi sahibi olmuştur. Bu sayede, vatanı uğruna gözünü kırpmadan canını verebilecek, bağımsızlık için var gücüyle savaşacak bilinçli nesiller yetişmektedir. Cumhuriyet tarihi, bağımsızlık ve vatan sevgisi uğruna, insanüstü bir güç sarfeden nice Şerife Bacılarla doludur.

Mesopotamia

    Mezopotamya

    Mezopotamya Ortadoğu’da, Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan bölgeye verilen addır. Mezopotamya’nın yaşadığımız coğrafyada şu andaki yerini belirtmek gerekirse Irak, Kuzeydoğu Suriye, Güneydoğu Anadolu ve Güneybatı İran topraklarından oluşmaktadır. Büyük bir bölümü bugünkü Irak’ın sınırlarının içinde kalan Mezopotamya, tarihte birçok medeniyetin doğduğu ve asırlar boyunca kavimlerin uğruna kan döktüğü bereketli topraklara sahip bir bölgedir. 


  • Şattü-l Arap

    Mezopotamya olarak ismi geçen bölge, Fırat ve Dicle nehirleri arasında yer alır. Bu sebeple Mezopotamya tanımı daha çok toprakları bu iki nehir arasında kalan yerleşim yerleri için kullanılmaktadır. Güneydoğu Toroslardaki kar ve yağmur sularıyla kabaran Dicle ve Fırat Nehri, Bağdat yakınlarındaki Kurna şehrinde birleşirler. Bu nehirler birleştikten sonra “Şattü-l Arap” ismini alır ve sonra Basra Körfezi’nden denize dökülür. 


  • Mezopotamya Haritası

    Mezopotamya bölgesi, medeniyetlerin doğuşuna ve çöküşüne tanıklık ettiği için medeniyetlerin beşiği olarak ifade edilir. Bereketli toprakları ve uygun iklim şartları nedeniyle çok eski zamanlardan beri yerleşime sahne olmuş ve asırlarca istilaya uğramıştır. Bilinen ilk okur-yazar toplulukların yaşadığı bu bölgede birçok medeniyet gelişmiştir. Mezopotamya; Sümer , Babil , Asur , Ak Ad ve Elam gibi çok eski tarihlere dayanan medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve dünya kültür medeniyetinin başlangıç noktası olmuştur.

    Özellikle farklı coğrafyalardan bölgeye yapılan göçler, siyasi iktidarsızlık yaratmış fakat buna rağmen bölgenin kültürel mirasını da bir o kadar arttırmıştır. Dünyanın en köklü medeniyetleri olan ve dünya mirasının ilklerini oluşturan Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlular gibi büyük medeniyetler Mezopotamya toprakları üzerinde hüküm sürümüşlerdir. Dünya üzerinde son buzul çağı hüküm sürerken insanlar özellikle buzların erimeye başladığı ve ılıman iklime sahip olan daha güney bölgelere inmeye başlamışlardır. Bu göçler esnasında Mezopotamya’da yerleşim yerleri kuran insanlar zamanla Buz Devri’nin bitmesiyle kuru tarıma başlamışlardır. Güneydoğu Anadolu’da Çayönü (Diyarbakır-Türkiye) ve Göbekli Tepe (Şanlıurfa-Türkiye) gibi yerleşim yerleri Neolitik dönemde Mezopotamya’daki göze çarpan başlıca yerleşim bölgeleridir. Adı geçen bu yerleşim yerleri özellikle medeniyetlerin yaşam tarzları ve kullanılan araç ve gereçlerin teknolojik ilerlemesini takip edilebilmesi açısından da oldukça önemlidirler.






  • Sümerler

    1. Sümerler: Büyük medeniyetlerin ve dünya kültür mirasının temellerini atan Sümerler, tarih sahnesine diğer medeniyetlere nazaran daha erken çıkmıştır. M.Ö 4000 yıllarından itibaren başlayan tarihi ile Sümerler; yazı, dil, tıp, astronomi, matematik gibi pozitif öğretilerin yanı sıra din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda da diğer medeniyetlere örnek olmuşlardır. Sümerler döneminde Mezopotamya'da 18 tanesi büyük olmak üzere yaklaşık 35 şehir ve kasaba var olduğu bilinmektedir. Bunlara; Kiş, Nippur, Zabalam, Umma, Lagaş, Eridu, Uruk ve Ur örnek verilebilir. İlk olarak Uruk Kralı Lugalzagizi aşağı Mezopotamya’daki kent devletlerini bir yönetim altında toplamıştır (M.Ö.2750). Sümerlere Elamlar son vermiş (M.Ö 2000 yıllarının başları) ve böylece Mezopotamya’da Akadların devri başlamıştır.

    Akadlar

    2. Akadlar: Sümerlerin zayıflamasından sonra güçlenen Akadlar, Sami kökenli savaşçı bir topluluktur. Sümerlerden sonra Mezopotamya’nın hükümdarlığını ele geçiren bu topluluk, Mezopotamya’daki medeni gelişimin öncülüğünü yapmıştır. Savaşçı bir topluluk olan Akadlar, ilerleyen tarihlerde çıkacak olan Sami kökenli Asur ve Babil halklarına da öncülük etmişlerdir. Çok tanrılı bir inanca sahip olan Akadlar zafer anıtını inşa eden topluluk olmuştur. Akadlar, Sümerlerin aksine merkezi otoriteye önem vermiş ve Mezopotamya’yı tek bir merkezden yönetme planları kurmuşlardır. Akad hanedanının kurucucu Sargon ailesidir. Agade isimli bir başkent kuran Sargon tarihi kayıtlara göre 34 savaş yapmıştır. Yinede Sargon ile ilgili anlatılan ve eldeki bulgular daha çok mitolojik ve efsane niteliğindedir. Sargon’un torunu olan Akad Kralı Naram-Sin de dedesinin yolundan giderek birçok sefer yapmıştır. Fakat bölgedeki güç dengelerinin değişmesiyle Akadlar bu dönemde düşüşe geçmişlerdir. Kısa bir süre içinde Zagros Dağları’ndan inen ve Akad ülkesini işgale başlayan Gutiler ile yönetim zayıflamış ve M.Ö 2100 yıllarında tekrar Sümerler tarafından yıkılmışlardır.

    Babiller

    3. Babiller: Sami kökenli bir topluluk olan Babiller Amurrular tarafından kurulmuştur. Devletin kurucusu Sumu-Abum’dur. Özellikle devletin başına geçen 5. Kral Hammurabi ile Babiller diğer kavimlere egemenlik kurmuşlardır. Hititlerin çekilmesinden sonra Babil ülkesi Asurluların egemenliğine girmiştir. Medlerle birleşen Babiller M.Ö 626 yılında Asur devletini yenerek tekrar bağımsız olmuş ve II. Babil Krallığı’nı kurmuşlardır. Kurulan II. Babil devletine ise Persler son vermiştir. Sümerlerin etkisinde bir medeniyet kuran Babiller, ziggurat denen çok katlı tapınakları inşa etmişlerdir. Bu yapıların üst katı rasathane (gözlemevi), alt katını ise ürünlerin depo edildiği kiler olarak kullanmışlardır. Mimari açıdan Mezopotamya’nın en gelişmiş medeniyeti Babiller olmuşlardır.

    Asurlular

    4. Asurlular: M.Ö 2100 yıllarında Arabistan’dan gelerek Mezopotamya'ya yerleşen Asurlular Sami kökenli bir kavimdir. Fakat zamanla içlerine Sümerlilere benzeyen Hurriler de karışmıştır. Bu devlet adını kuruldukları Asur şehrinden almıştır. Başkenti Dicle kıyısında kurulan Ninova şehridir. Asurlular M.Ö 1960 yıllarından sonra Anadolu’da pek çok ticaret kolonisi kurmuşlardır. Anadolu’ya yazının gelmesi Asurlu tüccarların sayesinde olmuştur. Hititlerin akınları ile zayıflayan bu kavim en parlak dönemlerini Asurbanipal zamanında yaşamışlardır. Yaptıkları seferlerle Kıbrıs’a egemen olan Asurlular, devletin sınırlarını İran’dan Mısır’a kadar genişletmişlerdir. Hititler, Mısırlılar ve Urartularla savaşmışlardır. İran’da giderek güçlenen Medler, Babilliler ile birleşerek Asurlulara son vermişlerdir (M.Ö 625). Asur devleti yıkıldıktan sonra toprakları Babil ve Medler arasında paylaşılıştır.

    Elamlar

    5. Elamlar: Sami kökenli olan Elamlılar Mezopotamya’nın güneydoğusunda hüküm sürmüşlerdir. Başkentleri Sus şehri olmuştur. M.Ö 3000 yılında diğer kentlere egemenlik kurmuş olan Elamlar, M.Ö 7. yüzyılda Asurlular tarafından yıkılmışlardır.

    Son olarak Bölgedeki diğer kavimlere üstünlük kuran Persler giderek güçlenmişlerdir. Büyük İskender’in Persleri egemenliği altına alışına kadar Mezopotamya Pers egemenliğinde kalmıştır. Pers-Sasani İmparatorluğu döneminde Mezopotamya bölgesi “İran’ın Kalbi” olarak anılmıştır. Daha sonra Mezopotamya’nın Arap halifelerin kontrolüne girmesiyle kuzeyde Musul ve güneyde Bağdat şehirleri başkent olarak seçilmişlerdir.

    Daha sonra Osmanlı hâkimiyetindeyken üç vilayete ayrılan Mezopotamya, Musul, Bağdat ve Basra daha sonra kısa bir süreliğine de olsa I. Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizlerin eline geçmiştir. Daha sonra 1920’de İngilizler tarafından Irak ulus devleti kurulmuştur ki bugünkü Irak sınırlarının yanı sıra Kuveyt de bu sınırlara dâhil olmuştur. İster buzul çağından sonra olsun isterse Osmanlı Devleti döneminde, Mezopotamya, böylesine bereketli topraklar ve kıtalar arasında stratejik öneme sahip bir bölge olmuştur. Yakın zamanda yaşanan Arap Baharı, Libya ve Mısır’da çıkan isyanlar ve Güneydoğu komşularımıza yapılan müdahaleler bölgedeki kıymetli topraklarının günümüze kadar etkisini sürdürdüğünün belirtisi olmuştur.


  • Mezopotamya yüzyıllarca birçok bölgeden göç almış bir bölge olduğu için buraya göç eden kavimler burada yeni bir uygarlık kurmak yerine bölgede var olan uygarlığın yaşam tarzını ya da dini inanışını benimsemişlerdir. Mezopotamya uygarlıklarında ilk önceleri resimli anlatım kullanılmış daha sonraları çivi yazısına  geçilmiştir.

    Çivi yazısı anlatılmak istenen düşüncenin küçük resimler aracılığıyla anlatılan piktogramdan esinlenmesiyle hazırlanmıştır. Daha sonraları geliştirilen bu resimlerin yerini harfler oluşturulmaya başlamış ve çivi yazısı keşfedilmiştir. Kullanılan bu semboller kil tabletler üzerine işlenir, tabletler fırında pişirilir ve böylece yazı korunmuş olurdu.

    Mezopotamya da yazı

    Mezopotamya’da yazı dili, sık olarak kullanılan Sümerce ve Akadça’dır. Bu dillerden özellikle Sümerce Türkçe'ye olan benzerliğiyle büyük dikkat çekmiştir. Daha sonra bölgede güçlenmeye başlayan Hurilerin dili olan Hurrice’de bölgedeki hükümdarlıkları süresince kullanılmıştır. Ayrıca Hurrice’nin kökeninin Kuzeydoğu Kafkas dili ailesine yakınlık gösterdiği de bulunan az sayıda belgelerle kanıtlanmıştır.

    Yazının icadıyla  birlikte medeniyetler edebi eserlerde de gelişim göstermiştir. “Gılgamış Destanı”, “Tufan Hikâyesi” ve “Yaratılış Manzumesi” gibi önemli eserler bu bölgede şekillenmiştir. 


  • Mezopotamya da yaşam

    Mezopotamya uygarlıklarında toplumsal sınıfın en üstünde Krallar ve rahipler yer almıştır. Bunun altında kalan sınıflar ise; asiller, hürler ve köleler olarak üçe ayrılmıştır. Asillere kral tarafından geniş topraklar verilmiş ve savaşta kralın yanında bulunmuşlardır. Hürler, ülkedeki bütün haklara sahip kimselerdir. Bunlar, askerler, zanaatkârlar, tüccarlar ve köylülerden oluşur bu kesim vergilerini verir, askerlik yapar, tapınak ve kanal yapımında çalışırlardı.

    Halk kitlesinin en alt tabakası olan köleler ise, hiçbir hakkı olmayan insanlardı ve bu kişiler eşya gibi ticarete konu olabilir hatta takas edilebilirdi. Köleler; savaşta esir alınan, parayla satılan, borçları yüzünden hürriyetlerini kaybeden insanlardan meydana geliyordu. 


  • Mezopotamya bölgesi özellikle astronomi ve matematikte ilerleyen uygarlıklardan oluşmuştur. Sümerler, zamanı 60 dakikalık saatlerle ölçen ve ilk kez haftayı 7 güne bölerek zaman planı yapan uygarlık olmuştur. Astronomide ilerleyen bu uygarlıklar daha çok astronomiyi bir bilimden ziyade mitolojik güce ulaşmak ve onu anlayabilmek için bir araç olarak kullanmışlardır. Her ne kadar anatomi ve tıp biliminde gelişme gösteremeseler de özellikle başlıca hastalıkların listesini tutmuş, hatta vakaları inceleyerek bir teşhis listesi oluşturmuşlardır. 

  • Mezopotamya uygarlıklarında özellikle Babil kralı olan Hammurabi kendi yasaları ile ünlü bir kraldır. M.Ö 1780 yıllarında bulunmuş olan Hammurabi Yasaları en eski kanunlardır ve Mezopotamya uygarlıklarından günümüze kalan eserler arasında en iyi korunanıdır. Hammurabi yasaları 282 hükümden oluşmaktadır. Özellikle kanunlarda yer alan evlilik kurumu ile ilgili kurallar günümüzdeki Medeni Hukuk’un temellerini atmıştır.  

  • Mezopotamya'da Dini İnanış

    Mezopotamya uygarlıklarında hakim olan dini inanış, daha çok göklerde yaşadığına inanılan tanrı ve tanrıçalardan kurulu çok tanrılı bir inanıştan oluşmaktadır. Bu dönemde dini inanışa dayalı yazılmış olan destanlar hem dini hem de mitolojik tasvirlerle doludur. Özellikle inanışların ortaya çıkışı olarak nitelendirilen bu dini inanış “Tufan” ve “Yaratılış” gibi mitolojik anlatımlarla zenginleştirilmiştir.

    Mezopotamya’nın dini inanışı; Sümer, Akad, Asur ve Babil odaklı olmakla beraber, bölgedeki yaşayan halkın mitolojik inanışlarından da yoğun şekilde beslenmiştir. Çok tanrılı olan Mezopotamya dinlerinin Tanrı ve Tanrıçaları zaman içinde isim olarak değiştirilse de bazı odak tanrılar hep aynı kalmıştır. Bu tanrı ve tanrıçalardan bazıları şunlardır:

    1. An: Sümerler de Gök Tanrısı olan An, daha sonraları “Anu” olarak anılmaya başlanır. Anu Ki ile evlidir; fakat diğer Mezopotamya dinlerinde Uras olarak anılan bir eşi daha vardır.

    2. Marduk: Babil’in baş Tanrısı’dır.

    3. Gula: Bazı bölgelerde Ninişina olarak bilinen bu Tanrıçanın şifa kaynağı olduğuna inanılırdı. Bir kişi hastalandığında hastanın şifa bulması için Gula’ya dua edilirdi.

    4. Nanna: Ay Tanrısıdır. Enlil’in çocuklarından biridir.

    5. Enlil: Mezopotamya dininin en güçlü Tanrısı olarak görülürdü. Karısı Ninlil çocukları ise: İnana, Iskur, Nanna-Suen, Nergal, Ninurta, Papilsag, Nuşu, Utu, Uras, Zabab ve Ennungi’dir.

    6. İşTar: Asurlu aşk ve cinsellik tanrıçasıdır. Sümer tanrıçası İnanna’dan geldiği düşünülmektedir.

    7. Nabu ve Ninurta: Nabu, yazı ve bilgelik tanrısıdır; Ninurta ise, Savaş Tanrısıdır.

  • Kardeş olan Habil ve Kabil, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem’in oğullarıdır. Büyüyüp ergin yaşa gelince Kabil, kardeşinin evleneceği kıza talip olmuştur, bu olay üzerine Hz. Âdem ikisinin de kurban kesmelerini Allah-u Teâla’nın hangisinin kurbanını kabul ederse, o kişinin kızla evleneceğini söylemiştir. Kurbanlar kesildikten sonra kalbi fesat ve kinle dolu Kabil kaybetmiş, Allah-u Teâla Habil'in kurbanını kabul etmiştir. Bunun üzerine iyice sinirlenen Kabil, öz kardeşini öldürmeyi düşünmüştür. Kuran-ı Kerim’de de Hz. Âdem’in oğulları arasında geçen olayın kısas olarak gösterilmesi ve anlatılması bu hikâyeyi doğrulamaktadır. Daha sonra kurbanı kabul edilmeyen Kabil, kardeşine onu öldüreceğini söylemiştir; fakat kardeşi hiçbir şekilde karşı koymamış ve Kabil öz kardeşini öldürmüştür. Kardeşini öldürdükten sonra azaplarda boğulan Kabil'e, kardeşini gömmesi için bir karga örnek olunca “Eyvahlar olsun şu karga kadar olamadım” diyerek kardeş acısıyla iyice yanarak kavrulmuştur.

    Hz. Âdem Habil’in ölümünü duyunca Kabil'e beddua etmiş ve Kabil, Yemen diyarına kaçarak orada yurtsuzların, putperestlerin içine karışmıştır. Kabil, ilk kardeş kanı döken insan olarak anılır. Hz. Muhammed bu olayla ilgili hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Haksız yere öldürülen her insanın kanının günahında, Âdem’in oğlunun (Kabil) bir payı ayrılır. Çünkü bu katli adet edindiren odur.” İşte bu yüzden “burası Mezopotamya Kabil’in Habil’i öldürdüğü ve tarihte ilk kardeş kanının döküldüğü yerdir” denmiştir.

29 Kasım 2020 Pazar

Books

It will be my best gift to come and pass this world where we all come and go with you. Thank you for your presence, every time I see you. "